Zülkarneyn'nin Kıssası



KEHF   SURESİ       83.  ……100.  AYETLER


           ‘’ Sana  Zülkarneyn  hakkında  soru  soruyorlar.  De  ki:  Size  onu  hatırlatacak  bir  şey  anlatayım.  Ona  yeryüzünde  güvenli  bir  yer  sağladık,  güç  ve  saltanat  hazırladık  ve  onu  ulaşabileceği  her  şeye,  doğru  araçlarla  ulaşma  bilgisiyle  donattık.  Ona  her  şeyden  bir  sebep  verdik.  Ve  bu  sayede  o  da  sebebi  izledi.  Yaptığı  her  işte  doğru  ve  meşru  araçlara  başvurdu.’’     83.84.85.  Ayetler.
            Sebep,  ‘’ bir  şeye  ulaşmak,  bir  şeyi  gerçekleştirmek  için  başvurulan  vasıta  ya  da  araç ‘’  tabiri,  bu  anlam  örgüsü  içinde,  belli  bir  amaca  ulaşmak  için  başvurulması  gerekli,  doğru  ve  meşru  vasıtaya,  araca  ilişkin  bilgi  anlamındadır.  Doğru,  meşru  araçlara  başvurma,  doğru  ve  meşru  amaca  ulaşmak  için  dahi  gayri  meşru  araçlara  başvurmadığını  anlatmak  içindir. 
           ‘’ Batıya  doğru  giderek  günün  birinde  güneşin  battığı  yere  vardı,  güneş  ona  kopkoyu,  bulanık  bir  suya  dalıyormuş  gibi  göründü.  Ve  orada  kötülüğün  her  çeşidine  gömülüp  gitmiş  bir  kavme  rastladı.  Ona,  ’ Ey  Zülkarneyn ’  dedik,  ’ Onlara  azap  da  edebilirsin,  yüce  gönüllü  de  davranabilirsin! ‘’    86.  Ayet.
            Bu,  mümkün  ki,  iki  davranış  tarzından  birini  seçme  konusundaki  ilahi  müsaade,  sadece  Allah  tarafından  insana  sağlanan  irade  serbestisinin  mecazi  ifadesi  olmakla  kalmayıp,  aynı  zamanda,  maslahata /  kamu  yararına  uygun  olan  yolu  seçmek  durumunda  olan  yönetici  ya  da  yönetim  için  meşru  toplumsal  yahut  ahlaki  öncelik  ilkesini  getirmektedir  ki,  bu  Zülkarneyn  kıssasının  ilk  dersidir.
             ‘’O  şöyle  cevap  verdi :  ‘ Başkalarına  zulmeden  kimseye   bundan  böyle  azap  edeceğiz ;  ve  o  kimse  sonunda  Rabbine  döndürülecek  ve  O  da  ona  görülmemiş  bir  azap  çektirecek.  Ama  inanıp  dürüst  ve  erdemli  davranışlarda  bulunan  kimseye  gelince ;  böyle  biri  yaptıklarının  karşılığı  olarak  ahiret  hayatının  nihai  güzelliğine,  iyiliğine  ulaşacaktır.  Ve  biz  de  onu  yalnızca  yerine  getirilmesi  kolay  olanla  yükümlü  tutacağız. /  Ona,  buyruğumuzdan  kolay  olanı  söyleyeceğiz.’’    87.88.  Ayetler.
            ‘’ Senin  Rabbin,  halkı  birbirlerine  karşı  dürüst  davrandıkları  sürece,  bir  toplumu  sırf  çarpık  inançları  yüzünden  asla  helak  etmez. ‘’  Hud  Suresi   117.  Ayet.  Zulüm  ( haksızlık  veya  kötülük )  terimi,  bu  anlam  akışı  içinde  ‘’ Çarpık  inançlar ‘’  anlamına  gelmektedir  ki  bu  da,  peygamberler  aracılığıyla  Allah  tarafından  vahyedilmiş  gerçekleri  inkar  etmek,  O’nun  varlığını  tanımamak  ya  da  ilahi  kudret  ve  nitelikleri  Allah’tan  başka  varlıklara  yakıştırmak  demektir.  Hiç  bir  toplumun  başına,  sırf  inanç  düzleminde  şirk  ve  küfür  içinde  olmaları  yüzünden  bu  dünyada  yok  edici  türden  cezalandırıcı  bir  azap  gelmez.  Toplumun  başına  bu  kabil  bir  ceza,  ancak  toplumun  insanları  birbirlerine  karşı  ısrarla  haksızlık  yaptıkları,  başkalarının  hukukunu,  hayatını  ve  onurunu  tehlikeye  sokacak  tarzda  insanlık  dışı,  ahlak  dışı  davrandıkları  zaman  gelir.  Bunun  içindir  ki  Müslüman  hukukçular,  insanın  Allah’a  karşı  olan  yükümlülüklerinin  O’nun  bağışlayıcı,  affedici  olduğu  ilkesiyle  birlikte  düşünülebileceğini,  yani,  yerine  getirilmediği  takdirde  O’nun  affının  umulabileceğini,  ama,  insanlara  karşı  olan  yükümlülüklerin  hassas,  esnemez  bir  özellik  taşıdığını,  dolayısıyla  mutlaka  ve  duyarlı  bir  biçimde  gözetilmesi  gerektiğini  söylemişlerdir.  Meselenin  böyle  ele  alınmasının   sebebi,  Allah’ın  mutlak  kudret  sahibi  olması  ve  hiç  bir  korumaya  ihtiyacı  olmaması,  ama  insanın  zayıf  ve  korunmaya  muhtaç  olmasıdır.  ‘’ Biz  hiç  bir  toplumu,  üyeleri  birbirlerine  zulmetmeyi  yol  olarak  benimsemedikçe,  yok  etmiş  değiliz. ‘’  Kasas  Suresi  59.  Ayet.  Dürüst  ve  erdemli  davranmak,  ilke  olarak,  insandan  beklenen  en  tabii,  en  olabilir  davranış  tarzı  olduğuna  göre  bu  davranış  tarzıyla  ilgili  yasaların  fazla  zorlayıcı  olmaması  gerekir.  Bu  meselden  çıkarılacak   bir  başka  ders  de  budur.
           ‘’ Ve  Zülkarneyn  sonra  bir  sebebi  daha  izledi. /  Doğru  bir  amaca  varmak  için  bir  kere  daha  doğru  aracı  seçti.  Doğuya  doğru  yürüyerek  günün  birinde  güneşin  doğduğu  yere  vardığında  onu,  kendilerini  güneşe  karşı  bir  örtüyle  örtmediğimiz  bir  kavmin  üzerine  doğar  buldu.  Biz  onları  işte  böyle  bir  yaşama  tarzı  içinde,  böyle  bir  düzeyde  bırakmıştık  ve  o  da  onları  öylece  kendi  hallerine  bıraktı.  Muhakkak  ki  sınırsız  bilgimizle  Biz  onun  zihninden  geçenleri  kuşatmış  bulunuyorduk.’’   89.90.91.  Ayetler.
            Bu  ayet,  öyle  görünüyor  ki,  kendilerini  güneşten  koruma  ihtiyacı  duymayan,  doğal  şartlarda  yaşayan  ilkel  bir  toplumun  insanlarından  söz  etmekte  ve  Zülkarneyn’in,  onların  bu  yaşama  tarzlarını  alt  üst  edip  kendilerini  elem  ve  ıstıraba  sürüklemeden  akıllıca  davranarak  onları  kendi  hallerine  bırakma  yolunu  tuttuğunu  ifade  etmektedir.  Biz  onun  zihninden  geçenleri  kuşatmış  bulunuyorduk,  onda  olanları /  onun  nezdinde  bulunanları.  Yani,  onun  ‘’ Allah’ın    onları  tabi  tuttuğu  doğal  yaşama  seyrini   ya  da  tarzını  bozmamak  yahut  değiştirmemek ‘’  yönünde  verdiği  kararını.  ‘’ Allah,  şeytanı  şöyle  dediği  için  lanetlemiştir : ‘ Senin  kullarından  kendi  istediğimi  mutlaka  alacağım,  onları  saptıracağım  ve  boş  hevesler,  özlemler  ile  dolduracağım.  Ben  onlara  emredeceğim,  onlar  da   develerin  kulaklarını  kesecekler  ve  onlara  emredeceğim,  onlar  Allah’ın   mahlukatını  ifsat  edecekler / değiştirecekler. ‘’  Nisa  Suresi  119.  Ayet.  Şeytanın  insanı  ‘’ Allah’ın  mahlukatını  değiştirmeye ‘’  yöneltmesine  yapılan  bu  atıf,  yeterli  dikkatin  pek  fazla  çekilmediği  bir  anlama  sahiptir.  Bu  yaratma  ve  onun  tezahür  biçimi,  Allah’ın  planlama  iradesinin  bir  ifadesi  olduğundan,  onun  asli  tabiatını  değiştirme  teşebbüsleri  mahlukatı  ifsat  etmeye  ve  bozmaya  dönüşür.  Zülkarneyn’in  kararı,  bu  meselden  çıkarılacak  önemli  derslerden  biridir.
           ‘’ Sonra  yine  bir  sebebi  izledi.  Ve  o  böylece,  doğru  bir  amaca  ulaşmak  için  bir  kere  daha,  doğru  aracı  seçmiş  oldu.  Ve  derken,  iki  set  arasında  bir  yere  vardığında  onların  yamacında  yaşayan  ve  onun  konuştuğu  dilden  çok  az  şey  anlayabilen  bir  kavme  rastladı.  Bunlar  ona :  ‘ Sen  ey  Zülkarneyn ! ’  dediler,  ’ Yecüc  ve  Mecüc  bu  ülkede  bozgunculuk  yapıyor.  Onlarla  bizim  aramızda  bir  set  inşa  etmen  şartıyla  sana  bir  bedel  verelim  mi ? ’ Zülkarneyn : ’Rabbimin  bana  sağladığı  güvenli  durum    sizin  bana   vereceğiniz  her  şeyden  daha  hayırlıdır.’ dedi.  ’ Bunun  içindir  ki,   siz  bana   sadece    gücünüzle  yardımda  bulunun  ki  sizinle  onlar  arasında  bir  set  yapayım !  Bana   demir  külçeleri  getirin ! ’  Derken,  demir  külçelerini  yığıp,  iki  yar  arasındaki  boşluğu  doldurunca  onlara  ‘ bir  ocak  kurun  ve  körükleyin ! ’  dedi.  Nihayet  demir  iyice  kor  haline  gelince :  ‘ Bana  erimiş  bakır  getirin,  bunun  üzerine  dökeceğim ’  dedi.   ‘Bununla  birlikte,  Rabbimin  belirlediği  zaman  gelince  bu  seddi   yerle  bir  edecektir. Çünkü  Rabbimin  verdiği  söz  mutlaka  gerçekleşir ! ‘’    93. …98.  Ayetler.
            Ayette  sözü  edilen  yer  ve  burada  yaşayan  insanlar  hakkında  Kur’an’da  bir  şey  söylenmediğine  göre  Zülkarneyn  meselinin  asıl  amacının,  temsili  bir  üslup  içinde  belirli  ahlaki  ilkelerin  ifadesinden  ibaret  olduğunu  söyleyebiliriz.  ‘’ Rabbimin  bana  sağladığı  güvenli  durum ‘’ ifadesi,  genellikle  ona  verilen  güç  ve  zenginlik  olarak  tefsir  edilmiştir.  Ama  bu  ifade  Zülkarneyn  meselinin  özünde  yatan  ahlaki  mesajlar  göz  önünde  bulundurulursa  dünyevi  zenginliklerden  çok,  Allah’ın  bahşettiği  doğru  yol  bilgisini,  yani  hidayeti  işaret  etmektedir.  ‘’ Rabbimin  verdiği  söz  muhakkak  gerçekleşir.’’  Klasik  müfessirlerden  bazıları  bu  ifadeyi  belirli  bir  tarihi  olay  için  bir   ön  haber  olarak,  yani  sonraları  Moğollar  ve  Tatarlarla  özdeşleştirilen  saldırgan  Yecüc  ve  Mecüc  topluluklarının   gelecekteki  saldırılarına  dair  gaybi  bir  haber  olarak  görmektedirler.  Bu  özdeşleştirme,  daha  çok  Hz.  Peygamberimizin  gördüğü  rivayet  edilen  bir  rüyasına  dayandırılmaktadır.  Hz.  Peygamberimiz  uykudan  uyandığında  bu  rüyasından  bahisle  üzüntü  içinde :  ‘’ Allah’tan  başka  ilah  yok !  Yaklaşan  felaketten  ötürü  vah  Araplara.  Yecüc,  mecüc  seddinde  bugün  küçük  bir  gedik  açıldı ! ‘’  der.  Müslümanlar  bu  rüyada  13.  Yy.  da  Abbasi  İmparatorluğunu  yıkıp  böylece  Arap  siyasal  gücünü  felce  uğratan  Moğol  istilasını  önceden  haber  veren   bir  ima  bulagelmişlerdir.  Oysa ,  surenin  99.100.101.  ayetlerinde  Yecüc  ve  Mecücle  bağlantılı  olarak  ‘’ O  Gün ‘’ den,  yani,  ‘’ Hesap  Gününden ‘’  bahsediliyor  olması  göstermektedir  ki , ‘’  Rabbimin  belirlediği  gün ‘’  ifadesi,  aslında , insanın  bütün  faaliyetlerinin  son  bulacağı  Son  Saatle  ilgilidir.  Fakat  Son  Saatin  yaklaşmasına  ya  da  yakınlığına  ilişkin  Kur’an  atıflarının  hiç  biri  beşeri  zaman  kavramıyla  bağdaşmadığına  göre,  yukarıdaki  her  iki  açıklamayı  da ,  ‘’ Son  Saatin  vukuunun ‘’  insan  için  belirsiz  bir  süreyi  kapsadığı  ve  inkarcı , bozguncu  Yecüc  ve  Mecüc  kuvvetlerinin  zuhurunun  ‘’ Son  Saatin ‘’  yaklaşmasına  delalet  eden  belirtilerden  biri  olduğu  anlamında  görmek  mümkündür.  ‘’ Yok  etmeye  karar  verdiğimiz  herhangi  bir  toplumun,  tuttuğu  günahkarca  yoldan  bir  daha  geri  dönmesi  asla  mümkün  değildir !  Ta  ki , Yecüc  ve  Mecüc’ün  dünyaya  salınıp , yeryüzünün  her  köşesinden  boşalacakları  zamana  kadar , ki  o  zaman  başa  gelmesi  kaçınılmaz  olan  kıyamet  sözünün  gerçekleşmesi  de  yaklaşmış  olacaktır . ‘’  Enbiya  Suresi  95.96.97.  Ayetler.  Bu  ayetlere  dayanarak , Yecüc  ve  Mecücün  belli  kavimler  ya  da  varlıklar  anlamında  değil ,  fakat  Son  Saatin  gelip  çatmasından  önce  insan  uygarlığının  bütünüyle  yok  olmasına  yol  açacak  bir  toplumsal  felaketler  serisi  anlamında ,  bütünüyle  temsili  bir  unsur  olduğunu  söylemek  son  derece  yerinde ,  mantıki  olacaktır.
           ‘’ O  gün  onları  bırakırız ,  dalga  dalga  yürüyüp  birbirlerine  karışsınlar .  Ve  sûra  üflenir , böylece  hepsini  bir  araya  toplarız .  Ve  o  gün  hakkı  inkar  edenlerin  karşısına  cehennemi  çıkarırız.’’       99.100.  Ayetler. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder