‘’ Bunlar Allah’ın
mesajlarıdır. Hakikati
bildiren bu mesajları
sana iletiyoruz. Zira Allah, yarattıklarının haksızlığa
uğramasını istemez.’’ Al’i
İmran Suresi 108. Ayet.
‘’ Elbette ki
doğruya ve güzele
kılavuzlamak, doğru yolu göstermek
sadece bize düşer / bizim
işimizdir. Ve elbette ki
hem öteki dünya, hem
de hayatınızın bu
ilk bölümü üzerindeki
hâkimiyet bize aittir .’’
Leyl Suresi 12. 13.
Ayetler.
‘’ Kur’an, inanmak isteyenler
için gerçek bir
yol gösterici ve
bir rahmettir. Gerçek şu ki,
ey inanan kişi, senin
Rabbin inanmak isteyenler
arasında kendi yasalarıyla
hükmedecektir. Çünkü her şeyin
aslını bilen, en yüce
iktidar sahibi O’dur. Öyleyse, yalnızca Allah’a
güven. Çünkü inandığın şey,
doğruluğu besbelli gerçeğin
ta kendisidir .’’ Neml
Suresi 77.78.79. Ayetler.
‘’ Sen, ey inanan
kişi. Bu kitabın sana
ulaşacağını ummazdın, fakat işte
Rabbinden bir rahmet
olarak sana ulaştı. Öyleyse, artık hakkı inkâra kalkışan
kimselere asla arka çıkma.
Ve bir
kere Allah’ın ayetleri
sana indirilmiş olduğuna
göre, bundan sonra artık sakın seni onlardan
alıkoymalarına fırsat verme. Rabbine yakar
ve insanları Rabbine
çağır. Ve sakın Allah’tan
başka varlıklara tanrısal
güçler ve nitelikler
yakıştıran kimselerden olma, yani
Allah’la beraber tutup
bir başka tanrıya
yalvarmaya kalkma, onlara
kulluk etme. Çünkü O’ndan
başka tanrı yok. O’nun
ebedi zatından başka
her şey, herkes yok
olmaya mahkûmdur. Hüküm yalnız
O’nundur, O’nun elindedir ve sonunda O’na döndürüleceksiniz.
‘’ Kasas
Suresi 86.87.88. Ayetler.
‘’ De ki: Eğer
sapkınlığa düşmüş olsaydım
kendi yüzümden ve
kendi aleyhime sapmış
olurdum. Ama eğer doğru yoldaysam,
yalnızca Rabbimin bana
vahyi sayesindedir. Kuşkusuz O, en
yakın olan, her şeyi işitendir.
‘’ Sebe
Suresi 50. Ayet.
‘’
Ey Muhammed, işte sana
da kendi buyruğumuz
altında hayat veren
bir mesaj vahiy ettik.
Bu mesaj
sana gelmeden önce
sen kitap nedir, iman
nedir bilmezdin. Ama şimdi
bu mesajı bir ışık,
bir nur
yaptık ki onunla
kullarımızdan dilediğimizi doğru
yola ulaştıralım. Şüphesiz sen
de insanları ONUNLA
doğru yola ulaştıracaksın. Göklerde ve
yerdeki her şeyin
sahibi olan
Allah’a götüren yola. Gözünüzü açın, gerçek
şu ki, her şeyin başı ve
sonu Allah’tadır. Bütün iş
ve oluşlar Allah’a
varır. ‘’ Şura Suresi
52.53. Ayetler.
‘’Kuşkusuz Allah, insanların kendisini
bırakıp da yalvardıkları
şeylerin ne olduğunu
çok iyi bilir. Yalnız
O’dur kudret sahibi, hikmet sahibi. Biz
insanın önüne türlü
benzetmeler koyuyoruz, ama onların
gerçek anlamını ancak
bizi tanıyanlar, bize yakın
olanlar kavrayabilir.’’ Ankebut
Suresi 42.43. Ayetler.
‘’ OKU! Yaratan Rabbin
adına, insanı bir yumurta
hücresinden yaratan! Oku! Çünkü
Rabbin sonsuz kerem sahibidir,
insana kalemi kullanmayı
öğretendir, insana
bilmediğini belleten ‘’ Miladi
7. yy. başlarında, insanın mütevazı
biyolojik kökeni yanında, şuur
ve aklına da
imada bulunan Alak
Suresinin bu ilk
ayetleriyle başlayan Kur’an
vahyi, Hz. Muhammed’in 23 yıllık
peygamberliği boyunca devam
ederek vefatından kısa
bir süre önce
nazil olan Bakara
Suresinin 2. Ayetiyle noktalandı. ‘’ Allah’a yöneleceğiniz, sonra herkesin
kazancının kendisine eksiksiz
geri verileceği ve
hiç kimsenin haksızlığa
uğratılmayacağı günün bilincinde
olun. ‘’
Bu
ilk ve son
ayetler arasına sığdırılan
Kur’an, dünyanın dini, sosyal ve
politik tarihini, bilebildiğimiz başka
herhangi bir olaydan
çok daha köklü
bir şekilde etkilemiştir. Hiç bir kitap,
asırlarca insanın sorduğu
şu soruya Kur’an
kadar kapsamlı bir
cevap verememektedir: ‘’Bu
dünyada iyi bir
hayat yaşamak ve
öteki dünyada mutlu
olmak için nasıl
davranmalıyım ?’’ Her ne kadar
Müslümanların çoğu bu soruya yanlış
cevaplar veriyor olsa
da ve büyük
bir kısmı Kur’an’ın
mesajından uzaklaşmış bulunsa
da şu gerçek
değişmemiştir; bütün
müminler için Kur’an, Allah’ın insana
rahmetinin en mükemmel
belirtisi, görüntüsüdür. En derin hikmet,
eşsiz ifade güzellikleri
içinde bu kitapta
dile getirilmiştir. Çünkü Kur’an
katıksız Allah’ın sözleridir.
Kur’an, inanca
götüren en geçerli
yol olarak akla
önem vermekte ve
insan varlığını ruhsal
ve fiziksel - dolayısıyla
sosyal – planda bölünmez bir
bütün olarak görmektedir. Yani, insanın gündelik
davranışlarının, bunlar ne kadar
dünyevi olurlarsa olsunlar, onun ruhsal
hayatından ve kaderinden
ayrı tutulamayacağını vurgulamaktadır. Gerçekliğin bu
şekilde fiziksel ve
ruhsal planda parçalara
bölünemez olduğu anlayışı
her gerçek dini
tecrübede bulunduğu varsayılan
‘’ tabiatüstü unsuru ‘’ esas
alan diğer dinlerin
yörüngesinde yetişmiş insanların
Kur’an’ın bütün dini
sorunlara akıl ağırlıklı
yaklaşımını gerektiği şekilde
anlamalarını güçleştirir. Sonuç olarak, Kur’an’ın ruhsal
öğretileri pratik düzenlemelerle sürekli
olarak bütünleştirmesi ,
‘’dini tecrübeyi ‘’ aydın kavrayışının
ötesinde, gizli şeylerin önündeki
esrarlı bir huşu
ile özdeşleştirmeye alışkın
okuyucuyu, Kur’an’ın sadece
öteki dünyadaki ruhsal
mutluluğa götüren bir
çağrı olmayıp, aynı zamanda
bu dünyada elde
edilebilecek iyi bir
rehber olduğu düşüncesi
karşısında şaşkınlığa düşürür. Kısaca bu insanlar,
Allah’ın yarattığı hayatın
bir bütün olduğu
ve beden ile zihin,
cinsiyet ile ekonomi, bireysel dürüstlük
ve sosyal adalet
gibi meselelerin insanın
ölümden sonraki hayat
hakkında beslediği ümitler
ile ciddi bir
bağlantı içinde bulunduğu
şeklindeki Kur’an tezini
kolayca kabul edemez.
Kur’an
tercümelerini yapan Müslüman
veya gayrimüslim, bütün mütercimlerde
şu ortak özelliği
görürüz. Hepsi Arapça bilgilerini
sadece akademik yollarla, yani, kitaplardan öğrenmişlerdir. Bilimsel otoritesi
ne kadar yüksek
olursa olsun, hiçbiri, ana dili
Arapça olan ve
Arapçadaki deyimleri, zengin ifade tarzlarını,
ifade unsurlarını, nüanslarını fark
edecek biçimde, aktif ve
çağrışımlara duyarlı bir
zihinle kavrayan, kelime ve
cümlelerin ses dokusunun, sese ilişkin
sembolizminin ima ettiği
anlamı bütün derinliği
ve yönsemeleriyle hissedebilen
bir kulak hassasiyetine
sahip kişiler kadar
Arapçaya hâkim olamamıştır. Çünkü herhangi
bir dilin kelime
ve cümleleri, geleneksel olarak
ve bilinç altında, üzerinde uzlaşılan
anlamların sembollerinden başka
bir şey değillerdir. Mütercim, Arapçanın kavram
sembolizmini kendi içinde
yeniden üretemedikçe – yani,
bunların bütün tabiiliği
ve saflığıyla kendi
kulağında ‘’ses verdiğini / şakıdığını ‘’ duymadıkça
yaptığı tercüme, üzerinde çalıştığı
metnin lafzi, yani, sözün söyleniş karşılığını
yansıtmaktan başka bir
şeye yaramaz ve
asıl metnin deruni
anlamını az veya
çok gözden kaçırmış
olur.
Arapça , Semitik bir
dildir . Yani, binlerce yıl hiçbir
kesintiye uğramadan canlılığını
devam ettiren ve
ayrıca son on dört
asır boyunca hiç
değişmeden varlığını sürdüren
tek Semitik dil. Her
dil, halkın özel hayat
anlayışını ve gerçeklik
kavrayışını aktarmaya, ifade etmeye
yarayan bir semboller
bütünü olduğundan, açıktır ki, Arapların
dili, batılı kafanın alışık
olduğundan tamamen farklı
özellikler taşıyacaktır.
Arapça bir deyimin
herhangi bir batılı
deyimden farklı oluşu, ne
sadece Arapçanın sözdizimi
yapısının ve fikirleri
ifade tarzının bir sonucudur,
ne sayısız kelime
formlarının Arap gramerine
kazandırdığı müthiş esnekliğin
eseridir ve ne
de Arapça kelime
hazinesinin olağanüstü zenginliğinin
bir sonucudur. Bu
bir ruh ve
hayat anlayışı farklılığıdır. En mükemmel
şekline on dört asır
önceki Arabistan’da ulaşmış
bir dil olan
Kur’an Arapçasının, özünü doğru
şekilde yakalayabilmek için, Arapların Kur’an’ın
nazil olduğu dönemde
hissettiklerini ve düşündüklerini hissedebilmek
ve düşünebilmek ve
onların dilbilime ilişkin
sembollere verdikleri anlamları
doğru kavrayabilmek şarttır.
Biz
Müslümanlar, Kur’an’ın Allah Kelamı
olduğuna ve bir ‘’ beşer
dili ‘’ vasıtasıyla
Peygamberimiz Hz. Muhammed’e vahiy edildiğine inanırız. Bu
dil, Arap yarımadasının dili idi.
Çölün ve
onun alabildiğine geniş, zaman
dışı sonsuzluk duygusunun
kazandırdığı özgün bir
kavrayış çabukluğu ile
donatılmış bir halkın
dili. Bir çağrışımdan ötekine
kolayca atlayan, çoğu zaman ifade
etmeyi veya aktarmayı
amaçladıkları fikre daha
etkili bir biçimde
ulaşmak için aradaki
kendiliğinden anlaşılan düşünce
basamaklarını veciz bir
şekilde atlayarak ifade eden
bir halkın dili. Bu
eksiltili ifade tarzı
Arapça deyimlerin ve
dolayısıyla Kur’an dilinin
vazgeçilmez bir özelliğini
oluşturur. Öyle ki, aynı
veciz ve çağrışıma
dayalı düşünce niteliklerini
kendi içinde yeniden
üretemeden Kur’an dilinin
yöntemini ve öz
anlamını kavramak imkânsız
hale gelir. Bu nedenle, Arapça ile ileri yaşlarda, bilinçli bir
çaba sonucunda, yani, eğitim yoluyla
tanışan Arap olmayan
biri, ilk çocukluk yıllarından
itibaren dilini düzgün
şekilde kullanmayı öğrenen, içinde yetiştiği
düşünce tarzı, bilinç altında
yer eden ve
böylece farkında olmadan
Arapçanın asli ifade
formlarını ve kalıplarını
üreten bir kavram
dünyası içinde büyüyen
biri, yani bir Arap
gibi olamaz. Fakat bu, yine
de Arap olmayan
birinin Arapçayı gerçek
ruhu ile asla
kavrayamayacağı anlamına gelmez. Yalnızca akademik
incelemeler yoluyla Arapçaya
nüfuz edilemeyeceğine, ayrıca,
filolojik eğitime ilaveten
dilin içsel olarak
hissedilmesine de ihtiyaç
olduğuna işaret eder. Kur’an’ı diğer
dillere aynen çevirebilmek
imkânsız olsa da, Kur’an
mesajını yardım görmeden
yollarını bulabilecek kadar
iyi bilmeyen insanların
kavrayabilecekleri bir biçimde
aktarmak mümkündür.
Kur’an’ın başka bir
dilde anlaşılır kılınması
isteniyorsa, Kur’an mesajı, daha sonraki
İslami gelişmelerin kavramsal
imajlarıyla zihinleri henüz
bulanmamış insanlar için
taşıdığı anlama mümkün
olduğu kadar yakın
bir anlam verecek
şekilde çevrilmelidir.
Kur’an’da kullanılan dini terimleri,
İslam’ın belli kanun, kural
ve uygulamalar demeti
şeklinde kurumsallaşmasından sonra kazandıkları anlamlara
göre tercüme etmekten
daima kaçınılmalıdır. Bu ‘’kurumsallaşma ‘’ İslam
tarihi çerçevesinde ne
kadar meşru da olsa,
söz konusu terimlerin, onları bizzat
Hz. Peygamberin ağzından
duyan insanlar için
taşıdığı ve taşıması
istenmiş olan asıl
anlamını ve amacını
gözden kaçırarak sadece
daha sonraki ideolojik
gelişmeler ışığında yorumlamakla
Kur’an doğru anlaşılmış
olamaz. Mesela, Hz. Peygamberin çağdaşları,
İslam ve
Müslüman kelimesini duyduklarında
onları ‘’insanın Allah’a teslim
olması’’ ve ‘’kendini
Allah’a teslim eden
kişi ‘’ şeklinde anladılar
ve bu terimleri
herhangi özel bir
topluluk veya zümre
ile sınırlandırmadılar. Mesela,
Al’i İmran Suresi
67. Ayette Hz. İbrahim’den ‘’kendini
Allah’a teslim etmiş
oldu .’’ şeklinde söz edilmesi yahut Al’i İmran
Suresi 52. Ayette Hz. İsa’nın
havarilerinin ‘’ şahit ol
ki biz kendimizi
Allah’a teslim ettik ‘’ demeleri gibi. Bu
asıl anlamlar Arapçada
bozulmadan kalmış, hiçbir Arap âlimi de
bu terimlerin geniş
anlamlarından habersiz olmamıştır. Fakat günümüzde
ister inansın, ister inanmasın, özellikle Arap
olmayanlar için durum
böyle değildir. Onlar için
İslam ve Müslüman
terimleri, genellikle
sınırlı ve tarihsel
olarak çerçevelenmiş bir
anlam taşır ve
özel olarak Peygamberimiz
Hz. Muhammed’in izinden gidenleri
ifade eder.
Kur’an münferit
emir ve talimatların
bir derlemesi değil, bölünmez bir bütün
olarak görülmelidir, yani, her ayetin
veya cümlenin diğer
ayetler veya cümlelerle
yakın ilişki içinde
olduğunu ve her
birinin bir diğerini
açıkladığını veya açtığını. Kur’an’ın her
ibaresini ancak başka
yerlerdeki ibarelerle irtibatlandırırsak ve
mesajını sık sık çapraz
referanslara başvurarak ve
her zaman geneli
özelin ve asli
olanı tali olanın
önüne koyarak anlamaya
çalışırsak, Kur’an’ın gerçek anlamını kavrayabiliriz. Bu kural
bilinçli bir şekilde
uygulandığı zaman, Kur’an kendi
kendisinin en iyi
tefsiri olduğunu ortaya
koyacaktır.
Kur’an’ın hiç
bir parçası, saf bir
tarihsel bakış açısıyla
ele alınmamalıdır. Yani,
Kur’an’ın hem Hz. Peygamber
zamanındaki, hem de daha
önceki tarihsel şartlara
ve olaylara yaptığı
bütün atıflar tek
başlarına ele alınmayıp
insani durumun bir
açıklaması olarak değerlendirilmelidir. Bu sebeple, belli bir
ayetin nüzul sebebinin
o ayetin esas
maksadını ve Kur’an’ın
bir bütün olarak
vazettiği ahlaki sistem
ile iç bağlantısını
örtmesine izin verilmemelidir.
Geçmişin büyük
düşünürleri tefsirlerinde Kur’an’a
akılları ile yaklaştılar. Yani, her Kur’an
ibaresinin anlamını hem
Arap dili ve Hz.
Peygamberin öğretileri üzerindeki
engin bilgileri ışığında, hem
de sahip oldukları
genel kültür ve
o güne kadar
insan toplumunu şekillendiren
tarihsel ve kültürel
tecrübelerle açıklamaya çalıştılar. Bu, sebeple, bir müfessirin
herhangi bir Kur’an
ibaresini veya hükmünü
anlama tarzı, zaman zaman
kendisinden önceki müfessirlerin
yükledikleri anlamlardan farklı
olabilir. Hz. Peygamberimizin
şu veciz sözü
bizlere ışık tutmalıdır : ‘’Ümmetimin âlimleri
arasındaki görüş ayrılıkları
ilahi bir rahmetin
ürünüdür .’’ Bu hadis, her türlü
görüş ayrılıklarının insan
düşüncesindeki ilerlemenin temeli
ve dolayısıyla insanın
bilgi seviyesinin gelişmesinde
en güçlü faktör
olduğuna işaret eder.
Fakat geleneksel
bazı kabuller, Kur’an’da bazı
hükümlerin yine bazı Kur’an ayetleriyle neshedildiğini söylemekle
kalmamış, sünnetin de Kur’an’ı
neshettiğini iddia ederek, farkında olmadan
Hz. Peygamberi Allah’ın önüne geçirmiştir.
Klasik fıkıh kitaplarında
sünnetin Kur’an’ı neshi şeklinde
başlıklara rastlamak olağandır. Böyle bir başlık,
bir şirk göstergesidir. Eğer sünnet, yani, Hz. Peygamberin söz
ve fiilleri Kur’an’ı
hükümden düşürebiliyorsa, o
zaman Hz. Peygamber Allah’ın
elçisi olmaktan çıkıp
ortağı konumuna gelmekle
de kalmaz, Allah’tan -haşa- üstün
hale gelir. Çünkü çekişme
ve didişme durumunda
son söz, Allah’ın değil, Peygamberin oluyor.
Mesela, sünnete bağlılığı ile
ünlü mezhep imamlarımızdan İmamı
Şafii sünnetin Kur’an’la
neshedilemiyeceğini, ama
Kur’an’ın sünnetle neshedilebileceğini iddia etmektedir.
Bu iddiasına geçerlilik
ve gerekçe gösterirken
şunu söylüyor Şafii : ‘’Eğer aksini
kabul edersek, yani,
Kur’an’ın sünneti hükümden
düşürebildiğini kabul edersek, o
zaman recim cezası
devreden çıkar. Çünkü bu ceza,
Kur’an’ın Nur Suresi
2. Ayetiyle kaldırılmış görünüyor. O
halde biz, Kur’an’ın sünneti
neshedebileceğini kabul edemeyiz .’’ Allah’ın elçisi
Hz. Muhammed’i Allah’ın
ortağı, hatta Allah’a yön veren kudret
durumuna getiren böyle
bir fikri İslam
adına kabul ve
savunmak mümkün değildir.
Hz. Muhammed zamanında
Arap alfabesinde harekeler – harfleri, sözcükleri okumayı kolaylaştıran
ve harflerin alt ve üstlerine
konan işaretler yoktu. Kur’an
daha sonra derlenip
yazılırken Kur’an kelimelerini
harekeleme Kur’an’a ve
Müslümanlara büyük bir
hizmet gibi, makbul bir
gelişme gibi görüldü. Çünkü Kur’an’ın
istediği anlamını düşünerek
okuma yerine Kur’an
sözcüklerinin telaffuzunu Kur’an
okumak sanan kitleler
bu hareke sistemiyle
istediklerine ulaşmış oluyorlardı. Onlar, artık Kur’an
kelimelerini telaffuz ederek
Kur’an okuma emrini
yerine getirdiklerine inanıyor, rahatlıyorlardı. Bizim ülkemizde
de Kur’an okumak
denince hala, Kur’an sözcüklerini Arap
gırtlağına göre telaffuz
edebilmek anlaşılmaktadır.
Oysaki Kur’an’ın istediği
okuyuşla bunun hiçbir
ilgisi yoktur. Kur’an’ı okumak
anlamını düşünerek okumaktır. Bu
da ancak okunan
metnin dilini bilmekle
mümkün olur.
İslam’ı,
Arap değerlerini egemen
kılma aracı yapan zihniyetler,
harekelemenin yarattığı rahatlık
ve ucuzluktan yararlanmada
çok başarılı olmuş, Kur’an
bildirisinin hakkı olan
kutsallığı Arap diline
yükleyerek Kur’an çevirisinin
okunması yolunu tıkamışlardır. Arapça ve
Arap değerlerini egemen
kılma kârlı çıkmış, Kur’an tebliği
ve Müslümanlar telafisi
imkânsız zararlara uğramıştır. Arapçayı ve Arap değerlerini
egemen kılmak isteyenlerin
Kur’an’ın çevirisini engelleme veya
zorlaştırmada baş vurdukları
yol, ibadetlerin, özellikle
namazın Kur’an’ın çevirisiyle mümkün
olamayacağı iddiasını fıkha
sokup dinleştirmek olmuştur.
‘’ Ey Muhammet!
Sana indirdiğimiz bu
kutsal ilahi kelamda
her şeyi açıkladık
ki insanlar onun
mesajı üzerinde iyice
düşünsünler ve akıl – iz ’an
sahipleri ondan ders
alsınlar ‘’ Sad Suresi
29. Ayet.
Kur’an kutsal
ve bereketli bir kitaptır.
O’nun bereketinden nasiplenmek
için onun ayetleri
üzerinde derinden derine
ve inceden inceye
düşünmek şarttır. Kur’an’dan öğüt nasibi almak,
akıl ve
gönül sahibi olmaya
bağlıdır. Kur’an okumak,
Kur’an’ın ayetlerini anlamak, düşünmek ve
öğüt almak olayıdır. Bu da Kur’an’ı
okumanın, okuyucunun
anlayacağı dildeki karşılığını
okumak veya Arapça
bilmekle mümkün olacağını
gösterir. Ne dediğini anlamadan
Kur’an’ı okumak, Kur’an’ın anladığı
manada okuyuş değildir.
‘’ Kur’an’ı ağır ağır,
düşüne düşüne oku! ‘’
Müzzemmil Suresi 4. Ayet
Hz. Peygamber bir
Arap olduğundan ve
Arap toplumunda yaşadığından, onun mesajı
hitap ettiği kitlenin
anlayabileceği Arapça dilinde
ifade edilmeliydi. Kur’an mesajı
Arapçada başka bir
dille gönderilmiş olsaydı, Hz. Peygamberin muhalifleri
‘’ bizimle senin
aranda bir engel vardır.
‘’ ( Fussilet Suresi
5. Ayet ) sözlerinde haklı olurlardı.
‘’ Eğer bu
ilahi kelamın Arapça
dışında bir dilde
indirilmiş bir hitabe
olmasını dileseydik, onlar ( onu
reddedenler ) bu defa , ‘ Neden onun
mesajları anlaşılır bir
şekilde ifade edilmemiş? Hayret! Arapça dışında
bir dilde indirilmiş
bir mesaj bu
ve tebliğ eden
de bir Arap elçi?
‘ diyeceklerdi. De ki : ‘ Bu
ilahi kelam, ister yabancı
dilde ister Arapça, iman
edenler için bir
rehber ve bir
şifa kaynağıdır. Ona inanmayanlara
gelince, onların
kulaklarında bir sağırlık
var ve bundan
dolayı Kur’an, onlara kapalı, anlaşılmaz gelir. Onlar
çok uzaklardan seslenilen
insanlar gibiler .’’ Fussilet
Suresi 44. Ayet.
‘’ Bu
vahyin indirilişi, Rahman ve
Rahim olan Allah’tandır. Bir ilahi
kelam ki, taşıdığı mesajlar, anlama ve
kavrama yeteneğine sahip, bilgi
ile donanmış insanlar
için Arapça bir
hitabe olarak apaçık
beyan edilmiştir. Güzel haberleri
müjdeleyici ve uyarıcı
olarak. Ama bu ilahi
kelam insanlara ne
zaman tebliğ edilse
çoğu yüz çevirir
ki mesajı duymasınlar. ’ Ey Muhammed ‘
derler , ‘ Kalplerimiz bizi çağırdığın
her şeye kapalıdır, kulaklarımız sağırdır
ve bizimle senin
aranda bir engel vardır.
Öyleyse sen ne
istersen yap, unutma ki
biz de her
zaman yaptığımızı yine yapacağız.
‘’ Fussilet Suresi
2. …5. Ayetler.
Bu ayetler, Kur’an okuyan
ya da dinleyen herkese, onun
çağrısının öncelikle insanın
aklına yöneldiğini ve
duygu’nun ya da duygusal
yaklaşımın, tek başına, hiç bir
zaman inanç için
yeterli bir temel
sağlayamayacağını anlatmak istiyor. Kur’an’ın Arap
dilinde indirilmesinin nedeni, Arap
Peygamber’in önce kendi
yakın çevresindeki insanlara
ve sonra da
onların aracılığıyla bütün
insanlığa onu tebliğ
edebilmesini sağlamak amacıdır. Allah her
peygamberine onlara hakkı
açık açık anlatabilmesi
için kendi kavminin
diliyle mesajlarını indirmiştir. ‘’ Biz her elçiyi, mutlaka kendi
halkının diliyle vahiy edilmiş bir
mesajla gönderdik ki, hakkı
onlara açık ve
dolaysız bir biçimde
ulaştırabilsin .’’ ( İbrahim
Suresi 4. Ayet ) Bütün ilahi
metinler insanlar tarafından
anlaşılsın diye vahiy edildiğine göre, onlardan her birinin,
mesajı ulaştırmakla görevli
peygamber hangi kavimdense
hitap da ilk
ağızda onlara olacağı
için o kavmin diliyle
indirilmiş olması zorunludur. Kur’an dahi, evrensel bir
mesajı ve hedefi
olmasına rağmen bu
bakımdan istisna değildir.
‘’ Ey Muhammed, de
ki : ‘ Ey insanlar, şüphesiz ben Allah’ın hepinize
gönderdiği bir elçiyim. ‘’
Araf Suresi 158. Ayet.
Ayette zikredilen
‘’anlama ve kavrama
yeteneğine sahip insanlar ‘’ , bu ilahi
kelamın manevi kastını, derin anlamıyla
kavrayan ve bu
sebeple onun rehberliğine
teslim olan insanlardır. ‘’Çoğundan’’ kastedilen, böyle bir
yetenekten yoksun bulunan
ve sonuçta Kur’an’ı
anlamsız gören insanlardır. ‘’ Bu iki taraf
arasında bir engel bulunacaktır.
Orada, hayattayken kendilerine eğri
ile doğruyu ayırt
edebilme yetisi bahşedilmiş, onların her
birini taşıdığı belirtiden tanıyan
kimseler olacak. Ve girmek
için can attıkları
halde cennete henüz
girmemiş olan bu
kimseler cennetliklere : ‘ Size
selam olsun ‘
diye seslenecekler. ‘’
Araf Suresi 46. Ayet. ‘’Onlar arasında öyleleri
var ki seni
dinler görünürler, ama kalplerinin
üstüne onları hakikati kavramaktan alıkoyan
perdeler yerleştirdik,
kulaklarına da sağırlık. Ve
hakikatin bütün işaretlerini
görselerdi yine de
ona inanmazlardı .’’ En’am Suresi
25. Ayet. Batıl inançlara
inatla sarılan ve
hakikatin sesini dinlemeyi
reddeden kişinin zamanla
hakikati kavrama yeteneğini
kaybedeceği ve böylece
sonunda kalbinin mühürlenmiş
olacağı şeklindeki ilahi
kanuna bir atıf. Bütün
tabiat kanunları Allah
tarafından vaz’ edildiğinden - ki
bunlara bir bütün
olarak sünnetullah ‘’Allah’ın
kanunu ‘’ adı verilir – bu
mühürleme Allah’a izafe edilmektedir;
oysa bu, insanın hür
tercihinin sonucudur, bir önceden
takdir edilme değildir. Aynı şekilde, bu
dünyadaki hayatları sırasında
hakikate karşı bilerek
kör ve sağır
kalmış olanlar için
öteki dünyada hazırlanmış
olan azap da, onların
hür tercihlerinin tabii
bir sonucudur. Tıpkı öteki
dünyadaki mutluluğun, insanın dürüst
ve erdemlice davranarak
iç aydınlığı ve huzuru
elde etmeye yönelmesinin
bir sonucu olması
gibi. Kur’an’da Allah’ın mükâfatına
ve cezasına yapılan
atıflar bu şekilde
anlaşılmalıdır.
‘’ Şüphesiz senin
Rabbin çok acıyıp
esirgeyen O yüceler
yücesidir! Şüphesiz, bu
ilahi mesaj âlemlerin
Rabbi tarafından indirilmiştir. Onunla, mutlak güvenilirlik
derecesinde olan vahiy
inmiştir senin kalbine ki onunla
uyaran kimselerden biri
olasın ve çevrendekileri apaçık
Arap diliyle uyarasın. Ve
bu mesaj temel çizgileriyle,
hiç şüphesiz, ilahi hikmetleri
bildiren önceki kitaplarda
da yer almaktadır. İsrail oğulları
arasındaki birçok bilginin
bu gerçeği bilmeleri
onlar için yeterli
bir belirti sayılmaz
mı? Onu Arap
olmayan birine indirseydik
ve bu yabancı
onu kendi diliyle
onlara okusaydı, onlar yine
inanacak değillerdi. Biz bu
mesajın o günahkârların kalplerinden
bir yankı bulmadan
geçip gitmesine yol açtık.
‘’ Şuara Suresi
191. ….. 200. Ayetler .
Kur’an’da yer
alan kıssalar , ister Allah’ın
varlığını , eşsiz ortaksız olduğunu , ister mal
mülk , nüfuz ve şöhret
gibi dünyevi bağlılıkların
boş ve değersiz
olduğunu ; ve isterse yeryüzündeki
bütün canlılara karşı
koruyucu ve şefkatli
davranmanın insanın temel
yükümlülüklerinden biri olduğunu
belirtici yönde olsun , bütün
tezahürleri ve boyutlarıyla
manevi / ahlaki gerçeğin
ya da gerçekliğin hemen
her çağda insanlığın
büyük çoğunluğu tarafından
reddedildiğini , bilinç ve duyarlılık
olarak körleşmiş ,
sağırlaşmış yığınların inatçı
tepkileriyle geri
tepildiğini dile getirmektedirler . Kur’an’da anlatılan
kıssalarda tekrarlanan cümleler , ifadeler ve
karşılıklı konuşmalar bize , insanlık durumunun , yahut insanın
temel yaklaşımının gerçekte
hiç değişmediğini ve
sonuç olarak da , hakkı
tebliğ eden kimselerin
her çağda insanın
hırs ve tamah
duygularına karşı , nüfuz ve
iktidar tutkusuna karşı , insanın kendini
beğenmişliğine karşı mücadele
vermek zorunda olduklarını
vurgulamaktadır .
‘’ Sınırsız rahmet
sahibi , imana erişip dürüst
ve erdemli davranışlar
ortaya koyanları sevgiyle
kuşatacaktır . Ey Muhammed ! Biz Kur’an’ı , bu
amaçla senin dilinde
kolaylaştırdık ki Allah’a karşı
sorumluluk bilinci taşıyan
kimseleri onunla
müjdeleyip , boş bir inatla
direnip duranları onunla uyarasın . ‘’ Meryem Suresi
96.97. Ayetler .
Yani , Allah , onlara sevgisini
bahşeder ve onları
yarattıklarını sevme yeteneğiyle
donatır , ayrıca onları hemcinsleri
tarafından sevilmelerini
sağlar . Bu sevgi nimeti , insana ilahi
mesaj yoluyla teklif
edilen doğruluk öğretisinin
özünde mevcuttur .
‘’Sana
sadece bizim mesajımız
emanet edilmiştir . Biz sana
Arapça bir Kur’an
vahiy ettik ki , bütün
kentlerin atasını ve
çevresinde oturanları uyarabilesin . Ve varlığı
her türlü şüphenin
üstünde olan toplanma
gününe karşı onları
uyarasın . O gün bazısı
cennete girecek , bazısı da
yakıcı ateşe . ‘’ Şura Suresi
7. Ayet .
‘’ Biz daha
önce Musa’ya hidayetimizi
ihsan etmiş ve
böylece İsrail oğullarını
ona vahiy edilmiş
olan ilahi kelamın
mirasçısı kılmıştık . Akıl ve
anlayış , kavrama yeteneği sahipleri
için bir uyarı
ve rehberlik aracı
olarak . ‘’ Mümin Suresi
53.54. Ayetler .
Akıl- izan sahibi
olan İsrail oğullarına
ve bu sayede
onların Hz. Musa’nın mesajından ders
çıkarabilmelerine yapılan atıf , kuşkusuz , Kur’an izleyicilerine , bu ilahi kelamın
da ‘’akıl- izan sahipleri ‘’ , ‘’
düşünen bir halk ‘’
ve ‘’akıllarını kullanan
bir halk ‘’ için olduğunu
hatırlatmaktadır .
‘’ Onlar , Kur’an’ın
anlamını inceden inceye
düşünmüyorlar mı ? Yoksa kalpleri üzerinde o kalplerin
kilitleri mi var ? Gerçek
şu ki , kendilerine doğru
yol apaçık gösterildikten sonra
sırtlarını bu mesaja
dönenler böyle yaparlar , çünkü şeytan
onların hayallerini süsleyip
bezemiş ve onları
sahte ve düzmece
ümitlerle doldurmuştur . Bu
şundandır ; Bunlar Allah’ın vahiy ettiği her
şeyden nefret edenlere , ‘Bazı konularda
sizin görüşlerinizle uyuşuyoruz
derler. Ama Allah
onların gizledikleri düşüncelerini
bilir . ‘’ Muhammed Suresi 24.25.26. Ayetler .
Yani , biz , Allah’ı veya
yeniden dirilmeyi yahut
vahiy gerçeğini inkâr
etmeniz konusunda sizinle
aynı görüşte değilsek
de , Muhammed’in bir düzenbaz
ve Kur’an’ın onun
uydurması olduğu konusunda
size katılıyoruz . ( Razi ) ‘’
Doğru yol kendilerine
gösterildikten sonra sırtlarını
bu mesaja dönenler ‘’
ile ilk bakışta , Hz.
Peygamber zamanında dinin
savunulması için savaşmayı reddetmiş
olan ikiyüzlüler ve
yarım gönüllü Müslümanlar
kastedilmektedir. Ancak daha geniş
anlamda bu tanımlama , her dönemde
Kur’an öğretilerinin etkisinde
kalan ama onun
Allah tarafından vahiy edildiğini kabule
yanaşmayan ve bu
nedenle ona ahlaki
olarak bağlanmayan herkes
için geçerlidir .
‘’ Gerçek şu ki
, biz size gerçeği
bütün açıklığıyla gösteren
ayetler , sizden önce geçip
gitmiş toplumların başına
gelenlerden nice dersler
ve Allah’a karşı
sorumluluk bilinci taşıyan kimseler
için bir öğüt
indirdik . Allah , göklerin
ve yerin nurudur. O’nun nuru
içinde kandil bulunan
bir oyuktan yayılan
ışığa benzer . O kandil
ki sırça fanus
içindedir , o fanus ki inci
gibi parıldayan bir
yıldızdır sanki ! Ve o
kandilin yakıtı , ne doğuda
ne de batıda
eşine rastlanmayan mübarek
bir zeytin ağacından
alınmaktadır . Ve o ağacın yağı
öyle arı-duru , öyle parlak
ki neredeyse ateş
değmeden de ışık
verecek . Nur üzerine nur’ dur
o . Allah dilediğini ,
erişmek isteyeni nuruna
eriştirir . İşte bunun içindir
ki Allah insanlara
örnekler vermektedir . Çünkü her
şeyi yalnızca Allah
bilir .’’ Nur Suresi
34.35. Ayetler .
Benzetme ya da
teşbih yoluyla bile
olsa Allah’ı tanımlamak
imkânsızdır . Çünkü ‘’ hiçbir
şey O’na benzemez ‘’ ( Şura 11 ) , ayrıca ‘’ hiçbir şey
O’na denk tutulamaz ‘’ ( İhlas 4 ) Bunun
içindir ki , ‘’ Allah’ın Nur’u ‘’
teşbihi , yaratılmış
varlıklar için kavranılamaz
olan ve dolayısıyla
herhangi bir beşeri
dille ifadesi imkânsız
olan Allah’ın gerçek
mahiyetini değil , sadece , Nihai Gerçeklik
olan Allah’ın hidayete
istekli olan kullarının
duygu ve kavrayış
güçlerine bahşettiği aydınlanmayı
ifade etmektedir . ‘’ Kandil
‘’, Allah’ın peygamberlerine indirdiği
vahiydir ki müminin
kalbinde , yani , söz konusu teşbihteki
‘’ oyuk ‘’ta parıldayan odur . Mümin , aklıyla yani , ‘’yıldız gibi
parıldayan sırça fanusuyla’’
kavrayıp benimsemektedir .
Çünkü akıl , gerçek imanın
insan kalbine ulaşmak
için kullanmak zorunda
olduğu tek yoldur . Zeytin ağacı , bütün
ilahi mesajlar arasındaki
organik bütünlüğü ifade
eden bir ima
durumundadır . Vahiy bir tek
‘’kök’’ ten , ya da
Allah’ın varlığının eşsiz
ve benzersiz olduğu
temel gerçeğinden hareket
ederek insanoğlunun , manevi gelişim
tarihi boyunca , kararlı bir
şekilde boy verip , dini
tecrübenin parlak çeşitlemeleri
içinde dallanıp çiçeklenerek , insanın gerçeği
algı ve kavrayış
seviyesinde sonu gelmeyen
bir genişleme sağlamaktadır . Bu fikrin
zeytin ağacıyla ifade
edilmesi bu ağaç
cinsinin peygamberlerin çoğunun
yaşadığı topraklara , yani doğu Akdeniz
ülkelerine özgü
olmasından ileri
geliyor . Fakat vahyi mesajların
hepsi ve özellikle
de bütün insanlığa
hitap eden Kur’an
vahyi , Mutlak ve Sınırsız
varlıktan kaynaklandığına göre , bunu
simgeleyen ağaç da
‘’ne doğuya ne
de batıya aittir ‘’
ve amacı itibariyle
de evrenseldir . ‘’ Bunlar ,doğruyu , gerçeği apaçık
gösteren , kendisi de açık
olan kitabın mesajlarıdır. ‘’ Yusuf
Suresi 1. Ayet . Mübin sıfat
fiili nitelediği ismin
bir vasfına işaret
edebileceği gibi ( açık , aşikâr , belli , vb. ) onun
işlevini de ifade
edebilir . ( açıklayan , ortaya
koyan ) . Hâkim görüşe göre
burada sözcüğün her
iki anlamı da
kastedilmiştir . ‘’ Nur üzerine nur’ dur
o ‘’ ile ima
edilen de Kur’an’ın
bu özelliğidir. Kur’an mesajı
ışık saçmaktadır , çünkü Allah’tan
gelmektedir . Ona ateş dokunmasa da
neredeyse kendiliğinden ışık
saçacaktır . Yani , insan onun ,
ilahi vahyin ‘’ ateşiyle
tutuşturulduğunun ‘’
farkında olmasa bile , iç
tutarlılığıyla , doğruluğu ve hikmetlerle
dolu muhtevasıyla o , akıl
ve sağduyuyla, peşin hükümsüz
olarak yaklaşan kimselere
ışığını ulaştırabilecek niteliktedir.’’ Kandil, içlerinde yalnız
kendi ismi anılsın
diye Allah’ın yükseltilmesine izin
verdiği evlerdedir . Orada O’nun
kudret ve yüceliği
sabah akşam dile
getirilir .’’ Nur Suresi
36.Ayet ‘’ Allah’ın yükseltilmelerine ve
içlerinde O’nun isminin
anılmasına izin verdiği
evlerde ‘’ Bu ifadeyle , bu ibadet
evlerinde ancak bazı
insanların umulan manevi
amaç yönünde bilinçli
ve duyarlı oldukları , çoğunluğunsa adet
ve alışkanlık seviyesinde
buralara girip çıktıkları
ima edilmektedir .
‘’ Hangi soruyla
karşına çıkarlarsa çıksınlar , biz sana
mutlaka asıl doğru
olan neyse onu
ve hak ve
yorum olarak en
güzel açıklamayı getirmekteyiz . ‘’ Furkan Suresi
33.Ayet.
Burada meselden
veya misalden kasıt , Kur’an’ın vahyi
niteliğine gölge düşürmek
amacıyla ortaya sürülen ,
sözde akla hitap
eden teşbih türünden
itirazlardır . Kur’an kendi kendini
tefsir edici ve
açıklayıcıdır . ‘’ Sen ‘’
kişi zamiriyle hitap
edilen kişi de
yalnızca Hz. Peygamber değil
, aynı zamanda , bütün çağlarda
onun ulaştırdığı mesajı
benimseyen herkestir .
‘’ İşte , biz insanın
önüne bu benzetmeleri
koyuyoruz , ama onların gerçek
anlamını ancak bizi
tanıyanlar kavrayabilir .’’ Ankebut
Suresi 43. Ayet .
Allah’ın
varlığından haberdar olmak , burada , Kur’an kıssalarını
tam anlamıyla kavramanın
bir ön şartı
sayıldığından , bu ayet Kur’an’ın , ‘’insan idrakini
aşan bir hakikatin
varlığına inanan , Allah’a karşı
sorumluluk bilincine sahip
bütün insanlar için
bir rehber ‘’
olduğu ifadesi ile
birlikte okunmalıdır . ‘’ Bu
İlahi Kelam - ki
üzerinde hiçbir şüpheye
yer yoktur - Allah’a
karşı sorumluluk bilincinde
olanlara bir rehber
olarak indirilmiştir. Onlar ki , insan
idrakini aşan olguların
varlığına inanırlar ve
namazlarında dikkatli ve
devamlıdırlar . Kendilerine verdiğimiz rızıklardan
başkaları için de
harcarlar .’’ Bakara Suresi
2,3. Ayetler. Gayb ,
Kur’an’da insan kavrayış
alanının ötesinde bulunan , onu
aşan hakikatin tüm
safhalarını ifade etmek
için kullanılır . Bu nedenle , bilimsel gözlemlerle
ispatı veya reddi
söz konusu olamaz . Örneğin : Allah’ın varlığı , evrenin yaratılış
amacı , ölümden sonraki hayat , zamanın gerçek
mahiyeti , ruhsal güçlerin
varlığı ve birbirleriyle
ilişkileri gibi . Ancak asıl hakikatin
gözlemlenebilen çevreden çok
daha fazlasını kapsadığına
ikna olan kişi , Allah’a imana
ve böylece hayatın
bir anlamı ve
gayesi olduğu inancına
ulaşabilir . Kendisinin
ancak ‘’ insan idrakini
aşan olguların varlığına
inananlar için bir
rehber ‘’ olduğuna
işaret etmek suretiyle
Kur’an , aslında , zihinleri
bu temel öncülü
kabullenemeyenler için kapısının
zorunlu olarak kapalı
olacağını söylemektedir .
‘’ Düşün , öğüt ve
uyarılarla dolu olan
bu Kur’an’ı . Ama
hakikati inkâra şartlanmış
olanlar , boş gurura kapılmış
ve bu sebeple
doğru yolu bırakıp
yanlış ve eğri
yollara sapmışlardır . ‘’
Sad Suresi 1,2.
Ayetler .
İnkâra şartlanmış
olanlar ilahi vahiy
gerçeğini kabul etmeye
yanaşmazlar , çünkü bunu kabul
etmeleri , insanın Allah’a karşı
sorumluluğunun kabulü anlamına
gelir . Ama insanın ‘’kendi
kendine yeterliliği ‘’
şeklindeki küstahça inançta
ifadesini bulan boş
gururları , bunu yapmalarına izin
vermez . ‘’ Sizin tanrınız
Tek Tanrıdır , ne var ki
, ahirete inanmayanların kalpleri
bu gerçeği , boş bir
kibir yüzünden , kabule yanaşmıyor . ‘’ Nahl
Suresi 22. Ayet . Yani ,
insanın bütünüyle bu
eşsiz , ortaksız ilaha kulluk
yapması gerektiği , nihai anlamda
ancak O’na karşı
sorumlu olduğu fikrini
kabul edemeyecek kadar
kutsal ve kibirliler . ‘’ Kendisine ne zaman
‘Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde
ol ! ‘ dense , yersiz gururu onu
günaha sevk eder . Böylelerinin payına
cehennem düşecektir . ‘’
Bakara Suresi 206.
Ayet . ‘’ Gerçek şu ki
insan fütursuzca azar , ne zaman
kendini yeterli görse . ‘’ ( Kendisini
her türlü ihtiyacın
üzerinde görerek ) Bu ayetlerde
ifade edilen düşünce , insanın kendine
yeterli olduğu ve
dolayısıyla ‘’ kendi kaderinin
efendisi ‘’ olduğu
şeklindeki küstahça iddiayı
saçma görerek reddeder . Ayrıca bütün
ahlaki kavramların – iyi
ile kötü , doğru ile
eğri arasındaki ayrım
ölçülerinin – insanın bir Üstün
Güç ‘e karşı sorumluluğu
kavramı ile kopmaz
şekilde bağlı olduğuna
işaret eder . Başka bir
deyişle ,’’ ahlakilik ‘’ kavramı
, böyle bir sorumluluk
hissine – ister bilinçli , isterse bilinç
altında olsun – dayanmadığı zaman
bütün anlamını kaybeder .
‘’ Ey
Muhammed ! Sana indirdiğimiz bu
kutsal ilahi kelamda her şeyi açıkladık
ki , insanlar onun mesajı
üzerinde iyice düşünsünler
ve akıl-izan sahipleri
ondan ders alsınlar .’’ Sad
Suresi 29. Ayet .
‘’ Rabbinden
gelen bir ışıkla
aydınlansın diye , Allah’ın kalbini
kendisine tam teslimiyet arzusuyla
genişlettiği kimse , kalbi kör
ve sağır olanla
bir olur mu ? Kalpleri Allah’ı
anmaya karşı katılaşmış
olanların vay haline . Onlar apaçık
bir sapıklık içindedirler . Allah , bütün öğretilerin
en güzelini , kendi içinde
tutarlı , gerçeğin her türlü
ifadesini çeşitli biçimlerde
tekrarlayan bir
ilahi kelam şeklinde
indirir . Bir ilahi kelam
ki , Rablerinden korkanların ondan tüyleri
ürperir . Sonunda Allah’ın rahmetini
hatırlayınca kalpleri ve
tenleri yumuşar , sakinleşir. İşte Allah’ın rehberliği
böyledir . Doğruya yönelmek isteyeni
bu şekilde doğru
yola eriştirir . Allah’ın saptırdığı
kişi ise hiçbir
yol gösterici bulamaz .’’
Zümer Suresi 22.23. Ayetler .
Ayette
Kur’an’ın başlıca özelliklerinin sıralandığı görülmektedir : Kur’an’ı Allah
indirmiştir . O ilahi kelamdır ,
vahiy meleği ve
peygamber ise bu
kelamın insanlığa ileticileridir . Bunun zorunlu
sonucu olarak Kur’an
‘’ sözlerin en güzelidir ‘’ . Yani , ondaki bilgiler
ve haberler gerçek , hükümler adaletli
ve yararlı , onun gösterdiği
yol doğru ve
kurtarıcıdır . Kur’an bir kitaptır ; insanlığın kurtuluş
rehberi olarak kıyamete
kadar yaşatılması , okunması ,
istifade edilmesi için
yazılı belge haline
getirilmesi gereken ve
öyle de yapılmış
olan ilahi bir
rehberdir. Kur’an , aynı
zamanda kendi içinde
uyumlu , sözleri , nazmı ve üslubu
güzel , ahenkli , içeriği
tutarlıdır . Onda makul ve
izahı mümkün olmayan
hiçbir açıklama yoktur . Kur’an ‘’ mesanidir
‘’ yani , onu okuyanı , dinleyeni yeterince
aydınlatmak için aynı
bilgiler bazen aynı , bazen
farklı ifadelerle tekrar
tekrar dile getiren
veya bıkkınlık vermeden
tekrar tekrar zevkle
okunan , dinlenen bir kitaptır . Mesani kelimesinin , yaratıcı – yaratılan , melek –
şeytan , aydınlık – karanlık , dünya – ahiret, cennet – cehennem , vaat –
tehdit , korku – ümit , buyruklar – yasaklar
gibi ikişerli kavramlarının , hükümlerin Kur’an’da
sıklıkla yer aldığını
belirtmek üzere kullanıldığı
yorumları da yapılmıştır . Kur’an , hem ifade
ve üslubuyla hem
de içeriğiyle okuyucuyu
derinden etkiler ; yerine göre
korkutup kaygılandırır ,
yerine göre sevindirip
ümitlendirir . Hatta ayetlerindeki
ses – anlam uyumu dolayısıyla
Kur’an manasını anlamayanlar
üzerinde bile bu
etkisini gösterir .
‘’ Biz ,
insanlığın kurtuluşu için
hakikati ortaya koyan bu ilahi kelamı
indirdik sana . Kim
buna sarılarak doğru
yola ulaşmayı seçerse
bu kendi lehinedir . Ve kim
de yoldan saparsa
yine kendi aleyhine
sapmış olur . Sen onların
seçimlerini belirleme gücüne
sahip değilsin.’’ Zümer
Suresi 41. Ayet .
‘’ Yalnız Rabbinize yönelin
ve ölümün ve
yeniden dirilmenin azabı
başınıza gelmeden önce O’na
teslim olun , sonra hiç
kimse sizi koruyamaz . Bu azap , siz
farkında olmadan , aniden başınıza
gelmeden önce Rabbiniz
tarafından size indirilmiş
olan en güzel
öğretiye uyun ki , hiç
bir insan kıyamet
günü ‘Allah’a karşı
umursamaz davrandığım ve
hakikati küçümseyenlerden biri
olduğum için yazıklar
olsun bana ! ‘ demesin .
Yahut ‘ Eğer Allah
beni doğru yola
iletseydi mutlaka O’na
karşı sorumluluk bilinci
duyanlardan biri olurdum ! ’
demesin diye . Yahut ,
kendisini bekleyen azabın
farkına vardığında , ‘ Keşke bana
bir şans daha
verilse de iyilik
yapanlar arasına girsem ! ‘ demesin diye . O
zaman Allah şu
cevabı verecektir : ‘ Hayır , olmaz . Mesajlarım sana
ulaştığı halde sen
onları yalanladın , büyüklük tasladın , yersiz bir gurura kapıldın
ve kâfirlerden , hakikati inkâr
edenlerden oldun .’’ Zümer
Suresi 54. ….. 59. Ayetler .
‘’ Hakikati ortaya
koyan Allah’ın bu
mesajlarını sana aktarıyoruz . Eğer Allah’ın
bu ibret dolu
mesajlarına değil de
başka hangi habere , söze , mesaja inanacaklar.’’ Casiye
Suresi 6. Ayet .
‘’ Düşün bu
mesajları , dalga dalga gönderilen
ve sonra fırtına
şiddetiyle patlayan . Düşün bu
mesajları , hakikati dört bir
yana yayan , böylece doğru
ile eğriyi kesin
şekilde ayıran ve
sonra bir öğüt
ve hatırlatmada bulunan . Suçlardan
arınmayı vaat eden
ve bir uyarıda
bulunan. ‘’ Mürselat Suresi
1. …. 6. Ayetler .
Birinci ayet , Kur’an’ın safha
safha vahiy edilişine
işaret iken , ikinci ayet ,
İlahi Kelamın bir
bütün olarak sahip olduğu
gücü ve etkiyi
anlatmaktadır . Kur’an
suçtan arınmayı sağlayan
şeyi , başka bir
deyişle , doğru davranışın prensiplerini
ve ahlaki olarak
yanlış olan ve
kaçınılması gereken şeyleri
gösterendir .
‘’ Elbette ki , bu mesajlar
yalnızca birer hatırlatma
ve öğütten ibarettir . Kim istekliyse onu
hatırlayıp , düşünüp öğüt alabilir . O’nun kutsal
ve soylu vahiyleri
ışığında , yüce ve arı- duru . Elçilerin elleriyle
yayılıp duyurulan ; seçkin ve
erdem sahibi elçilerin .Ama çoğu
zaman insan kendini
mahveder ; hakikati ne kadar
inatla inkâr eder o!
‘’ Abese
Suresi 11. … 16. Ayetler .
Kur’an’ın mesajları , Allah’ın varlığını
ve kudretini hatırlatmaktadır . Kur’an , burada , başka
birçok yerde olduğu
gibi ‘’ bir öğüt verici
ve hatırlatıcı ‘’ olarak tanımlamıştır . Çünkü , onun amacı , insanın Allah’ın
varlığını -bazen belirsiz
veya bilinç altından
da olsa - yaratılıştan
kavrayışını bütünüyle bilincin
aydınlığına çıkarmaktır .
Kur’an’a göre , Mute’al Kudret’in
varlığını sezme , algılama yatkınlığı
insanda yaratılıştan var
olan bir hususiyettir . Sonradan , kendini
beğenmişlik , nefsine
düşkünlük gibi arızi
duygular eliyle ya
da yoldan çıkarıcı
çevresel etkilerle üzeri
örtülebilir , bulandırılabilir
olsa da , böyle içsel , sezgisel bir
idrak imkânının varlığıdır
ki , akıl sahibi her
insanı Allah’ın önünde
‘’ kendi hakkında tanıklık
yapma ’’ya yöneltmektedir .
‘’ Onlara ne
oluyor ki öğüt
verip düşündüren şeyden
yüz çeviriyorlar. Adeta
korkuya kapılmış merkepler
gibiler , aslanlardan ürküp kaçan . İçlerinden
her kişi de
istiyor ki kendilerine
açılmış , açıklanmış
vahiyler verilsin . Asla ! Doğrusu
şu ki onlar
öteki dünyaya inanmazlar
ve ondan korkmazlar . Aslında o bir
öğüt verici , bir düşündürücüdür . Dileyen düşünür
onu ve dileyen
ondan ders alabilir . Ama öteki dünyaya
inanmayanlar Allah dilemedikçe ondan
öğüt alamazlar . Çünkü Kur’an
Allah’a karşı sorumluk bilincinin
ve bağışlanmanın kaynağıdır .’’ Müddessir
Suresi 49. …. 56. Ayetler .
‘’ Gerçek şu ki
, daha önceki günahkâr
nesilleri ortadan kaldırdıktan
sonra , insanlar için bir
aydınlanma kaynağı , bir doğru
yol bilgisi ve
bir rahmet olarak
Musa’ya vahiy edilmiş
kitabı verdik ki , bizi
anıp düşünsünler , öğüt alabilsinler .’’ Kasas Suresi
43. Ayet .
Tedvin edilmiş , (yazıyla kaydedilmiş ) ilk vahyi
yasalar kitabı olması
dolayısıyla Tevrat insanlığın
tarihinde yeni bir
safhayı başlatmıştır .
‘’ Biz seni , yargı
gününde kendi elleriyle
yapıp ettiklerinden ötürü
başlarına bir musibet
geldiği zaman : ‘ Ey Rabbimiz , bize bir
elçi göndermiş olsaydın
senin mesajlarına uyar
ve inanan kimselerden
olurduk ! ‘ demesinler diye
gönderdik . Buna rağmen yine
de kendilerine katımızdan
hakikat geldiği zaman
‘ Niçin ona da
Musa’ya verilenin bir
benzeri verilmedi ?’
derler. Fakat böyleleri ,
bundan önce , Musa’ya verileni
de inkâr etmemişler miydi ‘ Birbirlerini
destekleyen iki büyücü / iki
aldatmaca örneği ‘ diyorlar
ve ekliyorlar : ‘Biz bunların
ikisine de inanmıyoruz .’ De ki: ‘ Eğer
doğru sözlü kimselerseniz , haydi , Allah katından , doğru olana
bu ikisinden daha yakın
bir yol gösteren , bir başka
kitap getirin , ona ben de uyayım .’’
Kasas Suresi 47.48.49.50.
Ayetler .
Kur’an’da sık
sık belirtildiği gibi , Hz. Muhammed’e vahiy
edilen temel ahlaki
gerçekler , bozulmamış haliyle , önceki vahyi
kitaplarda vazedilenlerle esasta
aynıdır . Hz. Muhammed‘in
gerek kendi çağındaki , gerekse sonraki
çağlardaki muhaliflerinin ,
Kur’an’ın güvenilirliğini sorgularken , ‘’ Eğer Allah
tarafından vahiy edilmiş
olsaydı , getirdiği
teklifler ve özellikle
de toplumsal ilkeler , daha önceki
kitaplarda , örneğin Tevrat’ta öngörülen esaslarla
bu kadar kökten
ayrılıklar gösterir miydi ?’’
diyerek itiraz ettikleri
ifade budur . Bu itirazı yapanlar
önceki kitapların zaman
içinde tahrifata uğrayıp
uğramadığını hesaba katmadıkları
bir yana , Kur’an’da sıkça
belirtildiği gibi , önceki yasa
örgülerinin ( şeriatların ) belli
toplumların manevi / ahlaki seviyelerine , insanlık tarihinin
belli safhalarına tekabül
ettikleri ve dolayısıyla
insan inkişafının daha
sonraki safhası için
yeni ilke ve
yasalarla yenilenmeleri gerektiği
gerçeğini göz ardı etmektedirler
‘’Biz , her biriniz
için farklı bir
sistem ve farklı
bir hayat tarzı
belirledik . Eğer Allah dileseydi , hepinizi bir
tek topluluk yapardı , ama , indirdikleri aracılığıyla
sizi sınamak için
başka türlü diledi. O
halde hayırlı işlerde
yarışın ! Hepinizin dönüşü Allah’adır . O zaman Allah , ayrılığa düştüğünüz
şeyleri size gösterecektir .’’ Maide Suresi
48. Ayet . ‘’ Her
biriniz için‘’ ifadesi , insanlığı oluşturan
çeşitli toplumları anlatır . Şir’a yahut Şeria terimi , lafzi olarak
(İnsanların ve
hayvanların yaşamaları için
zorunlu olan su
ihtiyacını karşıladıkları ) ‘’
su kaynağına giden
yol’’ u gösterir ve
Kur’an’da bir topluluğun
sosyal ve manevi
refahı için gerekli
olan bir hukuk
sistemini göstermek için
kullanılır. Diğer taraftan Minhac
terimi , genellikle soyut anlam
taşıyan ‘’ açık yol ‘’ yani
bir ‘’hayat biçimi ‘’
anlamına gelir . Ancak ,
şir’a ve
minhac terimleri , yalnızca belli
bir inanç sistemi
ile ilgili kanunları
değil ama aynı
zamanda Kur’an’a göre
Allah’ın her peygamberi
tarafından tebliğ edilen
bütün değişmez , temel manevi
hakikatleri de kapsayan
din teriminden anlam
olarak daha dar
kapsamlıdır . Çünkü peygamberler tarafından
tesis edilen belli
bir hukuk sistemi ( şir’a
veya şeria ) ve
tavsiye edilen hayat
biçimi ( minhac ) zamanın
ihtiyaçlarına ve her
toplumun kültürel gelişmesine
bağlı olarak değişir . İşte bu
‘’çoklukta birlik ‘’ Kur’an’da
sıkça vurgulanmıştır . ‘’
Her topluluk , merkezinde O’nun ,Allah’ın bulunduğu
kendisine ait bir
istikamete yönelir .’’
Bakara Suresi 148. Ayet . Hz. Peygamberin Ashabı
ile sonraki dönemlerde
yaşamış hemen hemen
bütün klasik müfessirler
bunu , çeşitli dini toplumlara
ve onların ibadetlerindeki farklı
‘’ Allah’a yöneliş ‘’ biçimlerine
bir atıf olarak
görürler . İbni Kesir , bu ayet
ile ilgili yorumunda , bunun Maide
Suresi 48. Ayette yer
alan ‘’ her biriniz için
farklı bir sistem
ve farklı bir hayat tarzı
tayin ettik ‘’ ibaresi
ile içsel bağlantısını
vurgular . Her toplumun ,
Allah’a teslimiyetini ifade
ederken ‘’ kendi istikametine
doğru yöneleceği ‘’ ifadesi , ilk
olarak , insanın namazda Allah’a
yaklaşma niyetinin çeşitli
zamanlarda ve çeşitli
toplumlarda farklı biçimler
aldığını ( Mesela , Hz.
İbrahim’in kıble olarak
Kâbe’yi seçmesi ,
Yahudilerin Kudüs’e , ilk dönem
Hıristiyan kiliselerinin doğuya
yönelmeleri ve Kur’an’ın
Kâbe ile ilgili
buyruğu ) , ikinci olarak ,
namazın hangi yöne
doğru kılındığının - sembolik
anlamı ne kadar
önemli de olsa -
inancın özünü teşkil
etmediğine işaret eder . Çünkü
Kur’an , ‘’ Gerçek erdemlilik , yüzünüzü doğuya
veya batıya çevirmeniz
ile ilgili değildir .’’ Bakara Suresi
177. Ayet ve ‘’
Doğu da
Batı da Allah’ındır’’
Bakara Suresi 115. Ve 142. Ayetlerle buyurmuştur .
Özetlersek , bu ayette , Kur’an’ın ve
diğer ilahi kitapların
aynı kaynaktan geldiğini , temel mesajlarının
aynı olduğu , dolayısıyla Kur’an’ın
daha önce gelmiş
olan ilahi kitapların
hepsini tasdik ettiği
belirtilmektedir . Kur’an’ı
Kerim bizzat Allah’ın
korumasında olup , tahriften ve
bozulmadan korunduğu gibi , diğer
kitapların amel edilmesi
gereken bölümlerini de
yok olmaktan korumaktadır . Kur’an onların
öğretileri kaybolmasın ,
boşa gitmesin diye
onları korur , Allah kelamı
olduklarına dair şahitlik
eder , insanların yapmış olduğu
ilavelerden , tevil ve tahriflerden
onları arındırır , onları tasdik
ve teyit eder . Bu
sebeple Müslümanların , diğer kitapların
Kur’an’ın tasdikinden geçmeyen
veya ona muhalif
hükümleriyle amel etmeleri
doğru değildir . İnsanlık tarihi
boyunca bir tekâmül
söz konusu olduğuna
göre sonra gelen
kitapların öncekilerden daha mütekâmil ( olgunlaşmış , gelişmiş ) ve
daha kapsamlı olması
gerekir . Hz. Muhammed son peygamber
olduğu gibi Kur’an’ı
Kerim de son
ve en kapsamlı
kitaptır . Tevrat’ın ve İncil’in
evrensel doğrularını içermesi
yanında değişmesi gereken
hükümlerini de uygun
olanlarıyla değiştirmiştir .
Allah dileseydi başlangıçtan
itibaren bütün insanlar
için tek bir
kitap gönderir ve
onları tek bir
ümmet yapardı . Fakat birçok
hikmete dayanarak böyle
yapmamıştır . Bunların başında Allah’ın
insanı değişme ve
gelişme kabiliyetiyle yaratmış
olması vardır . İnsanı böyle
yarattığı için dinleri
de yaratılış çizgisine
uygun kılmıştır . Yüce Allah , hayrı
da şerri de
kendisi yarattığı halde
hayra rızası olup
şerre rızası olmadığı
için kullarına hayırda
yarışmalarını , yani , erdemli
bir hayat sürdürme
konusunda birbirleriyle yarışırcasına
gayret göstermelerini ,
bunun için kitabındaki
hükümleri uygulamalarını ,
onun gösterdiği yoldan
gitmelerini emretmekte ,
herkesin O’na döneceğini
ve hak olarak
gönderdiği kitaplar hakkında
yanlış zihniyet , ön yargı
ve inatları sebebiyle
ihtilafa düşüp de
iman etmeyenlerin bu
yüzden ahirette hesaba
çekileceğini bildirmek suretiyle
şerden sakınmalarının gereğine
işaret buyurmaktadır .
‘’ Siz
ey inananlar , gerçek şu ki
, bu sizin ümmetiniz
tek bir ümmettir , çünkü hepinizin
Rabbi benim . Öyleyse yalnızca
bana kulluk edin ! Ama
insanlar aralarındaki bu
birliği paramparça ettiler . Hem
de sonunda topluca
bize döneceklerini unutarak . ‘’
Enbiya Suresi 92.93. Ayetler . Enbiya Suresinin
48. 91. Ayetlerinde ,
Allah’ın birliği , eşsiz-ortaksız olduğu
ilkesini tebliğ eden
önceki bazı peygamberleri
hatırlatıldıktan sonra O’na
inananların birliğiyle bir
arada düşünülmesi gereken
tevhit ilkesine dönülüyor .
Enbiya 93. Ayette hitabın
aniden ikinci çoğul
şahıstan üçüncü şahsa
dönmesi Allah’ın şiddetli
hoşnutsuzluğunun – yani
müminlerin birlik ve
beraberliğini bozan ya da
bozmaya kalkanlardan ‘’ yüz
çevirmesinin ‘’ ifadesidir . ‘’Ama
sizi izlediklerini söyleyen
toplumlar aralarındaki bu
birliği bozup parça
parça oldular . Her hizip
ancak kendi benimsediği
öğretinin dar ve
katı kalıpları içinde
rahat soluk alır
oldu . ‘’ Müminun Suresi 53. Ayet.
‘’Ellerinde bulunanla hoşnutluk
duyar oldular .’’ Bu
ayet ilk ağızda , şu
ya da bu yoldaki
muhtelif dini gruplara , yani , daha önceki
vahyi tebliğlerden birini
ya da ötekini benimseyen , ama zaman
içinde tevhidi yoldan
ayrılıp , Yahudilik , Hıristiyanlık
gibi ayrı isimler
altında hizbi bir
taassup içine kapanıp
katılaşan ve her
biri kendi doğmalarına , kendi biçimsel , törensel uygulamalarına kıskançlıkla
sarılıp , diğer bütün ibadet
yollarına karşı en
küçük bir müsamaha
göstermekten uzak kalan
gruplara işaret etmektedir .
‘’ Biz her
ümmete , kulluklarını göstermeleri için
ayrı bir ibadet
tarzı tayin ettik . Bunun
içindir ki , ey inanan
kişi , seninkinden başka yollar
tutan kimseler bu
konuda seni tartışmaya
sürüklemesinler . Sen yalnızca onların
hepsini Rabbine çağır , çünkü
sen gerçekten dosdoğru
bir yol üzerindesin . ‘’ Hac
Suresi 67. Ayet Müminun Suresi
53. Ayetteki kınama , ayrıca ,
bu yerleşik ve
kurumlaşmış dinlerin , kendi içlerinde
birliği bozan hizipleşmeye
de işaret etmektedir
ki bu bütün
ümmetler için geçerlidir
ve dolayısıyla son
Peygamber Hz. Muhammed’in bugüne
kadar uzanan bütün
izleyicilerini de içine
almakta ve onları , çağımızda İslam
dünyasının içine gömüldüğü
doktriner uyuşmazlığı önceden
haber veren ve
bunu kınayan bir
mesaj vermektedir . Hz.
Muhammed’den rivayet edilen
bir hadise göre : ‘’Yahudiler yetmiş bir
fırkaya , Hıristiyanlar yetmiş iki fırkaya
bölünmüşlerdir . Benim
ümmetim ise yetmiş üç
fırkaya bölünecektir.’’
Burada belirtilmelidir ki , klasik
Arapçada yetmiş sayısı
çoğu zaman belirli
bir sayısal değeri
değil , bir çokluğu ifade etmek için
kullanılır . Dolayısıyla
burada Hz. Peygamberin ifade
etmek istediği husus
da , Müslümanların sonraki çağlarda
pek çok hizip
ve fırkalara ayrılacağı , bu konuda
Yahudi ve Hıristiyanları geride
bırakacakları hususudur .
Öğretilerin evrensel geçerliliği
ve metinsel değişmezliği
ile Peygamber Hz. Muhammed’in ‘’ hatemul-enbiya ‘’ yani , peygamberlerin sonuncusu
olması gerçeği nedeniyle , Kur’an , bütün vahiylerin
zirvesini temsil eder
ve ruhi / manevi tatminin
en son , en mükemmel yolunu
ortaya koyar . Ancak Kur’an
mesajının bu benzersizliği , önceki inançların
mensuplarını Allah’ın rahmetine
ulaşmaktan alıkoymaz . Çünkü ,
Kur’an’ın sıkça işaret
ettiği gibi , onlar arasından Tek
Allah’a ve Hesap
Gününe ( yani , bireyin ahlaki
sorumluluğuna ) katıksız
biçimde inananlar ve
erdemlice yaşayanlar , ‘’ne korkacak
ne de üzüleceklerdir . ‘’
En
başa , Kasas Suresinin 49. Ayetine
dönersek , özellikle son
cümlesinden ( Biz bunların
ikisine de inanmıyoruz.)
açıkça anlaşılacağı üzere , bu
gayri samimi iddianın
amacı Kur’an karşısında
eldeki Eski Ahit’in
güvenilirliğini , sıhhatini
savunmak değil , fakat daha
çok , hem Eski Ahit’e
, hem de Kur’an’a
duyulan güveni sarsarak , din dışı
zihniyetin doğal olarak
her zaman karşı
olduğu temel dini
ilkeyi , yani İlahi Vahiy
fikrini , insanın var olan
her şeyin Yaratıcısı
ve Sebebi olan
Allah’a karşı mutlak
bağımlılığı ve sorumluluğu
fikrini çürütmektir . Tevrat ve
Kur’an’dan bahsedilirken ,
İncil’den bahsedilmemesinin nedeni , Hz. İsa’nın kendisinin
de belirttiği gibi , onun
mesajı Hz. Musa’nın tebliğ
ettiği ilkelere dayanmaktaydı
ve dolayısıyla Tevrat’ı
yürürlükten kaldırmayı amaçlamıyordu .
‘’ Allah’tan bir
doğru yol bilgisi
olmaksızın , geçici aldatıcı doyumlar , bencil ve
çıkarcı istekler peşinde
kendine yol arayan
kişiden daha sapık
kim olabilir ki ? Gerçek
şu ki , Biz vahyi
onlara adım adım
ulaştırdık ki böylece
belki üzerinde düşünür , akıllarında tutarlar . Kendilerine bundan
önce de kitap
vermiş bulunduğumuz kimseler , buna da
inanmak zorundadırlar . Bu kimseler , değişmeyen gerçek
kendilerine ulaştırıldığında ,
hemen ‘ Buna inandık
‘ derler .’ Çünkü bu
bize Rabbimizin katından
ulaşan bir gerçek . Bu
bize ulaşmadan önce
de , biz zaten O’na
yürekten boyun eğen
kimselerdik ! ‘’ Kasas
Suresi 50. ….53. Ayetler .
‘’ Kendilerine bundan
önce de kitap
vermiş bulunduğumuz kimseler
buna da inanmak zorundadırlar / buna da
inanırlar .’’ Bu hem
Hz. Muhammed zamanında İslam’a
dönen Yahudi ve
Hıristiyanlarla ilgili tarihsel
olguya işaret eden
bir ifadedir , hem de
Yahudi ve Hıristiyanlardan İslam’a
dönenlerin olacağını bildiren
ilahi bir müjdedir . Bununla birlikte , akılda tutulmalıdır
ki , Allah’ın ‘’ kitap vermiş
olduğu kimseler ‘’ ifadesi
bu anlam örgüsü
içinde, önceki kitaplarla kendilerine
ulaşan temel birtakım
tevhidi ve ahlaki
ilkelere , bu kitapların maruz
kaldığı tahrifatın ötesinde , bilinçli ve
samimi olarak bağlı
kalan kimselere işaret
etmektedir . Böylelerinin
Kur’an’ın önceki kitaplarla
aynı temel ahlaki
gerçekleri vazettiğini anlamalarını
sağlayan -ya da sağlayacak
olan- işte bu
bilinç ve samimiyettir . ‘’ Bu mesaj , temel çizgileriyle , hiç şüphesiz , ilahi hikmetleri
bildiren önceki kitaplarda
da yer almaktadır . İsrail oğullarının arasındaki
birçok bilginin bu
gerçeği bilmeleri onlar
için yeterli bir
belirti sayılmaz mı ?’’
Şuara Suresi 196.197. Ayetler . ‘’ Hakkı batıl
ile örtüp bile
bile gizlemeyin ‘’
Bakara Suresi 42. Ayet . Hakkı
batıl ile örtmekle
Kur’an’ın sık sık
Yahudileri ithamına sebep
olan , Kitab-ı Mukaddes’in metnini
tahrif etmeleri kastedilmiştir ki , bu
tahrifat , objektif metin tetkikleri
yoluyla da ispatlanmıştır . Öte yandan
‘’ hakikatin gizlenmesi ‘’ Yahudilerin , Kitab-ı Mukaddesteki
Hz. Musa’nın ‘’Tanrın
Rab , sizin için aranızdan , kardeşleriniz içinden
tıpkı benim gibi
bir peygamber çıkaracak , siz onu
dinleyeceksiniz . ‘’
(Tesniye xv iii 15) şeklindeki
sözlerini ve bizzat
Allah’a izafe edilen :
‘’Kardeşlerin arasından
onlara senin gibi
bir peygamber göndereceğim
ve onun ağzına
kendi sözlerimi koyacağım .’’
(Tesniye xv iii
18) şeklindeki sözleri
göz ardı etmelerine veya
kasten yanlış yorumlamalarına işaret
eder . Açıktır ki İsrail oğullarının kardeşleri
Arap’lardır ve özellikle
onların mustaribe ( Araplaşmış ) grubudur
ki kökleri Hz. İsmail’e
ve Hz. İbrahim’e
kadar uzanır. Arap
Peygamber’in kendi kabilesi
‘’Kureyş’’ de bu gruba
mensup olduğundan ,
yukarıdaki Kitab-ı Mukaddes
ifadeleri onun ortaya
çıkacağına işaret olarak
kabul edilmektedir . ‘’ Vaktiyle
Meryem oğlu İsa : Ey
İsrail oğulları ! Şüphesiz , ben
, Tevrat’tan geriye kalmış , hakikat adına
ne varsa hepsini
doğrulamak ve benden
sonra gelecek olan
Ahmet adındaki bir
elçiyi müjdelemek için
size gönderilmiş olan
Allah’ın elçisiyim. ‘’ dediğinde
de aynı şey
geçerliydi . Ama , gelişini
İsa’nın önceden haber
verdiği elçi hakikatin
bütün kanıtlarıyla onlara
geldiğinde ‘’ Bu
doğruluğunu iddia ettiğin
mesaj , göz boyayan bir
büyüden başka bir
şey değil demişlerdi .’’ Saf Suresi
6 . Ayet . Bu öngörü ,
Yuhanna İncil’inde Hz. İsa’dan sonra
geleceği belirtilen Parakletos’a ( ki
genellikle ‘’Teselli Edici / Ruhul – Kuds ‘’ olarak
çevrilir) yapılan muhtelif
atıflar tarafından
desteklenmektedir . Bu deyim Yunanca
‘’Periklytos’’ un ( çok övülen )
bozulmuş şeklidir . Bu iki
kelimenin birbirine yakınlığı
karşısında çevirmenlerin bu iki ifadeyi
nasıl karıştırdıklarını anlamak
kolaylaşır . Bu iki kelimenin
de ‘’ hamide - övdü , hamt etti
‘’ fiilinden ve ‘’hamt
– övgü ‘’ isminden türetilmiş
olan son Peygamber’in
iki ismi Muhammed
ve Ahmet ile
aynı anlam taşımış
olmasının önemi büyüktür .
‘’Tevrat’ın yolu
ile onurlandırılmış iken
bu yükü taşıyamamış
olanların durumu , sırtına kitaplar
yüklenmiş ama onlardan
habersiz bulunan merkebin
durumuna benzer . Allah’ın mesajlarını
yalanlamaya şartlanmış olanların
durumu ne acıdır , çünkü Allah
rehberliğini böyle zalim
bir halka nasip
etmez . ‘’ Cuma Suresi
5. Ayet .
Yahudilere , Allah tarafından
O’nun birliği ve
benzersizliği mesajını bütün
dünyaya ulaştırma görevi
emanet edilmişti . Ama onlar , Hz. İbrahim , Hz. İshak ve Hz.
Yakup soyundan gelmiş
olmaları sebebiyle kendilerini
‘’Allah’ın seçilmiş toplumu ‘’
olarak gördüklerinden ve
dolayısıyla , ilahi mesajın başka
bir toplum için
değil , yalnız kendileri için
geldiğine inandıklarından bu
görevi yerine getiremediler
ve peygamberliğin İsrail
oğullarına mensup olmayan
bir kimseye verilmiş
olması ihtimalini de inkâr ettiler . Ve
böylece , Hz. Muhammed’in
peygamberliğini , bizzat
Tevrat’ta bile onun
gelişi ile ilgili
açık bir haber
bulunmasına rağmen reddettiler . Onlar , Hz. Musa’ya indirilen
ilahi kelamın temel
anlamını böylece çarpıtmak
suretiyle , bizzat kendileri ondan
gerçek bir manevi
fayda elde etmeyi
ve onun öğretilerine
uygun şekilde yaşamayı
sağlayamadılar .
‘’ Bu benim
dosdoğru yolumdur , onu izleyin , başka yolları
izlemeyin ! Yoksa bu hal
sizi O’ndan uzaklaştırıp
dağılıp parçalanmanıza yol
açmasın . Allah bunları size
emretti ki O’na
karşı sorumluluğunuzun bilincine
varasınız . Sonra, güzel davrananlara nimetimizi
tamamlamak, her şeyi ayrıntılı
kılmak , bir kılavuz ve
rahmet olmak üzere
Musa’ya o kitabı
verdik ki , onlar Rablerine
kavuşacaklarına inanabilsinler .
Bu da
yücelerden indirdiğimiz bir
kitaptır . Kutsal ve bereketli . Artık ona
uyun ve Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincine
varın ki O’nun
rahmetine layık olabilesiniz . ‘ Kitap , bizden önceki
iki topluluğa indirildi . Biz onu
onların öğretilerinden
gerçekten habersizdik ‘ demeyesiniz . Şunu da
söylemeyesiniz : ‘ Eğer
bize kitap indirilmiş
olsaydı ,onun rehberliğine kesinlikle
onlardan daha sıkı
uyardık .’ Artık size
de Rabbinizden hakikatin
açık bir kanıtı, bir
kılavuz ve bir
rahmet gelmiş bulunuyor . Öyleyse, Allah’ın
ayetlerini yalanlayıp onlardan küçümseyerek
yüz çevirenden
daha zalim kim var . Ayetlerimizi küçümseyerek
sırt dönenleri , yüz çevirmeleri
yüzünden azabın en
acıklısıyla cezalandıracağız .’’ En’am
Suresi 153. …..157. Ayetler .
‘’ Halbuki bundan önce
de , bir önder
ve bir rahmet
olarak Musa’nın kitabı
vardı . Bu Kur’an da
öncekileri tasdikleyen bir
kitaptır . Zulmedenleri uyarsın ,
güzel davrananlara müjde
olsun diye Arap
dilindedir . Artık ‘ Rabbimiz
Allah’tır ’ deyip , sonra da inançlarında
sağlam duranlar / dosdoğru
yol alanlar var ya
, onlar ne bir
korkuya kapılırlar , ne de
üzüntüye . Onlar yaptıkları
her şeyin bir
ödülü olarak hep
orada kalacak cennetliklerdir.’’ Ahkaf
Suresi 12.13. Ayetler.
‘’ İçinde
Allah’ın buyrukları bulunan
Tevrat yanlarında iken , nasıl
oluyor da senin
hakemliğine başvuruyorlar .
Daha sonra da
verilen hükümden yüz
çeviriyorlar . O halde
böyleleri gerçek müminler
değildir . Şüphe yok ki , içinde
rehberlik ve aydınlık
bulunan Tevrat’ı indiren Biziz . Kendilerini Allah’a
teslim eden peygamberler , ona dayanarak
Yahudi itikadına uyanlar
hakkında hüküm verirlerdi. Eski din
adamları ve hahamları
da öyle yaptılar , çünkü Allah’ın
kelamının bir kısmı
onların himayesine emanet
edilmişti ; ve hepsi onun
doğruluğuna şahitlik yaptılar . Bu
nedenle , ey İsrail oğulları insanlardan
korkmayın ,yalnız benden
korkun da ayetlerimi
basit bir ücret
karşılığı değiştirmeyin . Çünkü
Allah’ın indirdiklerine göre
hüküm vermeyenler, gerçekten hakikati
inkâr edenlerdir .O kitapta
onlar üzerine şöyle
yazmıştık : Cana can, göze göz, buruna
burun, kulağa kulak, dişe
diş, yaralamalarda benzeri bir
karşılık . Ama kim hayır
için ondan vazgeçerse , bu geçmiş
günahlarının bir kısmına
kefaret olacaktır . Allah’ın
indirdiği ile hükmetmeyenler zalimlerin
ta kendileridir . Ardından
o peygamberlerin izleri
üzerine Meryem oğlu İsa’yı gönderdik . Tevrat’tan o
güne kalanın doğruluğunu
tasdik edici olarak . Ona İncil’i verdik . Hidayet ve
ışık vardı onda . Doğruya ve
güzele kılavuzdu , takvaya sarılanlara
bir öğüt . O halde İncil’e
uyanlar, Allah’ın onunla vahiy ettikleri doğrultusunda
hüküm versinler . Allah’ın indirdiği
ile hükmetmeyenler fasıkların
ta kendileridir . Ve sana , ey Peygamber , hakikati ortaya
koyan bu ilahi
kelamı , geçmiş vahiylerden bu
güne kalanı tasdik
edici ve içinde
hangi doğruların bulunduğunu
belirleyici olarak indirdik . Öyleyse , ey peygamber
geçmiş vahyin izleyicileri arasında
Allah’ın indirdiklerine uygun
olarak hüküm ver . Hak’tan
sana gelenden uzaklaşıp
onların keyiflerine/ mesnetsiz görüşlerine
uyma. Biz , her biriniz için farklı
bir sistem ve
farklı bir hayat
tarzı belirledik .Allah dileseydi sizi
elbette bir tek
topluluk yapardı . Ama size
indirmiş olduklarıyla sizi
imtihana çeksin diye
başka türlü diledi . O
halde hayırlı işlerde
yarışın ! Hepinizin dönüşü
Allah’adır . O , size ayrılığa
düştüğünüz şeylerin size
gösterecektir . O halde , geçmiş vahyin
mensupları arasında Allah’ın
indirdiğine göre hükmet
ve onların mesnetsiz
görüşlerine uyma ve
onlardan sakın ki
Allah’ın sana indirdiğinin
bir kısmından seni
uzaklaştırmasınlar . Eğer onlar
Allah’ın buyruklarından yüz
çevirirlerse , bil ki ,bir kısım
günahlarından dolayı onları
böylece cezalandırmak , Allah’ın
iradesi gereğidir . Zaten
insanların çokları , doğru yoldan
tamamen sapmış olanlardır . Yoksa onlar
cahiliye kanunları ile
mi yönetilmek istiyorlar ? Halbuki kalben
mutmain olanlar , gerçeği
görebilen insanlar için , Allah’tan daha güzel hüküm
veren olabilir mi ?’’ Maide
Suresi 43. …..50. Ayetler.
Bu
ayetler , Tevrat’ın ilahi hukukun
tümünü içerdiğine inanmalarına
rağmen inanmadıkları bir
dini düzenlemenin belli
ahlaki sorunlar hakkındaki
hükümlerinin Tevrat ile
çatışan kendi kuruntularına
uyum sağlayabileceği ümidiyle
belli etmeden söz konusu
hükümlere yönelen Yahudilerin
tuhaf düşünce tarzlarını
tasvir eder . Başka bir
deyişle , onlar , inandıklarını
iddia etmelerine rağmen , ne
Tevrat’ın hükmüne , ne de
Tevrat’ın bazı kanunlarını
tasdik , bazılarını
da iptal eden
Kur’an’ın hükmüne teslim
olmaya gerçekten hazır
değildirler . Nitekim , Kur’an’ın
kendi zihni saplantılarına uygun olmadığını anlar
anlamaz ondan uzaklaştılar .
Cahiliye ile burada , yalnızca Hz. Muhammed’den önceki
tarihsel zaman değil , ama
genelde ahlaki bir kavrayış
eksikliğinin ve bütün
kişisel ve toplumsal
olguların yalnızca ‘’yararlılık’’ kriterine
teslim edilmesinin , yani ,
belli bir amacın
veya eylemin , söz konusu kişinin
veya mensup bulunan
toplumun menfaatleri açısından
yararlı olup olmadığı
endişesinin karakterize ettiği
her türlü durum
kastedilmektedir . Bu ‘’yararlılık
ilkesi’’ , bütün ulvi dinlerin
tebliğ ettiği ahlakilik
kavramına temelden ters
düşmesi nedeniyle Kur’an’da
‘’cahiliye kanunu’’ olarak
tanımlanmıştır .
Bu
ayetlerde değinilen Allah’ın
indirdiği ile hükmetmek
ne demektir . Allah’ın indirdiği
ile hükmetmek Allah’ın
hâkimiyetine karşı çıkmamak , o
hâkimiyetin işlerliğini engellememektir . Allah’ın hâkimiyeti , yani egemenliği
iki şekilde engellenir : İnkâr adına
ve din adı
altında Allah ile
aldatma yoluyla . Tarih boyunca
bunların ikisi de
sergilenmiştir . Ancak dine en
büyük zarar , ikincisinden gelmektedir . Çünkü ikincisi , Allah’ın hâkimiyeti
yaftasını kullanarak Allah’ın
hükümlerini dışlamak şeklinde
sinsi ve hain
bir oyun olduğundan
fark edilmesi bile
uzun zaman alır . Allah
ile aldatan zihniyetler
tarih boyunca hüküm
(hâkimiyet , yargı , yönetim )
kavramını yozlaştırarak Allah’ın
en hayati emirlerinin
uygulanmasına engel hale
getirmişlerdir . İnsan haklarını işlemez
kılmak , yönetimi kişi , oligarşi
, hanedan despotizmine bir
hak gibi vermek , Allah’ın hâkimiyetinden söz
ede ede birilerinin
hâkimiyetini yerleştirme oyunuyla
sahnelenmiştir .
Allah
ile aldatan zihniyetin
lügatinde Allah’ın hâkimiyetinden maksat , aldatan zihniyetin
temsilcilerini Allah’ın vekili
ve avukatı olarak
görmek demektir . Buna karşı
çıkarsanız Allah’ın hâkimiyetine
karşı çıkmış olursunuz . Böyle bir ‘’
tanrısal hâkimiyet ‘’
kavramı , Allah adına zulümlerin
baş ocağı olan
engizisyonun katil papazları
tarafından kullanıldı ve
yerleştirildi. Onlar Allah’ın
hâkimiyeti diye diye
Allah’ın iradesini tepelediler
ve ‘’ Allah’a karşı
çıkanlar ‘’ suçlamasıyla gerçek
müminleri katlettiler , yaktılar
. Allah ile aldatanların , ‘’ Allah’ın hâkimiyetine
aykırı ‘’ bularak eleştirdikleri sistemler
büyük kısmıyla insan
haklarına , adalet ve emanet
ilkelerine saygılı sistemlerdir . Allah ile
aldatan zihniyetin esas
rahatsız olduğu şey
de bu ilkelerin
egemenliğidir . Günümüz
Ortadoğu’sunun onca devletinden
hiç birinin ‘’ İnsan
Hakları Evrensel Bildirgesi
‘’ altında imzası
yoktur . Gerçek şu ki
Allah ile aldatanlar
ve onların avukatlığını
yapanlar Allah adına
kendilerince yürütülecek bir hâkimiyeti istemektedirler . Allah da
bu işin dokunulmazlık
tabelası olarak kullanılmaktadır . Şunu sormalıyız : Allah , insan toplumlarının
nasıl yönetilmesini istiyor ? Yönetime ilişkin
olmazsa olmaz Kur’an
ilkeleri nelerdir? Allah ,
toplumların yönetimi ile
ilgili hangi ilkeleri
vahiy etmiş , bizden de
nasıl davranmamızı istemiştir ?
Bu soruların cevapları
olan o ilkeleri
hayata geçirmeye kalktığınızda , yolunuz , Allah ile
aldatanların gâvur diye
sövüp saydıkları anlayış
ve sistemlere çıkıyor . Bu
noktada en önemli
soru şudur : Mutlak hakim
olan Allah , insana kulluk
imkânları içinde kullanacağı
bir hâkimiyet yetkisi
vermiş midir , vermemiş midir ? Kur’an’ın açık
beyanlarına göre insana
bu hâkimiyet verilmiştir . Hüküm yetkisi , öncelikle peygamberlere
verilmiştir . ‘’ İnsanlar bir
tek ümmet idi . Sonra
Allah , peygamberleri
müjdeciler ve uyarıcılar
olarak gönderdi . Onlarla beraber , anlaşmazlığa düştükleri
konularda , insanlar
arasında hükmetsinler diye
gerçeği taşıyan kitabı
hak olarak indirdi .’’
Bakara Suresi 213.
Ayet . ‘’ Hayır, Rabbine yemin
olsun ki iş , onların sandığı
gibi değil ! Onlar ,
aralarında çıkan karmaşık
işlerde seni hakem
yapıp verdiğin hükümle
ilgili olarak , içlerinde hiçbir
burukluk duymadan tam
bir teslimiyete ulaşmadıkça
iman etmiş olamazlar. ‘’ Nisa Suresi
65. Ayet . ‘’ Yalana
iyice kulak verirler , haramı tıka
basa yerler . Sana geldiklerinde , ister aralarında
hüküm ver , ister onlardan
yüz çevir . Eğer onlardan
yüz çevirirsen sana
hiçbir şekilde zarar
veremezler . Ama aralarında hükmedersen , adaletle hükmet . Allah , adaletle hükmedenleri , adaleti ayakta
tutanları sever .’’ Maide Suresi
42. Ayet . ‘’ Biz indirdik
Tevrat’ı biz ! İyiye ve
güzele kılavuz var
onda , ışık var ! Allah’a teslim
olmuş peygamberler ,
Yahudilere onunla hakemlik
yaparlardı . Kendini Rabbe adayanlarla
ilim ve hikmette
derinleşmiş olanlar da
Allah’ın Kitabından korumakla
görevli olduklarıyla hükmederlerdi . Zaten onlar Allah’ın Kitabına
tanıklardı . Artık
insanlardan korkmayın , benden korkun
da ayetlerimi basit
bir ücret karşılığı
satmayın . Allah’ın
indirdiği ile hükmetmeyenler , kâfirlerin ta
kendileridir .’’ Maide Suresi
44. Ayet . ‘’ Allah’a ve
aralarında hüküm
versin diye elçiye
çağırıldıklarında , içlerinden
bir fırka hemen
yüz çevirip gidiyor.’’
Nur Suresi 48. Ayet . ‘’ Allah’a ve
aralarında hüküm vermek
üzere O’nun resulüne
çağırıldıklarında , müminlerin
sözleri sadece şunu
söylemeleridir : ‘ İşittik , itaat
ettik !’ İşte bunlardır kurtuluşa
erenler ‘’ Nur Suresi
51. Ayet . ‘’ Ve Davut
ile Süleyman …. Hani ,
halkın davarının yayıldığı
ekinler hakkında hüküm
veriyorlardı da biz
hükümlerine tanıklar olmuştuk.’’ Enbiya Suresi
78. Ayet . ‘’ Onu
Süleyman’a derhal kavrattık . Her birine
hükümdarlık ve bilgi
verdik . Davud’a dağları boyun
eğdirdik . Kuşlarla beraber tespih
ediyorlardı . Yapmak
isteyince yapanlarız biz !’’ Enbiya Suresi
79. Ayet . ‘’ Davud’un yanına
girmişlerdi de onlardan
korkmuştu . ‘ Korkma , dediler ,
biz iki
davacıyız . Birimiz ötekinin hakkını
çiğnedi . Şimdi sen ,
aramızda hak ile
hükmet , adaletsizlik etme .
Bizi yolun denge
noktasına ilet . ‘’ Sad
Suresi 22. Ayet .
‘’ Ey Davut , seni yeryüzünde
halife yaptık . Artık insanlar
arasında hakla hükmet , geçici hevese
uyma ki , seni Allah
yolundan saptırmasın .
Allah’ın yolundan sapanlar
için , hesap gününü unutmuş
olmaları yüzünden şiddetli
bir azap vardır .’’
Sad Suresi 26.
Ayet .
Peygamberlik bittiğine
göre , yetkinin kişiye veya
kişilere verilebileceğini öne
sürmek peygamberliğin bitmediğini
savunmakla eş anlamlıdır
ki bu Kur’an’a
göre açık küfürdür. O
halde Hz. Muhammed’den
sonra , kişiler zemininde değil , ilkeler zemininde
yürümek zorundayız . Bu zeminde
yürüyünce ne görüyoruz :
Mülkün ( toprak ve egemenliğin
) sahibi
Allah’tır . ‘’ Şöyle yakar : ‘ Ey
mülkün / saltanatın Malik’i , Sahibi olan
Allah’ım . Sen mülkü ,
saltanatı dilediğine verir , mülkü , saltanatı dilediğinden
çekip alırsın . ‘’ Al-i İmran
Suresi 26. Ayet ‘’ Allah , mülkü dilediğine
verir . Allah , mülkü
genişletendir , her şeyi bilendir . ‘’ Bakara Suresi 247.
Ayet . Yani Malikül-Mülk
olan Allah kendi
iradesiyle bazı kullarına
bu yetkisinden pay
vermektedir . Peygamberler bu payı
kişisel olarak taşıyan
seçkin insanlardır . Burada bizim
için önemli olan
şudur : Malik , melik
sıfatları aynı zamanda
insan için de
kullanılmaktadır . ‘’Peygamberleri onlara
dedi ki : ‘ Allah , Talut ‘u size
kral gönderdi .’ Şöyle konuştular
: ‘ O bizim üzerimizde
nasıl saltanat kurabilir ? Yönetimde biz
ondan daha çok
hak sahibiyiz . Ona bir
mal genişliği de
verilmemiştir .’ Peygamber
dedi ki : ‘ Allah onu
seçip size üst
olarak gönderdi . Onu bilgi
ve beden yönünden
üstün kıldı .’ Allah , mülkünü dilediğine
verir . Allah , mülkü
genişletendir , her şeyi bilendir . ‘’
Bakara Suresi 247.
Ayet . ‘’ Musa kavmine şöyle
demişti : ‘ Ey toplumum !
Allah’ın , üzerinizdeki nimetini hatırlayın . İçinizde peygamberler
vücuda getirdi , sizi krallar
yaptı , âlemlerden hiç kimseye
vermediklerini size verdi . ‘’ Maide Suresi
20. Ayet . ‘‘Bunun üzerine
Yusuf öz kardeşinin
heybesinden önce , öteki kardeşlerinin
heybelerini aramaya başladı . Nihayet su
kabını , öz kardeşinin heybesinden
çıkardı . Yusuf’a böyle bir
tuzak öğretmiştik . Yoksa Yusuf , Allah’ın dilemesi
dışında , kralın dinine
göre öz kardeşini
alamazdı . Dilediklerimizi
derece derece yükseltiriz biz . Her
bilgi sahibinin üstünde
bir başka bilen
vardır.’’ Yusuf Suresi 76.
Ayet . Ancak hâkimiyette olduğu
gibi , mülk yetkisi de
peygamberlere verilmiştir. ‘’ Mülk
ve yönetimini güçlendirmiştik . Kendisine hikmet
ve hakla batılı
ayıran söz etme yeteneğini
vermiştik .’’ Sad Suresi 20.
Ayet . ‘’ Şöyle
yakardı : ‘ Rabbim , affet beni !
Benden sonra kimseye
yaraşmayacak bir mülk
ve saltanat ver
bana ! Kuşkusuz sensin ,
evet sensin lütuf
sahibi !’’ Sad Suresi 35.
Ayet . İnsana verilen hüküm / hâkimiyet yetkisi
sadece peygamberler için
söz konusu değildir . Kur’an peygamberler
dışında insanların da
bu yetkiye sahip
kılınabildiklerini göstermektedir
. Ancak insanın hüküm
yetkisi kullanmasından söz eden ayetler
üç kavramın altını
çizmektedir . 1) Adalet , 2 ) Allah’ın
indirdiği , 3 ) Allah’ın gösterdiği. ’’Şu
bir gerçek ki , Allah
size emanetleri , onlara ehil
olanlara vermenizi ve
insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle
hükmetmenizi emrediyor . ‘’
Nisa Suresi 58.
Ayet . ‘’ Şunda kuşku yok ki
, biz bu
kitabı sana , insanlar arasında
Allah’ın sana gösterdiği
ile hükmedesin diye
hak olarak indirdik . ‘’
Nisa Suresi 105.
Ayet . ‘’ Biz indirdik
Tevrat’ı biz ! İyiye ve
güzele kılavuz var
onda , ışık var! Allah’a teslim
olmuş peygamberler , Yahudilere onunla
hakemlik yaparlardı. Kendini Rabbine
adayanlarla ilim ve
hikmette derinleşmiş olanlar
da Allah’ın kitabından
korumakla görevli olduklarıyla
hükmederlerdi . Zaten onlar Allah’ın
kitabına tanıklardı . Artık insanlardan
korkmayın , benden korkun da
ayetlerimi basit bir
ücret karşılığında satmayın . Allah’ın indirdiği
ile hükmetmeyenler , kâfirlerin ta
kendileridir . O kitapta onlar
üzerine şöyle yazmıştık : Cana can , göze
göz , buruna buru , kulağa kulak , dişe
diş . Yaralamalar
karşılığında da kısas . Kim
kısası bağışlarsa , bu bağışlaması
kendisi için günahlara
bir perde olur . Allah’ın indirdiği
ile hükmetmeyenler zalimlerin
ta kendileridir . ‘’ Maide Suresi
44.45. Ayetler . ‘’ İncil bağlıları
Allah’ın onda indirdiğiyle
hükmetsinler . Allah’ın
indirdiğiyle hükmetmeyenler fasıkların
ta kendileridir . ‘’ Maide Suresi
47. Ayet . İnsanın hâkimiyet
yetkisinin olduğu tartışmasızdır . Ancak bu hâkimiyet Allah’ın
indirdiği , gösterdiği
ilkeler çerçevesinde ve
adalet üzere olacaktır . Kur’an , insanın kullanacağı
egemenliğin sınırlı ,
Allah’ınkinin sınırsız olduğunu
da göstermektedir . Yani mutlak
ve varlık hâkimiyet
Allah’ındır . Bunu , insanın
kullanımına tevdi edilen
siyasal hâkimiyet ile
karıştırıp ‘’ hâkimiyet Allah’ındır ‘’ diye
bağırmak , aslında Allah’a saygının
değil , saygısızlığın ifadesidir
. Çünkü bu söz , Allah’ın insana
yüklediği bir göreve
itiraz anlamı taşır . Allah’ın mutlak
hâkimiyetini işleterek kuluna
verdiği bir görevin
yerine getirilmesini ,
Allah’ın büyüklüğünü öne
sürerek savsaklamak büyük bir yanlıştır . Allah’ın büyüklüğü
ve Allah’a saygı , Allah’ın emirlerini
dışlamak için kullanılamaz . Kur’an’ın , Allah’ın egemenliğini
ısrarla dile getirmesi , insanın hiçbir
egemenlik hakkının olmadığını
göstermek için değil , mutlak egemenliğe
göz diken insan
hırsını dizginlemek ve
insana haddini bildirmek
içindir . İnsan egemenlik ve
mülkü bir hak
sahibi sıfatıyla kullanamaz , sadece bir
emanetçi sıfatıyla kullanır . Bu
emanet ona , yönetilen insanların
ortak iradeleriyle verilecektir . Bu anlamda
hâkimiyet yönetilen kitlenindir . Buradaki hâkimiyet
milletindir sözünün hedefi , Allah’ın
hâkimiyetini dışlamak
değil , emaneti kitlenin onayı
ile elde etmemiş
kişi veya ekipleri
dışlamaktır . Allah ile aldatanlar
bunu pekâlâ bilirler
ama işlerine gelmediğinden
çarpıtarak Allah’ın egemenliğinin
dışlanması şeklinde tanıtırlar .
Modern zamanları
bir kenara koyarsak
tarih boyunca egemenliğin
tek sahibi sayılan
kral-sultan , aynı zamanda yarı
ilah bir varlık
olarak görülmüştür . Kur’an bu
inceliğe dikkat çekerken
eski Mısır firavunlarını
ve Hz. İbrahim’in
mücadele ettiği Nemrut’u
örnek vermektedir.
Firavunlar Mısır halkına
‘’ Ben sizin en
yüce rabbinizim ‘’ Naziat
Suresi 24. Ayet
diyordu . Nemrut ise
Allah’ın yaratıcılığından ,
var ediciliğinden söz
eden Hz. İbrahim’e
‘’ Ben de diriltir , ben de
öldürürüm ‘’ Bakara
Suresi 258. Ayet ,
diye cevap veriyordu .
Kur’an , bu iki yarı
ilah kralın , sergilediği saçmalığı
kendilerine verilmiş bulunan
mülk ve saltanatın
verdiği azgınlıkla yaptıklarını
söylemektedir . Kur’an’ı
rahatsız eden , mülk ve
saltanatın işte bu
kötüye kullanımıdır. Kur’an bu
örneklerle gösteriyor ki , hak
ve halk aleyhine
sürüp giden egemenliklerin tarih
boyunca temsilcisi olmuş
kral , sadece yönetim yetkisi
değil , ilahlık yetkisi de
kullanmıştır . Hud Suresi
97. Ayet ‘’ Firavunun
emri doğruya ve
güzele ulaştıran bir
emir değildi ‘’ diyor . Emir
, egemenlik , yargı ve komuta
yetkisi firavuna verilmiştir , Kur’an buna
itiraz etmiyor . İtiraz edilen
ve kötülenen bu
yetkinin kötüye kullanımıdır . O halde , hüküm-emir ve
mülkten insana nasip
verilmiştir ama bu
nasip çizgisini aşarak
Allah’ın sınırlarına tecavüze
yeltenmemesi insandan istenmiştir . Ne yazık
ki insanoğlu bu
tecavüzü sürekli işlemiş , ulûhiyet alanına
girmekte çok cüretli , çok
küstah davranmıştır .
Allah’ın mülk
ve hâkimiyetinin iki
kategorik tecellisi vardır .
Tekvini tecelli ( var etme- yaratma ), teşrii tecelli
( yasa koyma-yönetme-yargılama )
. Tekvini alanda
insana asla ve
asla pay ve
paye vermeyen yüce
Allah , teşrii alanda kulunu
nasip’li kılmıştır . Ancak ondan
istediği bir şey
vardır . Bu nasibini kullanırken
Yaratıcısının gösterdiklerine saygılı
olmak ve kendisine
ayrılan alanın dışına
çıkmamak . Hükmün Allah’a aidiyetini
ifadeye koyan temel
ayetlerde çoğumuzun gözden
kaçırdığı bir incelik
vardır . O ayetlerdeki tanrısal
beyan o şekilde
düzenlenmiştir ki şu üç gerçeği
aynı anda ifadeye
koymaktadır : 1) Hüküm
Allah’a aittir 2) Hükümde
insanın da bir
nasibi vardır 3) İnsan
bu nasibini kullanırken
Allah adına değil , Allah
için hareket etmelidir .
‘’ De ki : ‘ Ben
Rabbimden gelen bir
beyyine ( kanıt , belge )
üzerindeyim . Ama siz onu
yalanladınız . Acele
istediğiniz şey benim
yanımda değil . Hüküm yalnız
ve yalnız Allah’ındır . Hakkı O
anlatır . Ayırt edip çözüm
getirenlerin en hayırlısı
O’dur .’’ En’am Suresi
57. Ayet . ‘’Sonra
onlar gerçek Mevla’ları
olan Allah’a götürülürler. Gözünüzü açın ! Hüküm
yalnız O’nundur . Ve hesap
görenlerin en süratlisi
de O’dur .’’ En’am
Suresi 62. Ayet .
‘’ O’nun yanında nelere
ibadet ediyorsunuz ? Sadece bir
takım isimlere ki , adları
siz ve atalarınız
koymuştur . Onlar hakkında Allah , hiçbir kanıt
indirmemiştir . Hüküm yalnız Allah’ındır . O , yalnız ve
yalnız kendisine ibadet
etmenizi emretti . Eskimez ve
pörsümez din işte
budur . Ama insanların çokları
bilmiyorlar . ‘’ Yusuf
Suresi 40. Ayet .
‘’ Yakup şunu da
söyledi : ‘ Oğullarım , bir tek kapıdan
girmeyin , ayrı ayrı kapılardan
girin . Gerçi ben , Allah’ın takdir
ettiği bir şeyi
sizden savamam , hüküm yalnız
Allah’ındır . Yalnız O’na dayandım
ben , yalnız O’na güvenip
dayansın tevekkül sahipleri .’’
Yusuf Suresi 67.
Ayet . ‘’ O , Allah’tır ! Tanrı
yoktur O’ndan başka ! İlkte
ve sonda da
hamt yalnız O’nadır ! Hüküm de
yalnız O’nundur . Ve siz
yalnız O’na döndürüleceksiniz ! ‘’ Kasas
Suresi 70. Ayet .
‘’ Allah’ın yanında diğer
bir tanrıya daha
kulluk etme ! İlah yok
O’ndan başka . O’nun yüzü
dışında her şey
helak olacaktır . Hüküm yalnız
O’nundur ve O’na
döndürüleceksiniz . Kasas Suresi
88. Ayet . ‘’Bu halinizin
sebebi şu : Allah’a, yalnız
O’na çağrıldığınızda inkâr
etmiştiniz . O’na ortak koşulduğunda
ise iman ediyordunuz . Artık hüküm
o en yüce , o
en büyük olan
Allah’ın . ‘’ Mümin Suresi 12.
Ayet .
Bu
ayetlerde kullanılan ifade
aynı anda hem ‘’
hüküm Allah’ındır ‘’ anlamını , hem de
‘’hüküm Allah için
olmalıdır ‘’ anlamını veren bir
ifadedir . Kur’an’daki hâkimiyet kavramından
ne anlaşılacağı , insana verilen
hâkimiyet yetkisinin nasıl
kullanılması gerektiği iki , üç
kelimeyle formüle edilmiştir . Şu halde , din
üzerinden siyaset yapan
zihniyetlerin bağırıp çağırdıklarının aksine
Kur’an , insanın hiçbir hâkimiyet
yetkisi kullanamayacağını değil , kullanabileceğini , ancak bu
kullanım sırasında Allah’ın
hoşnutluğunun unutulmaması gerektiğini
göstermektedir . İnsan hâkimiyet kullanacaktır
ama bu hâkimiyeti
‘’ Allah için ‘’ olacaktır .
Esasen bu gerçek
daha tevhidin formül
cümlesi olan ‘’ La
ilahe illallah – Allah’tan başka
ilah yoktur .’’ sözünde
de dile getirilmiştir . Kur’an’ın hâkimiyet
anlayışının en ideal
formülü kelime-i tevhittir . Kelime-i tevhidin
ortadan kaldırmak istediği
ilahlık sadece doğa
ötesi anlamda bir
ilahlık değildir ; belki ondan
daha önce ve
daha önemli olarak , yarı
ilah kralların örtülü
ulûhiyetlerini yok etmektir . Şunu da
ekleyelim , Hz. İsa’nın ‘’ Tanrı’nın
hakkını Tanrıya , Kayser’in hakkını
Kayser’e verin . ‘’ sözü ,
bize göre mistik
bir kelime ifade
etmiyor . Tam tersine , Hz.
İsa o sözüyle
kralın , egemenliği saptırarak ,
hakkı olmayan ulûhiyet
alanına girdiğini , onun o
alandan çıkarılması gerektiğini
söylemektedir . Kral , sadece
siyasal egemenlik kullansın , ulûhiyet alanına
giren egemenliğe el
atmaya kalkmasın denmektedir . Peygamber , siyasal egemenliğin
bekçiliğini yapmıyor ,
Allah’ın egemenliğine tecavüz
azgınlığını deşifre ediyor , engellemeye çalışıyor . Ve tabii , peygamberliğinin bir
uzantısı olarak , siyasal egemenliğin
bir görev olmaktan
çıkarılıp ebedi bir
hakka dönüştürülerek zulüm
ve sömürü aracı
yapılmasına da karşı
çıkıyor . Bunun içindir ki
Hz. İsa ‘’ kralın
hakkını krala verin ‘’
gibi , görünüşte mistik teslimiyet
ifade eden sözüne
rağmen , hatta belki de
o sözü söylediği
için , ölüme mahkûm ediliyor . Anlaşılan o ki ,
Hz. İsa’nın sözündeki
gerçek anlamı , Hz. İsa’yı
izlediklerini söyleyen ruhban
sınıfından çok , krallar ve
onlara bağlı egemen
sınıf kavramıştır .
Kelime-i tevhitle
egemenlikleri kırılan yarı
ilah kralların bu
güçleri yok edilince
onu kim kullanıyor ? Allah egemen
oluyor denebilir . Ama unutmamak
gerekiyor ki Allah
somut bir varlık
değil . Kitlelerin yönetimi ve
adalet dağıtımı için
somut bir egemen
güce ihtiyaç vardır . Kur’an egemen
gücü insan olmaktan
çıkarmıştır . Egemen güç ,
Allah’ın indirdiği , gösterdiğidir , yani
, ilkelerdir . Bunu modern
zamanların hukuk diline
çevirirsek , egemen güç ,
hukukun ilkeleridir . Modern hukuk
anlayışının ittifak noktalarından
biri olan bu
tespit , Kur’an’da yüzyıllarca
önce verilmiştir . Bugün sulta , artık
kişinin veya kişilerin
değildir . Hükümet edenler ,
sultanın sahibi değil , emanet taşıyan
görevlilerdir . Sultanın sahibi ,
tüzel kişilik olan
devlettir deseniz bile
bu , son tahlilde yine
hukukun egemenliği anlamına
gelmektedir . Hukukun egemenliği
, yani , ilkelerin egemenliği , yani ,
Allah’ın indirdiği ile
hükmetmek , modern hukuku reddetmeyi
değil , İslam bünyesine Emevi’ler
tarafından sokulmuş
bulunan ve esası , Hıristiyanlığı dejenere
eden Pavlus’a çıkan
saltanat anlayışını reddetmeyi
gerektirir .
Kur’an’ın Nisa Suresi
75. Ayeti , zulüm sergileyen
yöneticilere karşı savaşılmasını
istiyor. ‘’ Size ne
oluyor da Allah
yolunda ve ‘ Ey
Rabbimiz , bizi , halkı zulme sapmış
şu kentten çıkar katından
bize bir dost
gönder , katından bize bir
yardımcı gönder !’ diye
yakaran mazlum ve
çaresiz erkekler , kadınlar ,
yavrular için savaşmıyorsunuz !’’ Ama
saltanat destekçisi bazı
Fıkıh bilginleri , bırakın Nisa
suresi 75. Ayeti işletmeyi , saltanatçı hezeyanlara
destek yaratmak için
uydurma bir hadis
de bulmuştur . Şöyle diyor
o uydurma : ‘’ İster iyi
huylu , ister facir – ahlaksız , günahkâr olsun , hatta
büyük günah işlemiş
olsa bile , her kişinin
arkasında farz namazları
kılmanız sizin için
bir görevdir .’’ ( Ebu
Davut , salat 62 ) Kur’an’ın ruhuna
tamamen ters bu sözün
Peygamberimize nispetini kabul
etmekten Allah’a sığınırız . Saltanat ulemasının
esas günahı , sultanları bir
tür ilah seviyesine
çıkaran ve bunun
için muazzez Peygamberimizi alet
eden hadis patentli
şu hezeyanı halkın
zihnine sokmalarıdır : ‘’ Sultan ( kral ) , yeryüzünde Allah’ın
gölgesidir . ‘’
Allah ile
aldatan zihniyet , Allah tarafından
insana bir nasip
olarak verilmiş olan
mülk ve emir (
yönetim ) yetkisini inkâr
ederken , insanın
kullanımına asla açılmayan
bir hâkimiyet türünü
tepe tepe kullanmaktadır . Bu hâkimiyet
türü , dinde hüküm koyma
yetkisidir . Bu alan , insanın tüm tasarruflarına
, hatta yorum ve
içtihadına kapalıdır .
Bu hâkimiyet
alanı din buyruğu
sayılacak ilkeler belirleme
alanıdır ki , ona en
küçük bir iştirak
açıkça şirktir . Bu alanın
iman ve ibadet
şeklindeki alt başlıklarında
insanın yorum ve
içtihat yetkisi bile
yoktur . Muamelelerdeki
yetki ise buyruk – amaç
hüküm , koymaya yönelik bir
yetki değildir , araç hükümleri
belirlemeye yönelik bir
yetkidir . Araç hüküm belirlemek
din koyuculuğu değil , dinin
uygulayıcılığıdır ki , bu zaten
insana Allah tarafından
verilmiştir . İnsandaki hâkimiyet nasibi
de bundan ibarettir . Amaç hükümleri , yani evrensel-ortak varlık , insanlık ve
hayat değerlerini bizzat
Allah koyar . Ve O bunları
koymuş , Kur’an vahyi ile
tamamlamıştır . ‘’Rabbinin sözü
hem doğruluk , hem de
adalet bakımından tamamlanmıştır . O’nun sözlerini
değiştirecek hiçbir kuvvet
yoktur . ‘’ En’am Suresi
115. Ayet .
Yönetim
ve yargıda kendisine
sınırlı bir hâkimiyet
verildiğini gördüğümüz insana
bu hâkimiyetin tek
bir alanda asla
verilmediğini de Kur’an’dan
öğreniyoruz . Bu alan din
kurma , dini tamamlama ve
dinde hüküm koyma
alanıdır . Din kurma ve
dinde hüküm yetkisi , ulûhiyetin devir
ve bölünme kabul
etmeyen yetkisidir . Allah bu
yetkinin kullanımında iştirak
kabul etmez . Bu öylesine
tartışılmaz bir gerçektir
ki , dini insanlığa tebliğ
eden peygamberlere bile
dinde sadece elçilik
görevi verilmiş , bu görevi
ortaklık biçiminde anlamamaları
için çok titiz
uyarılar yapılmıştır .
Kur’an’da , insanın siyasal
hâkimiyetinden yani hüküm
verme yetkisinden şikâyet
yoktur . Şikâyet , insanın
hüküm ve hâkimiyetinde
Allah’ın indirdiğinin dışlanmasıdır . Yönetim ve
egemenlikte Allah’ın indirdiğinin
devre dışı tutulması
ve onun yerine
insan irade ve
keyfinin geçirilmesidir . O halde
omurga kavram ‘’ Allah’ın
indirdiğidir.’’ Hüküm , Allah’ın
indirdiği ve Allah’ın
gösterdiği ile yürütülecektir . ‘’ Şunda kuşku yok ki
, biz bu
Kitap’ı sana , insanlar arasında
Allah’ın sana gösterdiği
ile hükmedesin diye
hak olarak indirdik . Sakın hainlere
yardakçı olma ! ‘’ Nisa Suresi
105. Ayet .
Allah’ın indirdiği
ve gösterdiği nedir ? Allah
ile aldatan zihniyetler
Allah’ın indirdiğini de , gösterdiğini de ‘’
din nassları ‘’
yani dinsel nakiller
ile dondururlar . Bu asla
doğru değildir . Şikâyetçi olmayıp
böyle kabullenirsek bunun
arkasından ‘’ Allah ile
aldatma odaklarının din
dedikleri ‘’ devreye girmekte
ve hem dinin
hem de insanın
üstüne oturmaktadır . Bu noktada , Allah’ın indirdiği
ile hükmetmek , Allah ile
aldatanların kutsadığı zübürlerle
( kutsallaştırılmış mezhep ve
hizip kitapları )
hükmetmekle eşitlenir . İslam açısından
bunun sonucu şudur : Allah
ile hükmetmek , geleneksel fıkıh
kitaplarındaki kurallarla hükmetmekle
eşitlenir . Tıpkı İslam’ın şeriatla
eşitlenmesi gibi . Oysaki şeriat , değil İslam
ile fıkıh kitaplarıyla
bile eşit değildir . Çünkü o
kitapların her biri
bir başka şeriat
sergiler . İslam ile eşitlenen
şeriat bunların hangisi
olacaktır ? Bunca farklılığın
, adı Allah’ın dini
olan İslam ile
bir tutulması mümkün
müdür ? Kur’an , şeriattan
söz ederken ‘’ sizin her
biriniz için bir
şeriat belirledik . ‘’ Maide
Suresi 48 . Ayet , diyor
ama dinden söz
ederken ‘’ Allah katında din
yalnız İslam’dır . ‘’ Al-i
İmran Suresi 19.
Ayet , buyuruyor . Allah
katında tek olanla
insanlar arasında yüzlercesi
bulunan nasıl olur
da bir ve
aynı olur ! Şeriat , İslam’dan ,
bir kişinin veya
toplumun anladığıdır . Onun için
bir değil , birçok şeriat
vardır . Ama İslam tektir .
O
halde , Allah’ın indirdiği ve
gösterdiği nedir ?
Allah’ın
indirdiği ve gösterdiği , kullanımı emredilen
ilke kaynaklarının tümüdür . Bu
kaynaklar şunlardır : 1 ) Yaratılış
kanunları , sünnetullah , kader ,
2 ) Tanrısal vahiy , Kitap ,
Kur’an , 3 ) Akıl , 4 ) Bilim , 5 ) Maruf , ortak – evrensel insanlık
değerleri .
Allah’ın indirdiği
sadece din buyrukları
değildir . Yine dinin beyanıyla , birkaç değerin
daha ‘’ Allah’ın indirdiği ‘’
ve ‘’ gösterdiği ‘’ cümlesinden
olduğunu anlıyoruz . Eğer Allah
için , O’nun dini adına
konuşmak gibi bir
hak ve ödevden
söz edeceksek bilmeliyiz
ki bu hak
öncelikle aklın ve
varlık kanunlarının hakkını
verenlerindir . Akla ve kanunlara
tersliği adeta dinleştirmiş benliklerin
‘’ Allah , aklını işletmeyenler
üzerine pislik yağdırır ‘’
Yunus Suresi 100.
Ayet , diyen bir kitabın
dini adına iddiaları
olmaması gerekir . Allah’ın indirdiği
ile hükmetmeyenlerin zalim , kâfir
ve fasık ( Allah’ın emirlerini
tanımayan günah işleyen )
olduklarında en küçük
bir tereddüt duymamalıyız .
‘’ Eğer
Kitap-ı Mukaddes’in izleyicileri
gerçek inanca ve
Allah’a karşı sorumluluk
bilincine ulaşmış olsalardı , Biz gerçekten
onların geçmiş kötülüklerini
siler ve onları
nimet bahçelerine sokardık. Eğer onlar
Tevrat’a , İncil’e ve
Rableri tarafından kendilerine
indirilmiş olan bütün
vahiylere uymuş olsalardı , gökyüzünün ve
yerin tüm nimetlerinden
yararlanırlardı Onların bir
kısmı doğru bir
yol tutarlar ; çoğuna gelince , yaptıkları ne
kötüdür onların ! Ey elçi Rabbinden sana
indirileni tebliğ et . Sen
onu tam yapmadığın
sürece Rabbinin mesajını
hiç yaymamış olursun . Görevini yaparsan
Allah seni inanmayan
insanlardan koruyacaktır . Allah
, hakikati inkâr eden
insanları doğru yola
iletmez . De ki : ‘ Ey Kitap-ı
Mukaddes’in takipçileri !
Siz Tevrat’a , İncil’e ve
Rabbiniz tarafından size
indirilen her şeye
tam olarak uymadıkça
inançlarınızı sağlam bir
temele oturtmuş olmazsınız !’ Fakat ey
peygamber , Rabbin
tarafından sana indirilenler , onların çoğunu
kibirli küstahlıklarında ve inkârcılıkta daha
inatçı yapacaktır . Ama hakikati
inkâr eden insanlara
üzülme ; çünkü , bu ilahi kelama
iman edenler ve
Yahudi itikadına uyanlar
ile Sabiiler ve
Hıristiyanlardan Allah’a ve
Ahiret Gününe inanıp , doğru ve
yararlı fiillerde bulunanlar , ne korkacak , ne
de üzüleceklerdir .’’ Maide
Suresi 65. 69.
Ayetler.
‘’ Sina
dağını , adeta bir gölge
gibi İsrail oğullarının tepesinde
salladığımız ve onların
da dağın üzerlerine
yıkılacağını düşündükleri zaman
onlara dememiş miydik
: ‘ Size bahşettiğimiz kitaba
sımsıkı sarılın ve
onun içindekileri aklınızda
iyi tutun ki
Allah’a karşı sorumluluk
bilincine erişesiniz ! ‘’ Araf
Suresi 171. Ayet .
‘’ Gerçek
şu ki , biz Musa
ile Harun’a , Allah’a karşı
sorumluluk bilinci taşıyan
kimseler için doğruyu
eğriden ayırmaya yarayan
bir ölçü , ışık saçan
bir kaynak ve
bir uyarıcı hatırlatıcı
olarak vahyimizi bahşettik . O
bilinçli , duyarlı kimseler ki , algı
ve tasavvurlarının ötesinde
olsa da Rablerinden
korkar ve son
saatin kaygısıyla titrerler . İndirdiğimiz bu
mesaj da öncekiler
gibi uyarıcı ,hatırlatıcı ,kutlu bir
mesajdır . Hal böyleyken yine
de onu inkâr mı
edeceksiniz !’’ Enbiya Suresi
48.49.50. Ayetler .
‘’ Hatırlayın , Musa’ya ilahi
kelamı , böylece doğruyu yanlıştan
ayırt etmek için
kullanacağı ölçüyü vermiştik
ki doğru yola
yönelesiniz . ‘’ Bakara Suresi 53. Ayet .
Önceki peygamberlere
‘’ doğruyu eğriden yahut
hakkı batıldan ayırt
etmeye yarayan bir
ölçü ( Furkan ) olarak
verilen vahye ilişkin
bu atfın anlamı
iki boyutludur . İlki , tüm ilahi
vahiylerin tarihi bir
süreklilik arz ettiği yolundaki
Kur’an öğretisine işaret
etmektedir . ‘’Onlar sana indirilene de , senden
önce indirilene de
iman ederler .’’ Bakara Suresi
4. Ayet . Hayat Kur’an’ın
bize öğrettiği üzere , birbiriyle bağlantısız
sıçramalar zinciri değil , tersine devamlı
ve organik bir
süreçtir . Bu kanun , insanın dini
tecrübesini ( birikimini ) içine
alan zihin hayatı
için de geçerlidir . Böylece Kur’an’ın
vazettiği din , ancak kendisinden
önce gelen ve
İslam inancına göre
en son ve
en mükemmel şekline
İslam’da ulaşan büyük
Tek Tanrılı itikatlar
çerçevesinde ele alınması
halinde doğru şekilde
anlaşılabilir . İkincisi de ,
bu atıfla , tüm ahlaki
değerler için sadece
ve sadece vahyin
mutlak bir ölçü
olabileceği belirtilmektedir .
Hz. Musa şeriatı , kendine özgü çizgileriyle yalnızca
İsrail oğullarını
bağladığına ve sadece
belirli bir tarihsel
ve kültürel çerçeve
içinde geçerli olduğuna
göre , Furkan terimi burada
kendi çizgileri ve
şartları içinde Hz.
Musa şeriatıyla değil ,
fakat hem Tevrat’ta , hem de
bütün ilahi mesajlarda
yer alan ortak
ve değişmez ahlaki
gerçeklerle , temel ahlaki ilkelerle
alakalıdır .
‘’ Bütün
insanlığa bir uyarı
olsun diye , kuluna , hakkı batıldan
ayırıcı bir ölçü
indiren Allah , ne yüce , ne
cömerttir . ‘’ Furkan Suresi
1. Ayet.
Furkan terimi , Kur’an’da , çoğunlukla vahiy edilmiş metinlerin
herhangi birini ve özellikle
Kur’an’ı tanımlamak için
kullanılır . Enfal Suresi 29. Ayette
ise bu terimle , Allah’a karşı
sorumluluklarının tam olarak
bilincinde olan insanları
ötekilerden ayıran ahlaki
değerlendirme melekesine işaret
edilmektedir . ‘’ Siz ey
imana erişenler ! Eğer Allah’a
karşı sorumluluk bilinci
içinde olursanız , O , size ,
hakkı batıldan ayırmaya
yarayan bir ölçü
bahşedecek ve kötü
işlerinizi silip örtecek , sizi bağışlayacaktır . Çünkü Allah , bağış
ve cömertliğinde sınır
olmayandır . ‘’
‘’Sor İsrail oğullarına , onlara nice
açık ayet verdik . Kim
Allah’ın kutlu mesajlarını kendisine
ulaştıktan sonra değiştirirse
bilsin ki , Allah karşılık
vermede şiddetlidir .Hakikati inkâra
şartlanmış olanlara yalnız
bu dünya hayatı
güzel görünür . Bu nedenle onlar
iman sahipleriyle alay
ederler . Ama kıyamet günü Allah’a
karşı sorumluluk bilinci
duyanlar onlardan daha
üstün bir konumda
olacaklardır . Ve Allah , dilediğine hesapsız
rızık verir . ‘’ Bakara
Suresi 211. 212. Ayetler .
‘’ Kitap ehlinden
bir zümre , sizi bir
saptırabilsinler diye arzu
ettiler . Oysaki onlar ,
kendilerinden başkasını saptıramazlar . Ama bunu
fark etmiyorlar . Ey Ehlikitap ! Gerçeğe tanık olup durduğunuz
halde , Allah’ın ayetlerini neden inkâr ediyorsunuz ,
Allah’ın ayetlerine neden
nankörlük ediyorsunuz ? Ey
Ehlikitap ! Neden hakkı batılla
kirletiyorsunuz ve bilip
durduğunuz halde gerçeği
gizliyorsunuz ?’’ Al’i
İmran Suresi 69.70.71. Ayetler.
‘’ Ey iman
edenler ! Sımsıkı sarılın
Allah’a ve Peygamber’e
olan inancınıza ve O’nun Peygamberine
safha safha indirdiği
ilahi kelama ve
daha önce indirdiği
vahye . Zira Allah’ı , meleklerini
, vahiyleri , peygamberleri ve ahiret
gününü inkâr eden , gerçekten şiddetli
bir sapıklığa düşmüştür . İman edip
sonra hakikati inkâr
eden ve tekrar
iman edip yeniden
hakikati inkâr eden ve
sonra hakikati inkâr etmedeki inkârlarını
artıranlara gelince , Allah onları
bağışlamayacak ve hiçbir
şekilde doğru yola
eriştirmeyecektir.’’ Nisa Suresi
136.137. Ayetler .
‘’ İmana ermiş
olanların kalplerinin Allah’ı
ve kendilerine indirilen
hakikati anarken acizliklerini
fark etmelerinin zamanı
gelmedi mi ? Ve vakti
gelmedi mi kendilerine
daha önce vahiy
indirilmiş olanlara ve
zamanın geçmesiyle kalpleri
katılaşarak çoğu bugün
yoldan sapmış olanlara
benzememelerinin . Ama bilin ki
Allah ,cansız hale gelen toprağa
yeniden hayat verir . Ayetleri size
açık-seçik bildiriyoruz ki , aklınızı
kullanabilesiniz .’’ Hadid Suresi
16.17. Ayetler .
Yani , ‘’ Allah’ı ve
O’nun vahyini hatırlamak , onları , kibirlenmek yerine
acizliklerini görmeye sevk
etmez mi ?’’ Bu iman
etmeye karşı duyulan
her türlü küçümsemeye
ve büyüklük taslamaya
karşı ( kendilerini sofu
gören bazı insanlara
çok fazla bulaşan
bir zaaf ) güçlü bir
uyarıdır . Yoldan sapmış
olanlarla kastedilen , bugün dinlerinin
etik ilkelerine aykırı
davrananlardır . Sahih
itikadın amacının insanları
boş bir övünmeye
kapılmak yerine mütevazı
olmaya ve Allah’a
karşı sorumluluğunu hissetmeye
sevk etmek olduğuna
ve bu manevi
tevazuun kaybolmasının her
zaman moral bir
kopuş / soysuzlaşma ile sonuçlandığına işaret .
‘’ Gerçek şu ki
, insanı uyarıp öğüt
verdikten sonra ,
hikmetlerle dolu bütün ilahi kitaplarda
yeryüzüne dürüst ve
erdemli kullarımın varis
olacağını kaydettik . Şüphesiz ,
bunda gerçekten Allah’a
kulluk eden kimseler
için bir mesaj
vardır.’’ Enbiya Suresi 105.106. Ayetler.
‘’ Yeryüzüne dürüst
ve erdemli kullarım
varis olacak ‘’ ifadesi , açıktır ki , ‘’
eğer gerçekten inanıyorsanız
mutlaka insanların en
üstünü olacaksınız .’’ Al’i
İmran Suresi 139 . Ayet vaadinin
bir yankısıdır . Allah’ın insan
için öngördüğü yüceliklere
erişmenin ancak inanıp
dürüst ve erdemli
davranışlar ortaya koymakla
mümkün olduğunu dile
getiren bir ifade .
‘’Biz onların
neler söylediğini çok
iyi biliyoruz ve
sen onları hiçbir
şekilde inanmaya zorlayamazsın . O halde , Benim uyarımdan
korkanlara bu Kur’an
aracılığıyla hatırlatmada bulun , öğüt
ver .’’ Kaf Suresi
45. Ayet .
‘’ Yücelerden
bir ilahi kelam
indirildi sana . Artık gönlünde
bu konuda herhangi
bir şüpheye yer verme ki , onunla , yoldan sapanları
uyarabilesin ve böylece
inananlara da öğütte
bulunabilesin . Rabbinizin katından
size indirilene uyun , O’ndan
başka önderlerin ardından
gitmeyin. Ne kadar da az tutuyorsunuz
aklınızda bunu. Siz ne
kadar da az
öğüt alıyorsunuz !’’ Araf Suresi 2,3. Ayetler .
Burada işaret
edilmek istenen ‘’ şüphe ‘’
ilahi kitabın kaynağıyla
değil , amacıyla ilgilidir .
Bunun içindir ki , hitap
görünüşte Hz. Peygambere ise de
, bu ayet , Kur’an mesajının
ulaşabildiği herkesin dikkatini
iki yönlü bir
hedefe , yani , hem nihai gerçeğe
karşı çıkanların uyarılmasına , hem de
ona zaten inanmış
bulunanların yönlendirilmesine ,
öğütlenmesine çekmek amacını
yansıtmaktadır . Uyarı da ,
öğüt verme de , bir
peşpeşelik içinde kaynaştırılmış , özet edilmiştir .
‘’ Ey Muhammed ! Onlara bir
ayet getirmediğin zaman
‘ Bir tane derleseydin
ya ! ‘ (Onu da
şuradan buradan derleseydin
ya ) diye konuşurlar ./ Ey
Peygamber , onlara bir mucize
getirmediğin zaman , bazı kimseler
’ Onu Allah’tan elde
etmeye çalışsan ya !’
derler . De ki : ‘ Ben
sadece Rabbimden bana
vahyolunana her neyse
ona uyarım. Bu Kur’an , inanmak isteyen
bir toplum için
Rabbinizin katından bahşedilmiş
bir kavrama yöntemi ,
gönül gözleridir , bir yol gösterici
ve iman eden
bir toplum için
rahmettir . ‘’ Araf Suresi
203.204. Ayetler .
Bu
ayetler , en geniş anlamıyla , peygamberliğin tek
makul ispatını mesajın
kendisinde değil ,
peygamberin sergileyebileceği mucizelerde
arayan dar kafalılığı , ilkel düşünce
tarzını işaret ediyor .
‘’ Yemin
olsun o hikmetlerle
dolu Kur’an’a ki , hiç
kuşkusuz , sen gönderilen elçilerdensin . Dosdoğru bir
yol üzeresin . Aziz ve
Rahim’in indirdiği üzeresin . Onunla , babaları uyarılmamış , tam gaflet
içinde bir toplumu
uyarman için gönderildin .’’ Yasin
Suresi 2…..6. Ayetler.
‘’ Ey
inanan kişi , emin ol ki
, sen bu
Kur’an’a her şeyin
aslını bilen ve
her konuda doğru
hüküm ve hikmetle
edip eyleyen Allah
tarafından muhatap kılınıyorsun .’’ Neml
Suresi 6. Ayet .
‘’ Ey Muhammed , de ki : ‘ Ben , sadece ,
kutlu kıldığı bu
beldenin ve var olan
her şeyin Rabbine
kulluk etmekle emrolundum . Yani , O’na
yürekten boyun eğen
kimselerden olmakla emrolundum .
Bir de , bu Kur’an’ı
insanlara okuyup ulaştırmakla
. Bundan sonra artık
kim ki doğru
yolu tutarsa , o yolu kendi
iyiliği için tutmuş
olacaktır . Ve kim de
yoldan saparsa , böylelerine de ki
: ‘ Ben
yalnızca bir uyarıcıyım ’
Ve yine de ki
: ‘ Övgüler olsun
Allah’a ! Alametlerinin gerçek olduğunu
size gösterdiğinde ne
iseler onları tanıyacaksınız . ‘ Senin
Rabbin , yapmakta olduklarınızdan asla
habersiz değildir . ‘’ Neml
Suresi 91.92.93. Ayetler.
‘’ Ey inanan
kişi , apaçık bir üslupla
bu Kur’an’ı sana
vazeden Allah , şüphe yok ki
, seni ölümden sonra
yeni bir hayata
döndürecektir . Hakkı kabule
yanaşmayanlara de ki : ‘Kimin
doğru yolda yürüdüğünü
ve kimin apaçık
bir sapıklık içinde
olduğunu en iyi
bilen Rabbimdir! Ve sen , ey
inanan kişi , bu kitabın
sana ulaşacağını ummazdın , fakat işte
Rabbinden bir rahmet
olarak sana ulaştı . O
halde gerçeği örten
nankörlere , inkârcılara
asla arka çıkma . Ve
bir kere Allah’ın ayetleri
sana indirilmiş olduğuna
göre , bundan sonra artık
seni onlardan alıkoymalarına sakın
fırsat verme . Rabbine yakar , insanları Rabbine
çağır ve sakın
Allah’tan başka varlıklara
tanrısal güçler ve
nitelikler yakıştıran kimselerden
olma . Allah’la beraber tutup diğer
bir tanrıya daha
kulluk etme , yalvarıp yakarma ! Çünkü O’ndan
başka tanrı yok . Çünkü
O’nun ebedi zatından
başka her şey , herkes yok
olmaya mahkûmdur . Hüküm bütünüyle
O’nun elindedir ve
sonunda O’na döndürüleceksiniz .’’ Kasas
Suresi 85..88. Ayetler .
‘’ Kur’an’ı sana
vazeden Allah .‘’ Kur’an
mesajını alan kimsenin
, yaşama tarzını onun
koyduğu ilkelere dayandırma
yönündeki ahlaki yükümlülüğüne
işaret eden bir
anlam . Bütün müminlere hitap
edilerek , sadece ölümden sonraki
hayatı değil, aynı zamanda , kalpler Kur’an
mesajına açık tutulduğu
ve onun ilkelerine
göre yaşandığı sürece
bu dünyada tadılacak
manevi dirilişi ya da yeniden
doğuşu da vaat
etmektedir .
‘’ Ne zaman ayetlerimiz bütün
açıklığıyla kendilerine okunup
ulaştırılsa , o bizim huzurumuza
çıkacaklarına inanası gelmeyen
kimseler , ‘Bize
bundan başka bir
söylem / bir öğreti getir , yahut
bunu değiştir ’ diyecek olurlar . De ki :
‘ Onu kendiliğimden değiştirmem
olacak şey değil ;
ben ancak bana
vahyolunana uyarım . Bakın
ben Rabbime baş
kaldıracak olursam , dehşet veren
o büyük gün
gelip çattığında azabın
beni bulmasından korkarım ! ‘ De
ki ’Allah başka
türlüsünü dileseydi , bu
ilahi kelamı okuyup
duyurmazdım . O da onu
size ulaştırmazdı . Gerçek
şu ki bu
vahiy bana gelmezden
önce bir ömür boyu
aranızda bulundum . Öyleyse yine
de aklınızı kullanmayacak
mısınız ?’’ Yunus Suresi
15.16. Ayetler .
Üstü kapalı
olarak şunu demek
isterler : ‘’ Neyin eğri
neyin doğru olduğu
konusunda bizim kendi
görüşlerimize uyan bir
öğreti getir .’’ Ayette
geçen ifade , hem Hz. Peygamber
zamanında , hem de daha
sonraki çağlarda pek
çok bilinemezci tarafından
Kur’an’ın ahlaka ve
ahirete ilişkin öğretilerine
yöneltilen son derece
kişinin kendi kanısına
dayanan eleştirilere ve
özellikle böylelerinin ,
Kur’an’ın Hz. Muhammed’in kendi
uydurması olduğu ve
dolayısıyla kendi kişisel
görüşlerinden başka bir
şey ifade etmediği
yolundaki iddialarına ilişkin
ima yollu bir
atıf durumundadır .
‘’ Aklınızı kullanmayacak
mısınız ? ‘’ Hz. Peygamberin
diliyle ifade edilen
bu muhakemenin iki
yönlü bir yüklemi
vardır . Çok genç yaşlardan
beri Hz. Muhammed çevresinde
dürüstlüğü , güvenilirliği
ve tutarlılığıyla tanınmıştır . O kadar ki
Mekkeli hemşerileri
bu yüzden ona
el-emin / dürüst , güvenilir ,
sıfatını yakıştırmışlardır . Buna ilaveten , döneminde Araplar
arasında oldukça yaygın
bir eğilimin tersine , o hayatı boyunca
ne bir tek
mısra şiir yazmış , şiir
söylemiş, ne de kendisine
özgü , bir sözle inandırma
yeteneğiyle dikkatleri üzerine
çekmişti . Öyleyse nasıl kendisi
uydurdu dersiniz diye
soruluyor müşriklere ,
Muhammed’in asla yalan
söylemeyen biri olduğu
yolundaki ömürlük gözlemlerinize dayanan
kanaatinizle , onun kendi hayal
gücünden çıkarıp sonra
da Allah’a isnat
ettiği yolundaki şimdiki
zanlarınızı . Hem nasıl mümkün
olabilir , kırk yaşına kadar
ne şiir alanında
ne de felsefi
düşünce alanında herhangi
bir ilgi ya
da yatkınlık göstermemiş
olan birinin Kur’an
gibi dil ve
üslubunda kusursuz , insan psikolojisindeki bilgi
ve görüşlerinde onun
kadar nüfuz edici , iç
mantığında onun kadar
ikna edici bir
eser ortaya koyması ?
‘’ Bu Kur’an , asla Allah’tan başkası
tarafından tasarlanmış ,
uydurulmuş olamaz . Üstelik o , önceki
vahiylerden hakikat adına bugüne kalmış
ne varsa onu
doğrulayıp , âlemlerin
Rabbinden geldiğinden şüphe
olmayan vahyi özlü
bir biçimde açıklıyor . Buna
rağmen yine de , hakkı
inkâra şartlanmış olanlar
‘ Onu Muhammed uydurdu! ’
diyorlar . Onlara de ki : ‘Eğer
doğru sözlü kimselerdenseniz , o zaman , onunkilere eş değer
bir sure getirin ; hem
bu iş için
Allah’tan başka kimi
yardıma çağırabilirseniz çağırın ! ‘ Hayır, hayır , aslında onlar
özünü , hikmetini
kavrayamadıkları ve önceden
kendilerine açıklanmamış her
şeyi yalanlamaya eğilimliler . Onlardan
önce gelip geçenler
de işte böyle
gerçeği yalanlamaya yeltenmişlerdi . Gerçeği görmek
istiyorsan zalimlerin sonunun
nasıl olduğuna bir
bak ! Onların içinde
bu ilahi vahye
hemen inanacak olanlar
olduğu gibi , sonuna kadar
inanmayacak olanlar da var
. Ne olursa olsun
senin Rabbin bozgunculuk
yapanları çok iyi
bilmektedir .’’ Yunus Suresi
37. … 40. Ayetler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder