Kur'anı Nasıl Anladım



 ‘’ Bunlar  Allah’ın  mesajlarıdır. Hakikati  bildiren  bu  mesajları  sana  iletiyoruz. Zira  Allah, yarattıklarının  haksızlığa  uğramasını  istemez.’’  Al’i  İmran  Suresi  108. Ayet.
 ‘’ Elbette  ki  doğruya  ve  güzele  kılavuzlamak, doğru  yolu  göstermek  sadece  bize  düşer / bizim  işimizdir. Ve  elbette  ki  hem  öteki  dünya, hem  de  hayatınızın  bu  ilk  bölümü  üzerindeki  hâkimiyet  bize  aittir .’’  Leyl  Suresi  12. 13.  Ayetler.
  ‘’  Kur’an, inanmak  isteyenler  için  gerçek  bir  yol  gösterici  ve  bir  rahmettir. Gerçek  şu  ki, ey  inanan  kişi, senin  Rabbin  inanmak  isteyenler  arasında  kendi  yasalarıyla  hükmedecektir. Çünkü  her  şeyin  aslını  bilen, en  yüce  iktidar  sahibi  O’dur. Öyleyse, yalnızca  Allah’a  güven. Çünkü inandığın  şey, doğruluğu  besbelli    gerçeğin  ta  kendisidir .’’  Neml  Suresi  77.78.79. Ayetler.
‘’ Sen, ey  inanan  kişi. Bu  kitabın  sana  ulaşacağını  ummazdın, fakat  işte  Rabbinden  bir  rahmet  olarak  sana  ulaştı. Öyleyse, artık  hakkı  inkâra  kalkışan  kimselere  asla  arka  çıkma. Ve  bir  kere  Allah’ın  ayetleri  sana  indirilmiş  olduğuna  göre, bundan  sonra  artık  sakın  seni  onlardan  alıkoymalarına  fırsat  verme. Rabbine  yakar  ve  insanları  Rabbine  çağır. Ve  sakın  Allah’tan  başka  varlıklara  tanrısal  güçler  ve  nitelikler  yakıştıran  kimselerden  olma, yani  Allah’la  beraber  tutup  bir  başka  tanrıya  yalvarmaya  kalkma, onlara kulluk  etme. Çünkü  O’ndan  başka  tanrı  yok. O’nun  ebedi  zatından  başka  her  şey, herkes  yok  olmaya  mahkûmdur. Hüküm  yalnız  O’nundur, O’nun  elindedir  ve  sonunda  O’na  döndürüleceksiniz.  ‘’ Kasas  Suresi  86.87.88. Ayetler.
‘’ De  ki: Eğer  sapkınlığa  düşmüş  olsaydım  kendi  yüzümden  ve  kendi  aleyhime  sapmış  olurdum. Ama  eğer  doğru  yoldaysam, yalnızca  Rabbimin  bana  vahyi  sayesindedir. Kuşkusuz  O, en  yakın  olan, her  şeyi  işitendir. ‘’  Sebe  Suresi   50. Ayet.
‘’  Ey  Muhammed, işte  sana  da  kendi  buyruğumuz  altında  hayat  veren  bir  mesaj  vahiy  ettik. Bu  mesaj  sana  gelmeden  önce  sen  kitap  nedir, iman  nedir  bilmezdin. Ama  şimdi  bu  mesajı  bir  ışık, bir  nur  yaptık  ki  onunla  kullarımızdan  dilediğimizi  doğru  yola  ulaştıralım. Şüphesiz  sen  de  insanları  ONUNLA  doğru  yola  ulaştıracaksın. Göklerde  ve  yerdeki  her  şeyin  sahibi  olan  Allah’a  götüren  yola. Gözünüzü  açın, gerçek  şu  ki, her şeyin  başı  ve  sonu  Allah’tadır. Bütün    ve  oluşlar  Allah’a  varır. ‘’  Şura  Suresi  52.53.  Ayetler.            
‘’Kuşkusuz  Allah, insanların  kendisini  bırakıp  da  yalvardıkları  şeylerin  ne  olduğunu  çok  iyi  bilir. Yalnız  O’dur  kudret  sahibi, hikmet  sahibi. Biz  insanın  önüne  türlü  benzetmeler  koyuyoruz, ama  onların  gerçek  anlamını  ancak  bizi  tanıyanlar, bize  yakın  olanlar  kavrayabilir.’’  Ankebut  Suresi  42.43.  Ayetler.  
 
 ‘’  OKU! Yaratan  Rabbin  adına, insanı  bir  yumurta  hücresinden  yaratan! Oku!  Çünkü  Rabbin  sonsuz  kerem  sahibidir, insana  kalemi  kullanmayı  öğretendir, insana  bilmediğini  belleten ‘’  Miladi  7. yy.  başlarında, insanın  mütevazı  biyolojik  kökeni  yanında, şuur  ve  aklına  da  imada  bulunan  Alak  Suresinin  bu  ilk  ayetleriyle  başlayan  Kur’an  vahyi, Hz. Muhammed’in  23  yıllık  peygamberliği  boyunca  devam  ederek  vefatından  kısa  bir  süre  önce  nazil  olan  Bakara  Suresinin  2. Ayetiyle  noktalandı. ‘’ Allah’a  yöneleceğiniz, sonra  herkesin  kazancının  kendisine  eksiksiz  geri  verileceği  ve  hiç  kimsenin  haksızlığa  uğratılmayacağı  günün  bilincinde  olun. ‘’ 

Bu  ilk  ve  son  ayetler  arasına  sığdırılan  Kur’an, dünyanın  dini, sosyal  ve  politik  tarihini, bilebildiğimiz  başka  herhangi  bir  olaydan  çok  daha  köklü  bir  şekilde  etkilemiştir. Hiç  bir  kitap, asırlarca  insanın  sorduğu  şu  soruya  Kur’an  kadar  kapsamlı  bir  cevap  verememektedir:  ‘’Bu  dünyada  iyi  bir  hayat  yaşamak  ve  öteki  dünyada  mutlu  olmak  için  nasıl  davranmalıyım ?’’ Her  ne  kadar  Müslümanların  çoğu  bu  soruya  yanlış  cevaplar  veriyor  olsa  da  ve  büyük  bir  kısmı  Kur’an’ın  mesajından  uzaklaşmış  bulunsa  da  şu  gerçek  değişmemiştir; bütün  müminler  için  Kur’an, Allah’ın  insana  rahmetinin  en  mükemmel  belirtisi, görüntüsüdür.  En  derin  hikmet, eşsiz  ifade  güzellikleri  içinde  bu  kitapta  dile  getirilmiştir.  Çünkü  Kur’an  katıksız  Allah’ın  sözleridir. 

Kur’an, inanca  götüren  en  geçerli  yol  olarak  akla  önem  vermekte  ve  insan  varlığını  ruhsal  ve  fiziksel  - dolayısıyla  sosyal – planda  bölünmez  bir  bütün  olarak  görmektedir. Yani, insanın  gündelik  davranışlarının, bunlar  ne  kadar  dünyevi  olurlarsa  olsunlar, onun  ruhsal  hayatından  ve  kaderinden  ayrı  tutulamayacağını  vurgulamaktadır. Gerçekliğin  bu  şekilde  fiziksel  ve  ruhsal  planda  parçalara  bölünemez  olduğu  anlayışı  her  gerçek  dini  tecrübede  bulunduğu  varsayılan  ‘’ tabiatüstü  unsuru ‘’  esas  alan  diğer  dinlerin  yörüngesinde   yetişmiş  insanların  Kur’an’ın  bütün  dini  sorunlara  akıl  ağırlıklı  yaklaşımını  gerektiği  şekilde  anlamalarını  güçleştirir. Sonuç  olarak, Kur’an’ın  ruhsal  öğretileri  pratik  düzenlemelerle  sürekli  olarak  bütünleştirmesi , ‘’dini  tecrübeyi ‘’ aydın  kavrayışının  ötesinde, gizli  şeylerin  önündeki  esrarlı  bir  huşu  ile  özdeşleştirmeye  alışkın    okuyucuyu, Kur’an’ın  sadece  öteki  dünyadaki  ruhsal  mutluluğa  götüren  bir  çağrı  olmayıp, aynı  zamanda  bu  dünyada  elde  edilebilecek  iyi  bir  rehber  olduğu  düşüncesi  karşısında  şaşkınlığa  düşürür. Kısaca  bu  insanlar, Allah’ın  yarattığı  hayatın  bir  bütün  olduğu  ve  beden  ile  zihin, cinsiyet  ile  ekonomi, bireysel  dürüstlük  ve  sosyal  adalet  gibi  meselelerin  insanın  ölümden  sonraki  hayat  hakkında  beslediği  ümitler  ile  ciddi  bir  bağlantı  içinde  bulunduğu  şeklindeki  Kur’an  tezini  kolayca  kabul  edemez.

Kur’an  tercümelerini  yapan  Müslüman  veya  gayrimüslim, bütün  mütercimlerde  şu  ortak  özelliği  görürüz. Hepsi  Arapça  bilgilerini  sadece  akademik  yollarla, yani, kitaplardan  öğrenmişlerdir. Bilimsel  otoritesi  ne  kadar  yüksek  olursa  olsun, hiçbiri, ana  dili  Arapça  olan  ve  Arapçadaki  deyimleri, zengin  ifade  tarzlarını, ifade  unsurlarını, nüanslarını  fark  edecek  biçimde, aktif  ve  çağrışımlara  duyarlı  bir  zihinle  kavrayan, kelime  ve  cümlelerin  ses  dokusunun, sese  ilişkin  sembolizminin  ima  ettiği  anlamı  bütün  derinliği  ve  yönsemeleriyle  hissedebilen  bir  kulak  hassasiyetine  sahip  kişiler  kadar  Arapçaya  hâkim  olamamıştır. Çünkü  herhangi  bir  dilin  kelime  ve  cümleleri, geleneksel  olarak  ve  bilinç  altında, üzerinde  uzlaşılan  anlamların  sembollerinden  başka  bir  şey  değillerdir. Mütercim, Arapçanın  kavram  sembolizmini  kendi  içinde  yeniden  üretemedikçe – yani, bunların  bütün  tabiiliği  ve  saflığıyla  kendi  kulağında  ‘’ses  verdiğini / şakıdığını ‘’  duymadıkça  yaptığı  tercüme, üzerinde  çalıştığı  metnin  lafzi, yani, sözün  söyleniş   karşılığını  yansıtmaktan  başka  bir  şeye  yaramaz  ve  asıl  metnin  deruni  anlamını  az  veya  çok  gözden  kaçırmış  olur. 

Arapça , Semitik  bir  dildir . Yani, binlerce  yıl  hiçbir  kesintiye  uğramadan  canlılığını  devam  ettiren  ve  ayrıca  son  on dört  asır  boyunca  hiç   değişmeden  varlığını  sürdüren  tek  Semitik  dil. Her  dil, halkın  özel  hayat  anlayışını  ve  gerçeklik  kavrayışını  aktarmaya, ifade  etmeye  yarayan  bir  semboller  bütünü  olduğundan, açıktır  ki, Arapların  dili, batılı  kafanın  alışık  olduğundan  tamamen  farklı  özellikler  taşıyacaktır. Arapça  bir  deyimin  herhangi  bir  batılı  deyimden  farklı  oluşu, ne  sadece  Arapçanın  sözdizimi  yapısının  ve  fikirleri  ifade  tarzının  bir  sonucudur, ne  sayısız  kelime   formlarının  Arap   gramerine  kazandırdığı  müthiş  esnekliğin  eseridir  ve  ne  de  Arapça  kelime  hazinesinin  olağanüstü  zenginliğinin  bir  sonucudur.  Bu  bir  ruh  ve  hayat  anlayışı  farklılığıdır. En  mükemmel  şekline  on dört  asır  önceki  Arabistan’da  ulaşmış  bir  dil  olan  Kur’an  Arapçasının, özünü  doğru  şekilde  yakalayabilmek  için, Arapların  Kur’an’ın  nazil  olduğu  dönemde  hissettiklerini  ve  düşündüklerini  hissedebilmek  ve  düşünebilmek  ve  onların  dilbilime  ilişkin  sembollere  verdikleri  anlamları  doğru  kavrayabilmek  şarttır. 

Biz  Müslümanlar, Kur’an’ın  Allah  Kelamı  olduğuna  ve  bir ‘’ beşer  dili ‘’ vasıtasıyla  Peygamberimiz  Hz. Muhammed’e  vahiy  edildiğine  inanırız. Bu  dil, Arap  yarımadasının  dili  idi. Çölün  ve  onun  alabildiğine  geniş, zaman  dışı  sonsuzluk  duygusunun  kazandırdığı  özgün  bir  kavrayış  çabukluğu  ile  donatılmış  bir  halkın  dili. Bir  çağrışımdan  ötekine  kolayca  atlayan, çoğu  zaman  ifade  etmeyi  veya  aktarmayı  amaçladıkları  fikre  daha  etkili  bir  biçimde  ulaşmak  için  aradaki  kendiliğinden  anlaşılan  düşünce  basamaklarını  veciz  bir  şekilde  atlayarak  ifade eden  bir  halkın  dili. Bu  eksiltili  ifade  tarzı  Arapça  deyimlerin  ve  dolayısıyla  Kur’an  dilinin  vazgeçilmez  bir  özelliğini  oluşturur. Öyle ki, aynı  veciz  ve  çağrışıma  dayalı  düşünce  niteliklerini  kendi  içinde  yeniden  üretemeden  Kur’an  dilinin  yöntemini  ve  öz  anlamını  kavramak  imkânsız  hale  gelir. Bu  nedenle, Arapça  ile  ileri  yaşlarda, bilinçli  bir  çaba  sonucunda, yani, eğitim  yoluyla  tanışan  Arap  olmayan  biri, ilk  çocukluk  yıllarından  itibaren  dilini  düzgün  şekilde  kullanmayı  öğrenen, içinde  yetiştiği  düşünce  tarzı, bilinç  altında  yer  eden  ve  böylece  farkında  olmadan  Arapçanın  asli  ifade  formlarını  ve  kalıplarını  üreten  bir  kavram  dünyası  içinde  büyüyen  biri, yani  bir  Arap  gibi  olamaz. Fakat  bu, yine  de  Arap  olmayan  birinin  Arapçayı  gerçek  ruhu  ile  asla  kavrayamayacağı  anlamına  gelmez. Yalnızca  akademik  incelemeler  yoluyla  Arapçaya  nüfuz  edilemeyeceğine, ayrıca, filolojik  eğitime  ilaveten  dilin  içsel  olarak  hissedilmesine  de  ihtiyaç  olduğuna  işaret  eder. Kur’an’ı  diğer  dillere  aynen  çevirebilmek  imkânsız  olsa  da, Kur’an  mesajını  yardım  görmeden  yollarını  bulabilecek  kadar  iyi  bilmeyen  insanların  kavrayabilecekleri  bir  biçimde  aktarmak  mümkündür. Kur’an’ın  başka  bir  dilde  anlaşılır  kılınması  isteniyorsa, Kur’an  mesajı, daha  sonraki  İslami  gelişmelerin  kavramsal  imajlarıyla  zihinleri  henüz  bulanmamış  insanlar  için  taşıdığı  anlama  mümkün  olduğu  kadar  yakın  bir  anlam  verecek  şekilde  çevrilmelidir. Kur’an’da  kullanılan  dini  terimleri, İslam’ın  belli  kanun, kural  ve  uygulamalar  demeti  şeklinde  kurumsallaşmasından  sonra kazandıkları  anlamlara  göre  tercüme  etmekten  daima  kaçınılmalıdır. Bu  ‘’kurumsallaşma ‘’  İslam  tarihi  çerçevesinde  ne  kadar  meşru  da  olsa, söz konusu  terimlerin, onları  bizzat  Hz. Peygamberin ağzından  duyan  insanlar  için  taşıdığı  ve  taşıması  istenmiş  olan  asıl  anlamını  ve  amacını  gözden  kaçırarak  sadece  daha  sonraki  ideolojik  gelişmeler  ışığında  yorumlamakla  Kur’an  doğru  anlaşılmış  olamaz. Mesela, Hz. Peygamberin  çağdaşları, İslam  ve  Müslüman  kelimesini  duyduklarında  onları ‘’insanın  Allah’a  teslim  olması’’  ve  ‘’kendini  Allah’a  teslim  eden  kişi ‘’  şeklinde  anladılar  ve  bu  terimleri  herhangi  özel  bir  topluluk  veya  zümre  ile  sınırlandırmadılar. Mesela, Al’i  İmran  Suresi  67. Ayette  Hz. İbrahim’den  ‘’kendini  Allah’a  teslim  etmiş  oldu .’’ şeklinde  söz  edilmesi yahut Al’i  İmran  Suresi  52. Ayette  Hz. İsa’nın  havarilerinin   ‘’ şahit  ol  ki  biz  kendimizi  Allah’a  teslim  ettik ‘’ demeleri  gibi. Bu  asıl  anlamlar  Arapçada  bozulmadan  kalmış, hiçbir  Arap  âlimi  de  bu  terimlerin  geniş  anlamlarından  habersiz  olmamıştır. Fakat  günümüzde  ister  inansın, ister  inanmasın, özellikle  Arap  olmayanlar  için  durum  böyle  değildir. Onlar  için  İslam  ve  Müslüman  terimleri, genellikle  sınırlı  ve  tarihsel  olarak  çerçevelenmiş  bir  anlam  taşır  ve  özel  olarak  Peygamberimiz  Hz. Muhammed’in  izinden  gidenleri  ifade  eder.


Kur’an  münferit  emir  ve  talimatların  bir  derlemesi  değil, bölünmez  bir  bütün  olarak  görülmelidir, yani, her  ayetin  veya  cümlenin  diğer  ayetler  veya  cümlelerle  yakın  ilişki  içinde  olduğunu  ve  her  birinin  bir  diğerini  açıkladığını  veya  açtığını. Kur’an’ın  her  ibaresini  ancak  başka   yerlerdeki  ibarelerle  irtibatlandırırsak  ve  mesajını  sık sık  çapraz  referanslara  başvurarak  ve  her  zaman  geneli  özelin  ve  asli  olanı  tali  olanın  önüne  koyarak  anlamaya  çalışırsak, Kur’an’ın  gerçek   anlamını   kavrayabiliriz. Bu  kural  bilinçli  bir  şekilde  uygulandığı  zaman, Kur’an  kendi  kendisinin  en  iyi  tefsiri  olduğunu  ortaya  koyacaktır.
            Kur’an’ın  hiç  bir  parçası, saf  bir  tarihsel  bakış  açısıyla  ele  alınmamalıdır. Yani, Kur’an’ın  hem  Hz. Peygamber  zamanındaki, hem  de  daha  önceki  tarihsel  şartlara  ve  olaylara  yaptığı  bütün  atıflar  tek  başlarına  ele  alınmayıp  insani  durumun  bir  açıklaması  olarak  değerlendirilmelidir. Bu  sebeple, belli  bir  ayetin  nüzul  sebebinin  o  ayetin  esas  maksadını  ve  Kur’an’ın  bir  bütün  olarak  vazettiği  ahlaki  sistem  ile    bağlantısını  örtmesine  izin  verilmemelidir.
            Geçmişin  büyük  düşünürleri  tefsirlerinde  Kur’an’a  akılları  ile  yaklaştılar. Yani, her  Kur’an  ibaresinin  anlamını  hem  Arap  dili  ve  Hz. Peygamberin  öğretileri  üzerindeki  engin  bilgileri  ışığında, hem  de  sahip  oldukları  genel  kültür  ve  o  güne  kadar  insan  toplumunu  şekillendiren  tarihsel  ve  kültürel  tecrübelerle  açıklamaya  çalıştılar. Bu, sebeple, bir  müfessirin  herhangi  bir  Kur’an  ibaresini  veya  hükmünü  anlama  tarzı, zaman  zaman  kendisinden  önceki  müfessirlerin  yükledikleri  anlamlardan  farklı  olabilir. Hz. Peygamberimizin  şu  veciz  sözü  bizlere  ışık  tutmalıdır : ‘’Ümmetimin  âlimleri  arasındaki  görüş  ayrılıkları  ilahi  bir  rahmetin  ürünüdür .’’ Bu  hadis, her  türlü  görüş  ayrılıklarının  insan  düşüncesindeki  ilerlemenin  temeli  ve  dolayısıyla  insanın  bilgi  seviyesinin  gelişmesinde  en  güçlü  faktör  olduğuna  işaret  eder.
            Fakat  geleneksel  bazı  kabuller, Kur’an’da  bazı  hükümlerin  yine  bazı  Kur’an  ayetleriyle   neshedildiğini  söylemekle  kalmamış, sünnetin  de  Kur’an’ı  neshettiğini  iddia  ederek, farkında  olmadan  Hz. Peygamberi  Allah’ın  önüne  geçirmiştir. Klasik  fıkıh  kitaplarında  sünnetin  Kur’an’ı neshi  şeklinde  başlıklara  rastlamak  olağandır. Böyle  bir  başlık, bir  şirk  göstergesidir. Eğer  sünnet, yani, Hz. Peygamberin  söz  ve  fiilleri  Kur’an’ı  hükümden  düşürebiliyorsa, o zaman  Hz. Peygamber  Allah’ın  elçisi  olmaktan  çıkıp  ortağı  konumuna  gelmekle  de  kalmaz, Allah’tan  -haşa- üstün  hale  gelir. Çünkü  çekişme  ve  didişme  durumunda  son  söz, Allah’ın  değil, Peygamberin  oluyor.  Mesela, sünnete  bağlılığı  ile  ünlü  mezhep  imamlarımızdan  İmamı  Şafii  sünnetin  Kur’an’la  neshedilemiyeceğini, ama  Kur’an’ın  sünnetle  neshedilebileceğini  iddia  etmektedir. Bu  iddiasına  geçerlilik  ve  gerekçe  gösterirken  şunu  söylüyor   Şafii : ‘’Eğer  aksini  kabul  edersek, yani, Kur’an’ın  sünneti  hükümden  düşürebildiğini  kabul  edersek, o  zaman  recim  cezası  devreden  çıkar. Çünkü  bu  ceza, Kur’an’ın  Nur  Suresi  2. Ayetiyle  kaldırılmış  görünüyor. O  halde  biz, Kur’an’ın  sünneti  neshedebileceğini  kabul  edemeyiz .’’ Allah’ın  elçisi  Hz.  Muhammed’i   Allah’ın  ortağı, hatta  Allah’a  yön  veren  kudret  durumuna  getiren  böyle  bir  fikri  İslam  adına  kabul  ve  savunmak  mümkün  değildir.
            Hz. Muhammed  zamanında  Arap  alfabesinde  harekeler – harfleri, sözcükleri  okumayı  kolaylaştıran  ve  harflerin  alt  ve  üstlerine  konan  işaretler  yoktu. Kur’an  daha  sonra  derlenip  yazılırken  Kur’an  kelimelerini  harekeleme  Kur’an’a  ve  Müslümanlara  büyük  bir  hizmet  gibi, makbul  bir  gelişme  gibi  görüldü. Çünkü  Kur’an’ın  istediği  anlamını  düşünerek  okuma  yerine  Kur’an  sözcüklerinin  telaffuzunu  Kur’an  okumak  sanan  kitleler  bu  hareke  sistemiyle  istediklerine  ulaşmış  oluyorlardı. Onlar, artık  Kur’an  kelimelerini  telaffuz  ederek  Kur’an  okuma  emrini  yerine  getirdiklerine  inanıyor, rahatlıyorlardı. Bizim  ülkemizde  de  Kur’an  okumak  denince  hala, Kur’an  sözcüklerini    Arap  gırtlağına  göre  telaffuz  edebilmek  anlaşılmaktadır. Oysaki  Kur’an’ın  istediği  okuyuşla   bunun  hiçbir  ilgisi  yoktur. Kur’an’ı  okumak  anlamını  düşünerek  okumaktır. Bu  da  ancak  okunan  metnin  dilini  bilmekle  mümkün  olur.
            İslam’ı, Arap  değerlerini  egemen  kılma  aracı  yapan  zihniyetler, harekelemenin  yarattığı  rahatlık  ve  ucuzluktan  yararlanmada  çok  başarılı  olmuş, Kur’an  bildirisinin  hakkı  olan  kutsallığı  Arap  diline  yükleyerek  Kur’an  çevirisinin  okunması  yolunu  tıkamışlardır. Arapça  ve  Arap  değerlerini  egemen  kılma  kârlı  çıkmış, Kur’an  tebliği  ve  Müslümanlar  telafisi  imkânsız  zararlara  uğramıştır. Arapçayı  ve  Arap  değerlerini  egemen  kılmak  isteyenlerin  Kur’an’ın  çevirisini engelleme  veya  zorlaştırmada  baş  vurdukları  yol, ibadetlerin, özellikle  namazın  Kur’an’ın  çevirisiyle   mümkün  olamayacağı  iddiasını  fıkha  sokup  dinleştirmek  olmuştur.
             ‘’ Ey  Muhammet! Sana  indirdiğimiz  bu  kutsal  ilahi  kelamda  her  şeyi  açıkladık  ki  insanlar  onun  mesajı  üzerinde  iyice  düşünsünler  ve  akıl – iz ’an  sahipleri  ondan  ders  alsınlar ‘’   Sad  Suresi  29. Ayet.
             Kur’an  kutsal  ve  bereketli  bir  kitaptır. O’nun  bereketinden  nasiplenmek  için  onun  ayetleri  üzerinde  derinden  derine  ve  inceden  inceye  düşünmek  şarttır. Kur’an’dan  öğüt  nasibi  almak, akıl  ve  gönül  sahibi  olmaya  bağlıdır. Kur’an  okumak, Kur’an’ın  ayetlerini  anlamak, düşünmek  ve  öğüt  almak  olayıdır. Bu da  Kur’an’ı  okumanın, okuyucunun  anlayacağı  dildeki  karşılığını  okumak   veya  Arapça  bilmekle  mümkün  olacağını  gösterir. Ne  dediğini  anlamadan  Kur’an’ı  okumak, Kur’an’ın  anladığı  manada  okuyuş  değildir.
            ‘’ Kur’an’ı  ağır  ağır, düşüne  düşüne  oku! ‘’  Müzzemmil   Suresi  4. Ayet
             Hz. Peygamber  bir  Arap  olduğundan  ve  Arap  toplumunda  yaşadığından, onun  mesajı  hitap  ettiği  kitlenin  anlayabileceği  Arapça  dilinde  ifade  edilmeliydi. Kur’an  mesajı  Arapçada  başka  bir  dille  gönderilmiş  olsaydı, Hz. Peygamberin  muhalifleri  ’ bizimle  senin  aranda  bir  engel  vardır. ‘’  ( Fussilet  Suresi  5. Ayet )  sözlerinde  haklı  olurlardı.
             ‘’ Eğer  bu  ilahi  kelamın  Arapça  dışında  bir  dilde  indirilmiş  bir  hitabe  olmasını  dileseydik, onlar  ( onu  reddedenler )  bu  defa , ‘ Neden  onun  mesajları  anlaşılır  bir  şekilde  ifade  edilmemiş? Hayret! Arapça  dışında  bir  dilde  indirilmiş  bir  mesaj  bu  ve  tebliğ  eden  de  bir  Arap  elçi? ‘  diyeceklerdi. De  ki : ‘ Bu  ilahi  kelam, ister  yabancı  dilde  ister  Arapça, iman  edenler  için  bir  rehber   ve  bir  şifa  kaynağıdır. Ona  inanmayanlara  gelince, onların  kulaklarında  bir  sağırlık  var  ve  bundan  dolayı  Kur’an, onlara  kapalı, anlaşılmaz  gelir. Onlar  çok  uzaklardan  seslenilen  insanlar  gibiler .’’  Fussilet  Suresi   44. Ayet.
              ‘’ Bu  vahyin  indirilişi, Rahman  ve  Rahim  olan  Allah’tandır. Bir  ilahi  kelam  ki, taşıdığı  mesajlar, anlama  ve  kavrama  yeteneğine  sahip, bilgi  ile  donanmış  insanlar  için  Arapça  bir  hitabe  olarak  apaçık  beyan  edilmiştir. Güzel  haberleri  müjdeleyici  ve  uyarıcı  olarak. Ama  bu  ilahi  kelam  insanlara  ne  zaman  tebliğ  edilse  çoğu  yüz  çevirir  ki  mesajı  duymasınlar. ’ Ey  Muhammed ‘   derler , ‘ Kalplerimiz  bizi  çağırdığın  her  şeye  kapalıdır, kulaklarımız  sağırdır  ve  bizimle  senin  aranda  bir  engel  vardır. Öyleyse  sen  ne  istersen  yap, unutma  ki  biz  de  her  zaman  yaptığımızı  yine  yapacağız. ‘’  Fussilet  Suresi  2.  …5. Ayetler. 
              Bu  ayetler, Kur’an  okuyan  ya da  dinleyen  herkese, onun  çağrısının  öncelikle   insanın  aklına  yöneldiğini  ve  duygu’nun  ya da  duygusal  yaklaşımın, tek  başına, hiç  bir  zaman  inanç  için  yeterli  bir  temel  sağlayamayacağını  anlatmak  istiyor. Kur’an’ın  Arap  dilinde  indirilmesinin   nedeni, Arap  Peygamber’in  önce  kendi  yakın  çevresindeki  insanlara  ve  sonra  da  onların  aracılığıyla  bütün  insanlığa  onu  tebliğ  edebilmesini  sağlamak  amacıdır. Allah  her  peygamberine  onlara  hakkı  açık  açık  anlatabilmesi  için  kendi  kavminin  diliyle  mesajlarını   indirmiştir. ‘’ Biz  her  elçiyi, mutlaka  kendi  halkının  diliyle  vahiy  edilmiş  bir  mesajla  gönderdik  ki, hakkı  onlara  açık  ve  dolaysız  bir  biçimde  ulaştırabilsin .’’ ( İbrahim  Suresi  4. Ayet ) Bütün  ilahi  metinler  insanlar  tarafından  anlaşılsın  diye  vahiy  edildiğine  göre, onlardan  her  birinin, mesajı  ulaştırmakla  görevli  peygamber  hangi  kavimdense  hitap  da  ilk  ağızda  onlara  olacağı  için  o kavmin  diliyle  indirilmiş  olması  zorunludur. Kur’an  dahi, evrensel  bir  mesajı  ve  hedefi  olmasına  rağmen  bu  bakımdan  istisna  değildir.  ‘’ Ey  Muhammed, de  ki : ‘ Ey  insanlar, şüphesiz  ben  Allah’ın  hepinize  gönderdiği  bir  elçiyim. ‘’  Araf  Suresi  158. Ayet.
              Ayette  zikredilen  ‘’anlama  ve  kavrama  yeteneğine  sahip  insanlar ‘’ , bu  ilahi  kelamın  manevi  kastını, derin  anlamıyla  kavrayan  ve  bu  sebeple  onun  rehberliğine  teslim  olan  insanlardır. ‘’Çoğundan’’  kastedilen, böyle  bir  yetenekten  yoksun  bulunan  ve  sonuçta  Kur’an’ı  anlamsız  gören  insanlardır. ‘’ Bu  iki  taraf  arasında  bir  engel  bulunacaktır. Orada, hayattayken  kendilerine  eğri  ile  doğruyu  ayırt  edebilme  yetisi  bahşedilmiş, onların  her  birini  taşıdığı  belirtiden   tanıyan  kimseler  olacak. Ve  girmek  için  can  attıkları  halde  cennete  henüz  girmemiş  olan  bu  kimseler  cennetliklere  : ‘ Size  selam  olsun    diye  seslenecekler.  ‘’  Araf  Suresi  46. Ayet. ‘’Onlar  arasında  öyleleri  var  ki  seni  dinler  görünürler, ama  kalplerinin  üstüne  onları  hakikati   kavramaktan   alıkoyan  perdeler  yerleştirdik, kulaklarına  da  sağırlık. Ve  hakikatin  bütün  işaretlerini  görselerdi  yine  de  ona  inanmazlardı .’’ En’am  Suresi  25. Ayet.  Batıl  inançlara  inatla  sarılan  ve  hakikatin  sesini  dinlemeyi  reddeden  kişinin  zamanla  hakikati  kavrama  yeteneğini  kaybedeceği  ve  böylece  sonunda  kalbinin  mühürlenmiş  olacağı  şeklindeki  ilahi  kanuna  bir  atıf.  Bütün  tabiat  kanunları  Allah  tarafından  vaz’ edildiğinden  - ki  bunlara  bir  bütün  olarak  sünnetullah  ‘’Allah’ın  kanunu ‘’  adı  verilir – bu  mühürleme  Allah’a  izafe  edilmektedir; oysa  bu, insanın  hür  tercihinin  sonucudur, bir  önceden  takdir  edilme  değildir. Aynı  şekilde, bu  dünyadaki  hayatları  sırasında  hakikate  karşı  bilerek  kör  ve  sağır  kalmış  olanlar  için  öteki  dünyada  hazırlanmış  olan  azap  da, onların  hür  tercihlerinin  tabii  bir  sonucudur. Tıpkı  öteki  dünyadaki  mutluluğun, insanın  dürüst  ve  erdemlice  davranarak  iç aydınlığı  ve  huzuru  elde  etmeye  yönelmesinin  bir  sonucu  olması  gibi. Kur’an’da  Allah’ın  mükâfatına   ve  cezasına  yapılan  atıflar  bu  şekilde   anlaşılmalıdır.
              ‘’ Şüphesiz  senin  Rabbin  çok  acıyıp  esirgeyen  O  yüceler  yücesidir! Şüphesiz, bu  ilahi  mesaj  âlemlerin  Rabbi  tarafından  indirilmiştir. Onunla, mutlak  güvenilirlik  derecesinde  olan  vahiy  inmiştir  senin  kalbine ki  onunla  uyaran  kimselerden  biri  olasın  ve  çevrendekileri  apaçık  Arap  diliyle  uyarasın. Ve  bu  mesaj  temel  çizgileriyle, hiç  şüphesiz, ilahi  hikmetleri  bildiren  önceki  kitaplarda  da  yer  almaktadır. İsrail  oğulları  arasındaki  birçok  bilginin  bu  gerçeği  bilmeleri  onlar  için  yeterli  bir   belirti  sayılmaz  mı?  Onu  Arap  olmayan  birine  indirseydik  ve  bu  yabancı  onu  kendi  diliyle  onlara  okusaydı, onlar  yine  inanacak  değillerdi. Biz  bu  mesajın  o günahkârların   kalplerinden  bir  yankı  bulmadan  geçip  gitmesine  yol   açtık. ‘’   Şuara  Suresi  191. ….. 200. Ayetler .
             Kur’an’da  yer  alan  kıssalar , ister  Allah’ın  varlığını , eşsiz  ortaksız  olduğunu , ister  mal  mülk , nüfuz  ve  şöhret  gibi  dünyevi  bağlılıkların  boş  ve  değersiz  olduğunu ; ve  isterse  yeryüzündeki  bütün  canlılara  karşı  koruyucu  ve  şefkatli  davranmanın  insanın  temel  yükümlülüklerinden  biri  olduğunu  belirtici  yönde  olsun , bütün  tezahürleri  ve  boyutlarıyla  manevi /  ahlaki  gerçeğin  ya da  gerçekliğin  hemen  her  çağda  insanlığın  büyük  çoğunluğu  tarafından  reddedildiğini , bilinç  ve  duyarlılık  olarak  körleşmiş , sağırlaşmış  yığınların  inatçı  tepkileriyle geri  tepildiğini  dile  getirmektedirler . Kur’an’da  anlatılan  kıssalarda  tekrarlanan  cümleler , ifadeler  ve  karşılıklı  konuşmalar  bize , insanlık  durumunun , yahut  insanın  temel  yaklaşımının  gerçekte  hiç  değişmediğini  ve  sonuç  olarak  da , hakkı  tebliğ  eden  kimselerin  her  çağda  insanın  hırs  ve  tamah  duygularına  karşı , nüfuz  ve  iktidar  tutkusuna  karşı , insanın  kendini  beğenmişliğine  karşı  mücadele  vermek  zorunda  olduklarını  vurgulamaktadır .            
            ‘’ Sınırsız  rahmet  sahibi , imana  erişip  dürüst  ve  erdemli  davranışlar  ortaya  koyanları  sevgiyle  kuşatacaktır .  Ey  Muhammed ! Biz  Kur’an’ı , bu  amaçla  senin  dilinde  kolaylaştırdık   ki   Allah’a   karşı  sorumluluk  bilinci  taşıyan  kimseleri   onunla  müjdeleyip , boş  bir  inatla  direnip duranları  onunla  uyarasın . ‘’ Meryem  Suresi  96.97.  Ayetler .     
             Yani , Allah , onlara  sevgisini  bahşeder   ve  onları  yarattıklarını  sevme  yeteneğiyle  donatır , ayrıca  onları  hemcinsleri   tarafından  sevilmelerini  sağlar . Bu  sevgi  nimeti , insana  ilahi  mesaj  yoluyla  teklif  edilen  doğruluk  öğretisinin  özünde  mevcuttur .                 
            ‘’Sana  sadece  bizim  mesajımız  emanet  edilmiştir . Biz   sana  Arapça  bir  Kur’an  vahiy  ettik  ki , bütün  kentlerin  atasını  ve  çevresinde  oturanları  uyarabilesin . Ve  varlığı  her  türlü  şüphenin  üstünde  olan  toplanma  gününe  karşı  onları  uyarasın . O  gün  bazısı  cennete  girecek , bazısı  da  yakıcı  ateşe . ‘’ Şura  Suresi  7. Ayet .
            ‘’ Biz  daha  önce  Musa’ya  hidayetimizi  ihsan  etmiş  ve  böylece  İsrail  oğullarını  ona  vahiy  edilmiş  olan  ilahi  kelamın  mirasçısı  kılmıştık . Akıl  ve  anlayış , kavrama  yeteneği  sahipleri  için  bir  uyarı  ve  rehberlik  aracı  olarak . ‘’  Mümin  Suresi  53.54. Ayetler .  
            Akıl- izan  sahibi  olan  İsrail  oğullarına  ve  bu  sayede  onların  Hz. Musa’nın  mesajından   ders  çıkarabilmelerine  yapılan  atıf , kuşkusuz , Kur’an  izleyicilerine , bu  ilahi kelamın  da ‘’akıl- izan  sahipleri ‘’ , ‘’ düşünen  bir  halk ‘’  ve  ‘’akıllarını  kullanan  bir  halk ‘’ için  olduğunu  hatırlatmaktadır .
            ‘’ Onlar  , Kur’an’ın  anlamını  inceden  inceye  düşünmüyorlar  mı ? Yoksa  kalpleri üzerinde  o kalplerin  kilitleri  mi  var ? Gerçek  şu  ki , kendilerine  doğru  yol  apaçık  gösterildikten  sonra  sırtlarını  bu  mesaja  dönenler  böyle  yaparlar , çünkü  şeytan  onların  hayallerini  süsleyip   bezemiş  ve  onları  sahte  ve  düzmece  ümitlerle  doldurmuştur .  Bu  şundandır ; Bunlar  Allah’ın  vahiy  ettiği  her  şeyden  nefret  edenlere , ‘Bazı  konularda  sizin  görüşlerinizle  uyuşuyoruz  derler.  Ama  Allah  onların  gizledikleri  düşüncelerini  bilir . ‘’ Muhammed  Suresi  24.25.26. Ayetler .  
            Yani , biz , Allah’ı  veya  yeniden  dirilmeyi  yahut  vahiy  gerçeğini  inkâr  etmeniz  konusunda  sizinle  aynı  görüşte  değilsek  de , Muhammed’in  bir  düzenbaz  ve  Kur’an’ın  onun  uydurması  olduğu  konusunda  size  katılıyoruz . ( Razi ) ‘’ Doğru  yol  kendilerine  gösterildikten  sonra  sırtlarını  bu  mesaja  dönenler ‘’  ile  ilk  bakışta , Hz.  Peygamber   zamanında  dinin  savunulması için  savaşmayı  reddetmiş  olan  ikiyüzlüler  ve  yarım  gönüllü  Müslümanlar   kastedilmektedir. Ancak  daha  geniş  anlamda  bu  tanımlama , her  dönemde  Kur’an  öğretilerinin  etkisinde  kalan    ama  onun  Allah  tarafından  vahiy  edildiğini  kabule  yanaşmayan  ve  bu  nedenle  ona  ahlaki  olarak  bağlanmayan  herkes  için  geçerlidir .
               ‘’ Gerçek  şu  ki , biz  size  gerçeği  bütün  açıklığıyla  gösteren  ayetler , sizden  önce  geçip  gitmiş  toplumların  başına  gelenlerden  nice  dersler  ve  Allah’a  karşı  sorumluluk  bilinci  taşıyan  kimseler  için  bir  öğüt  indirdik . Allah , göklerin  ve  yerin  nurudur. O’nun   nuru  içinde  kandil  bulunan  bir  oyuktan  yayılan  ışığa  benzer . O  kandil  ki  sırça  fanus  içindedir , o  fanus  ki  inci  gibi  parıldayan  bir  yıldızdır  sanki ! Ve  o  kandilin  yakıtı , ne  doğuda  ne  de  batıda  eşine  rastlanmayan  mübarek  bir  zeytin  ağacından  alınmaktadır . Ve  o ağacın  yağı  öyle  arı-duru , öyle  parlak  ki  neredeyse  ateş  değmeden  de  ışık  verecek . Nur  üzerine  nur’ dur  o . Allah  dilediğini , erişmek  isteyeni  nuruna  eriştirir . İşte  bunun  içindir  ki  Allah  insanlara  örnekler  vermektedir . Çünkü  her  şeyi  yalnızca  Allah  bilir .’’  Nur  Suresi  34.35. Ayetler .
             Benzetme  ya da  teşbih  yoluyla  bile  olsa  Allah’ı  tanımlamak  imkânsızdır . Çünkü  ‘’ hiçbir  şey  O’na  benzemez ‘’ ( Şura  11 ) , ayrıca  ‘’ hiçbir  şey  O’na  denk  tutulamaz ‘’ ( İhlas 4 )  Bunun  içindir  ki , ‘’ Allah’ın  Nur’u ‘’  teşbihi , yaratılmış  varlıklar  için  kavranılamaz  olan  ve  dolayısıyla  herhangi  bir  beşeri  dille  ifadesi  imkânsız  olan  Allah’ın  gerçek  mahiyetini  değil , sadece , Nihai  Gerçeklik  olan  Allah’ın  hidayete  istekli  olan  kullarının  duygu  ve  kavrayış  güçlerine  bahşettiği  aydınlanmayı  ifade  etmektedir . ‘’ Kandil ‘’,  Allah’ın  peygamberlerine  indirdiği  vahiydir  ki  müminin  kalbinde , yani , söz  konusu  teşbihteki  ‘’ oyuk ‘’ta  parıldayan  odur . Mümin , aklıyla  yani , ‘’yıldız  gibi  parıldayan  sırça  fanusuyla’’  kavrayıp  benimsemektedir . Çünkü  akıl , gerçek  imanın  insan  kalbine  ulaşmak  için  kullanmak  zorunda  olduğu  tek  yoldur . Zeytin  ağacı , bütün  ilahi  mesajlar  arasındaki  organik  bütünlüğü  ifade  eden  bir  ima  durumundadır . Vahiy  bir  tek  ‘’kök’’  ten , ya  da  Allah’ın  varlığının  eşsiz  ve  benzersiz  olduğu  temel  gerçeğinden  hareket  ederek  insanoğlunun , manevi  gelişim  tarihi  boyunca , kararlı  bir  şekilde  boy  verip , dini  tecrübenin  parlak  çeşitlemeleri  içinde  dallanıp  çiçeklenerek , insanın  gerçeği  algı  ve  kavrayış  seviyesinde  sonu  gelmeyen  bir  genişleme  sağlamaktadır . Bu  fikrin  zeytin  ağacıyla  ifade  edilmesi  bu  ağaç  cinsinin  peygamberlerin  çoğunun  yaşadığı  topraklara , yani  doğu  Akdeniz  ülkelerine  özgü

olmasından  ileri  geliyor . Fakat  vahyi  mesajların  hepsi  ve  özellikle  de  bütün  insanlığa  hitap  eden  Kur’an  vahyi , Mutlak  ve  Sınırsız  varlıktan  kaynaklandığına  göre , bunu  simgeleyen  ağaç  da  ‘’ne  doğuya  ne  de  batıya  aittir ‘’  ve  amacı  itibariyle  de  evrenseldir . ‘’ Bunlar ,doğruyu , gerçeği  apaçık  gösteren , kendisi  de  açık  olan  kitabın  mesajlarıdır. ‘’  Yusuf  Suresi  1. Ayet .  Mübin sıfat  fiili  nitelediği  ismin  bir  vasfına  işaret  edebileceği  gibi  ( açık , aşikâr , belli , vb. )  onun  işlevini  de  ifade  edebilir . ( açıklayan , ortaya  koyan ) . Hâkim  görüşe  göre  burada  sözcüğün  her  iki  anlamı  da  kastedilmiştir . ‘’ Nur  üzerine  nur’ dur  o ‘’  ile  ima  edilen  de  Kur’an’ın  bu  özelliğidir. Kur’an  mesajı  ışık  saçmaktadır , çünkü  Allah’tan   gelmektedir . Ona  ateş  dokunmasa  da  neredeyse  kendiliğinden  ışık  saçacaktır . Yani , insan  onun , ilahi  vahyin  ‘’ ateşiyle  tutuşturulduğunun ‘’  farkında  olmasa  bile , iç  tutarlılığıyla , doğruluğu  ve  hikmetlerle  dolu  muhtevasıyla  o , akıl  ve  sağduyuyla, peşin  hükümsüz  olarak  yaklaşan  kimselere  ışığını  ulaştırabilecek  niteliktedir.’’ Kandil,  içlerinde  yalnız  kendi  ismi  anılsın  diye  Allah’ın  yükseltilmesine  izin  verdiği  evlerdedir . Orada  O’nun  kudret  ve  yüceliği  sabah  akşam  dile  getirilir .’’  Nur  Suresi  36.Ayet  ‘’ Allah’ın  yükseltilmelerine  ve  içlerinde  O’nun  isminin  anılmasına  izin  verdiği  evlerde ‘’ Bu  ifadeyle , bu  ibadet  evlerinde  ancak  bazı  insanların  umulan  manevi  amaç  yönünde  bilinçli  ve  duyarlı  oldukları , çoğunluğunsa  adet  ve  alışkanlık  seviyesinde  buralara  girip  çıktıkları  ima  edilmektedir .
           ‘’ Hangi  soruyla  karşına  çıkarlarsa  çıksınlar , biz  sana  mutlaka  asıl  doğru  olan  neyse  onu   ve   hak  ve  yorum  olarak  en  güzel  açıklamayı  getirmekteyiz . ‘’ Furkan  Suresi  33.Ayet.
          Burada  meselden  veya  misalden  kasıt , Kur’an’ın  vahyi  niteliğine  gölge  düşürmek  amacıyla  ortaya  sürülen ,  sözde  akla  hitap  eden  teşbih  türünden  itirazlardır . Kur’an  kendi  kendini  tefsir  edici  ve  açıklayıcıdır . ‘’ Sen ‘’  kişi  zamiriyle  hitap  edilen  kişi  de  yalnızca  Hz. Peygamber   değil , aynı  zamanda , bütün  çağlarda  onun  ulaştırdığı  mesajı  benimseyen  herkestir .
           ‘’ İşte , biz  insanın  önüne  bu  benzetmeleri  koyuyoruz , ama  onların  gerçek  anlamını  ancak  bizi  tanıyanlar  kavrayabilir .’’  Ankebut  Suresi  43. Ayet .
             Allah’ın  varlığından  haberdar  olmak , burada , Kur’an  kıssalarını  tam  anlamıyla  kavramanın  bir  ön  şartı  sayıldığından , bu  ayet  Kur’an’ın , ‘’insan  idrakini  aşan  bir  hakikatin  varlığına  inanan , Allah’a  karşı  sorumluluk  bilincine  sahip  bütün  insanlar  için  bir  rehber  ‘’  olduğu   ifadesi  ile  birlikte  okunmalıdır . ‘’ Bu  İlahi  Kelam  - ki  üzerinde  hiçbir  şüpheye  yer  yoktur -  Allah’a  karşı  sorumluluk  bilincinde  olanlara  bir  rehber  olarak  indirilmiştir. Onlar  ki , insan  idrakini  aşan  olguların  varlığına  inanırlar  ve  namazlarında  dikkatli   ve  devamlıdırlar . Kendilerine  verdiğimiz  rızıklardan  başkaları  için  de  harcarlar .’’  Bakara  Suresi  2,3. Ayetler.  Gayb , Kur’an’da  insan  kavrayış  alanının  ötesinde  bulunan , onu  aşan  hakikatin  tüm  safhalarını  ifade  etmek  için  kullanılır . Bu  nedenle , bilimsel  gözlemlerle  ispatı  veya  reddi  söz  konusu  olamaz . Örneğin : Allah’ın  varlığı , evrenin  yaratılış  amacı , ölümden  sonraki  hayat , zamanın  gerçek  mahiyeti , ruhsal güçlerin  varlığı  ve  birbirleriyle  ilişkileri gibi . Ancak  asıl  hakikatin  gözlemlenebilen  çevreden  çok  daha  fazlasını  kapsadığına  ikna  olan  kişi , Allah’a  imana  ve  böylece  hayatın  bir  anlamı  ve  gayesi  olduğu  inancına  ulaşabilir . Kendisinin  ancak  ‘’ insan  idrakini  aşan  olguların  varlığına  inananlar  için  bir  rehber  ‘’  olduğuna  işaret  etmek  suretiyle  Kur’an , aslında , zihinleri  bu  temel  öncülü  kabullenemeyenler  için  kapısının  zorunlu  olarak  kapalı  olacağını  söylemektedir .
            ‘’ Düşün , öğüt  ve  uyarılarla  dolu  olan  bu  Kur’an’ı  . Ama  hakikati  inkâra  şartlanmış  olanlar , boş  gurura  kapılmış  ve  bu  sebeple  doğru  yolu  bırakıp  yanlış  ve  eğri  yollara  sapmışlardır  . ‘’  Sad  Suresi   1,2.  Ayetler .
             İnkâra  şartlanmış  olanlar  ilahi  vahiy  gerçeğini  kabul  etmeye  yanaşmazlar , çünkü  bunu  kabul  etmeleri , insanın  Allah’a  karşı  sorumluluğunun  kabulü  anlamına  gelir . Ama  insanın  ‘’kendi  kendine  yeterliliği  ‘’  şeklindeki  küstahça  inançta  ifadesini  bulan  boş  gururları , bunu  yapmalarına  izin  vermez . ‘’ Sizin  tanrınız  Tek  Tanrıdır , ne  var  ki , ahirete  inanmayanların  kalpleri  bu  gerçeği , boş  bir  kibir  yüzünden , kabule  yanaşmıyor . ‘’  Nahl  Suresi  22. Ayet . Yani , insanın  bütünüyle  bu  eşsiz , ortaksız  ilaha  kulluk  yapması  gerektiği , nihai  anlamda  ancak  O’na  karşı  sorumlu  olduğu  fikrini  kabul  edemeyecek  kadar  kutsal  ve  kibirliler . ‘’ Kendisine  ne  zaman  ‘Allah’a  karşı  sorumluluğunun  bilincinde  ol ! ‘ dense , yersiz  gururu  onu  günaha  sevk  eder . Böylelerinin  payına  cehennem  düşecektir . ‘’ Bakara  Suresi   206. Ayet . ‘’ Gerçek  şu  ki  insan  fütursuzca  azar , ne  zaman  kendini  yeterli  görse . ‘’  ( Kendisini  her  türlü  ihtiyacın  üzerinde  görerek ) Bu   ayetlerde  ifade  edilen  düşünce , insanın  kendine  yeterli  olduğu  ve  dolayısıyla  ‘’ kendi  kaderinin  efendisi ‘’ olduğu  şeklindeki  küstahça  iddiayı  saçma  görerek  reddeder . Ayrıca  bütün  ahlaki  kavramların  – iyi  ile  kötü , doğru  ile  eğri  arasındaki  ayrım  ölçülerinin – insanın  bir  Üstün  Güç ‘e  karşı  sorumluluğu  kavramı  ile  kopmaz  şekilde  bağlı  olduğuna  işaret  eder . Başka  bir  deyişle ,’’ ahlakilik ‘’  kavramı , böyle   bir  sorumluluk  hissine – ister  bilinçli , isterse  bilinç  altında  olsun – dayanmadığı  zaman  bütün  anlamını  kaybeder .
              ‘’ Ey  Muhammed ! Sana  indirdiğimiz  bu  kutsal  ilahi kelamda  her  şeyi  açıkladık  ki , insanlar  onun  mesajı  üzerinde  iyice  düşünsünler  ve  akıl-izan  sahipleri  ondan  ders  alsınlar .’’     Sad  Suresi  29. Ayet .
             ‘’ Rabbinden  gelen  bir  ışıkla  aydınlansın  diye , Allah’ın  kalbini  kendisine  tam  teslimiyet   arzusuyla  genişlettiği   kimse , kalbi  kör  ve  sağır  olanla  bir  olur  mu ?  Kalpleri  Allah’ı  anmaya   karşı  katılaşmış  olanların  vay  haline . Onlar  apaçık  bir  sapıklık  içindedirler . Allah , bütün  öğretilerin  en  güzelini , kendi  içinde  tutarlı , gerçeğin  her  türlü  ifadesini   çeşitli  biçimlerde  tekrarlayan    bir  ilahi  kelam  şeklinde  indirir . Bir  ilahi  kelam  ki , Rablerinden  korkanların  ondan  tüyleri  ürperir . Sonunda  Allah’ın  rahmetini  hatırlayınca  kalpleri  ve  tenleri  yumuşar ,  sakinleşir. İşte  Allah’ın  rehberliği  böyledir . Doğruya  yönelmek  isteyeni  bu  şekilde  doğru  yola  eriştirir . Allah’ın  saptırdığı  kişi  ise  hiçbir  yol  gösterici  bulamaz .’’  Zümer  Suresi  22.23. Ayetler .
           Ayette   Kur’an’ın  başlıca  özelliklerinin sıralandığı  görülmektedir : Kur’an’ı  Allah  indirmiştir . O ilahi  kelamdır , vahiy  meleği  ve  peygamber  ise  bu  kelamın  insanlığa  ileticileridir . Bunun  zorunlu  sonucu  olarak  Kur’an   ‘’ sözlerin  en  güzelidir ‘’ . Yani , ondaki  bilgiler  ve  haberler  gerçek , hükümler  adaletli  ve  yararlı , onun  gösterdiği  yol  doğru  ve  kurtarıcıdır . Kur’an  bir  kitaptır ; insanlığın  kurtuluş  rehberi  olarak  kıyamete  kadar  yaşatılması , okunması , istifade  edilmesi  için  yazılı  belge  haline  getirilmesi  gereken  ve  öyle  de  yapılmış  olan  ilahi  bir  rehberdir. Kur’an , aynı  zamanda  kendi  içinde  uyumlu , sözleri , nazmı  ve  üslubu  güzel , ahenkli , içeriği  tutarlıdır . Onda  makul  ve  izahı  mümkün  olmayan  hiçbir  açıklama  yoktur . Kur’an  ‘’ mesanidir  ‘’  yani , onu  okuyanı , dinleyeni  yeterince  aydınlatmak  için  aynı  bilgiler  bazen  aynı , bazen  farklı  ifadelerle  tekrar  tekrar  dile  getiren  veya  bıkkınlık  vermeden  tekrar  tekrar  zevkle  okunan , dinlenen  bir  kitaptır . Mesani  kelimesinin , yaratıcı – yaratılan , melek – şeytan , aydınlık – karanlık , dünya – ahiret, cennet – cehennem , vaat – tehdit , korku – ümit , buyruklar – yasaklar  gibi  ikişerli  kavramlarının , hükümlerin  Kur’an’da  sıklıkla  yer  aldığını  belirtmek  üzere  kullanıldığı  yorumları  da  yapılmıştır . Kur’an , hem  ifade  ve  üslubuyla  hem  de  içeriğiyle  okuyucuyu  derinden  etkiler ; yerine  göre  korkutup  kaygılandırır , yerine  göre  sevindirip  ümitlendirir .  Hatta  ayetlerindeki  ses – anlam  uyumu  dolayısıyla  Kur’an  manasını  anlamayanlar  üzerinde  bile  bu  etkisini  gösterir .      
             ‘’ Biz , insanlığın  kurtuluşu  için  hakikati  ortaya  koyan  bu  ilahi kelamı  indirdik  sana  . Kim  buna  sarılarak  doğru  yola  ulaşmayı  seçerse  bu  kendi  lehinedir . Ve  kim  de  yoldan  saparsa  yine  kendi  aleyhine  sapmış  olur . Sen  onların  seçimlerini  belirleme  gücüne  sahip  değilsin.’’  Zümer  Suresi  41.  Ayet .
             ‘’ Yalnız  Rabbinize  yönelin  ve  ölümün  ve  yeniden  dirilmenin  azabı  başınıza  gelmeden    önce  O’na  teslim  olun , sonra  hiç  kimse  sizi  koruyamaz . Bu  azap , siz  farkında  olmadan , aniden  başınıza  gelmeden  önce  Rabbiniz  tarafından  size  indirilmiş  olan  en  güzel  öğretiye  uyun  ki , hiç  bir  insan  kıyamet  günü  ‘Allah’a  karşı  umursamaz  davrandığım  ve  hakikati  küçümseyenlerden  biri  olduğum  için  yazıklar  olsun  bana ! ‘ demesin . Yahut  ‘ Eğer  Allah  beni  doğru  yola  iletseydi  mutlaka  O’na  karşı  sorumluluk  bilinci  duyanlardan  biri  olurdum ! ’  demesin  diye . Yahut , kendisini  bekleyen  azabın  farkına  vardığında , ‘ Keşke  bana  bir  şans  daha  verilse  de  iyilik  yapanlar  arasına  girsem ! ‘ demesin  diye . O  zaman  Allah  şu  cevabı  verecektir :  ‘ Hayır , olmaz . Mesajlarım  sana  ulaştığı   halde  sen  onları  yalanladın , büyüklük  tasladın , yersiz  bir  gurura  kapıldın  ve  kâfirlerden , hakikati  inkâr  edenlerden  oldun .’’     Zümer  Suresi   54. ….. 59. Ayetler .
             ‘’ Hakikati  ortaya  koyan  Allah’ın  bu  mesajlarını  sana  aktarıyoruz . Eğer  Allah’ın  bu  ibret  dolu  mesajlarına  değil  de  başka  hangi  habere , söze , mesaja  inanacaklar.’’  Casiye  Suresi  6. Ayet .
             ‘’ Düşün  bu  mesajları , dalga  dalga  gönderilen  ve  sonra  fırtına  şiddetiyle  patlayan . Düşün  bu  mesajları , hakikati  dört  bir  yana  yayan , böylece  doğru  ile  eğriyi  kesin  şekilde  ayıran  ve  sonra  bir  öğüt  ve  hatırlatmada  bulunan .  Suçlardan  arınmayı  vaat  eden  ve  bir  uyarıda  bulunan. ‘’   Mürselat  Suresi   1. …. 6. Ayetler .    
            Birinci  ayet , Kur’an’ın  safha  safha  vahiy  edilişine  işaret  iken , ikinci   ayet , İlahi  Kelamın  bir  bütün olarak  sahip  olduğu  gücü  ve  etkiyi  anlatmaktadır . Kur’an  suçtan  arınmayı  sağlayan  şeyi ,   başka  bir  deyişle , doğru  davranışın  prensiplerini  ve  ahlaki  olarak  yanlış  olan  ve  kaçınılması  gereken   şeyleri  gösterendir .
             ‘’ Elbette  ki , bu  mesajlar  yalnızca  birer  hatırlatma  ve  öğütten  ibarettir . Kim  istekliyse   onu  hatırlayıp , düşünüp  öğüt  alabilir . O’nun  kutsal  ve  soylu  vahiyleri  ışığında , yüce  ve  arı- duru . Elçilerin  elleriyle  yayılıp  duyurulan ; seçkin  ve  erdem  sahibi  elçilerin .Ama  çoğu  zaman  insan  kendini  mahveder ; hakikati  ne  kadar  inatla  inkâr  eder  o! ‘’  Abese  Suresi  11. … 16. Ayetler . 
            Kur’an’ın  mesajları , Allah’ın  varlığını  ve  kudretini  hatırlatmaktadır . Kur’an , burada ,  başka  birçok  yerde  olduğu  gibi ‘’ bir  öğüt  verici  ve  hatırlatıcı ‘’ olarak  tanımlamıştır . Çünkü , onun  amacı , insanın  Allah’ın  varlığını  -bazen  belirsiz  veya  bilinç  altından  da  olsa -  yaratılıştan  kavrayışını  bütünüyle  bilincin  aydınlığına  çıkarmaktır . Kur’an’a  göre , Mute’al  Kudret’in   varlığını  sezme , algılama  yatkınlığı  insanda  yaratılıştan  var  olan  bir  hususiyettir . Sonradan   , kendini  beğenmişlik , nefsine  düşkünlük  gibi  arızi  duygular  eliyle  ya  da  yoldan  çıkarıcı  çevresel  etkilerle  üzeri  örtülebilir , bulandırılabilir  olsa  da , böyle  içsel , sezgisel  bir  idrak  imkânının  varlığıdır  ki , akıl  sahibi  her  insanı  Allah’ın  önünde  ‘’ kendi  hakkında  tanıklık  yapma ’’ya   yöneltmektedir . 
           ‘’ Onlara  ne  oluyor  ki  öğüt  verip  düşündüren  şeyden  yüz  çeviriyorlar.  Adeta  korkuya  kapılmış  merkepler  gibiler , aslanlardan  ürküp  kaçan .  İçlerinden  her  kişi   de  istiyor  ki  kendilerine  açılmış , açıklanmış  vahiyler  verilsin . Asla !  Doğrusu  şu  ki  onlar  öteki  dünyaya  inanmazlar  ve  ondan  korkmazlar . Aslında o  bir  öğüt  verici , bir  düşündürücüdür . Dileyen  düşünür  onu  ve  dileyen  ondan  ders  alabilir . Ama öteki  dünyaya  inanmayanlar    Allah   dilemedikçe  ondan  öğüt  alamazlar . Çünkü  Kur’an  Allah’a  karşı  sorumluk   bilincinin  ve  bağışlanmanın  kaynağıdır .’’  Müddessir  Suresi   49. …. 56.  Ayetler .
           ‘’ Gerçek  şu  ki , daha  önceki  günahkâr  nesilleri  ortadan  kaldırdıktan  sonra , insanlar  için  bir  aydınlanma  kaynağı , bir  doğru  yol  bilgisi  ve  bir  rahmet  olarak   Musa’ya  vahiy  edilmiş  kitabı  verdik  ki , bizi  anıp  düşünsünler , öğüt  alabilsinler .’’ Kasas  Suresi  43. Ayet .
            Tedvin  edilmiş , (yazıyla  kaydedilmiş ) ilk  vahyi  yasalar  kitabı  olması  dolayısıyla  Tevrat  insanlığın  tarihinde  yeni  bir  safhayı  başlatmıştır .
           ‘’ Biz  seni , yargı  gününde  kendi  elleriyle  yapıp  ettiklerinden  ötürü  başlarına  bir  musibet  geldiği  zaman : ‘ Ey   Rabbimiz , bize  bir  elçi  göndermiş  olsaydın  senin  mesajlarına  uyar  ve  inanan  kimselerden  olurduk ! ‘  demesinler  diye  gönderdik . Buna  rağmen  yine  de  kendilerine  katımızdan  hakikat  geldiği  zaman  ‘ Niçin  ona  da  Musa’ya  verilenin  bir  benzeri  verilmedi ?’ 


derler. Fakat  böyleleri , bundan  önce , Musa’ya  verileni  de  inkâr etmemişler  miydi  ‘ Birbirlerini  destekleyen  iki  büyücü / iki  aldatmaca  örneği ‘  diyorlar  ve  ekliyorlar : ‘Biz  bunların  ikisine  de  inanmıyoruz .’ De  ki: ‘ Eğer  doğru  sözlü  kimselerseniz , haydi , Allah  katından , doğru  olana  bu  ikisinden  daha  yakın  bir  yol  gösteren , bir  başka  kitap  getirin , ona  ben  de  uyayım .’’  Kasas  Suresi  47.48.49.50.  Ayetler .

           Kur’an’da  sık  sık  belirtildiği  gibi , Hz. Muhammed’e   vahiy  edilen  temel  ahlaki  gerçekler  , bozulmamış  haliyle , önceki  vahyi  kitaplarda  vazedilenlerle  esasta  aynıdır . Hz. Muhammed‘in  gerek   kendi  çağındaki , gerekse  sonraki  çağlardaki  muhaliflerinin , Kur’an’ın  güvenilirliğini  sorgularken , ‘’ Eğer  Allah  tarafından   vahiy  edilmiş  olsaydı , getirdiği  teklifler  ve  özellikle  de  toplumsal  ilkeler , daha  önceki  kitaplarda , örneğin  Tevrat’ta  öngörülen  esaslarla  bu  kadar  kökten  ayrılıklar  gösterir  miydi ?’’  diyerek  itiraz  ettikleri  ifade  budur . Bu  itirazı  yapanlar  önceki  kitapların  zaman  içinde  tahrifata  uğrayıp  uğramadığını  hesaba  katmadıkları  bir  yana , Kur’an’da  sıkça  belirtildiği  gibi , önceki  yasa  örgülerinin ( şeriatların ) belli  toplumların  manevi / ahlaki  seviyelerine , insanlık  tarihinin  belli  safhalarına  tekabül  ettikleri  ve  dolayısıyla  insan  inkişafının  daha  sonraki  safhası  için  yeni  ilke  ve  yasalarla  yenilenmeleri  gerektiği  gerçeğini  göz ardı  etmektedirler  ‘’Biz , her  biriniz  için  farklı  bir  sistem  ve  farklı  bir  hayat  tarzı  belirledik . Eğer  Allah  dileseydi , hepinizi  bir  tek  topluluk  yapardı , ama , indirdikleri  aracılığıyla  sizi  sınamak  için  başka  türlü  diledi. O  halde  hayırlı  işlerde  yarışın ! Hepinizin  dönüşü  Allah’adır . O zaman  Allah , ayrılığa  düştüğünüz  şeyleri  size  gösterecektir .’’ Maide  Suresi  48. Ayet . ‘’ Her  biriniz  için‘’  ifadesi , insanlığı  oluşturan  çeşitli  toplumları  anlatır . Şir’a  yahut  Şeria  terimi , lafzi  olarak   (İnsanların  ve  hayvanların  yaşamaları  için  zorunlu  olan   su  ihtiyacını  karşıladıkları ) ‘’ su  kaynağına  giden  yol’’ u  gösterir  ve  Kur’an’da  bir  topluluğun  sosyal  ve  manevi  refahı  için  gerekli  olan  bir  hukuk  sistemini  göstermek  için  kullanılır. Diğer  taraftan  Minhac  terimi , genellikle  soyut  anlam  taşıyan  ‘’ açık  yol ‘’ yani  bir  ‘’hayat  biçimi ‘’  anlamına  gelir . Ancak , şir’a  ve  minhac  terimleri , yalnızca  belli  bir  inanç  sistemi  ile  ilgili  kanunları  değil  ama  aynı  zamanda  Kur’an’a  göre  Allah’ın   her  peygamberi  tarafından  tebliğ  edilen  bütün  değişmez , temel  manevi  hakikatleri  de  kapsayan  din  teriminden  anlam  olarak  daha  dar  kapsamlıdır . Çünkü  peygamberler  tarafından  tesis  edilen  belli  bir  hukuk sistemi  ( şir’a  veya  şeria )  ve  tavsiye  edilen  hayat  biçimi  ( minhac )  zamanın  ihtiyaçlarına  ve  her  toplumun  kültürel  gelişmesine  bağlı  olarak  değişir . İşte  bu  ‘’çoklukta  birlik ‘’  Kur’an’da  sıkça  vurgulanmıştır .  ‘’ Her  topluluk , merkezinde  O’nun ,Allah’ın  bulunduğu  kendisine  ait  bir  istikamete  yönelir .’’ Bakara  Suresi  148. Ayet . Hz. Peygamberin  Ashabı  ile  sonraki  dönemlerde  yaşamış  hemen  hemen  bütün  klasik  müfessirler  bunu , çeşitli  dini  toplumlara  ve  onların  ibadetlerindeki  farklı  ‘’ Allah’a  yöneliş ‘’  biçimlerine  bir  atıf  olarak  görürler . İbni  Kesir , bu  ayet  ile  ilgili  yorumunda , bunun  Maide  Suresi  48. Ayette  yer  alan  ‘’ her biriniz  için  farklı  bir  sistem  ve  farklı  bir  hayat  tarzı  tayin  ettik ‘’  ibaresi  ile  içsel  bağlantısını  vurgular . Her  toplumun , Allah’a  teslimiyetini  ifade  ederken  ‘’ kendi  istikametine  doğru  yöneleceği ‘’  ifadesi , ilk  olarak , insanın  namazda  Allah’a  yaklaşma  niyetinin  çeşitli  zamanlarda  ve  çeşitli  toplumlarda  farklı  biçimler  aldığını  ( Mesela , Hz. İbrahim’in  kıble  olarak  Kâbe’yi  seçmesi , Yahudilerin  Kudüs’e , ilk  dönem  Hıristiyan  kiliselerinin  doğuya  yönelmeleri  ve  Kur’an’ın   Kâbe  ile  ilgili  buyruğu ) , ikinci  olarak , namazın  hangi  yöne  doğru  kılındığının  - sembolik  anlamı  ne  kadar  önemli  de  olsa -  inancın  özünü  teşkil  etmediğine  işaret  eder . Çünkü  Kur’an , ‘’ Gerçek  erdemlilik , yüzünüzü  doğuya  veya  batıya  çevirmeniz  ile  ilgili  değildir .’’ Bakara  Suresi   177. Ayet  ve  ‘’ Doğu  da  Batı  da  Allah’ındır’’  Bakara  Suresi  115. Ve 142. Ayetlerle  buyurmuştur .
             Özetlersek , bu  ayette , Kur’an’ın  ve  diğer  ilahi  kitapların  aynı  kaynaktan  geldiğini , temel  mesajlarının  aynı  olduğu , dolayısıyla  Kur’an’ın  daha  önce  gelmiş  olan  ilahi  kitapların  hepsini   tasdik  ettiği  belirtilmektedir . Kur’an’ı  Kerim  bizzat  Allah’ın  korumasında  olup , tahriften  ve  bozulmadan  korunduğu  gibi , diğer  kitapların  amel   edilmesi  gereken  bölümlerini  de  yok  olmaktan  korumaktadır . Kur’an  onların  öğretileri  kaybolmasın , boşa  gitmesin  diye  onları  korur , Allah  kelamı  olduklarına  dair  şahitlik  eder , insanların  yapmış  olduğu  ilavelerden , tevil  ve  tahriflerden  onları  arındırır , onları  tasdik  ve  teyit  eder . Bu  sebeple  Müslümanların , diğer  kitapların  Kur’an’ın  tasdikinden  geçmeyen  veya  ona  muhalif  hükümleriyle  amel  etmeleri  doğru  değildir . İnsanlık  tarihi  boyunca  bir  tekâmül  söz  konusu  olduğuna  göre  sonra  gelen  kitapların  öncekilerden  daha  mütekâmil  ( olgunlaşmış , gelişmiş )  ve  daha  kapsamlı  olması  gerekir . Hz. Muhammed  son  peygamber  olduğu  gibi  Kur’an’ı  Kerim  de  son  ve  en  kapsamlı  kitaptır . Tevrat’ın  ve  İncil’in  evrensel  doğrularını  içermesi  yanında  değişmesi  gereken  hükümlerini  de  uygun  olanlarıyla  değiştirmiştir . Allah  dileseydi  başlangıçtan  itibaren  bütün  insanlar  için   tek  bir  kitap  gönderir  ve  onları  tek  bir  ümmet  yapardı . Fakat  birçok  hikmete  dayanarak  böyle  yapmamıştır . Bunların  başında  Allah’ın  insanı  değişme  ve  gelişme  kabiliyetiyle  yaratmış  olması  vardır . İnsanı  böyle  yarattığı  için  dinleri  de  yaratılış  çizgisine  uygun  kılmıştır . Yüce  Allah , hayrı  da  şerri  de  kendisi  yarattığı  halde  hayra  rızası  olup  şerre  rızası  olmadığı  için  kullarına  hayırda  yarışmalarını , yani , erdemli  bir  hayat  sürdürme  konusunda  birbirleriyle  yarışırcasına  gayret  göstermelerini , bunun  için  kitabındaki  hükümleri  uygulamalarını , onun  gösterdiği  yoldan  gitmelerini  emretmekte , herkesin  O’na  döneceğini  ve  hak  olarak  gönderdiği  kitaplar  hakkında  yanlış  zihniyet , ön  yargı  ve  inatları  sebebiyle  ihtilafa  düşüp  de  iman  etmeyenlerin  bu  yüzden  ahirette  hesaba  çekileceğini  bildirmek  suretiyle  şerden  sakınmalarının  gereğine  işaret  buyurmaktadır .
             ‘’ Siz  ey  inananlar , gerçek  şu  ki , bu  sizin  ümmetiniz  tek  bir  ümmettir , çünkü  hepinizin  Rabbi  benim . Öyleyse  yalnızca  bana  kulluk  edin ! Ama  insanlar  aralarındaki  bu  birliği  paramparça  ettiler . Hem  de  sonunda  topluca  bize  döneceklerini  unutarak . ‘’  Enbiya  Suresi  92.93. Ayetler . Enbiya  Suresinin  48.   91. Ayetlerinde , Allah’ın  birliği , eşsiz-ortaksız  olduğu  ilkesini  tebliğ  eden   önceki  bazı  peygamberleri  hatırlatıldıktan  sonra  O’na  inananların  birliğiyle  bir  arada   düşünülmesi  gereken  tevhit  ilkesine  dönülüyor .  Enbiya  93. Ayette  hitabın  aniden  ikinci  çoğul  şahıstan  üçüncü  şahsa  dönmesi  Allah’ın  şiddetli  hoşnutsuzluğunun – yani  müminlerin  birlik  ve  beraberliğini  bozan  ya da  bozmaya  kalkanlardan  ‘’ yüz  çevirmesinin ‘’   ifadesidir . ‘’Ama  sizi  izlediklerini  söyleyen  toplumlar  aralarındaki  bu  birliği  bozup  parça  parça  oldular . Her  hizip   ancak   kendi  benimsediği  öğretinin  dar  ve  katı  kalıpları  içinde  rahat  soluk  alır  oldu . ‘’ Müminun  Suresi  53. Ayet.  ‘’Ellerinde  bulunanla  hoşnutluk  duyar  oldular .’’  Bu  ayet  ilk  ağızda , şu  ya da  bu  yoldaki  muhtelif  dini  gruplara , yani , daha  önceki  vahyi  tebliğlerden  birini  ya da  ötekini  benimseyen , ama  zaman  içinde  tevhidi  yoldan  ayrılıp , Yahudilik , Hıristiyanlık  gibi  ayrı  isimler  altında  hizbi  bir  taassup  içine  kapanıp  katılaşan  ve  her  biri  kendi  doğmalarına , kendi  biçimsel , törensel  uygulamalarına  kıskançlıkla  sarılıp , diğer  bütün  ibadet  yollarına  karşı  en  küçük  bir  müsamaha  göstermekten  uzak  kalan  gruplara  işaret  etmektedir .  ‘’ Biz  her  ümmete , kulluklarını  göstermeleri  için  ayrı  bir  ibadet  tarzı  tayin  ettik . Bunun  içindir  ki , ey  inanan  kişi , seninkinden  başka  yollar  tutan  kimseler   bu  konuda  seni  tartışmaya  sürüklemesinler . Sen  yalnızca  onların  hepsini  Rabbine  çağır , çünkü  sen  gerçekten  dosdoğru  bir  yol  üzerindesin . ‘’  Hac  Suresi  67. Ayet Müminun  Suresi  53. Ayetteki  kınama , ayrıca , bu  yerleşik  ve  kurumlaşmış  dinlerin , kendi  içlerinde  birliği  bozan  hizipleşmeye  de  işaret  etmektedir  ki  bu  bütün  ümmetler  için  geçerlidir  ve  dolayısıyla  son  Peygamber  Hz. Muhammed’in  bugüne  kadar  uzanan  bütün  izleyicilerini  de  içine  almakta  ve  onları , çağımızda  İslam  dünyasının  içine  gömüldüğü  doktriner  uyuşmazlığı  önceden  haber  veren  ve  bunu  kınayan  bir  mesaj  vermektedir . Hz. Muhammed’den  rivayet  edilen  bir  hadise  göre : ‘’Yahudiler  yetmiş bir  fırkaya , Hıristiyanlar  yetmiş iki  fırkaya  bölünmüşlerdir . Benim  ümmetim  ise  yetmiş üç  fırkaya  bölünecektir.’’ Burada  belirtilmelidir  ki , klasik  Arapçada  yetmiş  sayısı    çoğu  zaman  belirli  bir  sayısal  değeri  değil , bir  çokluğu  ifade  etmek  için  kullanılır . Dolayısıyla  burada  Hz. Peygamberin  ifade  etmek  istediği  husus  da , Müslümanların  sonraki  çağlarda  pek  çok  hizip  ve  fırkalara  ayrılacağı , bu  konuda  Yahudi  ve  Hıristiyanları  geride  bırakacakları  hususudur . Öğretilerin  evrensel  geçerliliği  ve  metinsel  değişmezliği  ile  Peygamber  Hz. Muhammed’in  ‘’ hatemul-enbiya ‘’  yani , peygamberlerin  sonuncusu  olması  gerçeği  nedeniyle , Kur’an , bütün  vahiylerin  zirvesini  temsil  eder  ve  ruhi / manevi  tatminin  en  son , en  mükemmel  yolunu  ortaya  koyar . Ancak  Kur’an  mesajının  bu  benzersizliği , önceki  inançların  mensuplarını  Allah’ın  rahmetine  ulaşmaktan  alıkoymaz . Çünkü , Kur’an’ın  sıkça  işaret  ettiği  gibi , onlar  arasından Tek  Allah’a  ve  Hesap  Gününe  ( yani , bireyin  ahlaki  sorumluluğuna ) katıksız  biçimde  inananlar  ve  erdemlice  yaşayanlar , ‘’ne  korkacak  ne  de  üzüleceklerdir . ‘’ 
           En  başa , Kasas  Suresinin  49. Ayetine  dönersek  , özellikle  son  cümlesinden  ( Biz  bunların  ikisine  de  inanmıyoruz.)  açıkça  anlaşılacağı  üzere , bu  gayri  samimi  iddianın  amacı  Kur’an  karşısında  eldeki  Eski  Ahit’in   güvenilirliğini , sıhhatini  savunmak  değil , fakat  daha  çok , hem  Eski  Ahit’e  , hem  de  Kur’an’a  duyulan  güveni  sarsarak , din  dışı  zihniyetin  doğal  olarak  her  zaman  karşı  olduğu  temel  dini  ilkeyi , yani  İlahi  Vahiy  fikrini , insanın  var  olan  her  şeyin  Yaratıcısı  ve  Sebebi  olan  Allah’a  karşı  mutlak  bağımlılığı  ve  sorumluluğu  fikrini  çürütmektir . Tevrat  ve  Kur’an’dan   bahsedilirken , İncil’den  bahsedilmemesinin  nedeni , Hz. İsa’nın  kendisinin  de  belirttiği  gibi , onun  mesajı  Hz. Musa’nın  tebliğ  ettiği  ilkelere  dayanmaktaydı  ve  dolayısıyla  Tevrat’ı  yürürlükten  kaldırmayı  amaçlamıyordu .
           ‘’ Allah’tan  bir  doğru  yol  bilgisi  olmaksızın , geçici  aldatıcı  doyumlar , bencil  ve  çıkarcı  istekler  peşinde  kendine  yol  arayan  kişiden  daha  sapık  kim  olabilir  ki ? Gerçek  şu  ki , Biz  vahyi  onlara  adım  adım  ulaştırdık  ki  böylece  belki  üzerinde  düşünür , akıllarında  tutarlar . Kendilerine  bundan  önce  de  kitap  vermiş  bulunduğumuz  kimseler , buna  da  inanmak  zorundadırlar . Bu  kimseler , değişmeyen  gerçek  kendilerine  ulaştırıldığında , hemen  ‘ Buna  inandık    derler .’ Çünkü  bu  bize  Rabbimizin  katından  ulaşan  bir  gerçek . Bu  bize  ulaşmadan  önce  de , biz  zaten  O’na  yürekten  boyun  eğen  kimselerdik  ! ‘’  Kasas  Suresi  50. ….53. Ayetler .
            ‘’ Kendilerine  bundan  önce  de  kitap  vermiş  bulunduğumuz  kimseler  buna  da  inanmak   zorundadırlar / buna  da  inanırlar .’’  Bu  hem  Hz. Muhammed  zamanında  İslam’a  dönen  Yahudi  ve  Hıristiyanlarla  ilgili  tarihsel  olguya  işaret  eden  bir  ifadedir , hem  de  Yahudi  ve  Hıristiyanlardan  İslam’a  dönenlerin  olacağını  bildiren  ilahi  bir  müjdedir . Bununla  birlikte , akılda   tutulmalıdır  ki , Allah’ın  ‘’ kitap  vermiş  olduğu  kimseler ‘’  ifadesi  bu  anlam  örgüsü  içinde, önceki  kitaplarla  kendilerine  ulaşan  temel  birtakım  tevhidi  ve  ahlaki  ilkelere , bu  kitapların  maruz  kaldığı  tahrifatın  ötesinde , bilinçli  ve  samimi  olarak  bağlı  kalan  kimselere  işaret  etmektedir . Böylelerinin  Kur’an’ın  önceki  kitaplarla  aynı  temel  ahlaki  gerçekleri  vazettiğini  anlamalarını  sağlayan  -ya da  sağlayacak  olan-  işte  bu  bilinç  ve  samimiyettir . ‘’ Bu  mesaj , temel  çizgileriyle , hiç  şüphesiz , ilahi  hikmetleri  bildiren  önceki  kitaplarda  da yer  almaktadır . İsrail oğullarının  arasındaki  birçok  bilginin  bu   gerçeği  bilmeleri  onlar  için  yeterli  bir  belirti  sayılmaz  mı ?’’  Şuara  Suresi  196.197. Ayetler . ‘’ Hakkı  batıl  ile  örtüp  bile  bile  gizlemeyin  ‘’  Bakara  Suresi   42. Ayet .  Hakkı  batıl  ile  örtmekle  Kur’an’ın  sık  sık  Yahudileri  ithamına  sebep  olan , Kitab-ı  Mukaddes’in  metnini  tahrif  etmeleri  kastedilmiştir  ki , bu  tahrifat , objektif  metin  tetkikleri  yoluyla  da  ispatlanmıştır . Öte  yandan  ‘’ hakikatin  gizlenmesi ‘’  Yahudilerin , Kitab-ı  Mukaddesteki  Hz. Musa’nın   ‘’Tanrın  Rab , sizin  için  aranızdan , kardeşleriniz  içinden  tıpkı  benim  gibi  bir  peygamber  çıkaracak , siz  onu  dinleyeceksiniz . ‘’  (Tesniye  xv  iii  15)  şeklindeki  sözlerini  ve  bizzat  Allah’a  izafe  edilen :  ‘’Kardeşlerin  arasından  onlara  senin  gibi  bir  peygamber  göndereceğim  ve  onun  ağzına  kendi  sözlerimi  koyacağım .’’  (Tesniye  xv  iii  18)  şeklindeki  sözleri  göz ardı  etmelerine  veya  kasten  yanlış  yorumlamalarına  işaret  eder . Açıktır  ki  İsrail oğullarının  kardeşleri  Arap’lardır  ve  özellikle  onların  mustaribe  ( Araplaşmış )  grubudur  ki  kökleri  Hz. İsmail’e  ve  Hz.  İbrahim’e  kadar  uzanır.  Arap  Peygamber’in  kendi  kabilesi  ‘’Kureyş’’  de  bu  gruba  mensup  olduğundan , yukarıdaki  Kitab-ı  Mukaddes  ifadeleri  onun  ortaya  çıkacağına  işaret  olarak  kabul  edilmektedir . ‘’ Vaktiyle  Meryem  oğlu  İsa : Ey  İsrail  oğulları ! Şüphesiz , ben , Tevrat’tan  geriye  kalmış , hakikat  adına  ne  varsa  hepsini  doğrulamak  ve  benden  sonra  gelecek  olan  Ahmet  adındaki  bir  elçiyi  müjdelemek  için  size  gönderilmiş  olan  Allah’ın  elçisiyim. ‘’  dediğinde  de  aynı  şey  geçerliydi . Ama , gelişini  İsa’nın   önceden  haber  verdiği  elçi  hakikatin  bütün  kanıtlarıyla  onlara  geldiğinde  ‘’ Bu  doğruluğunu  iddia  ettiğin  mesaj , göz  boyayan  bir  büyüden  başka  bir  şey  değil   demişlerdi .’’ Saf  Suresi  6 . Ayet . Bu  öngörü , Yuhanna  İncil’inde  Hz.  İsa’dan  sonra  geleceği  belirtilen  Parakletos’a    ( ki  genellikle  ‘’Teselli  Edici / Ruhul – Kuds ‘’  olarak  çevrilir) yapılan  muhtelif  


atıflar  tarafından  desteklenmektedir . Bu  deyim  Yunanca  ‘’Periklytos’’ un  ( çok  övülen )  bozulmuş  şeklidir . Bu  iki  kelimenin  birbirine  yakınlığı  karşısında  çevirmenlerin  bu  iki  ifadeyi  nasıl  karıştırdıklarını  anlamak  kolaylaşır . Bu  iki  kelimenin  de ‘’ hamide -  övdü , hamt etti ‘’  fiilinden  ve  ‘’hamt – övgü ‘’  isminden  türetilmiş  olan  son  Peygamber’in  iki  ismi  Muhammed  ve  Ahmet  ile  aynı  anlam  taşımış  olmasının  önemi  büyüktür .

            ‘’Tevrat’ın  yolu  ile  onurlandırılmış  iken  bu  yükü  taşıyamamış  olanların  durumu , sırtına   kitaplar  yüklenmiş  ama  onlardan  habersiz  bulunan  merkebin  durumuna  benzer . Allah’ın  mesajlarını  yalanlamaya  şartlanmış  olanların  durumu  ne  acıdır , çünkü  Allah  rehberliğini  böyle  zalim  bir  halka  nasip  etmez . ‘’  Cuma  Suresi   5. Ayet .
            Yahudilere , Allah  tarafından  O’nun  birliği  ve  benzersizliği    mesajını  bütün  dünyaya  ulaştırma  görevi  emanet  edilmişti . Ama  onlar , Hz. İbrahim , Hz. İshak  ve  Hz. Yakup  soyundan  gelmiş  olmaları  sebebiyle  kendilerini  ‘’Allah’ın  seçilmiş  toplumu ‘’  olarak  gördüklerinden  ve  dolayısıyla , ilahi  mesajın  başka  bir  toplum  için  değil , yalnız  kendileri  için  geldiğine  inandıklarından  bu  görevi  yerine  getiremediler  ve  peygamberliğin   İsrail  oğullarına  mensup  olmayan  bir  kimseye  verilmiş  olması  ihtimalini  de  inkâr  ettiler . Ve  böylece , Hz. Muhammed’in  peygamberliğini , bizzat  Tevrat’ta  bile  onun  gelişi  ile  ilgili  açık  bir  haber  bulunmasına  rağmen  reddettiler . Onlar , Hz. Musa’ya  indirilen  ilahi  kelamın  temel  anlamını  böylece  çarpıtmak  suretiyle , bizzat  kendileri  ondan  gerçek  bir  manevi  fayda  elde  etmeyi  ve  onun  öğretilerine  uygun   şekilde  yaşamayı  sağlayamadılar .
             ‘’ Bu  benim  dosdoğru  yolumdur , onu  izleyin , başka  yolları  izlemeyin ! Yoksa  bu  hal  sizi  O’ndan  uzaklaştırıp  dağılıp  parçalanmanıza  yol  açmasın . Allah  bunları  size  emretti  ki  O’na  karşı  sorumluluğunuzun  bilincine  varasınız . Sonra, güzel  davrananlara  nimetimizi  tamamlamak, her  şeyi  ayrıntılı  kılmak , bir  kılavuz  ve  rahmet  olmak  üzere  Musa’ya  o  kitabı  verdik  ki , onlar  Rablerine  kavuşacaklarına  inanabilsinler . Bu  da  yücelerden  indirdiğimiz  bir  kitaptır . Kutsal  ve  bereketli . Artık  ona  uyun  ve Allah’a  karşı  sorumluluğunuzun  bilincine  varın  ki  O’nun  rahmetine  layık  olabilesiniz .  ‘ Kitap , bizden  önceki  iki  topluluğa  indirildi . Biz  onu  onların  öğretilerinden gerçekten  habersizdik ‘  demeyesiniz . Şunu  da  söylemeyesiniz  :  ‘ Eğer  bize  kitap  indirilmiş  olsaydı ,onun  rehberliğine  kesinlikle  onlardan  daha  sıkı  uyardık .’  Artık  size  de  Rabbinizden  hakikatin  açık  bir  kanıtı, bir  kılavuz  ve  bir  rahmet  gelmiş  bulunuyor . Öyleyse,  Allah’ın  ayetlerini  yalanlayıp  onlardan  küçümseyerek   yüz  çevirenden  daha  zalim  kim  var . Ayetlerimizi  küçümseyerek  sırt  dönenleri , yüz  çevirmeleri  yüzünden  azabın  en  acıklısıyla  cezalandıracağız .’’  En’am  Suresi  153. …..157. Ayetler .
            ‘’ Halbuki  bundan  önce  de  , bir  önder  ve  bir  rahmet  olarak  Musa’nın  kitabı  vardı . Bu  Kur’an  da  öncekileri  tasdikleyen  bir  kitaptır . Zulmedenleri  uyarsın , güzel  davrananlara  müjde  olsun  diye  Arap  dilindedir . Artık ‘ Rabbimiz  Allah’tır ’  deyip , sonra  da  inançlarında  sağlam  duranlar /  dosdoğru  yol  alanlar  var  ya , onlar  ne  bir  korkuya  kapılırlar , ne  de  üzüntüye .  Onlar  yaptıkları  her  şeyin  bir  ödülü  olarak  hep  orada  kalacak  cennetliklerdir.’’    Ahkaf  Suresi  12.13.  Ayetler.
             ‘’ İçinde  Allah’ın  buyrukları  bulunan  Tevrat  yanlarında  iken , nasıl  oluyor  da  senin  hakemliğine  başvuruyorlar . Daha  sonra  da  verilen  hükümden  yüz  çeviriyorlar .  O  halde  böyleleri  gerçek  müminler  değildir . Şüphe  yok  ki , içinde  rehberlik  ve  aydınlık  bulunan  Tevrat’ı  indiren  Biziz . Kendilerini  Allah’a  teslim  eden  peygamberler , ona  dayanarak  Yahudi  itikadına  uyanlar  hakkında  hüküm  verirlerdi. Eski  din  adamları  ve  hahamları  da  öyle  yaptılar , çünkü  Allah’ın  kelamının  bir  kısmı  onların  himayesine  emanet  edilmişti ; ve  hepsi  onun  doğruluğuna  şahitlik  yaptılar . Bu  nedenle , ey  İsrail  oğulları  insanlardan  korkmayın ,yalnız benden  korkun  da  ayetlerimi  basit  bir  ücret  karşılığı  değiştirmeyin  . Çünkü  Allah’ın  indirdiklerine  göre  hüküm  vermeyenler, gerçekten  hakikati  inkâr  edenlerdir .O  kitapta  onlar  üzerine  şöyle  yazmıştık : Cana  can, göze  göz, buruna  burun,  kulağa  kulak, dişe  diş, yaralamalarda  benzeri  bir  karşılık . Ama  kim  hayır  için  ondan  vazgeçerse , bu  geçmiş  günahlarının  bir  kısmına  kefaret  olacaktır .  Allah’ın  indirdiği  ile  hükmetmeyenler  zalimlerin  ta  kendileridir  . Ardından   o  peygamberlerin  izleri  üzerine  Meryem  oğlu  İsa’yı  gönderdik . Tevrat’tan  o  güne  kalanın  doğruluğunu  tasdik  edici  olarak . Ona  İncil’i  verdik . Hidayet  ve  ışık  vardı  onda . Doğruya  ve  güzele  kılavuzdu , takvaya  sarılanlara  bir  öğüt . O  halde İncil’e  uyanlar,  Allah’ın onunla  vahiy  ettikleri  doğrultusunda  hüküm  versinler .   Allah’ın  indirdiği  ile  hükmetmeyenler  fasıkların  ta  kendileridir . Ve  sana , ey Peygamber , hakikati  ortaya  koyan  bu  ilahi  kelamı , geçmiş  vahiylerden  bu  güne  kalanı  tasdik  edici  ve  içinde  hangi  doğruların  bulunduğunu  belirleyici  olarak  indirdik . Öyleyse , ey  peygamber  geçmiş  vahyin izleyicileri  arasında  Allah’ın  indirdiklerine  uygun  olarak  hüküm  ver .  Hak’tan  sana  gelenden  uzaklaşıp  onların  keyiflerine/ mesnetsiz  görüşlerine  uyma. Biz , her biriniz  için  farklı  bir  sistem  ve  farklı  bir  hayat  tarzı  belirledik .Allah  dileseydi  sizi  elbette  bir  tek  topluluk  yapardı . Ama  size  indirmiş  olduklarıyla  sizi  imtihana  çeksin  diye  başka  türlü  diledi . O  halde  hayırlı  işlerde  yarışın !  Hepinizin  dönüşü  Allah’adır .  O , size  ayrılığa  düştüğünüz  şeylerin  size  gösterecektir .  O  halde , geçmiş  vahyin  mensupları  arasında  Allah’ın  indirdiğine  göre  hükmet  ve  onların  mesnetsiz  görüşlerine  uyma  ve  onlardan  sakın  ki  Allah’ın  sana  indirdiğinin  bir  kısmından  seni  uzaklaştırmasınlar .  Eğer  onlar  Allah’ın  buyruklarından  yüz  çevirirlerse , bil  ki ,bir  kısım  günahlarından  dolayı  onları  böylece  cezalandırmak ,  Allah’ın  iradesi  gereğidir .   Zaten  insanların  çokları , doğru  yoldan  tamamen  sapmış  olanlardır . Yoksa  onlar  cahiliye  kanunları  ile  mi  yönetilmek  istiyorlar ? Halbuki  kalben  mutmain  olanlar ,  gerçeği  görebilen  insanlar  için , Allah’tan  daha  güzel  hüküm  veren  olabilir  mi  ?’’   Maide  Suresi  43. …..50. Ayetler.
            Bu  ayetler , Tevrat’ın  ilahi  hukukun  tümünü  içerdiğine  inanmalarına  rağmen  inanmadıkları  bir  dini  düzenlemenin  belli  ahlaki  sorunlar  hakkındaki  hükümlerinin  Tevrat  ile  çatışan  kendi  kuruntularına  uyum  sağlayabileceği  ümidiyle  belli  etmeden  söz konusu    hükümlere  yönelen  Yahudilerin  tuhaf  düşünce  tarzlarını  tasvir  eder . Başka  bir  deyişle , onlar , inandıklarını  iddia  etmelerine  rağmen , ne   Tevrat’ın  hükmüne , ne  de  Tevrat’ın  bazı  kanunlarını  tasdik  ,  bazılarını  da  iptal  eden  Kur’an’ın  hükmüne  teslim  olmaya  gerçekten  hazır  değildirler . Nitekim , Kur’an’ın  kendi  zihni  saplantılarına  uygun  olmadığını  anlar  anlamaz  ondan  uzaklaştılar .
            Cahiliye  ile burada , yalnızca  Hz. Muhammed’den  önceki  tarihsel  zaman  değil , ama  genelde ahlaki  bir  kavrayış  eksikliğinin  ve  bütün  kişisel  ve  toplumsal  olguların  yalnızca  ‘’yararlılık’’  kriterine  teslim  edilmesinin , yani , belli  bir  amacın  veya  eylemin , söz konusu  kişinin  veya  mensup  bulunan  toplumun  menfaatleri   açısından  yararlı  olup  olmadığı  endişesinin  karakterize  ettiği  her  türlü  durum  kastedilmektedir .  Bu  ‘’yararlılık  ilkesi’’ , bütün  ulvi  dinlerin  tebliğ  ettiği  ahlakilik  kavramına  temelden  ters  düşmesi  nedeniyle  Kur’an’da  ‘’cahiliye  kanunu’’  olarak  tanımlanmıştır .
           Bu  ayetlerde  değinilen  Allah’ın  indirdiği  ile  hükmetmek  ne  demektir . Allah’ın  indirdiği  ile  hükmetmek  Allah’ın  hâkimiyetine  karşı  çıkmamak , o  hâkimiyetin  işlerliğini  engellememektir . Allah’ın  hâkimiyeti , yani  egemenliği  iki  şekilde  engellenir : İnkâr  adına  ve  din  adı  altında  Allah  ile  aldatma  yoluyla . Tarih  boyunca  bunların  ikisi  de  sergilenmiştir . Ancak  dine  en  büyük  zarar , ikincisinden  gelmektedir . Çünkü  ikincisi , Allah’ın  hâkimiyeti  yaftasını  kullanarak  Allah’ın  hükümlerini  dışlamak  şeklinde  sinsi  ve  hain  bir  oyun  olduğundan  fark  edilmesi  bile  uzun  zaman  alır . Allah  ile  aldatan  zihniyetler  tarih  boyunca  hüküm  (hâkimiyet , yargı , yönetim )  kavramını  yozlaştırarak  Allah’ın  en  hayati  emirlerinin  uygulanmasına  engel  hale  getirmişlerdir . İnsan  haklarını  işlemez  kılmak , yönetimi  kişi , oligarşi , hanedan  despotizmine  bir  hak  gibi   vermek , Allah’ın  hâkimiyetinden  söz  ede  ede  birilerinin  hâkimiyetini  yerleştirme  oyunuyla  sahnelenmiştir .
             Allah  ile  aldatan  zihniyetin  lügatinde  Allah’ın  hâkimiyetinden  maksat , aldatan  zihniyetin  temsilcilerini  Allah’ın  vekili  ve  avukatı  olarak  görmek  demektir . Buna  karşı  çıkarsanız   Allah’ın  hâkimiyetine  karşı  çıkmış  olursunuz . Böyle  bir  ‘’ tanrısal  hâkimiyet  ‘’  kavramı , Allah  adına  zulümlerin  baş  ocağı  olan  engizisyonun  katil  papazları  tarafından  kullanıldı  ve  yerleştirildi. Onlar  Allah’ın  hâkimiyeti  diye  diye  Allah’ın  iradesini  tepelediler  ve  ‘’ Allah’a  karşı  çıkanlar ‘’  suçlamasıyla  gerçek  müminleri  katlettiler , yaktılar . Allah  ile  aldatanların , ‘’ Allah’ın  hâkimiyetine  aykırı  ‘’ bularak  eleştirdikleri  sistemler  büyük  kısmıyla  insan  haklarına , adalet  ve  emanet  ilkelerine  saygılı  sistemlerdir . Allah  ile  aldatan  zihniyetin  esas  rahatsız  olduğu  şey  de  bu  ilkelerin  egemenliğidir . Günümüz  Ortadoğu’sunun  onca  devletinden  hiç  birinin  ‘’ İnsan  Hakları  Evrensel  Bildirgesi  ‘’  altında  imzası  yoktur . Gerçek  şu  ki  Allah  ile  aldatanlar  ve  onların  avukatlığını  yapanlar  Allah  adına  kendilerince  yürütülecek  bir  hâkimiyeti  istemektedirler . Allah  da  bu  işin  dokunulmazlık  tabelası  olarak  kullanılmaktadır . Şunu  sormalıyız : Allah , insan  toplumlarının  nasıl  yönetilmesini  istiyor ? Yönetime  ilişkin  olmazsa  olmaz  Kur’an  ilkeleri  nelerdir? Allah , toplumların  yönetimi  ile  ilgili  hangi  ilkeleri  vahiy  etmiş , bizden  de  nasıl  davranmamızı  istemiştir ?  Bu  soruların  cevapları  olan  o  ilkeleri  hayata  geçirmeye  kalktığınızda , yolunuz , Allah  ile  aldatanların  gâvur  diye  sövüp  saydıkları  anlayış  ve  sistemlere  çıkıyor . Bu  noktada  en  önemli  soru  şudur : Mutlak  hakim  olan  Allah , insana  kulluk  imkânları  içinde  kullanacağı  bir  hâkimiyet  yetkisi  vermiş  midir , vermemiş  midir ? Kur’an’ın  açık  beyanlarına  göre  insana  bu  hâkimiyet  verilmiştir . Hüküm  yetkisi , öncelikle  peygamberlere  verilmiştir . ‘’ İnsanlar  bir  tek  ümmet  idi . Sonra  Allah , peygamberleri  müjdeciler  ve  uyarıcılar  olarak  gönderdi . Onlarla  beraber , anlaşmazlığa  düştükleri  konularda , insanlar  arasında  hükmetsinler  diye  gerçeği  taşıyan  kitabı  hak  olarak  indirdi .’’  Bakara  Suresi  213.  Ayet . ‘’ Hayır,  Rabbine  yemin  olsun  ki iş , onların  sandığı  gibi  değil ! Onlar , aralarında  çıkan  karmaşık  işlerde  seni  hakem  yapıp  verdiğin  hükümle  ilgili  olarak , içlerinde  hiçbir  burukluk  duymadan  tam  bir  teslimiyete  ulaşmadıkça  iman  etmiş  olamazlar. ‘’ Nisa  Suresi    65.  Ayet .  ‘’ Yalana   iyice  kulak  verirler , haramı  tıka  basa  yerler . Sana  geldiklerinde , ister  aralarında  hüküm  ver , ister  onlardan  yüz  çevir . Eğer  onlardan  yüz  çevirirsen  sana  hiçbir  şekilde  zarar  veremezler . Ama  aralarında  hükmedersen , adaletle  hükmet . Allah , adaletle  hükmedenleri , adaleti  ayakta  tutanları  sever .’’ Maide  Suresi  42.  Ayet . ‘’ Biz  indirdik  Tevrat’ı  biz ! İyiye  ve  güzele  kılavuz  var  onda , ışık  var ! Allah’a  teslim  olmuş  peygamberler , Yahudilere  onunla  hakemlik  yaparlardı . Kendini  Rabbe  adayanlarla    ilim  ve  hikmette  derinleşmiş  olanlar  da  Allah’ın    Kitabından  korumakla  görevli  olduklarıyla  hükmederlerdi . Zaten  onlar  Allah’ın  Kitabına  tanıklardı . Artık  insanlardan  korkmayın , benden  korkun  da  ayetlerimi  basit  bir  ücret  karşılığı  satmayın . Allah’ın  indirdiği  ile  hükmetmeyenler , kâfirlerin  ta  kendileridir .’’  Maide  Suresi  44.  Ayet . ‘’ Allah’a  ve  aralarında  hüküm  versin  diye  elçiye  çağırıldıklarında , içlerinden  bir  fırka  hemen  yüz  çevirip  gidiyor.’’  Nur  Suresi  48. Ayet . ‘’ Allah’a  ve  aralarında  hüküm  vermek  üzere  O’nun  resulüne  çağırıldıklarında , müminlerin  sözleri  sadece  şunu  söylemeleridir : ‘ İşittik , itaat  ettik !’ İşte  bunlardır  kurtuluşa  erenler ‘’  Nur  Suresi  51.  Ayet . ‘’ Ve  Davut  ile  Süleyman …. Hani , halkın  davarının  yayıldığı  ekinler  hakkında  hüküm  veriyorlardı  da  biz  hükümlerine  tanıklar  olmuştuk.’’ Enbiya  Suresi  78.  Ayet .  ‘’ Onu  Süleyman’a   derhal  kavrattık . Her  birine  hükümdarlık  ve  bilgi  verdik . Davud’a  dağları  boyun  eğdirdik . Kuşlarla  beraber  tespih  ediyorlardı . Yapmak  isteyince  yapanlarız  biz !’’ Enbiya  Suresi  79.  Ayet . ‘’ Davud’un  yanına  girmişlerdi  de  onlardan  korkmuştu .   ‘ Korkma , dediler , biz  iki  davacıyız . Birimiz  ötekinin  hakkını  çiğnedi . Şimdi  sen , aramızda  hak  ile  hükmet , adaletsizlik  etme . Bizi  yolun  denge  noktasına  ilet . ‘’  Sad  Suresi  22.  Ayet .  ‘’ Ey  Davut , seni  yeryüzünde  halife  yaptık . Artık  insanlar  arasında  hakla  hükmet , geçici  hevese  uyma  ki , seni  Allah  yolundan  saptırmasın . Allah’ın  yolundan  sapanlar  için , hesap  gününü  unutmuş  olmaları  yüzünden  şiddetli  bir  azap  vardır .’’  Sad  Suresi  26.  Ayet .  
             Peygamberlik  bittiğine  göre , yetkinin  kişiye  veya  kişilere  verilebileceğini  öne  sürmek  peygamberliğin  bitmediğini  savunmakla    anlamlıdır  ki  bu  Kur’an’a  göre  açık  küfürdür. O  halde   Hz.  Muhammed’den  sonra , kişiler  zemininde  değil , ilkeler  zemininde  yürümek  zorundayız . Bu  zeminde  yürüyünce  ne  görüyoruz :  Mülkün   ( toprak  ve  egemenliğin )  sahibi  Allah’tır . ‘’ Şöyle  yakar : ‘ Ey  mülkün / saltanatın  Malik’i  , Sahibi   olan  Allah’ım . Sen  mülkü , saltanatı  dilediğine  verir , mülkü , saltanatı   dilediğinden  çekip  alırsın . ‘’ Al-i  İmran  Suresi  26. Ayet ‘’ Allah , mülkü  dilediğine  verir . Allah , mülkü  genişletendir , her  şeyi  bilendir . ‘’ Bakara  Suresi 247.  Ayet .   Yani  Malikül-Mülk  olan  Allah  kendi  iradesiyle  bazı  kullarına  bu  yetkisinden  pay  vermektedir . Peygamberler  bu  payı  kişisel  olarak  taşıyan  seçkin  insanlardır . Burada  bizim  için  önemli  olan  şudur : Malik , melik  sıfatları  aynı  zamanda  insan  için  de  kullanılmaktadır .  ‘’Peygamberleri  onlara  dedi  ki : ‘ Allah , Talut ‘u  size  kral  gönderdi .’  Şöyle  konuştular : ‘ O  bizim  üzerimizde  nasıl  saltanat  kurabilir ? Yönetimde  biz  ondan  daha  çok  hak  sahibiyiz . Ona  bir  mal  genişliği  de  verilmemiştir .’ Peygamber  dedi  ki : ‘ Allah  onu  seçip  size  üst  olarak  gönderdi . Onu  bilgi  ve  beden  yönünden  üstün  kıldı .’  Allah , mülkünü  dilediğine  verir . Allah , mülkü  genişletendir , her  şeyi  bilendir . ‘’  Bakara  Suresi  247.  Ayet . ‘’ Musa  kavmine  şöyle  demişti : ‘ Ey  toplumum ! Allah’ın , üzerinizdeki  nimetini  hatırlayın . İçinizde  peygamberler  vücuda  getirdi , sizi  krallar  yaptı , âlemlerden  hiç  kimseye  vermediklerini  size  verdi . ‘’ Maide  Suresi  20. Ayet .  ‘‘Bunun  üzerine  Yusuf  öz  kardeşinin  heybesinden  önce , öteki  kardeşlerinin  heybelerini  aramaya  başladı . Nihayet  su  kabını , öz  kardeşinin  heybesinden  çıkardı . Yusuf’a  böyle  bir  tuzak  öğretmiştik . Yoksa  Yusuf , Allah’ın  dilemesi  dışında  , kralın  dinine  göre  öz  kardeşini  alamazdı . Dilediklerimizi  derece  derece  yükseltiriz  biz . Her  bilgi  sahibinin  üstünde  bir  başka  bilen  vardır.’’ Yusuf  Suresi  76.  Ayet . Ancak  hâkimiyette  olduğu  gibi , mülk  yetkisi  de  peygamberlere  verilmiştir. ‘’ Mülk  ve  yönetimini  güçlendirmiştik . Kendisine  hikmet  ve  hakla  batılı  ayıran  söz  etme  yeteneğini  vermiştik .’’ Sad  Suresi  20.  Ayet .  ‘’ Şöyle  yakardı : ‘ Rabbim , affet  beni ! Benden  sonra  kimseye  yaraşmayacak  bir  mülk  ve  saltanat  ver  bana ! Kuşkusuz  sensin , evet  sensin  lütuf  sahibi !’’ Sad  Suresi  35.  Ayet . İnsana  verilen  hüküm / hâkimiyet  yetkisi  sadece  peygamberler  için  söz  konusu  değildir . Kur’an  peygamberler  dışında  insanların  da  bu  yetkiye  sahip  kılınabildiklerini  göstermektedir . Ancak  insanın  hüküm  yetkisi  kullanmasından  söz  eden  ayetler  üç  kavramın  altını  çizmektedir . 1) Adalet , 2 ) Allah’ın  indirdiği , 3 ) Allah’ın  gösterdiği. ’’Şu  bir  gerçek  ki , Allah  size  emanetleri , onlara  ehil  olanlara  vermenizi  ve  insanlar  arasında  hükmettiğinizde  adaletle  hükmetmenizi  emrediyor . ‘’ Nisa  Suresi  58.  Ayet . ‘’ Şunda  kuşku  yok  ki , biz  bu  kitabı  sana , insanlar  arasında  Allah’ın  sana  gösterdiği  ile  hükmedesin  diye  hak  olarak  indirdik . ‘’  Nisa  Suresi  105.  Ayet .  ‘’ Biz  indirdik  Tevrat’ı  biz ! İyiye  ve  güzele  kılavuz  var  onda , ışık  var! Allah’a  teslim  olmuş  peygamberler , Yahudilere  onunla  hakemlik  yaparlardı. Kendini  Rabbine  adayanlarla  ilim  ve  hikmette  derinleşmiş  olanlar  da  Allah’ın  kitabından  korumakla  görevli  olduklarıyla  hükmederlerdi . Zaten  onlar  Allah’ın  kitabına  tanıklardı . Artık  insanlardan  korkmayın , benden  korkun  da  ayetlerimi   basit  bir  ücret  karşılığında  satmayın . Allah’ın  indirdiği  ile  hükmetmeyenler , kâfirlerin  ta  kendileridir . O  kitapta  onlar  üzerine  şöyle  yazmıştık : Cana  can , göze  göz , buruna  buru , kulağa  kulak , dişe   diş . Yaralamalar  karşılığında   da  kısas . Kim  kısası  bağışlarsa , bu  bağışlaması  kendisi  için  günahlara  bir  perde  olur . Allah’ın  indirdiği  ile  hükmetmeyenler  zalimlerin  ta  kendileridir . ‘’ Maide  Suresi  44.45.  Ayetler . ‘’ İncil  bağlıları  Allah’ın  onda  indirdiğiyle  hükmetsinler . Allah’ın  indirdiğiyle  hükmetmeyenler  fasıkların  ta  kendileridir . ‘’ Maide  Suresi  47.  Ayet . İnsanın  hâkimiyet  yetkisinin  olduğu  tartışmasızdır . Ancak  bu  hâkimiyet  Allah’ın  indirdiği , gösterdiği  ilkeler  çerçevesinde  ve  adalet  üzere  olacaktır . Kur’an , insanın  kullanacağı  egemenliğin  sınırlı , Allah’ınkinin  sınırsız  olduğunu  da  göstermektedir . Yani  mutlak  ve  varlık  hâkimiyet  Allah’ındır . Bunu , insanın  kullanımına  tevdi  edilen  siyasal  hâkimiyet  ile  karıştırıp  ‘’ hâkimiyet  Allah’ındır ‘’  diye  bağırmak , aslında  Allah’a  saygının  değil , saygısızlığın  ifadesidir . Çünkü  bu  söz , Allah’ın  insana  yüklediği  bir  göreve  itiraz  anlamı  taşır . Allah’ın  mutlak  hâkimiyetini  işleterek  kuluna  verdiği  bir  görevin  yerine  getirilmesini , Allah’ın  büyüklüğünü  öne  sürerek  savsaklamak  büyük  bir  yanlıştır . Allah’ın  büyüklüğü  ve  Allah’a  saygı , Allah’ın  emirlerini  dışlamak  için  kullanılamaz . Kur’an’ın , Allah’ın  egemenliğini  ısrarla  dile  getirmesi , insanın  hiçbir  egemenlik  hakkının  olmadığını  göstermek  için  değil , mutlak  egemenliğe  göz  diken  insan  hırsını  dizginlemek  ve  insana  haddini  bildirmek  içindir . İnsan  egemenlik  ve  mülkü  bir  hak  sahibi  sıfatıyla  kullanamaz , sadece  bir  emanetçi  sıfatıyla  kullanır . Bu  emanet  ona , yönetilen  insanların  ortak  iradeleriyle  verilecektir . Bu  anlamda  hâkimiyet  yönetilen  kitlenindir . Buradaki  hâkimiyet  milletindir  sözünün  hedefi , Allah’ın 


hâkimiyetini  dışlamak  değil , emaneti  kitlenin  onayı  ile  elde  etmemiş  kişi  veya  ekipleri  dışlamaktır . Allah  ile  aldatanlar  bunu  pekâlâ  bilirler  ama  işlerine  gelmediğinden  çarpıtarak  Allah’ın  egemenliğinin  dışlanması  şeklinde  tanıtırlar . 
            Modern  zamanları  bir  kenara  koyarsak  tarih  boyunca  egemenliğin  tek  sahibi  sayılan   kral-sultan , aynı  zamanda  yarı  ilah  bir  varlık  olarak   görülmüştür . Kur’an  bu  inceliğe  dikkat  çekerken  eski  Mısır  firavunlarını  ve  Hz.  İbrahim’in  mücadele  ettiği  Nemrut’u  örnek  vermektedir. Firavunlar  Mısır  halkına  ‘’ Ben  sizin  en  yüce  rabbinizim ‘’  Naziat  Suresi  24.  Ayet  diyordu .  Nemrut  ise  Allah’ın  yaratıcılığından , var  ediciliğinden  söz  eden  Hz.  İbrahim’e  ‘’ Ben  de  diriltir , ben  de  öldürürüm  ‘’  Bakara  Suresi  258.  Ayet ,  diye  cevap  veriyordu .  Kur’an , bu  iki  yarı  ilah  kralın , sergilediği  saçmalığı  kendilerine  verilmiş  bulunan  mülk  ve  saltanatın  verdiği  azgınlıkla  yaptıklarını  söylemektedir . Kur’an’ı  rahatsız  eden , mülk  ve  saltanatın  işte  bu  kötüye  kullanımıdır. Kur’an  bu  örneklerle  gösteriyor  ki , hak  ve  halk   aleyhine  sürüp  giden  egemenliklerin  tarih  boyunca  temsilcisi  olmuş  kral , sadece  yönetim  yetkisi  değil , ilahlık  yetkisi  de  kullanmıştır . Hud  Suresi   97.  Ayet  ‘’ Firavunun  emri  doğruya  ve  güzele  ulaştıran  bir  emir  değildi ‘’ diyor . Emir , egemenlik , yargı  ve  komuta  yetkisi  firavuna  verilmiştir , Kur’an  buna  itiraz  etmiyor . İtiraz  edilen  ve  kötülenen  bu  yetkinin  kötüye  kullanımıdır . O  halde , hüküm-emir  ve  mülkten  insana  nasip  verilmiştir  ama  bu  nasip  çizgisini  aşarak  Allah’ın  sınırlarına  tecavüze  yeltenmemesi  insandan  istenmiştir . Ne  yazık  ki  insanoğlu  bu  tecavüzü  sürekli  işlemiş , ulûhiyet  alanına  girmekte  çok  cüretli , çok  küstah  davranmıştır .
            Allah’ın  mülk  ve  hâkimiyetinin  iki  kategorik  tecellisi  vardır .  Tekvini  tecelli  ( var etme- yaratma ), teşrii  tecelli  ( yasa  koyma-yönetme-yargılama ) .  Tekvini  alanda  insana  asla  ve  asla  pay  ve  paye  vermeyen  yüce  Allah , teşrii  alanda  kulunu  nasip’li  kılmıştır . Ancak  ondan  istediği  bir  şey  vardır . Bu  nasibini  kullanırken  Yaratıcısının  gösterdiklerine  saygılı  olmak  ve  kendisine  ayrılan  alanın  dışına  çıkmamak . Hükmün  Allah’a  aidiyetini  ifadeye  koyan  temel  ayetlerde  çoğumuzun  gözden  kaçırdığı  bir  incelik  vardır . O  ayetlerdeki  tanrısal  beyan  o  şekilde  düzenlenmiştir  ki  şu  üç  gerçeği  aynı  anda  ifadeye  koymaktadır : 1) Hüküm  Allah’a  aittir  2) Hükümde  insanın  da  bir  nasibi  vardır   3) İnsan  bu   nasibini  kullanırken  Allah  adına  değil , Allah  için  hareket  etmelidir .
            ‘’ De  ki : ‘ Ben  Rabbimden  gelen  bir  beyyine  ( kanıt , belge ) üzerindeyim . Ama  siz  onu  yalanladınız . Acele  istediğiniz  şey  benim  yanımda  değil . Hüküm  yalnız  ve  yalnız  Allah’ındır . Hakkı  O  anlatır . Ayırt  edip  çözüm  getirenlerin  en  hayırlısı  O’dur .’’  En’am  Suresi  57.  Ayet .  ‘’Sonra  onlar  gerçek  Mevla’ları  olan  Allah’a  götürülürler. Gözünüzü  açın ! Hüküm  yalnız  O’nundur . Ve  hesap  görenlerin  en  süratlisi  de  O’dur .’’  En’am  Suresi  62.  Ayet .  ‘’ O’nun  yanında  nelere  ibadet  ediyorsunuz ? Sadece  bir  takım  isimlere  ki , adları  siz  ve  atalarınız  koymuştur . Onlar  hakkında  Allah , hiçbir  kanıt  indirmemiştir . Hüküm  yalnız  Allah’ındır . O , yalnız  ve  yalnız  kendisine  ibadet  etmenizi  emretti . Eskimez  ve  pörsümez  din  işte  budur . Ama  insanların  çokları  bilmiyorlar . ‘’ Yusuf  Suresi  40.  Ayet .  ‘’ Yakup  şunu  da  söyledi : ‘ Oğullarım , bir  tek  kapıdan  girmeyin , ayrı  ayrı  kapılardan  girin . Gerçi  ben , Allah’ın  takdir  ettiği  bir  şeyi  sizden  savamam , hüküm  yalnız  Allah’ındır . Yalnız  O’na  dayandım  ben , yalnız  O’na  güvenip  dayansın  tevekkül  sahipleri .’’  Yusuf  Suresi  67.  Ayet .  ‘’ O , Allah’tır !  Tanrı  yoktur  O’ndan  başka ! İlkte  ve  sonda  da  hamt  yalnız  O’nadır ! Hüküm  de  yalnız  O’nundur . Ve  siz  yalnız  O’na  döndürüleceksiniz ! ‘’  Kasas  Suresi  70.  Ayet .  ‘’ Allah’ın  yanında  diğer  bir  tanrıya  daha  kulluk  etme ! İlah  yok  O’ndan  başka . O’nun  yüzü  dışında  her  şey  helak  olacaktır . Hüküm  yalnız  O’nundur  ve  O’na  döndürüleceksiniz .  Kasas  Suresi  88.  Ayet . ‘’Bu  halinizin  sebebi  şu : Allah’a,  yalnız  O’na  çağrıldığınızda  inkâr  etmiştiniz . O’na  ortak  koşulduğunda  ise  iman  ediyordunuz . Artık  hüküm  o  en  yüce , o  en  büyük  olan  Allah’ın . ‘’ Mümin  Suresi  12.  Ayet .
            Bu  ayetlerde  kullanılan  ifade  aynı  anda  hem  ‘’ hüküm  Allah’ındır ‘’  anlamını , hem  de  ‘’hüküm  Allah  için  olmalıdır ‘’ anlamını  veren  bir  ifadedir . Kur’an’daki  hâkimiyet  kavramından  ne  anlaşılacağı , insana  verilen  hâkimiyet  yetkisinin  nasıl  kullanılması  gerektiği  iki , üç  kelimeyle  formüle  edilmiştir . Şu  halde , din  üzerinden  siyaset  yapan  zihniyetlerin  bağırıp  çağırdıklarının  aksine  Kur’an , insanın  hiçbir  hâkimiyet  yetkisi  kullanamayacağını  değil , kullanabileceğini , ancak  bu  kullanım  sırasında  Allah’ın  hoşnutluğunun  unutulmaması  gerektiğini  göstermektedir . İnsan  hâkimiyet  kullanacaktır  ama  bu  hâkimiyeti  ‘’ Allah  için ‘’  olacaktır .  Esasen  bu  gerçek  daha  tevhidin  formül  cümlesi  olan  ‘’ La  ilahe  illallah – Allah’tan  başka  ilah  yoktur .’’  sözünde  de  dile  getirilmiştir . Kur’an’ın  hâkimiyet  anlayışının  en  ideal  formülü  kelime-i  tevhittir . Kelime-i  tevhidin  ortadan  kaldırmak  istediği  ilahlık  sadece  doğa  ötesi  anlamda  bir  ilahlık  değildir ; belki  ondan  daha  önce  ve  daha  önemli  olarak , yarı  ilah  kralların  örtülü  ulûhiyetlerini  yok  etmektir . Şunu  da  ekleyelim , Hz.  İsa’nın  ‘’ Tanrı’nın  hakkını  Tanrıya , Kayser’in  hakkını  Kayser’e  verin . ‘’ sözü , bize  göre  mistik  bir  kelime  ifade  etmiyor .  Tam  tersine , Hz.  İsa  o  sözüyle  kralın , egemenliği  saptırarak , hakkı  olmayan  ulûhiyet  alanına  girdiğini , onun  o  alandan  çıkarılması  gerektiğini  söylemektedir . Kral , sadece  siyasal  egemenlik  kullansın , ulûhiyet  alanına  giren  egemenliğe  el  atmaya  kalkmasın  denmektedir . Peygamber , siyasal  egemenliğin  bekçiliğini  yapmıyor , Allah’ın  egemenliğine  tecavüz  azgınlığını  deşifre  ediyor , engellemeye  çalışıyor . Ve  tabii , peygamberliğinin  bir  uzantısı  olarak , siyasal  egemenliğin  bir  görev  olmaktan  çıkarılıp  ebedi  bir  hakka  dönüştürülerek  zulüm  ve  sömürü  aracı  yapılmasına  da  karşı  çıkıyor . Bunun  içindir  ki  Hz.  İsa      ‘’ kralın  hakkını  krala  verin ‘’  gibi , görünüşte  mistik  teslimiyet  ifade  eden  sözüne  rağmen , hatta  belki  de  o  sözü  söylediği  için , ölüme  mahkûm  ediliyor . Anlaşılan  o  ki , Hz.  İsa’nın  sözündeki  gerçek  anlamı , Hz.  İsa’yı  izlediklerini  söyleyen  ruhban  sınıfından  çok , krallar  ve  onlara  bağlı  egemen  sınıf  kavramıştır .
            Kelime-i  tevhitle  egemenlikleri  kırılan  yarı  ilah  kralların  bu  güçleri  yok  edilince   onu  kim  kullanıyor ? Allah  egemen  oluyor  denebilir . Ama  unutmamak  gerekiyor  ki  Allah  somut  bir  varlık  değil . Kitlelerin  yönetimi  ve  adalet  dağıtımı  için  somut  bir  egemen  güce  ihtiyaç  vardır . Kur’an  egemen  gücü  insan  olmaktan  çıkarmıştır . Egemen  güç , Allah’ın  indirdiği , gösterdiğidir , yani , ilkelerdir .  Bunu  modern  zamanların  hukuk  diline  çevirirsek , egemen  güç , hukukun  ilkeleridir . Modern  hukuk  anlayışının  ittifak  noktalarından  biri  olan  bu  tespit , Kur’an’da yüzyıllarca  önce  verilmiştir . Bugün  sulta , artık  kişinin  veya  kişilerin  değildir . Hükümet  edenler , sultanın  sahibi  değil , emanet  taşıyan  görevlilerdir . Sultanın  sahibi , tüzel  kişilik  olan  devlettir  deseniz  bile  bu , son  tahlilde  yine  hukukun  egemenliği  anlamına  gelmektedir . Hukukun  egemenliği , yani , ilkelerin  egemenliği , yani , Allah’ın  indirdiği  ile  hükmetmek , modern  hukuku  reddetmeyi  değil , İslam  bünyesine  Emevi’ler   tarafından  sokulmuş  bulunan  ve  esası , Hıristiyanlığı  dejenere  eden  Pavlus’a  çıkan  saltanat  anlayışını  reddetmeyi  gerektirir .
             Kur’an’ın  Nisa  Suresi  75.  Ayeti , zulüm  sergileyen  yöneticilere  karşı  savaşılmasını  istiyor.  ‘’ Size  ne  oluyor  da  Allah  yolunda  ve  ‘ Ey  Rabbimiz , bizi , halkı  zulme  sapmış  şu  kentten  çıkar  katından  bize  bir  dost  gönder , katından  bize  bir  yardımcı  gönder !’  diye  yakaran  mazlum  ve  çaresiz  erkekler , kadınlar , yavrular  için  savaşmıyorsunuz !’’  Ama  saltanat  destekçisi  bazı  Fıkıh  bilginleri , bırakın  Nisa  suresi  75. Ayeti  işletmeyi , saltanatçı  hezeyanlara  destek  yaratmak  için  uydurma  bir  hadis  de  bulmuştur . Şöyle  diyor  o  uydurma : ‘’ İster  iyi  huylu , ister  facir – ahlaksız , günahkâr  olsun , hatta  büyük  günah  işlemiş  olsa  bile , her  kişinin  arkasında  farz  namazları  kılmanız  sizin  için  bir  görevdir .’’  ( Ebu  Davut , salat  62 ) Kur’an’ın  ruhuna  tamamen  ters bu  sözün  Peygamberimize  nispetini  kabul  etmekten  Allah’a  sığınırız . Saltanat  ulemasının  esas  günahı , sultanları  bir  tür  ilah  seviyesine  çıkaran  ve  bunun  için  muazzez  Peygamberimizi  alet  eden  hadis  patentli  şu  hezeyanı  halkın  zihnine  sokmalarıdır : ‘’ Sultan  ( kral ) , yeryüzünde  Allah’ın  gölgesidir . ‘’ 
             Allah  ile  aldatan  zihniyet , Allah  tarafından  insana  bir  nasip  olarak  verilmiş  olan  mülk  ve  emir  ( yönetim )  yetkisini  inkâr  ederken , insanın  kullanımına  asla  açılmayan  bir  hâkimiyet  türünü  tepe  tepe  kullanmaktadır . Bu  hâkimiyet  türü , dinde  hüküm  koyma  yetkisidir . Bu  alan , insanın  tüm  tasarruflarına , hatta  yorum  ve  içtihadına  kapalıdır .


Bu  hâkimiyet  alanı  din  buyruğu  sayılacak  ilkeler  belirleme  alanıdır  ki , ona  en  küçük  bir  iştirak  açıkça  şirktir . Bu  alanın  iman  ve  ibadet  şeklindeki  alt  başlıklarında  insanın  yorum  ve  içtihat  yetkisi  bile  yoktur . Muamelelerdeki  yetki  ise  buyruk – amaç  hüküm , koymaya  yönelik  bir  yetki  değildir , araç  hükümleri  belirlemeye  yönelik  bir  yetkidir . Araç  hüküm  belirlemek  din  koyuculuğu  değil , dinin  uygulayıcılığıdır  ki , bu  zaten  insana  Allah  tarafından  verilmiştir . İnsandaki  hâkimiyet  nasibi  de  bundan  ibarettir . Amaç  hükümleri , yani  evrensel-ortak  varlık , insanlık  ve  hayat  değerlerini  bizzat  Allah  koyar .  Ve  O  bunları  koymuş , Kur’an  vahyi  ile  tamamlamıştır . ‘’Rabbinin  sözü  hem  doğruluk , hem  de  adalet  bakımından  tamamlanmıştır . O’nun  sözlerini  değiştirecek  hiçbir  kuvvet  yoktur . ‘’  En’am  Suresi  115.  Ayet .   
              Yönetim  ve  yargıda  kendisine  sınırlı  bir  hâkimiyet  verildiğini  gördüğümüz  insana  bu  hâkimiyetin  tek  bir  alanda  asla  verilmediğini  de  Kur’an’dan  öğreniyoruz . Bu  alan  din  kurma , dini  tamamlama  ve  dinde  hüküm  koyma  alanıdır . Din  kurma  ve  dinde  hüküm  yetkisi , ulûhiyetin  devir  ve  bölünme  kabul  etmeyen  yetkisidir . Allah  bu  yetkinin  kullanımında  iştirak  kabul  etmez . Bu  öylesine  tartışılmaz  bir  gerçektir  ki , dini  insanlığa  tebliğ  eden  peygamberlere  bile  dinde  sadece  elçilik  görevi  verilmiş , bu  görevi  ortaklık  biçiminde  anlamamaları  için  çok  titiz  uyarılar  yapılmıştır .
             Kur’an’da , insanın  siyasal  hâkimiyetinden  yani  hüküm  verme  yetkisinden  şikâyet  yoktur . Şikâyet , insanın  hüküm  ve  hâkimiyetinde  Allah’ın  indirdiğinin  dışlanmasıdır . Yönetim  ve  egemenlikte  Allah’ın  indirdiğinin  devre  dışı  tutulması  ve  onun  yerine  insan  irade   ve  keyfinin  geçirilmesidir . O  halde  omurga  kavram  ‘’ Allah’ın  indirdiğidir.’’ Hüküm , Allah’ın  indirdiği  ve  Allah’ın  gösterdiği  ile  yürütülecektir . ‘’ Şunda  kuşku  yok  ki , biz  bu  Kitap’ı  sana , insanlar  arasında  Allah’ın  sana  gösterdiği  ile  hükmedesin  diye  hak  olarak  indirdik . Sakın  hainlere  yardakçı  olma ! ‘’ Nisa  Suresi  105.  Ayet .   
              Allah’ın  indirdiği  ve  gösterdiği  nedir ? Allah  ile  aldatan  zihniyetler  Allah’ın  indirdiğini  de , gösterdiğini  de  ‘’ din  nassları  ‘’  yani  dinsel  nakiller  ile  dondururlar . Bu  asla  doğru  değildir . Şikâyetçi  olmayıp  böyle  kabullenirsek  bunun  arkasından  ‘’ Allah  ile  aldatma  odaklarının  din  dedikleri  ‘’ devreye  girmekte  ve  hem  dinin  hem  de  insanın  üstüne  oturmaktadır . Bu  noktada , Allah’ın  indirdiği  ile  hükmetmek , Allah  ile  aldatanların  kutsadığı  zübürlerle   ( kutsallaştırılmış  mezhep  ve  hizip  kitapları ) hükmetmekle  eşitlenir . İslam  açısından  bunun  sonucu  şudur : Allah  ile  hükmetmek , geleneksel  fıkıh  kitaplarındaki  kurallarla  hükmetmekle  eşitlenir . Tıpkı  İslam’ın  şeriatla  eşitlenmesi  gibi . Oysaki  şeriat , değil  İslam  ile  fıkıh  kitaplarıyla  bile  eşit  değildir . Çünkü  o  kitapların  her  biri  bir  başka  şeriat  sergiler . İslam  ile  eşitlenen  şeriat  bunların  hangisi  olacaktır ? Bunca  farklılığın , adı  Allah’ın  dini  olan  İslam  ile  bir  tutulması  mümkün  müdür ? Kur’an , şeriattan  söz  ederken  ‘’ sizin  her  biriniz  için  bir  şeriat  belirledik . ‘’  Maide  Suresi  48 . Ayet ,  diyor  ama  dinden  söz  ederken  ‘’ Allah  katında  din  yalnız  İslam’dır . ‘’  Al-i  İmran  Suresi  19.  Ayet , buyuruyor . Allah  katında  tek  olanla  insanlar  arasında  yüzlercesi  bulunan  nasıl  olur  da  bir  ve  aynı  olur ! Şeriat , İslam’dan , bir  kişinin  veya  toplumun  anladığıdır . Onun  için  bir  değil , birçok  şeriat  vardır . Ama  İslam  tektir .
             O  halde , Allah’ın  indirdiği  ve  gösterdiği  nedir ?           
              Allah’ın  indirdiği  ve  gösterdiği , kullanımı  emredilen  ilke  kaynaklarının  tümüdür . Bu  kaynaklar  şunlardır :  1 ) Yaratılış  kanunları , sünnetullah , kader ,  2 ) Tanrısal  vahiy , Kitap , Kur’an , 3 ) Akıl ,  4 ) Bilim ,  5 ) Maruf , ortak – evrensel  insanlık  değerleri .
              Allah’ın  indirdiği  sadece  din   buyrukları  değildir . Yine  dinin  beyanıyla , birkaç  değerin  daha  ‘’ Allah’ın  indirdiği ‘’  ve  ‘’ gösterdiği ‘’  cümlesinden  olduğunu  anlıyoruz . Eğer  Allah  için , O’nun  dini  adına  konuşmak  gibi  bir  hak  ve  ödevden  söz  edeceksek  bilmeliyiz  ki  bu  hak  öncelikle  aklın  ve  varlık  kanunlarının  hakkını  verenlerindir . Akla  ve  kanunlara  tersliği adeta  dinleştirmiş  benliklerin  ‘’ Allah , aklını  işletmeyenler  üzerine  pislik  yağdırır ‘’  Yunus  Suresi  100.  Ayet , diyen  bir  kitabın  dini  adına  iddiaları  olmaması  gerekir . Allah’ın  indirdiği  ile  hükmetmeyenlerin  zalim , kâfir  ve  fasık ( Allah’ın  emirlerini  tanımayan günah  işleyen ) olduklarında  en  küçük  bir  tereddüt  duymamalıyız .
              ‘’  Eğer  Kitap-ı  Mukaddes’in  izleyicileri  gerçek  inanca  ve  Allah’a  karşı  sorumluluk  bilincine  ulaşmış  olsalardı , Biz  gerçekten  onların  geçmiş  kötülüklerini  siler  ve  onları  nimet  bahçelerine  sokardık. Eğer  onlar  Tevrat’a  , İncil’e  ve  Rableri  tarafından  kendilerine  indirilmiş  olan  bütün  vahiylere  uymuş  olsalardı , gökyüzünün   ve  yerin  tüm  nimetlerinden  yararlanırlardı  Onların  bir  kısmı  doğru  bir  yol  tutarlar ; çoğuna  gelince , yaptıkları  ne  kötüdür  onların ! Ey  elçi Rabbinden  sana  indirileni  tebliğ  et . Sen  onu  tam  yapmadığın  sürece  Rabbinin  mesajını  hiç  yaymamış  olursun . Görevini  yaparsan  Allah  seni  inanmayan  insanlardan  koruyacaktır . Allah , hakikati  inkâr  eden  insanları  doğru  yola  iletmez . De  ki : ‘ Ey  Kitap-ı  Mukaddes’in  takipçileri ! Siz  Tevrat’a , İncil’e  ve  Rabbiniz  tarafından  size  indirilen  her  şeye  tam  olarak  uymadıkça  inançlarınızı  sağlam  bir  temele  oturtmuş  olmazsınız !’ Fakat  ey  peygamber , Rabbin  tarafından  sana  indirilenler , onların  çoğunu  kibirli  küstahlıklarında  ve  inkârcılıkta  daha  inatçı  yapacaktır . Ama  hakikati  inkâr  eden  insanlara  üzülme ; çünkü , bu  ilahi  kelama  iman  edenler  ve  Yahudi  itikadına  uyanlar  ile  Sabiiler  ve  Hıristiyanlardan  Allah’a  ve  Ahiret  Gününe  inanıp , doğru  ve  yararlı  fiillerde  bulunanlar , ne  korkacak , ne  de  üzüleceklerdir .’’  Maide  Suresi  65.  69.  Ayetler.
             ‘’ Sina  dağını , adeta  bir  gölge  gibi  İsrail oğullarının  tepesinde  salladığımız  ve  onların  da  dağın  üzerlerine  yıkılacağını  düşündükleri  zaman  onlara  dememiş  miydik  : ‘ Size  bahşettiğimiz  kitaba  sımsıkı  sarılın  ve  onun  içindekileri  aklınızda  iyi  tutun  ki  Allah’a  karşı  sorumluluk  bilincine  erişesiniz ! ‘’    Araf  Suresi  171. Ayet .
             ‘’ Gerçek  şu  ki , biz  Musa  ile  Harun’a , Allah’a  karşı  sorumluluk  bilinci  taşıyan  kimseler  için  doğruyu  eğriden  ayırmaya  yarayan  bir  ölçü , ışık  saçan  bir  kaynak  ve  bir  uyarıcı  hatırlatıcı  olarak  vahyimizi  bahşettik . O  bilinçli , duyarlı  kimseler  ki , algı  ve  tasavvurlarının  ötesinde  olsa  da  Rablerinden  korkar  ve  son  saatin  kaygısıyla  titrerler . İndirdiğimiz  bu  mesaj  da  öncekiler  gibi  uyarıcı ,hatırlatıcı ,kutlu  bir  mesajdır . Hal  böyleyken  yine  de  onu  inkâr mı  edeceksiniz !’’  Enbiya  Suresi  48.49.50. Ayetler .
             ‘’ Hatırlayın , Musa’ya  ilahi  kelamı , böylece  doğruyu  yanlıştan  ayırt  etmek  için  kullanacağı  ölçüyü  vermiştik  ki  doğru  yola  yönelesiniz . ‘’ Bakara  Suresi  53. Ayet .
             Önceki  peygamberlere  ‘’ doğruyu  eğriden  yahut  hakkı  batıldan  ayırt  etmeye  yarayan  bir  ölçü ( Furkan ) olarak  verilen  vahye  ilişkin  bu  atfın  anlamı  iki  boyutludur . İlki , tüm  ilahi  vahiylerin  tarihi  bir  süreklilik  arz ettiği  yolundaki  Kur’an  öğretisine  işaret  etmektedir . ‘’Onlar  sana  indirilene  de , senden  önce  indirilene  de  iman  ederler .’’ Bakara  Suresi  4. Ayet .   Hayat  Kur’an’ın  bize  öğrettiği  üzere , birbiriyle  bağlantısız  sıçramalar  zinciri  değil , tersine  devamlı  ve  organik  bir  süreçtir . Bu  kanun , insanın  dini  tecrübesini  ( birikimini )  içine  alan  zihin  hayatı  için  de  geçerlidir . Böylece  Kur’an’ın  vazettiği  din , ancak  kendisinden  önce  gelen  ve  İslam  inancına  göre  en  son  ve  en  mükemmel  şekline  İslam’da  ulaşan  büyük  Tek  Tanrılı  itikatlar  çerçevesinde  ele  alınması  halinde  doğru  şekilde  anlaşılabilir . İkincisi  de , bu  atıfla , tüm  ahlaki  değerler  için  sadece  ve  sadece  vahyin  mutlak  bir  ölçü  olabileceği  belirtilmektedir . Hz. Musa  şeriatı , kendine  özgü  çizgileriyle  yalnızca   İsrail  oğullarını  bağladığına  ve   sadece  belirli  bir  tarihsel  ve  kültürel  çerçeve  içinde  geçerli  olduğuna  göre , Furkan  terimi  burada  kendi  çizgileri  ve  şartları  içinde  Hz.  Musa  şeriatıyla  değil ,  fakat  hem   Tevrat’ta , hem  de  bütün  ilahi  mesajlarda  yer  alan  ortak  ve  değişmez  ahlaki  gerçeklerle , temel  ahlaki  ilkelerle  alakalıdır .
               ‘’ Bütün  insanlığa  bir  uyarı  olsun  diye , kuluna , hakkı  batıldan  ayırıcı  bir  ölçü  indiren   Allah , ne  yüce , ne  cömerttir . ‘’  Furkan  Suresi  1. Ayet.
              Furkan  terimi , Kur’an’da , çoğunlukla  vahiy  edilmiş  metinlerin  herhangi  birini ve  özellikle  Kur’an’ı  tanımlamak  için  kullanılır . Enfal  Suresi  29. Ayette  ise  bu  terimle , Allah’a  karşı  sorumluluklarının  tam  olarak  bilincinde  olan  insanları  ötekilerden  ayıran  ahlaki  değerlendirme  melekesine  işaret  edilmektedir . ‘’ Siz  ey  imana  erişenler ! Eğer  Allah’a  karşı  sorumluluk  bilinci  içinde  olursanız , O , size , hakkı  batıldan  ayırmaya  yarayan   bir  ölçü  bahşedecek  ve  kötü  işlerinizi  silip  örtecek , sizi  bağışlayacaktır . Çünkü  Allah , bağış  ve  cömertliğinde  sınır  olmayandır . ‘’
              ‘’Sor  İsrail  oğullarına , onlara  nice  açık  ayet  verdik . Kim  Allah’ın  kutlu  mesajlarını   kendisine  ulaştıktan  sonra  değiştirirse  bilsin  ki , Allah  karşılık  vermede  şiddetlidir .Hakikati  inkâra  şartlanmış  olanlara  yalnız  bu  dünya  hayatı  güzel  görünür . Bu  nedenle  onlar  iman  sahipleriyle  alay  ederler . Ama  kıyamet  günü Allah’a  karşı  sorumluluk  bilinci  duyanlar   onlardan  daha  üstün  bir  konumda   olacaklardır .  Ve   Allah , dilediğine  hesapsız   rızık  verir . ‘’   Bakara  Suresi   211. 212. Ayetler .
              ‘’ Kitap  ehlinden  bir  zümre , sizi  bir  saptırabilsinler  diye  arzu  ettiler . Oysaki  onlar , kendilerinden  başkasını  saptıramazlar . Ama  bunu  fark  etmiyorlar . Ey  Ehlikitap ! Gerçeğe  tanık  olup  durduğunuz  halde , Allah’ın  ayetlerini  neden  inkâr  ediyorsunuz ,  Allah’ın  ayetlerine  neden  nankörlük  ediyorsunuz  ? Ey  Ehlikitap ! Neden  hakkı  batılla  kirletiyorsunuz  ve  bilip  durduğunuz  halde  gerçeği  gizliyorsunuz  ?’’   Al’i  İmran  Suresi  69.70.71. Ayetler.
              ‘’ Ey  iman  edenler !  Sımsıkı  sarılın  Allah’a  ve  Peygamber’e   olan  inancınıza  ve  O’nun  Peygamberine  safha  safha  indirdiği  ilahi  kelama  ve   daha  önce  indirdiği  vahye . Zira  Allah’ı , meleklerini , vahiyleri , peygamberleri  ve  ahiret  gününü  inkâr  eden , gerçekten  şiddetli  bir  sapıklığa  düşmüştür . İman  edip  sonra  hakikati  inkâr  eden  ve  tekrar  iman  edip  yeniden  hakikati  inkâr  eden  ve  sonra  hakikati  inkâr  etmedeki  inkârlarını  artıranlara  gelince , Allah  onları  bağışlamayacak  ve  hiçbir  şekilde  doğru  yola  eriştirmeyecektir.’’  Nisa  Suresi  136.137. Ayetler .
              ‘’ İmana  ermiş  olanların  kalplerinin   Allah’ı  ve  kendilerine  indirilen  hakikati  anarken  acizliklerini  fark  etmelerinin  zamanı  gelmedi  mi ? Ve  vakti  gelmedi  mi  kendilerine  daha  önce  vahiy  indirilmiş  olanlara  ve  zamanın  geçmesiyle  kalpleri  katılaşarak  çoğu  bugün  yoldan  sapmış  olanlara  benzememelerinin .  Ama  bilin ki  Allah ,cansız  hale  gelen toprağa  yeniden  hayat  verir . Ayetleri  size  açık-seçik  bildiriyoruz  ki , aklınızı  kullanabilesiniz .’’   Hadid  Suresi  16.17.  Ayetler .
              Yani , ‘’ Allah’ı  ve  O’nun  vahyini  hatırlamak , onları , kibirlenmek  yerine  acizliklerini  görmeye  sevk  etmez  mi ?’’ Bu  iman  etmeye  karşı  duyulan  her  türlü  küçümsemeye  ve  büyüklük  taslamaya  karşı  ( kendilerini  sofu  gören  bazı  insanlara  çok  fazla  bulaşan  bir  zaaf ) güçlü   bir  uyarıdır .  Yoldan  sapmış  olanlarla  kastedilen , bugün  dinlerinin  etik  ilkelerine  aykırı  davrananlardır . Sahih  itikadın  amacının  insanları  boş  bir  övünmeye  kapılmak  yerine  mütevazı  olmaya  ve  Allah’a  karşı  sorumluluğunu  hissetmeye  sevk  etmek  olduğuna  ve  bu  manevi  tevazuun  kaybolmasının  her  zaman  moral  bir  kopuş / soysuzlaşma  ile  sonuçlandığına  işaret .  
              ‘’ Gerçek  şu  ki , insanı  uyarıp  öğüt  verdikten  sonra , hikmetlerle  dolu  bütün  ilahi  kitaplarda  yeryüzüne  dürüst  ve  erdemli  kullarımın  varis  olacağını  kaydettik . Şüphesiz , bunda  gerçekten  Allah’a   kulluk  eden  kimseler  için  bir  mesaj  vardır.’’ Enbiya  Suresi  105.106. Ayetler.
              ‘’ Yeryüzüne  dürüst  ve  erdemli  kullarım  varis  olacak ‘’  ifadesi , açıktır  ki , ‘’ eğer  gerçekten  inanıyorsanız  mutlaka  insanların  en  üstünü  olacaksınız .’’  Al’i  İmran  Suresi  139 . Ayet  vaadinin  bir  yankısıdır . Allah’ın  insan  için  öngördüğü  yüceliklere  erişmenin  ancak  inanıp  dürüst  ve  erdemli    davranışlar  ortaya  koymakla  mümkün  olduğunu  dile  getiren  bir  ifade .
              ‘’Biz  onların  neler  söylediğini  çok  iyi  biliyoruz  ve  sen  onları  hiçbir  şekilde  inanmaya  zorlayamazsın . O  halde , Benim  uyarımdan  korkanlara  bu  Kur’an  aracılığıyla  hatırlatmada  bulun , öğüt  ver .’’  Kaf  Suresi  45. Ayet .
              ‘’  Yücelerden  bir  ilahi  kelam  indirildi  sana . Artık  gönlünde  bu  konuda  herhangi  bir  şüpheye  yer  verme  ki , onunla , yoldan  sapanları  uyarabilesin  ve  böylece  inananlara  da  öğütte  bulunabilesin .   Rabbinizin  katından  size  indirilene  uyun , O’ndan  başka  önderlerin   ardından  gitmeyin. Ne  kadar  da  az  tutuyorsunuz  aklınızda  bunu. Siz  ne  kadar  da  az  öğüt  alıyorsunuz !’’  Araf Suresi 2,3. Ayetler .
Burada  işaret  edilmek  istenen  ‘’ şüphe ‘’  ilahi  kitabın  kaynağıyla  değil , amacıyla  ilgilidir . Bunun  içindir  ki , hitap  görünüşte  Hz. Peygambere  ise  de , bu  ayet , Kur’an  mesajının  ulaşabildiği  herkesin  dikkatini  iki  yönlü  bir  hedefe , yani , hem  nihai  gerçeğe  karşı  çıkanların  uyarılmasına , hem  de  ona  zaten  inanmış  bulunanların  yönlendirilmesine , öğütlenmesine  çekmek  amacını  yansıtmaktadır . Uyarı  da , öğüt  verme  de , bir  peşpeşelik  içinde  kaynaştırılmış , özet  edilmiştir .
             ‘’ Ey  Muhammed ! Onlara  bir  ayet  getirmediğin  zaman  ‘ Bir  tane  derleseydin  ya ! ‘  (Onu  da  şuradan  buradan  derleseydin  ya ) diye  konuşurlar ./  Ey  Peygamber , onlara  bir  mucize  getirmediğin  zaman , bazı  kimseler  ’ Onu  Allah’tan  elde  etmeye  çalışsan  ya !’  derler .  De  ki : ‘ Ben  sadece  Rabbimden  bana  vahyolunana   her  neyse  ona  uyarım. Bu  Kur’an , inanmak  isteyen  bir   toplum  için   Rabbinizin  katından  bahşedilmiş  bir  kavrama  yöntemi ,  gönül  gözleridir , bir yol  gösterici  ve  iman  eden  bir  toplum  için  rahmettir . ‘’   Araf  Suresi  203.204.  Ayetler .
            Bu  ayetler , en  geniş  anlamıyla , peygamberliğin  tek  makul  ispatını  mesajın  kendisinde  değil , peygamberin  sergileyebileceği  mucizelerde  arayan  dar  kafalılığı , ilkel  düşünce  tarzını  işaret  ediyor .
             ‘’ Yemin  olsun  o  hikmetlerle  dolu  Kur’an’a  ki , hiç  kuşkusuz , sen  gönderilen  elçilerdensin . Dosdoğru  bir  yol  üzeresin . Aziz  ve  Rahim’in  indirdiği  üzeresin . Onunla , babaları   uyarılmamış , tam  gaflet  içinde  bir  toplumu  uyarman  için  gönderildin .’’  Yasin  Suresi  2…..6. Ayetler.
             ‘’ Ey  inanan  kişi , emin  ol  ki , sen  bu  Kur’an’a  her  şeyin  aslını  bilen  ve  her  konuda  doğru  hüküm  ve  hikmetle  edip  eyleyen  Allah  tarafından  muhatap  kılınıyorsun .’’   Neml  Suresi   6. Ayet .
             ‘’ Ey  Muhammed , de ki : ‘ Ben , sadece , kutlu  kıldığı  bu  beldenin ve  var  olan  her  şeyin  Rabbine  kulluk  etmekle  emrolundum . Yani ,  O’na   yürekten  boyun  eğen  kimselerden  olmakla  emrolundum .  Bir  de , bu  Kur’an’ı  insanlara  okuyup  ulaştırmakla  . Bundan  sonra  artık  kim  ki  doğru  yolu  tutarsa , o yolu  kendi  iyiliği  için  tutmuş  olacaktır . Ve  kim  de  yoldan  saparsa , böylelerine  de  ki :  ‘ Ben   yalnızca  bir  uyarıcıyım ’  Ve  yine  de  ki :  ‘ Övgüler  olsun  Allah’a ! Alametlerinin  gerçek  olduğunu  size  gösterdiğinde  ne  iseler  onları  tanıyacaksınız  . ‘  Senin  Rabbin , yapmakta  olduklarınızdan  asla  habersiz  değildir . ‘’  Neml  Suresi  91.92.93. Ayetler.  
             ‘’ Ey  inanan  kişi , apaçık  bir  üslupla  bu  Kur’an’ı  sana  vazeden  Allah , şüphe  yok  ki , seni  ölümden  sonra  yeni  bir  hayata  döndürecektir .  Hakkı  kabule  yanaşmayanlara  de  ki : ‘Kimin  doğru  yolda  yürüdüğünü  ve  kimin  apaçık  bir  sapıklık  içinde  olduğunu  en  iyi  bilen  Rabbimdir! Ve  sen , ey  inanan  kişi , bu  kitabın  sana  ulaşacağını   ummazdın , fakat  işte  Rabbinden  bir  rahmet  olarak  sana  ulaştı . O  halde  gerçeği  örten  nankörlere , inkârcılara   asla  arka  çıkma . Ve  bir  kere Allah’ın  ayetleri  sana  indirilmiş  olduğuna  göre , bundan  sonra  artık  seni  onlardan  alıkoymalarına  sakın  fırsat  verme . Rabbine  yakar , insanları  Rabbine  çağır  ve  sakın  Allah’tan  başka  varlıklara  tanrısal  güçler  ve  nitelikler  yakıştıran  kimselerden  olma . Allah’la  beraber  tutup  diğer  bir  tanrıya  daha  kulluk  etme , yalvarıp  yakarma ! Çünkü  O’ndan  başka  tanrı  yok . Çünkü  O’nun  ebedi  zatından  başka  her şey , herkes  yok  olmaya  mahkûmdur . Hüküm  bütünüyle  O’nun  elindedir  ve  sonunda  O’na  döndürüleceksiniz .’’  Kasas  Suresi  85..88. Ayetler .
            ‘’ Kur’an’ı  sana  vazeden   Allah .‘’  Kur’an  mesajını  alan  kimsenin  , yaşama  tarzını  onun  koyduğu  ilkelere  dayandırma  yönündeki  ahlaki  yükümlülüğüne  işaret  eden  bir  anlam . Bütün  müminlere  hitap  edilerek , sadece  ölümden  sonraki  hayatı  değil, aynı  zamanda , kalpler  Kur’an  mesajına  açık  tutulduğu  ve  onun  ilkelerine  göre  yaşandığı  sürece  bu  dünyada  tadılacak  manevi  dirilişi  ya da  yeniden  doğuşu  da  vaat  etmektedir .
            ‘’ Ne  zaman  ayetlerimiz  bütün  açıklığıyla  kendilerine  okunup  ulaştırılsa , o  bizim   huzurumuza  çıkacaklarına  inanası  gelmeyen  kimseler  ,  ‘Bize  bundan  başka  bir  söylem / bir  öğreti  getir , yahut  bunu  değiştir ’ diyecek  olurlar .  De  ki : ‘ Onu  kendiliğimden  değiştirmem  olacak  şey  değil ;  ben  ancak  bana  vahyolunana  uyarım .  Bakın  ben   Rabbime  baş  kaldıracak  olursam , dehşet  veren  o  büyük  gün  gelip  çattığında  azabın  beni  bulmasından  korkarım ! ‘  De  ki  ’Allah    başka  türlüsünü  dileseydi ,  bu  ilahi  kelamı    okuyup  duyurmazdım .   O  da onu  size  ulaştırmazdı .   Gerçek  şu  ki  bu  vahiy  bana  gelmezden  önce  bir  ömür  boyu  aranızda  bulundum . Öyleyse   yine  de  aklınızı  kullanmayacak  mısınız ?’’   Yunus  Suresi  15.16. Ayetler .
            Üstü  kapalı  olarak  şunu  demek  isterler : ‘’  Neyin  eğri  neyin  doğru  olduğu  konusunda   bizim  kendi  görüşlerimize  uyan  bir  öğreti  getir .’’  Ayette  geçen  ifade , hem  Hz. Peygamber  zamanında , hem  de  daha  sonraki  çağlarda  pek  çok  bilinemezci  tarafından  Kur’an’ın  ahlaka  ve  ahirete  ilişkin  öğretilerine  yöneltilen  son  derece  kişinin  kendi  kanısına  dayanan  eleştirilere  ve  özellikle  böylelerinin , Kur’an’ın  Hz. Muhammed’in  kendi  uydurması   olduğu  ve  dolayısıyla  kendi  kişisel  görüşlerinden  başka  bir  şey  ifade  etmediği  yolundaki  iddialarına  ilişkin  ima  yollu  bir  atıf  durumundadır .
              ‘’ Aklınızı  kullanmayacak  mısınız ? ‘’  Hz.  Peygamberin  diliyle  ifade  edilen  bu  muhakemenin  iki  yönlü  bir  yüklemi  vardır . Çok  genç  yaşlardan  beri  Hz. Muhammed   çevresinde  dürüstlüğü , güvenilirliği  ve  tutarlılığıyla  tanınmıştır . O kadar  ki  Mekkeli   hemşerileri   bu  yüzden  ona  el-emin  / dürüst , güvenilir , sıfatını  yakıştırmışlardır . Buna  ilaveten , döneminde  Araplar  arasında  oldukça  yaygın  bir  eğilimin  tersine , o hayatı  boyunca  ne  bir  tek  mısra  şiir  yazmış , şiir  söylemiş, ne  de  kendisine  özgü , bir  sözle  inandırma  yeteneğiyle  dikkatleri  üzerine  çekmişti . Öyleyse  nasıl  kendisi  uydurdu  dersiniz  diye  soruluyor  müşriklere , Muhammed’in  asla  yalan  söylemeyen  biri  olduğu  yolundaki  ömürlük  gözlemlerinize  dayanan  kanaatinizle , onun  kendi  hayal  gücünden  çıkarıp  sonra  da  Allah’a  isnat  ettiği  yolundaki  şimdiki  zanlarınızı . Hem  nasıl  mümkün  olabilir , kırk  yaşına  kadar  ne  şiir  alanında  ne  de  felsefi  düşünce  alanında  herhangi  bir  ilgi  ya  da  yatkınlık  göstermemiş  olan  birinin  Kur’an  gibi  dil  ve  üslubunda  kusursuz , insan  psikolojisindeki  bilgi  ve  görüşlerinde  onun  kadar  nüfuz  edici , iç  mantığında  onun  kadar  ikna  edici  bir  eser  ortaya  koyması ?   
               ‘’ Bu  Kur’an , asla Allah’tan  başkası  tarafından  tasarlanmış , uydurulmuş  olamaz . Üstelik  o , önceki  vahiylerden  hakikat  adına  bugüne  kalmış  ne  varsa  onu  doğrulayıp , âlemlerin  Rabbinden   geldiğinden  şüphe  olmayan  vahyi  özlü  bir  biçimde  açıklıyor .  Buna  rağmen  yine  de , hakkı  inkâra  şartlanmış  olanlar  ‘ Onu  Muhammed   uydurdu! ’   diyorlar . Onlara de ki : ‘Eğer  doğru  sözlü  kimselerdenseniz , o  zaman , onunkilere  eş değer  bir  sure  getirin ; hem  bu    için  Allah’tan  başka  kimi  yardıma  çağırabilirseniz  çağırın ! ‘  Hayır,  hayır , aslında  onlar  özünü , hikmetini  kavrayamadıkları  ve  önceden  kendilerine  açıklanmamış  her  şeyi  yalanlamaya  eğilimliler  . Onlardan  önce  gelip  geçenler  de  işte  böyle  gerçeği  yalanlamaya  yeltenmişlerdi . Gerçeği  görmek  istiyorsan  zalimlerin  sonunun  nasıl  olduğuna  bir  bak  ! Onların  içinde  bu  ilahi  vahye  hemen  inanacak  olanlar  olduğu  gibi , sonuna  kadar  inanmayacak  olanlar  da  var . Ne  olursa  olsun  senin  Rabbin  bozgunculuk  yapanları  çok  iyi  bilmektedir .’’  Yunus  Suresi  37. … 40. Ayetler.
 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder