Hz. İbrahim'in Sayfaları



Cehalet  ve  nefretle  dolu  bir  dünya ,  selamete  dair  en  ufak  bir  umut  ışığından  yoksun  ıssız  ve  yabanıl  bir  yer  hayal  edin .  Sonra  da ,  bildiği  yaşamı  geride  bırakmasını  ve  bir  gün  tüm  dünyanın  onunla  mübarek  kılınacağını  söyleyen  Tanrı  buyruğunu  alan  bir  kişiyi  gözünüzde  canlandırın . Bunun  nasıl  ve  niçin  olacağı  bu  kişi  için  bir  muammadır ,  ama  o  yola  koyulur .  Tanrı  ona  İbrahim  diye  hitap  etmektedir .  Zamanla  o , tektanrıcı  üç  dinin  önderi  olacaktır -  Musevilik ,  Hıristiyanlık  ve  İslamiyet .
Ve  tarih  onun  hikayesiyle  sonsuza  dek  değişecektir . Hz.  İbrahim  insanoğlunun  Tanrı’yla  ilişki  içinde  olma  ihtiyacını  ve  arzusunu  somutlaştırandır .    Kutsal  hikayelerde  Tanrı  dünyayı  yaratır ,  Adem  ve  Havva  Cennetten  çıkarılarak  dünyaya  yollanır .  Onların  soyundan  gelenler  arasında  sapkınlıklar  çoğalınca  büyük  tufanı  yaparak  Hz.  Nuh  aracılığıyla  inananları  korurken  sapkınları  sellerle  yok  eder .  Sonra  da  Hz.  İbrahim’e  tarihi  bir  göreve  başlamasını  emreder . Yahudiler ,  Tanrı’nın  inayetini  Hz.  İbrahim’in  oğlu  Hz.  İshak  ve  onun  oğlu  olan  Hz.  Yakub’un  üzerinden  miras  aldıklarını  iddia  ederler . Müslümanlar  için  bu  görev , Hz.  İbrahim’in  oğlu  Hz.  İsmail’in  soyundan  gelen  Hz.  Muhammed  yoluyla  vahyolunmuştur .
 Bu  satırların  yazarı  Tad  Szulc’un  seyahatleri  sırasında  rastladığı ,  Hz.  İbrahim’e  olan  en  içten  bağlılığın  en  dokunaklı  anlatımlarından  birisi , İstanbul  Teknik  Üniversitesi  Konservatuarı’nda  kendisine  verilen  ve  bir  Müslüman  tarafından  kaleme  alınmış  ‘’ Haliluhllah  İbrahim’i ‘’  adındaki  uşşak  ilahiydi . Cengizhan  Mutlu’nun  yazdığı  bu  manzume , Hz.  İbrahim’i  tektanrıcılığı  yüzünden  öldürmek  için  planlar  yapan  Kral  Nemrud’dan  bahsediyor :

             Som  altından  olsa  da  put
             Ne  rızk  verir  ne  de  umut
             Anlamıyor  zalim  Nemrut
             Odunlar  yandı  peş  peşe
             Dumanı  çıktı  güneşe
             Tutup  attılar  ateşe
             Ne  sızladı  ne  inledi
             ‘’ Allah’ım  kurtarır ‘’  dedi
             İki  melek  hoş  eyledi
             Kor  alevler  küle  döndü
             Kıvılcımlar  güle  döndü
             Gören  suskun  dile  döndü

       ‘’ Allah’ım  kurtarır .’’  Bu  iki  basit  sözcük ,  Hz.  İbrahim’in  ve  onun  hayret  verici  çabalarının  özünde  yatanı  tüm  yalınlığıyla  gözler  önüne  seriyor .  Bu  iki  sözcük onun  Allah’ın  birliği  esası  üzerine  inşa  edilmiş  olan  inancını  ve  imanını  ayrıntılarıyla  açıklıyor . Bu  öyle  bir  inançtır , öyle  bir  imandır  ki , dünyamızı  sonsuza  kadar  değiştirmiştir .  ( National  Geographıc  Aralık  2001 )       



HZ .  İBRAHİM’İN   SAYFALARI



      ‘’  EY  İNSANLAR !  İşte  size  bir  misal  veriliyor ;  onu  dinleyin  şimdi . Sizin  Allah’tan  başka  yalvarıp  yakardığınız  bütün  o  varlıklar , hepsi  bir  araya  gelseler  dahi , bir  sinek  bile  yaratamazlar  değil  mi ?  Hatta  bir  sinek  onlardan  bir şey  kapacak  olsa , onu  bile  geri  alamazlar ! Başvurup  isteyen  de , başvurulan  ve  istenen  de  ne  kadar  güçsüz !..

       Bu  konuda  hataya  düşenler  Allah’ın  gücünü  gereği  gibi  kavrayıp  değerlendiremiyorlar . Çünkü  Allah ,  her  şeyi  hükmü  altında  tutan  en  yüce  iktidar  sahibidir . Sınırsız  kudret  ve  nüfuzuyla  Allah  meleklerden  de , insanlardan  da  elçiler  seçer .  Ama  yine  de  her  şeyi  gören ,  her  şeyi  işiten  Allah’tır . Bu  elçilerin  bildikleri  sınırlıyken , O , onların  gözleri  önünde  olanları  da ,  onlardan  gizli  tutulanları  da  bütünüyle  bilmektedir . Çünkü  her  şey , tüm  olaylar  ve  olgular  başlangıç  ve  dönüp  gidilecek  yer  olarak  Allah’a  dönmektedir .

       Siz  ey  imana  erişenler ! Allah’ın  huzurunda  eğilin , yere  kapanın  ve  yalnızca  Rabbinize   kulluk  edin  ve  iyi  işler  yapın  ki , kurtuluşa , esenliğe  erişesiniz .  Ve  Allah’ın  davası  için ,  Allah  uğrunda ,  O’nun  yolunda  gösterilmesi  gereken  en  zorlu , en  üstün  çabalara  girişin , O’na  yaraşır  bir  gayretle  didinin !  Mesajına  muhatap  ve  taşıyıcı  olarak  sizi  seçen  ve  din  konusunda  üzerinize  bir  zorluk , bir  güçlük  yüklemeyen  O’dur . VE  SİZE  ATANIZ  İBRAHİM’İN  İNANCINI  İZLEMEYİ  ÖNEREN  DE  O .

       Elçinin  sizin  önünüzde  ve  sizin  de  tüm  insanlığın  önünde  gerçeğe  tanık  olmanız  için  geçmiş  çağlarda  da , bu  ilahi  mesajda  da , sizi  ‘’ Kendilerini  yürekten  Allah’a  teslim  edenler , ( Müslümanlar )  diye  isimlendiren  O’dur .  Öyleyse  salâtta  devamlı  ve  duyarlı  olun , arınmak  için  verilmesi  gerekeni  verin  ve  sımsıkı  Allah’a  bağlanın .  SİZİN  GERÇEK  EFENDİNİZ  ALLAH’TIR .  NE  ÜSTÜN  ,  NE  YÜCE  EFENDİ  ;  NE  ÜSTÜN  ,  NE  YÜCE  YARDIMCI  !.....

                                         Hac  Suresi   73. …..78.  Ayetler .
       İnsanların  tek  bir  Tanrısı  bulunduğu  ve  Allah’tan  başkasına  ibadet  etmenin  boş  bir  davranış  olduğunu  hatırlatan  delillerden , öğüt  ve  uyarılardan  sonra  da , sahte  tanrıların  ve  onlara  tapanların  durumunu  özlü  biçimde  anlatan  bir  misal  getirilmiştir . Bu  temsili  anlatımda , öncelikle  muhataplar  bir  an  için , akli  muhakemelerini  kısıtlayan  önyargılardan  ve  esiri  oldukları  alışkanlıklarından  sıyrılıp  akıllarını  kullanmaya , verilen  örneği  can  kulağıyla  dinlemeye  davet  edilmektedir . Allah’tan  başka  kendilerine  tapılan , yalvarılan  bütün  varlıklar  birleşseler  yine  de  bir  sinek  dahi  yaratamazlar . Hatta  onlar  sineğin  kapıp  götürdüğünü  bile  geri  alma  kudretine  sahip  değildirler . Kendinden  istenen  acizdir , çünkü  temizliği  ve  bakımı  için  dahi  başkasına  muhtaçtır . İsteyen  de  acizdir , çünkü  yalvardığı  varlığın  kendisine  bile  hayrı  yoktur , o  halde  isteyen  de  eli  boş  kalmaya  mahkumdur .
       ‘’ Allah’ı  gereği  gibi  tanımamaları ‘’ , O’na  gereğince  kulluk  etmemeleri  ve  O’na  layık  olduğu  biçimde  saygı  göstermemeleri ,  Allah’ın  verdiği  nimetlerin  kıymetini  bilmemeleri ,  putlara  ve  aşağı  arzulara  kulluk  etmeleri  gibi  anlamlarla  açıklanmıştır .
       Peygamberler  ve  melekler  Allah’ın  yalnızca  kulları  olup  O’nun  her  şeyi  gören ve  her  şeyi  işiten  mutlak  ilim  ve  kudretinden  herhangi  bir  paya  sahip  değillerdir  ve  dolayısıyla  hiçbir  şekilde  insanları  kendilerine  kulluk  etmeye  çağırmazlar .
       İslam  dininde  ‘’ zorluğun , güçlüğün ‘’  olmamasını  birkaç  yönde  değerlendirmek  gerekiyor . 1) İslam , Kur’an’i  öğretinin  anlaşılmasını  zorlaştıracak  yahut  sağduyuyla  çelişebilecek  dogmatik  ve  mistik  unsurlardan  uzaktır .  2 ) Günlük  hayatı  gereksiz  sınırlamalarla  güçleştiren  karmaşık  törensel  ve  biçimsel  yükümlülükler  yahut  tabusal  sistemler  içermemektedir .   3 )  İnsan  tabiatına  kaçınılmaz  biçimde  ters  düşen  kendine  eziyetçi ,  çileci  tüm  yaklaşımlara  kapalıdır . 4 )  İnsanın  zayıf  yaratılışlı  bir  varlık  olduğunu  her  konuda  hesaba  katmaktadır .
       Yukarıdaki  ilkelerin  hayata   geçirilmiş  olmaması  bizim  sorunumuzdur .  ‘’ Sizin  her  konuda  dengeli  ve  ölçülü  bir  toplum  olmanızı  istedik  ki , hayatınızla  tüm  insanlığın  huzurunda  hakikatin  şahitleri  olasınız . ‘'  Bakara  Suresi  143.  Ayet .  Bizden  orta  bir  toplum  olmamız  istendi ,  yani  ,  aşırılıklar  karşısında  adil  bir  denge  gözeten  ve  hem  zevk  ve  sefahati  hem  de  mübalağalı  bir  takvayı  ( Dinin  yasak  ettiği  şeylerden  sakınıp  buyurduklarını  yerine  getirme – Allah’tan  korkma )  reddederek  insanın  tabiatını  ve  imkanlarını  değerlendirmede  gerçekçi  ve  makul  davranan  bir  topluluk .  Kur’an ,  sıkça  tekrarladığı ,  hayatın  her  cephesinde  dengeli  ve  ölçülü  olma  çağrısı  ile  uyumlu  olarak  müminlere ,  hayatlarının  bedeni  ve  maddi  yönüne  çok  fazla  ağırlık  vermemelerini  öğütler  ;  ama  aynı  zamanda  insanın  bu  bedeni  hayat  ile  ilgili  ihtiyaç  ve  isteklerinin  ilahi  iradenin  eseri  ve  bu  nedenle  de  meşru  olduğunu  kabul  eder .  Daha  ileri  bir  tahlilde , ‘’ dengeli  ve  ölçülü  bir  toplum ‘’  ifadesinin  insanın  varoluş  problemine  İslami  yaklaşımı  temsil  ettiği  söylenebilir : ruh  ile  beden  arasında  fıtri  ( doğuştan )  bir  çatışma  olduğu  görüşünün  reddi  ve  insan  hayatının  bu  ikili  cephesindeki  tabii  ve  ilahi  bütünlüğün  açık  bir  teyidi .  İslam’a  özgü  olan  bu  dengeli  davranış ,  doğrudan  Allah’ın  birliği  ve  bütün  hilkatin  temelinde  yatan  amacın  tekliği  kavramından  doğmaktadır .
       Hz.  İbrahim ,  burada  sadece  Peygamberimiz  Hz.  Muhammed’in  soyca  atası  olduğu  için  değil ,  fakat  aynı  zamanda  ‘’ kendini  bilinçli  olarak  Allah’a  teslim  eden ‘’  herkes  için  bir  öncü ,  bir  prototip / ilk  örnek  olduğu  ve  dolayısıyla  Tanrının  birliğine  inananların  manevi  atası  olduğu  için  de  ‘’ atanız ‘’  olarak  nitelendirilmektedir .
       Müslim  terimi  ‘’ kendini  Allah’a  teslim  eden ‘’  anlamına  gelmektedir ; buna  göre, İslam  da  ‘’  Allah’a  teslim  olmak  /  Allah’a  boyun  eğmek ‘’  demektir .  Her  iki  terim  de  Kur’an’da  Tek  Tanrı’ya  inanan  ve  bu  inancı ,  O’nun  vahyettiği  mesajları  şüphesiz  kabul  ederek  doğrulayan , teyit  eden  herkes  için  kullanılmaktadır .   Kur’an  bu  ilahi  mesajların  sonuncusu  ve  en  evrensel  olanı  olduğu  için  tüm  inananlar  onu  tebliğ  eden  Son  Peygamberin  gösterdiği  yolu  izlemeye  ve  böylece  bütün  insanlığa  örnek  olmaya  çağrılmaktadırlar . Yani ,  Hz.  Peygamber’in  bize  örnek  olması  gibi , bizim  hayat  tarzımızın  da  bütün  bir  insanlığa  örnek  olması  lazımdır .   
      ‘’ Hakikati  başkalarına  hatırlat , bu hatırlatma ister fayda veriyor görünsün , ister görünmesin ; Allah’tan  korkan , düşünüp ondan ders alır . O’na  yabancılaşan ise zavallı biçare olarak kalır . Böylesi  öteki dünyada  büyük  ateşe  atılacak  ve  orada  ne  ölecektir  ne  de  diri  kalacak . Bu  dünyada  arınmayı  başaran  ise , öteki  dünyada  mutluluğa  ulaşır , ki  böylesi , Rabbinin  ismini  hatırlayan  ve  O’na  ibadet  edendir . Ama  hayır , ey  insanlar , siz bu  dünya  hayatını  tercih  edersiniz , oysa  gelecek  hayat  daha  iyi  ve  daha  kalıcıdır . Gerçek  şu  ki , bütün  bunlar , geçmiş  vahiylerde  bildirilmiştir . İbrahim  ve  Musa’ya  indirilen  vahiylerde . ‘’   A’lâ  Suresi  9. ….19. Ayetler .


       ‘’  Cehennem  ateşinin  ne  olduğunu  hiç  düşündün  mü ?  O  ne  yaşatır ,  ne  de  ölüme  terk  eder ,  ölümlü  insana  nihai  hakikati  gösterir . ‘’  Müddessir  Suresi  27. 28.29.  Ayetler . Bu  ayetler  günahkarın  hakikati  gecikmiş  olarak  kabul  etmesiyle  ve  aynı  zamanda  kendi  tabiatına ,  geçmişteki  zaaflarına  ve  bilerek  yaptığı  hatalarına  pişmanlıkla  bakmasıyla  ve  kendisini  bekleyen  azaba  karşı  sorumluluğunu  fark  etmesi  ile  ilgilenir  ;  ki  bu  da , ne  bir  hayat  ne  de  ölüm  durumudur .

       Bu  ayetlerde  Hz.  İbrahim  ve  Hz.  Musa’nın  isimlerinin  verilmesi  geçmiş  vahiylerin  birer  örneği  olmaları  ,  insanoğlunun  dini  tecrübesinin  devamlılığı  ve  bütün  peygamberler  tarafından  tebliğ  edilen  temel  hakikatlerin  aynılığı  gerçeğini  vurgulamak  içindir .

       ‘’ Peki  hiç  düşündün    bizi  hatırlamaktan  uzak  duranı  ve  bu  dünya  hayatından  başka  şeye  değer  vermeyeni ? Ve  kendi  ruhunun  temizliği  için  kendisinden  bu  kadar  az  ve  bu  kadar  gönülsüzce  vereni ? O  insan  kavrayışının  ötesindeki  şeyin  bilgisine  sahip  olduğunu  ve  böylece  onu  açıkça  görebildiğini  mi  iddia  ediyor ? Yoksa  henüz  kendisine  bildirilmedi  mi  Musa’ya  gelen  vahiylerde  ne  vardı , ve  her  türlü  güvene  layık  olan  İbrahim’e . Ve  hiç kimse , kimsenin  yükünü  taşıyacak  değildir . Ve insana  uğrunda  çaba  gösterdiği  dışında  bir  şey  verilmeyecektir. Ve  zamanı  geldiğinde  kendisine  çabasının  gerçek  anlamı  gösterilecek  ve  sonra  tam  karşılığı  verilecektir . Ve  en  sonunda  yalnız  Rabbine  varılacaktır . Sizi  güldüren  ve  ağlatan  yalnız  O’dur . Ölümü  getiren  ve  hayatı  bağışlayan  yalnız  O’dur . Ve  O’dur  iki  cinsi  - erkeği  ve  kadını -  yaratan , sadece  bir  sperm  damlasından .  Ve  O’nun  kudretindedir  ikinci  bir  hayatı  da  var  etmek . İsteklerden  arındıran  ve  mülk  sahibi  kılan  yalnız  O’dur . Ve  yalnız  O’dur  en  parlak  yıldıza  destek  veren . Ve  O’dur  yok  eden  kadim  kabileler  Ad  ve  Semud’u ,  hiçbir  iz  bırakmayacak  şekilde .  Ve  onlardan  önce  Nuh  kavmini , çünkü  hepsi  de  kötülükte  çok  iştahlı  ve  çok  azgın  olmuşlardı . İşte  Rabbin  onları  yok  etti ,  tıpkı  yıkılıp  altüst  olan  öteki  şehirleri  yok  olmaya  terk  ettiği  ve  sonra  ebediyen  görünmez  hale  getirdiği  gibi . O  halde  Rabbinin  hangi  nimet  ve  kudretinden  hâlâ  şüphe  duyabilirsin ?  Bu , öncekiler  gibi  bir  uyarıdır.  Yakın  olan  şu  son  saat  daha  da  yaklaşıyor , ama  onu  Allah’tan  başka  kimse  açığa  çıkaramaz .  Siz  bu  haberleri  tuhaf    buluyorsunuz ? Ağlayacağınıza  gülüyorsunuz  ve eğlenip  duruyorsunuz ?  Ama  artık  Allah’a  secde  edin  ve  Yalnız  O’na  kulluk  yapın . ‘’  Necm  Suresi  33. …62.  Ayetler .

       Hz.  İbrahim  ve  Hz.  Musa’nın  isimlerinin  anılması  o  sıralar  hakkında  en  fazla  bilgiye  sahip  olunduğundan  dolayıdır . Ve  Allah’ın , insanlık  tarihi  boyunca , seçtiği  peygamberlere  belli , değişmez  ahlaki  hakikatleri  insana  iletme  görevi  verdiği  gerçeğine  dikkat  çekilmektedir . Bu  ayetlerin  ilk  kısmında  hatırlatılan  ilkeler  ve  bilgiler  şöyle  açıklanabilir : a ) Sorumluluk : Kur’an’da  değişik  vesilelerle  belirtildiği  üzere , suçların  ve  cezaların  şahsiliği  esastır . İstese  de  kimse  başkasının  günahını  yüklenemez .Bu  kuralın  anlam  ve  önemi  üç  aşamalıdır : İlkin  insanoğlunun  doğumundan  itibaren  yüklendiği  ‘’ilk  günah ‘’  şeklindeki  Hıristiyan  doktrini  kesinlikle  reddedilmektedir . İkincisi ;  kişinin  günahlarının  bir  azizin  veya  peygamberin  kendini  feda  etmesi  sayesinde  bağışlanabileceği  fikri  reddedilmektedir .  Üçüncü  olarak  da  günahkar  ile  Allah  arasındaki  herhangi  bir  ‘’ aracılık ‘’  ihtimali  reddedilmektedir .  b ) Herkes  bütün  sırlarını  ve  inceliklerini  bilemeyeceğimiz  bir  sınav  düzeni  içinde  iradi  seçimler  yapmak  durumundadır .  c ) Hesap  verme  : Dünya  hayatında  iradi  seçimle  yaptığı  her    mahşer  günü  insanın  önüne  konacak , iyilik  ve  kötülükleri  görülecek , bu  konuda  tamamen  adil  bir  yargılama  yapılacaktır . Vurgulanması  gerekir  ki  Kur’an’ın  ahlaki  sisteminde  ‘’ eylem – amel ‘’  terimi  ,  iyi  ya  da  kötü  herhangi  bir  eylemin    kasıtlı  olarak  ihmalini  kapsadığı  gibi , doğru  ya  da  yanlış  her  inancın  bilinçli  olarak  dile  getirilmesini  de  kapsar . Kısaca ,  insanın  bilinçli  olarak  amaçladığı  ve  sözle  yahut  eylemle  ifade  ettiği  her  şey .  d )  Karşılık  verme :  Sözü  edilen  yargılamanın  sonunda  herkese  yaptıklarının  karşılığı  tastamam  verilecektir . e ) Nihai  takdir :  Yapılanların  karşılığı  verilirken  kimsenin  en  küçük  bir  haksızlığa  uğratılmayacağı  kesin  olmakla  beraber , ilahi  lütuf   ve  bağışlanma  hususu  Allah’ın  mutlak  iradesine  bağlıdır . Bu  konuda  mümine  düşen , ümit var  olmak ,  ama  buna  güvenerek  gevşeklik  göstermemektir.

       Bunca  nimet , hatırlatma  ve  uyarıya  rağmen  Allah’ın  birliğini  ve  ahiret  hayatının  varlığını  tartışma  konusu  yapma  küstahlığını  gösteren , Kur’an’ın  verdiği  bilgi  ve  çağrılar  karşısında  akıl  ve  iz’anı  harekete  geçirmek  yerine  gaflet  içinde  oyalanmaktan  haz  alanlar  eleştirilmektedir . Buna  rağmen  kısa  ve  etkileyici  bir  ifadeyle  herkes  Allah’a  kulluk  etmeye  ve  O’na  olan  saygısını  belli  etmeye  çağırılmakta , böylece  sure  asıl  mesajın  tekrar  edilmesiyle  bitirilmektedir .  

       ‘’ Hepsi  de güçlü  bir  iradeye  ve  keskin  bir  kavrayış  yeteneğine  sahip  olan  kullarımız  İbrahim , İshak  ve  Yakub’u  hatırla . Biz  onları  arı – duru  bir  düşünce  aracılığıyla  temizledik ;  öteki  dünyayı  gözetme  düşüncesiyle . Ve  bizim  nezdimizde  onlar  gerçekten  seçkin , hayırlı  kimseler  arasındaydılar . ‘’  Sâd  Suresi  45.46.47. Ayetler .
       Mekke  putperestlerinin  İslam  davetini  reddetmedeki  akıl  almaz  ısrarları  ve  küstahça  davranışları  karşısında  Hz.  Peygambere  geçmiş  peygamberlerin  ve  diğer  salih  kulların  güçlü  iradeleri , basiretli  tutumları  anlatılmaktadır . Onlar , dünyada  sıkıntı  çekseler  bile  ahiret  yurdunu  asla  unutmadıkları  için  Allah  kendilerini  günahlardan  arındırmış , ruhlarını  günahsızlık  sıfatıyla  donatmış , bu  sayede  Allah  katında  seçkinler  ve  iyiler  arasında  yer  almışlardır . İnsanın , dünya  hayatında  bazı  zevkleri  tatma  arzusu  veya  bazı  sıkıntılardan  kurtulma  telaşı  onu  kötülüklere  itmekte , dinin  ve  ahlakın  buyruklarını  yerine  getirmekten  uzaklaştırmakta , böylece  o  kişi  zevk  arzusu  ve  elem  korkusuyla  kolayca  kötülüklere  teslim  olabilmektedir . Bu  ise  dini  ve  ahlaki  bakımdan  tam  bir  çöküştür . İşte  insanı  bu  çöküşten  kurtaracak  olan  da  ahiret  bilincinin  canlı  olmasıdır . Çünkü  bu  bilinç  insanda  şu  inancı  güçlendirecek  ve  etkin  kılacaktır : Allah’ın  buyruk  ve  yasalarını  hiçe  sayarak  dünyada  bazı  zevkleri  tatsak  bile  bunlardan  çok  daha  fazlasını  ahirette  kaybedeceğiz , bazı  kederlerden  kurtulsak  bile  ahirette  bunlardan  daha  fazlasına  maruz  kalacağız . Böylece  ahiret  bilinci  ve  sorumluluğu  dini  ve  ahlaki  hayatın  tam  bir  güvencesi  olmaktadır .


‘’ İşte  bunlar , Allah’ın  kutlu , onurlandırıcı  bağışlarda  bulunduğu  nebilerden  bazıları-  Adem’in  soyundan , Nuh’la  birlikte  o  gemide  taşıdığımız  kimselerin  soyundan, İbrahim’in  ve  İsrail’in  soyundan  gelen  ve  hepsi  de  doğru  yolu  gösterdiğimiz  ve  seçtiğimiz  kimselerden  bazıları . Ne  zaman  kendilerine  O  sınırsız  rahmet  sahibinin  mesajları  okunsa  ağlayarak  O’nun  huzurunda  yere  kapanan  kimseler . Onların  ardından  salâtı  boş  veren  ve  yalnızca  kendi  şehvetlerinin , dünyevi  tutkularının  peşine  düşen  bir  kuşak  geldi  ve  böyle  yaptıkları  için  de , yakında  tam  bir  düş  kırıklığıyla  karşılaşacaklar . Ancak , pişman  olup  Allah’a  yönelen , inanıp  dürüst  ve  erdemli  davranışlar  ortaya  koyanlar  bunun  dışındadır . Zaten  hiç  bir  haksızlığa  uğratılmadan  cennete   girecek  olanlar  da  işte  böyleleridir . Sınırsız  bağış  sahibinin , kullarına  her  türlü  beşeri  algı  ve  tasavvurun  ötesinde  söz  verdiği  o  asude  has bahçeler  onların  olacaktır . O’nun  sözü  elbette  yerini  bulacaktır . Orada  onlar  asla  boş   ve  yararsız  bir  söz  işitmeyecekler , iç  huzuru  ve  esenlik  dileğinden  başka  hiç  bir  söz ! Ve  orada  sabah  akşam  azıklandırılacaklar . Bize karşı  sorumluluk  bilinci  içinde  olan  kullarımıza  bırakacağımız  cennet  işte  budur .’’   Meryem  Suresi  58. ….63. Ayetler .
       Soyları  Hz.  İsa  ile  son  bulan  İbrani  peygamberleri  Hz.  İshak  ve  Hz.  Yakub ( İsrail )  kolundan  geçerek  Hz.  İbrahim’in  soyundan  gelirken , Hz.  Muhammed  aynı  atanın  soyundan ; Hz.  İbrahim’in  ilk  oğlu  Hz.  İsmail’in  kolundan  gelmektedir . Peygamberlerin  hepsi  de  beşer  olduklarının  bilincinde  olan , Allah’ın  alçak  gönüllü  kullarıydı . ‘’ Bizim  mesajlarımıza  gerçekten  inananlar , ancak , kendilerine  tebliğ  edildiği  zaman  önünde  derin  bir  hayranlık  ve  saygıyla  eğilenlerdir . Onlar , Rablerinin  sınırsız  ihtişamını  hamd  ile  yüceltenler  ve  asla  büyüklük  taslamayanlardır . ‘’  Secde  Suresi  15.  Ayet . Salâtı  boş  veren  ve  yalnızca  kendi  şehvetlerinin , dünyevi  tutkularının  peşine  düşenler  ahirette , kendilerini  manevi  yıkıma  sürükleyen  yanılgıyı  bütün  açıklığıyla , bütün  gerçekliğiyle  ve  tabii  olarak , bütün  karşılığıyla  anlayacaklardır . Allah’a  yönelen , inanıp  dürüst  ve  erdemli  davranışlar  ortaya  koyanlar  ise  yaptıkları  en  küçük  iyiliğin  karşılığından  mahrum  edilmeyecekleri  gibi , fiilen  hak  ettiklerinin  çok  üstünde  bir  nimete  erişeceklerdir . ‘’ Şüphesiz  Allah , kimseye  zerre  kadar  haksızlık  yapmaz ; eğer  hayırlı  bir    varsa  onu  kat  kat  artırır  ve  rahmetinden  büyük  bir  ödül  bahşeder . ‘’  Nisa  Suresi  40.  Ayet .
       Orada  onlar  asla  boş  ve  yararsız  bir  söz  işitmeyecekler , iç  huzuru  ve  esenlik  dileğinden  başka  hiç  bir  söz . Selam  terimi , ruhani / manevi  sükunet  ve  huzur , her  türlü  hata , kötülük  ve    çatışmadan  kurtulmuş  olma  gibi  anlamları  kapsamaktadır .
       ‘’ Bilin  ki , ben , Allah’a inanmayan  ve  ahiret  gerçeğini  tanımaktan  ısrarla  kaçınan  bir  toplumun  izlediği  yolu  terk  ettim . Ve  atalarım  İbrahim , İshak  ve  Yakub’un  yolunu  tuttum . Çünkü  tanrısal  nitelikleri  Allah’tan  başka  herhangi  bir  varlığa  yakıştırmak  bizlere  yakışmaz . Allah’ın  bize  ve  bütün  insanlığa  bahşettiği  lütfun  bir  sonucudur  bu , ama  insanların  çoğu  bu  lütfun  değerini  bilmez .’’  Yusuf  Suresi  37.38.  Ayetler .  
       Hz.  Yusuf , doğru  yolu , gerçek  dini  açıklamakta , tebliğ  etmektedir . Tevhid  inancına  dair  bilinmesi , farkında  olunması  gereken  gerçeklerden  bahsetmektedir . Allah , mutlak  kudret  sahibi , mutlak  olarak  kendine  yeterli  bir  varlık  olduğuna  göre , insanın , O’ndan  başka  kimseyi  tanrı  olarak  görmemesi  yolunda  uyarılması  elbette  ki  Allah’ın  kendi  ihtiyacı , kendi  çıkarı  için  değildir . Böyle  bir  günahın  mutlak  olarak  mahkum  edilmiş  olması , sadece  ve  sadece  yine  insanın  kendi  yararı , kendi  selameti  içindir . Çünkü  böyle  bir  günahtan  kaçınması , insanı  batıl  inançlara  karşı  özgür  ve  uyanık  tutacak  ve  böylece  akıl  ve  bilinç  sahibi  bir  varlık  olarak  onurunu  korumasına , onurunu  yüksekte  tutmasına  yarayacaktır .
       Mutlak  ilmi  ve  mutlak  kudretiyle  var  olan  her  şeyi  kuşatan , var  olan  her  şeye  egemen  olan  Tek  ilah  fikriyle , tanrısal  ya  da  yarı – tanrısal  nitelik  ve  fonksiyonları  Allah’tan  başkasına  yakıştırma  tavrını  barıştırmak , uzlaştırmak  temelden  imkansızdır . İnsanla  Allah  arasında   tasavvur  edilen  bir  takım  sahte  aracıların  vasıtasıyla  ‘’ Allah’ı  insana ‘’  ya  da  ‘’ insanı  Allah’a  yaklaştırma  fikrine  dayanan  bütün  dini  tavır  ve  yaklaşımlar  için  esastan  uyarıcı  bir  yüklem ,  temel  bir  mesaj  verilmektedir .  İlkel  dinlerde  bu  aracılık  fikri  birtakım  tabiat  güçlerinin  tanrılaştırılmasına  ve  giderek  belirsiz ,  bulanık  bir  Üstün  Güç  tasavvuruna  ve  onun  bu  belirsizliğinden , dalgınlığından , geride  durmasından  istifade  edilerek  onun  adına  edip – eylediği  vehmedilen  birtakım  hayal  ürünü  biçimsel  mabutların/tanrıların ortaya  çıkmasına  önayak  olmuştur . Daha  gelişmiş , daha  karmaşık  dini  kültürlerde  aracıya  duyulan  bu  ihtiyaç , Allah’ın , daha  alt  düzeydeki  tanrılar  aracılığıyla  kişileşmiş  olarak  tecelli  ettiği ya da  insan  biçiminde  tecessüm  ettiği  ( Hz.  İsa’nın  Allah’ın  oğlu , Üçün – Teslis’in – İkincisi  olduğu  gibi )  inancıyla  kendini  göstermektedir .
       Bu   tevhid  dışı  eğilim  bir  adım  daha  ileri  giderek  veli  ya  da  aziz  diye  bilinen , ölmüş  ya  da  yaşayan , birtakım  seçilmiş  kişilere  ‘’ Allah’ı  insana  yaklaştırmaya ‘’  kadir  bir  aracılık  rolü  yakıştırmakta  ve  ne  yazık  ki , kendilerini  ‘’ monoteist / tek  tanrıcı ‘’  sayan  insanlar  bile  böyle  bir  aracılığa  ihtiyaç  duymaktadırlar . Velilerin  Allah’la  insan  arasında  aracı  rolü  oynadıklarına  inanmanın  İslam’ın  en  temel  ilkesine  aykırı  olduğunu  anlamayan  yanlış  yönlendirilmiş  pek  çok  Müslümanın  da  bu  grup  içinde  yer  aldığını  eklemeliyiz .
       Allah’ın  birliğine , eşsiz  ve  benzersiz  oluşuna  ve  dolayısıyla  ister  somut  bir  varlık , ister  soyut  bir  güç  olsun ,  hiçbir  şeyin , hiçbir  kimsenin  O’nun  tanrılık  vasfı  üzerinde  pay  sahibi  olmadığına ; alemin  tasarrufunda , çekilip  çevrilmesinde  O’na  nüfuz  ve  müdahale  edebilecek  kimsenin  bulunmadığına  dair  sürekli  tekrarlanan  Kur’an’i  vurgunun  amacı , insanı , kendi  kendini  mahkum  ettiği  hayal  mahsulü  bir  aracı  güçler  hiyerarşisine  kul – köle  olmaktan  kurtarmak  ve  ona  ‘’  nereye  dönerseniz  dönün  Allah’ın  yönü  orasıdır ‘’  gerçeğini ,  ya  da  ‘’ Allah’ın  kendisine  dua  eden  herkese  yakın  olduğu ‘’  gerçeğini  anlatmaktadır . ‘’  Halis  inancın  yalnız  Allah’a  yönelmesi  gerekmez  mi ?  O’ndan  başkasını  dost  ve  koruyucu  edinenler ,  ‘ Biz  bunlara  sırf  bizi  Allah’a  daha  çok  yaklaştırsınlar  diye  kulluk  ediyoruz ! ’  derler .  Şüphesiz  Allah ,  kıyamet  günü  onlar  arasında  hakikatten  saptıkları  her  konuda  mutlaka  hüküm  verecektir .  Çünkü  Allah  kendisine  yalan  söyleyen  ve  inatla  nankörlük  yapan  hiç  kimseyi  rahmetiyle  doğru  yola  ulaştırmaz ! ’’  Zümer  Suresi  3.  Ayet .  Bu  değinme , yalnız  azizlere / velilere ,  meleklere  ve  putlaştırılmış   kişilere  tapınma  ile  sınırlı  olmayıp  aynı  zamanda  bunların  sembollerine  ( heykel ,  resim ,  mumya ,  vb. )  ve  hayatta  olmayan   kişilerin  gerçek  veya  temsili  kabirlerine  tapınmayı  da  kapsamaktadır . Bütün  bu  uygulamalar ,  tapınmada  bulunanın ,  kendisi  ile  Allah  arasında  ‘’ aracılık ‘’  umuduna  dayandığından  Allah’ın  ilim  ve  adalet  sıfatlarıyla  çelişir  ve  bundan  dolayı ,  - yaygın  bir  kabul  görmesine  rağmen -  Kur’an  tarafından  şiddetle  reddedilir .  ‘’ Bir   gün   onların  hepsini  bir  araya  toplayacağız  ve  o  zaman ,  Allah’tan  başka  şeylere  ilahlık  yakıştıranlara :  ‘ Allah’ın  uluhiyetine  ortak  olduklarını  tahayyül  ettiğiniz  o  varlıklar  neredeler  şimdi ? ‘  diye  soracağız.  Bunun  üzerine ,  çaresiz  bir  şaşkınlık  içinde ,  ancak, ‘ Rabbimiz  Allah’a  yemin  ederiz  ki  O’ndan  başka  bir  şeye  ilahlık  etmek  istemedik !’  diyebileceklerdir .  Bakın  onlar  kendi  kendilerine  nasıl  yalan  söylemişler  ve  mesnetsiz  hayalleri  onları  nasıl  yüzüstü  bırakmış !’’  En’am  Suresi  21.22.23.  Ayetler .  Kur’an’da  sıkça  tekrarlanan  benzer  ifadelere  rağmen  hâlâ  kendimizi  doğru  yolda  görüyorsak  sıkça  kullandığımız  ‘’ ilah ‘’  kelimesinin  ne  anlama  geldiğini  T.D.K.  sözlüğünden  okuyalım :  ‘’ Bir  alanda  yaratıcılığı  ile  hayranlık  uyandıran ,  çok  beğenilen , çok  tutulan ,  herhangi  bir  işte  başarılı  olmuş ,  en  üst  dereceye  ulaşmış . ‘’   Şimdi  yaptığımız  hataları  ve  ‘’  Allah’tan  başka  ilah  yoktur  ‘’  derken  bunu  dille  söylemenin  ne  kadar  kolay  olduğunu ama  bunu  gerçekten  başarıp  başaramadığınızı  düşünün .
       ‘’ Var  olduğunu  zannettiğiniz  o  Allah’a  ortak  koştuklarınız ‘’  Şüreka  terimi ,  Kur’an’da  inançlar  ile  bağlantılı  olarak  kullanıldığı  yerlerde ,  her  zaman ,  uluhiyete  ortak  oldukları  varsayılan  gerçek  veya  hayali  varlıkları  veya  güçleri  gösterir .  Sonuç  olarak  bu  kavram  - ve  onun  İslam’da  kesin  bir  dille  kınanması -  yalnızca  sahte  ilahlara  tapınmayı  değil ,  aynı  zamanda  hem  azizlere ,  velilere ,  peygamberlere  yarı – ilahi  vasıfların  veya  güçlerin  izafesini ,  hem  de  servet ,  sosyal  statü ,  iktidar ,  milliyet vb.  gibi ,  insanların  çoğunlukla  insanlığın  kaderi  üzerinde  objektif  bir  belirleyicilik  izafe  ettiği  soyut  kavramları  kapsar . ‘’  Allah’tan  başka  bir  şeye  ilahlık  izafe  etmek  istemedik ! ‘ diyebilecekler . ‘’  Bu  tartışmasız  olarak ,   kavramın  objektif  anlamıyla  şirki    ( Allah’tan  başka  varlıklara  veya  güçlere  uluhiyet  veya  ilahi  vasıflar  izafe  etmeyi )  ifade  eden  inançlara ,  ama  bu  suçu  işleyen  kişinin  sübjektif  olarak  Allah’ın  birliğini  inkar  ettiğinin  düşünülemeyeceği  iddiasına  işaret  eder .
       ‘’ Gerçek  şu  ki  Allah , Adem’i  ve  Nuh’u , İbrahim  soyunu  ve  İmran  soyunu  bütün  insanlığın  üzerinde  bir  konuma  çıkardı , tek  bir  soy  zinciri  halinde . Allah , her  şeyi  işiten , her  şeyi  bilendir . ‘’  Al-i  İmran  Suresi  33.34.  Ayetler .
       Sadece  söz  konusu  peygamberlerin  fiziksel  nesebine  değil , ama  aynı  zamanda , bu  peygamberlerin  hepsinin  birbirine  manevi  açıdan  bağlı  bulundukları  ve  aynı  biricik  temel  hakikate  inandıkları  gerçeğine  ima . Bu  isimler , sonuç  olarak  Kur’an’da  zikredilen  bütün  peygamberleri  içine  alır , çünkü  onların  çoğu , bu  atalardan  ikisinin  veya  daha  fazlasının  soyundan  gelir . İmran  ailesi , İmran’ın  çocukları  olan  Hz.  Musa’yı  ve  Harun’u , İsrailliler  arasındaki  din  adamları  zümresinin  içinden  çıktığı  Hz.  Harun’un  soyunu , dolayısıyla  hem  annesi  hem  de  babası  aynı  soydan  gelen  Hz.  Yahya’yı  ve  Hz.  İsa’yı – ki  Hz.  Yahya’nın  yakın  akrabası  olan  annesi  Hz.  Meryem’den  Kur’an’ın  başka  bir  yerinde ( Meryem  Suresi  28.  Ayet )  ‘’ Harun’un  kız  kardeşi ‘’  olarak  söz  edilmektedir – kapsar . Her  iki  halde  de , bir  şahsın  veya  bir  halkın  ismini  tanınmış  bir  aileye  atfetme  şeklindeki  eski  Sami  adeti  sergilenmektedir .


‘’ Ey  geçmiş  vahyin  izleyicileri ! Tevrat  ve  İncil’in  kendisinden  uzun  zaman  sonra  vahyedildiğini  gördüğünüz  halde  İbrahim  hakkında  neden  tartışıyorsunuz ? Aklınızı  kullanmıyor  musunuz ? Siz , bilginiz  olan  şeyler  hakkında  tartışırdınız , ama  hiç  bilmediğiniz  şey  hakkında  neden  tartışıyorsunuz ? Halbuki  Allah  onu  bilir , ama  siz  bilmezsiniz . İbrahim , ne  bir  Yahudi , ne  de  Hıristiyan  idi , ama  kendini  Allah’a  teslim  ederek  her  türlü  batıldan  yüz  çevirmiş  biriydi  ve  Allah’tan  başka  bir  şeye  ilahlık  yakıştıranlardan  değildi . Gerçekte  İbrahim’e  en  yakın  olanlar , muhakkak  ki - bu  peygamberin  ve  ona  inanan  herkesin  yaptığı  gibi – ona  tabi  olanlardır , Allah  da  inananlara  yakındır . ‘’  Al-i  İmran  Suresi  65. …68.  Ayetler .
        Gerek  Yahudilik , gerekse  Hıristiyanlık  ‘’ tapılacak , ibadet  edilecek , kulluk  edilecek ‘’  varlığın  yüce  Allah  olduğunu  kabul  noktasında  İslam  inancıyla  kesiştiği  halde , zamanla  bu  dinlerin  mensuplarınca  benimsenen  bazı  inanç  ve  davranışlar , Tanrının  tek  olduğu  ve  Allah’tan  başka  hiçbir  varlığın  Rab  sayılamayacağı  telakkisini , dolayısıyla  ‘’ yalnız  Allah’a  kulluk  etme ‘’  ilkesini  temelden  sarsmış  bulunuyordu . Birçok  ayette  belirtildiği  üzere  bütün  peygamberlerin  ısrarla  Allah’a   ortak  koşulmaması  uyarısında  bulunmalarına  rağmen , Yahudiler  Hz.  Üzeyir’i , Hıristiyanlar  ise  Hz.  İsa’yı  Allah’ın  oğlu  olarak  nitelendirmişler , Hıristiyanlar  Allah  üçün  üçüncüsüdür  demişlerdir . Yahudiler  Tanrıyı  millileştirerek  Allah’ın  sadece  bir  kavmin , hatta  sadece  insanların  değil  bütün  evrenin  yaratıcısı  ve  Tanrısı  olduğu  hakikatini  perdelemeye  çalışmışlar  ve  adeta  bütün  insanların  aynı  Tanrıya  ibadet  etmelerine  rıza  göstermemişlerdir . Oysa  tahrif  edilmiş  şekliyle  bile  bugün  Tevrat  ve  İncillerdeki  ifadeler  Tanrının  bir  olduğunu  ve  Hz.  İsa’nın  İsrailoğulları’na  gönderildiğini  belirtmektedir . ‘’ Dinle  ey  İsrail . Allah’ımız  Rab  bir  olan  Rabdir  ve  Allah’ın  Rabbi  bütün  yüreğinle  ve  bütün  canınla  ve  bütün  kuvvetinle  seveceksin ‘’ ( Tesniye  6/4-5 ) ‘’ Ve  Allah  bütün  bu  sözleri  söyleyip  dedi : Karşımda  başka  ilahların  olmayacaktır ‘’ ( Çıkış   20/1-3 )  ‘’ Hep  emirlerin  birincisi  hangisidir , diye  ona  sordu . İsa  cevap  verdi : Birincisi , ‘ Dinle  ey  İsrail ; Allah’ımız  Rab  bir  olan  Rabdir . Ve  Rab  Allah’ını  bütün  yüreğinle , bütün  canınla , bütün  fikrinle  ve  bütün  kuvvetinle  seveceksin . ‘’  ( Markos  12/29-30 ) ‘’ Fakat  İsa  cevap  verdi : Ben  İsrail  evinin  kaybolmuş  koyunlarından  başkasına  gönderilmedim ‘’  ( Matta  15/24 )
       Evrendeki  bütün  varlıkların  sahibi , yöneticisi  ve  yönlendiricisi  Allah  olduğuna  göre , O’na  kullukta  yine  O’nun  iradesine  yürekten  teslimiyet  gerektiği  halde  Hıristiyanlar  Hz.  İsa’yı , Yahudiler  ve  Hıristiyanlar  din  adamlarına  Tanrı  benzeri  bir  otorite  tanıyarak  yalnız  Allah’a  kul  olma  çizgisinin  dışına  çıkmışlardı . ( Tevbe  Suresi  31.  Ayet )  Tevbe  Suresindeki  bu   ayetin  lafzını  esas  alan  Adi  b. Hatim  ile  Hz.  Peygamber  arasında  geçen  şu  konuşma , burada  yer  alan  ‘’ Allah’ı  bırakıp  da  içimizden  bazılarını  rab  edinmesin ‘’  ifadesinin  anlaşılmasını  kolaylaştırmaktadır  :
       _  Ya  Resul Allah ! Biz  onlara  kulluk  etmiyorduk  ki !
       _  Peki , onlar  size  istediklerini  helal  istediklerini  haram  kılıyorlar  ve  siz  de  onlara  uyuyor  değil  miydiniz ?
       _  Evet .
       _  İşte  burada  söylenen  de  odur .
       Bu   yaklaşımın  dünya  hayatının  düzenlenmesinde  pek  acı  meyveler  vermesi  karşısında   Batı  dünyasının  yakın  zamanlarda  aldığı  önlemler  ve  birçok  düşünce  akımınca  bu  konuda  ciddi  tepkilerin  ortaya  konulmuş  olması  Kur’an’ın  bu  konudaki  çağrısına  uyma  açısından  olumlu  bir  gelişme  sayılabilirse  de , bu   tedbirlerin  dinin  egemenlik  ve  sömürü  aracı  olarak  kullanılmasını  engelleme  hedefiyle  sınırlı  kaldığı  inkar  edilemez . Nitekim  hâlâ   bu  iki  dinin  mensuplarınca  din  adamları , mürşid , yol  gösteren , uyaran  kişiler  olmanın  ötesinde  tanrıya  nasıl  kulluk  edileceğine  karar  verebilen  ve  Hıristiyanlarca  Tanrı  adına  affedebilen  merciler  olarak  görülmekte , yine  Hıristiyanlar  tarafından  Hz.  İsa  koruyan , gözeten  insan  üstü  bir  varlık  olarak  telakki  edilmektedir . Dolayısıyla  inanç  esasları  bakımından  Ehli  Kitabın  bu  çağrı  üzerinde  dikkatle  durması  ihtiyacının  devam  ettiği  kuşkusuzdur .
       Üstteki  bu  yazıları  okuyunca  onların  yanlış  bizim  ise  doğru  olduğumuz  izlenimi  uyanıyor  değil  mi ? Bu  yorumları  Diyanetin  Kur’an  Yolu  kitabının  konumuz  ayeti  tefsirinden  aldım  ve  aynen  katılıyorum . Ama  bu  yazı  eksik . Hz.  İsa’nın  bazı  sözlerini  yazacağım :  Hükmetmeyin  ki , hükmolunmayasınız ;  ölçtüğünüz  ölçü  ile  de  size ölçülecektir . ‘’ Ve  niçin  kardeşinin  gözündeki  çöpü  görürsün  de  kendi  gözündeki  merteği  ( odun  parçasını )  seçmezsin ?  Yahut  nasıl  kardeşine :  Bırak  gözündeki  çöpü  çıkarayım  dersin ?  İşte  mertek  senin  gözünde !  Ey  ikiyüzlü ,  önce  sen  kendi  gözünden  merteği  çıkar ,  o  vakit  çöpü  kardeşinin  gözünden  çıkartmak  için  daha  iyi  görürsün . ‘’  (  Matta  Bap  7 )  Yahudiler  büyük  yanlışlar  yaptılar , ilk  büyük  ilahi  dindi ; eski  alışkanlıklarından , dış  etkilerden ,  atalarına  uymaktan  vazgeçemiyorlardı .  Hz.  İsa  onları  düzeltmek ,  doğru  yola  çağırmak  için  geldi .  Hıristiyanların  da  Hz.  İsa’nın  babasız  doğuşu  nedeniyle  kafaları  karışmış  olabilir . Kabul  edilemez  de  onların  Allah  karşısında  diyecekleri  var .  Ama  bize  her  şeyi  açık  seçik  anlatan  tahrif  edilmemiş  bir  kitabımız  varken  bizim  şu   andaki  halimiz  onlardan  kötüdür . Onlar  Hz.  Üzeyir’e , Hz.  İsa’ya  Allah’ın  oğlu  dediler ,  biz  yüce  Allah  evreni  Hz.  Muhammet  için  yarattı  dedik ,  hatta  Allah’ı  peygamberimize  aşık  ettik .  Kitabımızı  rafa  kaldırdık ,  anlamını  bilmez  okumalar  yaptık ,  Kur’an’ın  bazı  bir  ölüler  ve  büyü  kitabı  haline  getirdik . Yerine  de  Peygamberimizin  sünneti  adı  altında  yeni  bir  din  oluşturduk . Yahudilerin  Tevrat’ı  terk edip  kendi  kitaplarını  yazmaları  gibi  biz  de  kendi  kitaplarımızı  oluşturduk. Yüce  Allah  ‘’  Benim  resullerimden  hiçbiri  arasında  ayrım  yapmayacaksınız ; işittiniz  ve  itaat  ediyor  musunuz ? ‘’ dediği  halde  kendi  Peygamberimizin  adı  geçtiğinde  ona  hemen  selam  yollarken ,  hatta  yazılarda  bile  adı  geçtiğinde  parantez  içinde  (s.a.v. )  yazarken  diğer  peygamberlerden  çoğunlukla  sadece  adlarıyla  bahsediyoruz .  Ezan  Hz.  Muhammedin , ezan  duası  da  peygamberimizin .  Onun  için  de  namaz  kılıyoruz . Namazda  ondan  şefaat  istiyoruz , bizi  bağışlatacağını  umuyoruz . Ve  bence  en  az  Yahudiler  ve  Hıristiyanlar  kadar  Peygamberleri  Allah’a  ortak  koşuyoruz .  Hz .  İsa’dan  bir  uyarı  daha:  ‘’  Vay  başınıza ,  yazıcılar  ve  Ferisiler ,  ikiyüzlüler !  Çünkü  siz  peygamberlerin  kabirlerini  yaparsınız ,  salihlerin  türbelerini  de   donatırsınız .  Siz  ey  yılanlar ,  siz  ey  engerekler  nesli ;  cehennem  hükmünden  nasıl  kaçacaksınız . ‘’  ( Matta  Bap  23 – 29)
       ‘’ İbrahim  hakkında  neden  tartışıyorsunuz ? ‘’ Yani , onun  uyguladığı  ilkelerin , Tevrat’ı  Allah’ın  mutlak  kanunu  olarak  gören  Yahudi  itikatının  mı , yoksa  birçok  konuda  bu  itikat  ile  çelişen  Hıristiyan  itikatının    ilkeleri  olduğu  konusunda . Hiç  bilmedikleri  şeyler  hakkında  tartışmaları , Hz.  İbrahim’in  gerçek  inancının  ne  olduğu  konusudur . ‘’Bilginiz  olan  şeyler ‘’  ibaresi , Tevrat’ın  ve  İncillerin  halen  yaşayan  nüshalarına  dayanan  birçok  öğretinin   Kur’an’ın  öğretileriyle  çeliştiği  gerçeği  konusundaki  bilgilerine  işarettir .
       64. Ayette  Ehli – kitap  ‘’ Tanrı ‘’  telakkisiyle  ilgili  ortak  ilkeden  hareketle  diyaloğa çağırıldıktan  sonra , burada  üç  büyük  ilahi  dinin  mensuplarınca  saygıyla  anılan  ve  kendisine  yüce  bir  mevki  tanınan  büyük  bir  peygamberin , Hz.  İbrahim’in  durumuna  açıklık  getirilmekte , böylece  bu  dinlerin  mensuplarının  ‘’ peygamberlik ‘’  kurumu  etrafındaki  anlayışlarda  da  buluşmalarının  sağlanması  hedeflenmektedir .
       Surenin  nüzul  sebebi  açıklanırken  değinilen  Hıristiyan  Necran  heyeti  Medine’ye  geldiğinde , Yahudi  hahamları  da  ilahiyat  meselelerinin  konuşulduğu  toplantılara  katılmışlar  ve  Hıristiyanlarla  Yahudiler  Hz.  Peygamberin  huzurunda  tartışmışlardı . Yahudiler , Hz.  İbrahim’in  Yahudi  olduğunu , Hıristiyanlar  ise  onun  Hıristiyan  olduğunu  iddia  ediyorlardı . Özellikle  Hıristiyanlar , Mekke  müşriklerinin  kendilerini  Hz.  İbrahim’in  dininin  varisleri  ve  onun  inşa  ettiği  Kabe’nin  hizmetçileri  olarak  gördüklerini  dikkate  alarak  Araplar  arasında  Hıristiyanlığı  yayabilmek  için  ‘’ İşte  bu  da  İbrahim’in  dini ‘’  diye  propaganda  yapıyorlar  ve  bu  sebeple  bazı  Arap  kabileleri  arasında  Hıristiyanlık  yayılıyordu . Hıristiyanların  mantığı  şuydu : İbrahim’in  dinine  ilaveler  yapılması , onun  dininden  çıkma  anlamına  gelmezse , biz  de  bu  çerçeve  dışında  sayılmayız . Onun  dininden  çıkma  anlamına  geldiği  taktirde  ise  Müslümanlar  da  onun  dinine  tabi  addedilemezler . Fakat  onlar  kendilerini  de  Hz.  İbrahim’e  nispet  etmeye  kalkarlarken  iki  büyük  hata  yapıyorlardı . Biri  Hz.  İbrahim’in  Yahudi  veya  Hıristiyan  olduğunu  söyleyebilecek  kadar  ileri  gitmeleri , diğeri  kendi  kutsal  kitaplarını  dahi  göz  önüne  almadan  kendi  dinleriyle  ilgili  bir  iddia  ileri  sürmeleri . Zira  Müslümanların  Hz.  İbrahim’e  mensubiyet  iddialarıyla  Yahudilerin  ve  Hıristiyanların  bu  konudaki  iddiaları  arasında  köklü  bir  fark  vardı . Kur’an’ı  Kerim’de  Hz.  İbrahim’in  öğretilerine  ( Hanifliğe )  açık  bir  gönderme  yapılmış  ve  Hz.  Muhammed’in  de  onun  dini  üzere  olduğu  belirtilmiş  olmasına  rağmen  Tevrat  ve  İncil’de  bu  yönde  bir  atıf  yer  almıyordu .
       Bu  ayetlerde  şu  hususlara  dikkat  çekilerek  bir  taraftan  münazara  esaslarıyla  ilgili  uyarılarda  bulunulmakta , bir  taraftan  da  karşı  tarafı  bağlayan  açıklamalar  yapmak  suretiyle  diyaloğun  sürdürülebileceği  bir  zemin  oluşturulmaktadır :
       A ) Hz.  İbrahim’in  Yahudilik  veya  Hıristiyanlık  nispet  edilerek  tartışmanın  içine  çekilmesi  tarihi  gerçeklerle  bağdaşmaz , çünkü  Tevrat’ın  da  İncil’in  de  ondan  sonra  indirildiği  ortadadır .
       B ) Kişinin , görüş  ve  yorumlarında  yanlışlıklar  bulunsa  bile , sahip  olduğu  bilgiler  etrafında  tartışmaya  girmesi  kabul  edilebilir ; fakat  hakkında  bilgisi  olmadığı  konularda  iddia  ortaya  atması  onaylanamaz . Şu  halde  Ehli – kitabın  ellerinde  mevcut  Tevrat  ve  İncillerde  yer  alan  bilgilerden  hareketle  bazı  ilahiyat  konularında  ileri  sürdükleri  görüşler  enine  boyuna  ele  alınıp  tahlil  edilebilir  ve  karşı  görüş  bu  yolla  ortaya  konulabilir . Fakat  onların  Hz.  İbrahim  hakkında  Kitabı  Mukaddes  metinlerine  ve  tarihi  verilere  dayanmayan  iddialarını  çürütmek  için , bunların  dayanaktan  yoksun  ve  sübjektif  bir  yaklaşım  olduğunu  hatırlamak  yeterlidir .
       C ) Ehli – kitabın  bu  konudaki  iddiaları  sağlam  bir  bilgiye  dayalı  olmadığına  göre , vahyin  sağladığı  bilgiye  kulak  verilmelidir : Hz.  İbrahim  ne  Yahudi , ne  Hıristiyan  ne  de  müşrik  idi , o  tevhid  inancına  yürekten  bağlı  biriydi . Onun  inancıyla  ilgili  bir  niteleme  yapılacaksa , söylenecek  şey  onun  ‘’Hanif‘’  ve  ‘’Allah’a  teslim  olan – Müslüman’’ olduğudur . Eğer  Yahudiler  ve  Hıristiyanlar  kendileriyle  Hz.  İbrahim  arasında  bir  bağ  kurmak  isterlerse  bunun  yegane  yolu , kendi  peygamberlerinin  de  tevhid  inancına  çağrıda  bulunduğu  gerçeğini  itiraf  etmeleri  ve  Hz.  İbrahim’i , dolayısıyla  Hz.  Muhammed’i  kendilerine  tabi  kılma  gayreti  içine  girme  yerine , bütün  ilahi  dinlerin  geniş  anlamıyla  İslam  dairesi  içinde  buluştuğunu  görmeleridir .
       D ) Eğer  Hz.  İbrahim’e  yakınlık  tespiti  yapılacaksa , kuşkusuz  ona  yakınlığın  ölçütü  getirdiği  mesajlara  uyulmasıdır . Çünkü  ona  yakınlığın  ölçütü  onun  öğretilerine  canı  gönülden  bağlanmış  olmaktır . Ona  uyanların  yanısıra  Hz.  Muhammed  ve  onun  ümmeti  tevhid  inancına  sımsıkı  sarılarak  bu  bağlılığı  ispat  etmişlerdir . Bütün  evrenin  yaratıcısı  olan  Allah’ı , milli  bir  tanrı  şeklinde  takdim  etme  gayreti  içine  giren  Yahudilerle , Hz.  İsa’yı  O’nun  oğlu  sayarak  Allah’a  ortak  koşan  Hıristiyanlar  ise  Hz.  İbrahim’in  öğretilerinden  çok  uzaklaşmış  bulunmaktadırlar .
       E ) Allah’a  yakınlık  ancak  O’nun  varlığına  ve  birliğine  yürekten  inanmakla  ve yalnız  ona  kulluk  etmekle  sağlanabilir ; zira  Allah  müminlerin  dostudur .
       ‘’ De  ki : ‘ Biz  Allah’a , bize  indirilene , İbrahim’e , İsmail’e , İshak’a , Yakub’a  ve  onun  neslinden  gelenlere  indirilene ; Rableri  tarafından  Musa’ya , İsa’ya  ve  diğer  tüm  peygamberlere  bahşedilene  inanırız ; onlar  arasında  hiç  bir  ayrım  yapmayız . Ve  kendimizi  O’na  teslim  ederiz . ‘ Kim  Allah’a  teslimiyetten  başka  bir  din  ararsa , bu  kendisinden  asla  kabul  edilmeyecek  ve  o , ahirette  kaybedenlerden  olacaktır . ‘’   Al-i İmran  Suresi   84.85.  Ayetler .
       İman  etme  şerefine  eriştikten  sonra , kendi  incelemeleriyle  Allah’ın  varlığını , birliğini , kudretini  kavradığı  ve  elçilerinin  bildirdiklerinin  gerçek  olduğunu  ayan  beyan  gördüğü  halde  inkar  yolunu  seçen  kişi , hidayet  yolunu  kendi  eliyle  kendisine  kapatmış  demektir . Fakat  bu  bilinçli  tercihi  yapanlar , bunun  acı  akıbetini  de  iyi  bilmelidirler .
       ‘’ Doğrusu , daha  önce  de elçilerimizi  hakikatin  bütün  kanıtları  ile  gönderdik  ve  onlar   aracılığıyla  vahyi  bağışladık  ve  böylece , doğru  ile  eğriyi  tartabilmeniz  için  size  bir  terazi  verdik  ki  insanlar  adaletle  davranabilsinler . Ve  size   içinde  müthiş  bir  güç  ve  insanlar  için  birçok  faydalar  bulunan  demiri  kullanma  yeteneği  bağışladık . Bütün  bunlar  size  verildi  ki  Allah , O’nun  ve  elçisinin  yolunda  yürüyenleri  ayırabilsin , Kendisi  insan  kavrayışının  ötesinde  olsa  bile . Şüphesiz  Allah  güçlüdür , kudret  sahibidir . Gerçekten  aynı  amaçla  Nuh’u  ve  İbrahim’i  elçilerimiz  olarak  gönderdik  ve  soylarından  gelenlere  peygamberlik  ve  vahiy  verdik . Onların  bir  kısmı  doğru  yoldaydı , ama  çoğu  da  yoldan  sapmıştı . Ve  sonra  onların  ardından  öteki  elçilerimizi  gönderdik  ve  zaman  içinde  arkalarından  kendisine  İncil  verdiğimiz  Meryem  oğlu  İsa’yı  gönderdik . Ona  sadık  bir  şekilde  uyanların  kalplerine  şefkat  ve  merhamet  yerleştirdik . Ruhbanca  riyazete  ( Nefsin  isteklerini  kırma )  gelince , Biz  onlara  bunu  emretmedik .  Allah’ın  rızasını  kazanmak  arzusuyla  onu  kendileri  uydurdu . Ama  sonra  ona , her  zaman  gerektiği  gibi  uymadılar . Böylece  Biz , gerçekten  iman  etmiş  olanlara  karşılığını  verdik , ama  onların  çoğu  yoldan  çıkmışlardı . ‘’  Hadid  Suresi  25. 26.27.  Ayetler . 


İnsanın  sorumluluğu , kanıtları  değerlendirebilme  melekesine  yani  akıl  ve  muhakeme  gücüne  sahip  olma  temeline  dayalıdır  ve  yüce  Allah  ona  doğru  yolu  bulması  için  yeterli  kanıt  ve  aydınlatıcı  vahiy  göndermiştir . Sorumlu  tutmanın  amacı , Allah’ın  gayb  yoluyla  iman  edip  gereğini  yapanları  ortaya  çıkarması  yani  insanın  sınanmasıdır . Bu  statünün  getirdiği  yükümlülük  de  adaleti  yani  olması  gerekeni  gerçekleştirmeye  çalışmak  ve  bu  uğurda  Allah’ın  lütfettiği  imkanları  en  iyi  şekilde  kullanmaktır . Allah , insana  doğru  ile  yanlış  arasında  ayırım  yapma  yeteneği  vermesinin  ( ki  bütün  ilahi  vahiylerin  nihai  amacı  budur )  yanısıra  ,  onu  yeryüzündeki  doğal  kaynakları  kendi  yararına  kullanma  yeteneği  ile  de  donatmıştır . Bu  yeteneğin  en  göze  çarpan  sembolü , insanın  bütün  canlı  varlıklar  arasında  yalnız  kendisine  özgü  olan  araç  yapma  becerisidir . Ve  her  türlü  araç  yapımının  - ve  doğrusu , bütün  beşeri  teknolojilerin -  başta  gelen  maddesi  demirdir . Yeryüzünde  bolca  bulunan  ve  hem  yapıcı  hem  de  yıkıcı  amaçlar  için  kullanılabilen  tek  metal . Demirde  mevcut  olan  müthiş  güç  sadece  savaş  araçlarının  yapımında  değil , aynı  zamanda , daha  karmaşık  bir  şekilde , insanın ,  makinayı  insan  varoluşunun  temeli  sayan  ve  içinde  taşıdığı  karşı  konulmaz  dinamizmiyle  insanın  tabiat  ile  bütün  deruni  bağlantılarını  koparan  yüksek  teknolojiyi  geliştirme  eğiliminde  de  kendini  gösterir . Modern  hayatın  en  bariz  yüzünü  oluşturan  bu  hızlanan  makineleşme  süreci , insan  toplumunun  temel  yapısını  tehdit  etmekte  ve  böylece  ‘’ ilahi  rehberlik ‘’  kavramında  anlamını  bulan  bütün  manevi / ahlaki  ve  ruhi  duyarlıkların  giderek  kaybolmasına  sebep  olmaktadır . Kur’an , insanı  bu  tehlikeye  karşı  uyarmak  için , yanlış  kullanıldığı  taktirde  demirin  taşıdığı  potansiyel  kötülüğü , başka  bir  deyişle , insanın  teknolojik  yaratıcılığının  sarsıcı / yıkıcı  hale  gelerek , ruhsal  bilincini  gölgelemesine  ve  sonuçta  bütün  bireysel  ve  sosyal  mutluluk  imkanlarını   yol  açması  tehlikesini  - sembolik  ve  mecazi  olarak -  vurgulamaktadır .

       ‘’ Onlara  İbrahim’in  öyküsünü  de  anlat . Hani  ,  babasına  ve  toplumuna   ‘ siz  neye  ibadet  ediyorsunuz ? ’  diye  sormuştu . ‘ Putlara  tapıyoruz  ve  onlara  tapmaya  devam  edeceğiz ‘  diye  cevap  verdiler . Dedi : ‘ Yalvarıp  yakardığınızda  sizi  duyuyorlar  mı?  Size  yarar  sağlıyor  yahut  zarar  veriyorlar  mı ? ‘  Dediler : ‘ Hayır !  Ama  atalarımızı  böyle  yapar  halde  bulduk . ‘  Dedi : ‘  Gördünüz    neye  ibadet  ediyormuşsunuz !  Siz  ve  o  eski  atalarınız !  Şüphesiz  onlar  benim  düşmanım .  Ama  alemlerin  Rabbi  dostum .  O  yarattı  beni ,  O  yol  gösteriyor  bana .  O’dur  beni  doyuran , içiren .  Hastalandığımda  O’dur  bana  şifa  ulaştıran .  Beni  öldürecek , sonra  diriltecek  O’dur .  Hesap  gününde  hatalarımı  affetmesini  umup  durduğum  da  O’dur .  Ey  Rabbim !  Bana  doğruyla  eğrinin  ne  olduğuna  hükmedebilme  bilgi  ve  yeteneğini  bağışla  ve  beni  dürüst  ve  erdemli  kullarının  arasına   kat .  Ve  gerçeği  benden  sonrakilere  ulaştırabilme  gücü  ver  bana .  Ve  beni  o  nimetlerle  dolu  bahçenin  varislerinden  biri  yap !  Ve  babamı  bağışla ,  çünkü  o  gerçekten  yolunu  şaşıranlar  arasında .  Ve  o  herkesin  kaldırılacağı gün  beni  utandırma .  O  gün  ki , ne  malın  mülkün ,  ne  de  çoluk  çocuğun  bir  yararı  olmayacaktır .  Yalnızca  Allah’ın  huzuruna  kötülükten  arınmış  bir  kalple  çıkanlar  kurtulacaktır . ‘’  Şuara  Suresi   69. ….89. Ayetler .

       Hz.  İbrahim  söylediklerinin  doğru , gerçek  ve  yüce  manalar  taşıyan  sözler  olmasını  ve  soyundan , getirmiş  olduğu  hak  dini  sonraki  nesillere  aktaracak  kimselerin  gelmesini  Allah’tan  niyaz  etmiştir . Nitekim  yüce  Allah  duasını  kabul  ederek  onun  soyundan  bir  çok  peygamber  göndermiş  ve  Hz.  Peygambere  onun  dinine  uymasını  emretmiştir .
       ‘’ Ama  biz  atalarımızı  da  bunu  yapıyor  gördük .’’  Hz.  İbrahim’in  halkı ,  onun  puta  tapma  konusundaki  eleştirisine  doğrudan  cevap  vermekten  kaçınarak  bu  tapınmanın  sadece  geleneksel  olduğunu , geçmişe  dayandığını  söyleyerek  işin  içinden  sıyrılmak  istemektedirler .  Tabii , bunu  yaparken  de ,  bir  şeyin  öteden  beri  yapılıyor  olmasının  o  şeyin  doğruluğunu  göstermeye  yetmeyeceğini  unutmaktadırlar . Razi , bu  ayetin , taklidin  tabiatındaki  gayri  ahlakiliği  gösteren  en  kuvvetli  Kur’an’i  delillerden  biri  olduğunu  ifade  etmektedir . Burada  taklit  derken , dini  anlayış  ve  uygulamaların , sorgulanmadan , hiç  bir  tahkik  ve  kritiğe  başvurmadan , olduğu  gibi , körü  körüne  benimsenmesi  anlaşılmalıdır .
       ‘’  Bu  Kitap’ta  İbrahim’i  de  an ! Gerçek  şu  ki ,  o  özü  sözü  doğru  biriydi , bir  peygamberdi . Hani  o  babasına  ‘ Ey  babacığım ‘  demişti , ‘ Ne  işiten , ne  gören  ve  ne  de  sana  yarar  sağlayabilen  şeylere  niçin  kulluk  ediyorsun , tapınıyorsun ?  Ey  babacığım ,  gerçek  şu  ki ,  senin  hiç  haberdar  olmadığın  bir  bilgi  ulaştı  bana ; öyleyse  bana  uy  ki  seni  dosdoğru  bir  yola  çıkarayım . Ey  babacığım !  Gel , şeytana  kulluk  etme ; çünkü  şeytan  O  sınırsız  rahmet  sahibine  baş  kaldıran  biridir . Ey  babacığım ,  ben  senin  başına  O  sınırsız  rahmet   sahibinin  katından  bir  azabın  çökmesinden  korkuyorum .  Öyle  bir  azap  ki ,  başına  geldiği  zaman  şeytanın  dostu  olduğunu  hemen  anlarsın . ‘  Babası : ‘ Ey  İbrahim , sen  benim  tanrılarımdan  hoşlanmıyor  musun /  benim  ilahlarımdan  yüz    çeviriyorsun ? ‘ dedi ,  ‘ Eğer  bu  tutumuna  bir  son  vermezsen ,  seni  mutlaka  öldüresiye  taşa  tutarım !  Haydi ,  şimdi  bir  süre  benden  uzak  dur ! ‘  İbrahim , ‘  Esen  kal ‘  diye  cevap  verdi , ‘ Rabbimden  seni  bağışlamasını  isteyeceğim .  Çünkü  O  bana  karşı  hep  lütufkar  olmuştur .  Sizden  ve  sizin  Allah’tan  başka  yalvarıp  yakardığınız  şeylerden  uzak  duracak  ve  yalnızca  Rabbime  yakaracağım .  Umarım  ki , yakarışım  Rabbim  tarafından  cevapsız  bırakılmayacaktır . ‘  Ve  böylece , onlardan  ve  onların  taptıkları  şeylerden  uzaklaşınca , ona  İshak’ı  ve  Yakub’u  bahşettik  ve  bunların  her  ikisini  de  peygamber  yaptık  ve  onları  rahmetimizle  ödüllendirdik . Ve  onlara  doğru  olanı  başkalarına  ulaştırmaları  için  üstün  bir  anlatım  gücü  bahşettik . ‘’  Meryem  Suresi  41. ….50.  Ayetler .
       Kendilerini  tevhid  inancının  temsilcisi  ve  Kabe’nin  yapıcısı  olan  Hz.  İbrahim’in  soyundan  saydıkları  halde  onun  dinini  terkederek  putlara  tapan  Arapların  dikkati  çekilmektedir . Kureyşliler  Hz.  İbrahim’i  dini  önderleri  olarak  kabul  ediyor  ve  onun  soyundan  gelmekle  iftihar  ediyorlardı . Bununla  beraber  Hz.  İbrahim’e  karşı  uygulanan  eziyet , işkence , yurdundan  hicrete  zorlanma  gibi  olumsuzlukları , Kureyşliler  de  Hz.  İbrahim’in  yolunda  olan  Hz.  Muhammed’e  reva  görmüşlerdir .
       Bu  ayetler , evladın  ana  babaya  karşı  tavrının  nasıl  olması  gerektiğini  göstermesi  bakımından  ilgi  çekicidir .  Hz.  İbrahim ,  babası  Azer’e  her  sözünün  başında  babacığım  diye  hitap  etmekte ,  babası  müşrik  olmasına ,  kendisine  karşı  son  derece  kaba  ve  tehditkar  ifadeler  kullanmasına  rağmen  ona  karşı  saygıda  kusur  etmediği  görülmektedir . Hz.  İbrahim’in  babası  için  dua  edeceği  vaadi ,  babasının  inkarcı  olarak  öleceğini  ve  Allah  düşmanı  olduğunu  öğrenmeden  önce  idi .  Bu  durumu  öğrenince  babasının  affı  için  dua  etmekten  vazgeçti .
       ‘’ Şeytan  O  sınırsız  rahmet  sahibine  baş  kaldıran  biridir ! ‘’  Burada  dolaylı  olarak  Allah’tan  başka  şeylere  ya  da  kimselere  tanrısal  nitelikler  yakıştırmaktaki  akıl  dışı  davranışın ,  Allah’a  karşı  benimsenen  tüm  akıl  dışı  ve  nankörce  tutum  ve  davranışların  bir  sembolü  olarak ,  Yaratıcısına  baş  kaldıran  şeytana  tapınmakla  aynı  anlama  geldiği  belirtiliyor . Bu  bakımdan  belirmek  gerekir  ki ,  şeytan  terimi  ‘’ Haktan  uzak  oldu ‘’  yahut  ‘’ uzaklaştı ‘’  anlamına  gelen  ‘’ şetane ‘’  fiilinden  türemiştir . Bunun  içindir  ki  Kur’an , akla , hakikate , ahlaka  mahiyet  olarak  aykırı  olan  her  türlü  güdüyü  şeytani  olarak  ve  şeytani  güdülere  teslimiyet  yönünde  ortaya  konan  her  bilinçli , kasıtlı  eylemi  de  ‘’ şeytana  kulluk  etmek ‘’  ya  da  ‘’  şeytana  tapınmak ‘’  olarak  tanımlamaktadır . İnsanın  ‘’ şeytana  dost ‘’  olduğunu  ancak  ahirette , iş  işten  geçtikten  sonra  anlamasının , bilerek  günah  yolunu  seçmenin  yol  açabileceği  en  korkunç  sonuç  olduğunu  dile  getirmektedir .
       ‘’ Onlara , doğru  olanı  başkalarına  ulaştırmaları  için  üstün  bir  anlatım  gücü  bahşettik .’’  Doğru  olanın  yahut  doğruluğun , gerçekliğin  üstün  dilini .  Bu  cümle  için  pek  çok  müfessir  tarafından  öne  sürülen  alternatif  bir  açıklama  da : ‘’ Doğrudan / doğruluktan  yana  üstün  bilinmelerini ‘’ yahut  daha  yakın  bir  ifadeyle ‘’iyi  anılmalarını  sağladık. ‘’  şeklindedir .
       ‘’ İbrahim , babası  Azer’e  şöyle  demişti : ‘ Sen  putları  tanrılar    ediniyorsun ? Görüyorum  ki  sen  ve  halkın  açık  bir  sapıklık  içindesiniz ! ‘ Böylece  Biz  İbrahim’e , Allah’ın  gökler  ve  yer  üzerindeki  güçlü  hükümranlığı  ile  ilgili  kavrayışı  kazandırdık  ki ,  kalben  mutmain /  gerçeği  görüp  inananlardan  olsun .  Sonra ,  gece  onu  karanlığı  ile  örttüğü  zaman  gökte  bir  yıldız  gördü  ve  haykırdı : ‘ İşte  benim  Rabbim  bu ! ‘  Ama  yıldız  kaybolunca , ‘ Ben  batan  şeyleri  sevmem ‘  diye  konuştu . Sonra  ayın  doğduğunu  görünce , ‘ İşte  benim  Rabbim  bu ! ‘ dedi . Ama  ay  da  batınca , ‘Gerçekten ,  eğer  Rabbim  beni  doğru  yola  iletmezse  ben  kesin  sapıklığa  düşmüş  kimselerden  olurum ! ‘ dedi . Sonra  güneşin  doğduğunu  görünce , ‘ İşte  benim  Rabbim  bu ! Bu  hepsinin  en  büyüğü !’  diye  haykırdı .  Ama  o  da  kaybolunca : ‘ Ey  halkım ! ‘ diye  seslendi , ‘ Bakın , sizin  yaptığınız  gibi , Allah’tan   başkasına  ilahlık  yakıştırmak  benden  uzak  olsun !  Bakın , ben  bâtıl  olan  her  şeyden  uzak  durarak  yüzümü  gökleri  ve  yeri  var  eden  Allah’a  çevirmekteyim . Ve  ben  O’ndan  başkasına  ilahlık  yakıştıranlardan  değilim .  Ve  sonra  halkı  onunla  tartışmaya  girdi . Bunun  üzerine  onlara : ‘ Beni  doğru  yola  ileten  O  iken  benimle  Allah  hakkında  hala  tartışıyor  musunuz ? Ama  O’ndan  başka  ilahlık  yakıştırdığınız  hiçbir  şeyden  korkmuyorum , zira  hiçbir  kötülük  bana  dokunmaz , Rabbim  dilemedikçe . Rabbim  her  şeyi  bilgisi  ile  kuşatır , peki  bunu  hiç  düşünmüyor  musunuz . / Hala  öğüt  almayacak  mısınız . Allah’tan  başka  taptıklarınızdan  neden  korkayım , Allah  size  yüce  katından  hakkında  hiçbir  şey  indirmemişken  O’ndan  başka  varlıklara  ilahlık  yakıştırmaktan  korkmuyorsanız ?  O  halde  söyleyin  bana , eğer  cevabını  biliyorsanız , iki  taraftan  hangisi  kendini  daha  güvende / emin  hissedebilir ? İmana  ermiş  olan  ve  zulüm  işleyerek  imanlarını  karartmayanlar , işte  onlardır  güven  içinde  olacak  olanlar , çünkü  doğru  yolu  bulanlar  onlardır ! ‘ dedi . İşte  bu , halkına  karşı  kullanmak  üzere , İbrahim’e  verdiğimiz  muhakeme  tarzımızdı . Çünkü  dilediğimiz  kimseyi  derecelerle  yüceltiriz . Şüphe  yok  ki  Rabbiniz  hikmet  sahibidir , her  şeyi  bilendir . ‘’  En’am  Suresi  74. ….83.  Ayetler .
       Melekut , tam  olarak  sahip  ve  malik  olmak  demektir . Putlara  tapan  kavminin ve  babasının  dalalette  olduğunu  gören , bu  yüzden  babasını  ikaz  eden  Hz.  İbrahim’e , göklerde  ve  yerde  mülkiyet  ve  tasarrufta  bulunan  Allah’ın , şeylerin  mahiyetlerini , hakikatleri  açık  seçik  gösterilmiştir . Bunların  Allah’tan  başka  yaratıcısı  ve  yöneticisi  olmadığı  konusunda  bilgilendirilmiş  ve  bütün  bunlar  kuşku  götürmez  bir  imana  ulaşsın  diye  yapılmıştır .
       Hz.  İbrahim’in  tartışma  ve  değerlendirme  tarzının  Allah’ın  kendi  muhakeme  tarzı  olarak  sunulması , onun  ilahi  bir  ilhamdan  kaynaklandığını  ve  bu  nedenle  Kur’an’ın  takipçileri  için  de  geçerli  olduğunu  gösterir .
       Milattan  önce  2100’lerde   yaşadığı  kabul  edilen  ve  Allah’ın  birliği  esasına  dayalı  ( Hanif )  dini  geleneğin  önderi  olarak  bilinen  Hz.  İbrahim’in  kavmi  ay , güneş  ve  yıldızlarla  bu  gök  cisimlerini  sembolize  eden  putlara  taparlardı . Hz.  İbrahim , muhtemelen  kendisi  bu  gözlemlere  girişmeden  önce  de  tevhid  ehlinden  olmakla  birlikte , kavminin  bu  batıl  inançlarından  hareket  ederek  onları  tevhid  akidesine  ikna  etmek  düşüncesiyle  önce , belki  de  yıldızlar  içinde  en  parlak  olan  birinin , sonra  ayın  ve  ardından  da  güneşin  tanrı  olup  olamayacağını  tartmış ; gelip  geçici  ve  değişken  bir  varlığın  tanrı  olamayacağı , tanrısal  bir  sevgiyle  benimsenemeyeceği  şeklindeki  temel  gerçeğe  dayanarak  bunların  hiçbirini  ilah   diye  kabul  etmenin  mümkün  olmadığını , bütün  noksan  sıfatlardan  münezzeh  olan  Allah’tan  başka  gerçek  ilah  bulunmadığını  ispatlamış ; nihayet  sahip  olduğu  veya  gözlemlerinden  sonra  ulaştığı  kesin  imanı  ‘’ Ben, Hanif  olarak  yüzümü , gökleri  ve  yeri  yoktan  yaratan  ( dolayısıyla  sizin  tapmakta  olduğunuz  yıldızları , ayı  ve  güneşi  de  yaratan )  Allah’a  çevirdim  ve  ben  müşriklerden  değilim . ‘’  ifadesiyle  ortaya  koymuştur . Böylece  Hz.  İbrahim  pek  çok  Müslüman  ilim  ve  fikir  adamının  Allah’ın  varlık  ve  birliğini  akli  delillerle  ispat  etmek  bakımından  önemle  üzerinde  durdukları , gözleme  dayalı  bu  kanıtı  ile  hem  putperest  kavminin  inançlarını  çürütmüş  hem  de  hak  dinin  en  temel  ilkesi  olan  doğru  bir  uluhiyet  inancının  nasıl  olması  gerektiğini  göstermiş  bulunmaktadır .
       Hz.  İbrahim’in  kavminin , başka  birçok  insan  topluluğu  gibi  Allah’ın  varlığına  inandıkları , fakat  gök  cisimlerini  ve  bunları  sembolize  eden  putları  O’na  ortak  koşmak  suretiyle  tevhid  inancından  saptıkları  anlaşılmaktadır .  Esasen  Kur’an’ın  hakim  tavrı , tanrı  tanımazlardan  ziyade  şirkle  mücadeledir . Bu  da  Kur’an’ın  insanlarda  uluhiyet  fikrinin  fıtri  ( doğuştan )  olduğu , ancak  bunun  birçok  şirk  çeşidiyle , çok  tanrıcılık  inancıyla  bozulduğu  şeklindeki  yaklaşımından  kaynaklanmaktadır .
       ‘’ Allah  hakkında  benimle  tartışıyor  musunuz ?’’ , O’nun  eşi , benzeri  ve  ortağı  olduğunu  kanıtlamak  için . Ve  ‘’ Hâlâ  ibret  almıyor  musunuz ? ‘’ , şeklindeki  uyarılarıyla Hz.  İbrahim  kavmini , putperestlikle  kendisinin  kesin  delillerle  kanıtladığı  tevhid  inancı  arasında  doğru  öncüllere  dayalı  akli  değerlendirme  ve  mukayese  yapmaya , bu  suretle  hakikati  bulup  tanımaya  çağırmıştır . Benzer  mantıki  değerlendirme  ve  uyarılarla  devam  eden  ayetlerle  mutlaka  taraflardan  biri  inancı  sayesinde  güvenliğe  kavuşacağına  göre  hangi  tarafın , ilmi  ile  her  şeyi  kuşatan , fayda  ve  zararın  yaratıcısı  olan  Allah’a  ortak  koşup  isyan  edenlerin  mi , yoksa  O’nun  birliğine  ve  hükümranlığına  inanıp  yolundan  gidenlerin  mi  güvence  içinde  oldukları  sorulmaktadır . ‘’ Eğer  biliyorsanız ‘’  kaydıyla  da  bu  soruya  yalnız  bilgi  sahibi   olanların  doğru  cevap  verebileceklerine , dolayısıyla  batıl  inançlardan  kurtulma  hususunda  bilginin  önemine  işaret  edilmektedir .
       ‘’ İmana  ermiş  olan  ve  zulüm  işleyerek  imanlarını  karartmayanlar ; işte  onlardır  güven  içinde  olacak  olanlar , çünkü  doğru  yolu  tutanlar  onlardır . ‘’  Sorunun  soran  tarafından  cevaplandırılması , başka  bir  cevabın  bulunamamasından  dolayıdır . ‘’ Allah’a  inanıp  da  imanlarına  herhangi  bir  haksızlık  bulaştırmayanlar  ‘’  ifadesi , söz  konusu  kavmin  Allah’a  inanmakla  birlikte , Tanrı  saydıkları  başka  şeyleri  O’na  ortak  koştuklarını göstermektedir . Ayetteki  zulümden  maksat , Allah’a  şirk  koşmaktır . Çünkü  zulmün  asıl  anlamı , ‘’ hak  sahibinin  hakkını  tanımamak , vermemektir . ‘’ Uluhiyet  ve  rububiyyet  yalnızca  Allah’a  ait  olduğu  halde , başka  varlık  ve  nesneleri  de  Tanrı  yerine  koymak , Allah’ın  mahlukatı  üzerindeki  hakkını  tanımamaktır . Nitekim  Hz.  Peygamber  de  ‘’ Allah’ın  kulları  üzerindeki  hakkı  O’na  kulluk  edip  hiç  bir  şeyi  O’na  ortak  koşmamaktır . ‘’ demiştir .
       Dilediğimiz  kişilerin  derecelerini  yükseltiriz ‘’  buyurulması , bu  tür  gözlemler  yapmanın  sadece  Hz.  İbrahim’e  mahsus  olmadığını , başkalarının  da  buna  benzer  metotlarla  doğru  sonuçlara  ulaşabileceklerini , ayrıca  eşya  ve  olaylar  üzerinde  düşünerek  bunlardan  akli  ve  ilmi  bakımdan  doğru  sonuçlar  çıkaran  insanların  Allah  nezdindeki  derece  ve  itibarlarını  gösterir . Nitekim  ayetin  sonunda  yüce  Allah  kendi  zatının  ululuğunu  da  ilim  ve  hikmetteki  kemali  ile  ifade  buyurmuştur .


‘’ Hiç  kuşkusuz  İbrahim , Nuh’un  yolunu  izleyenlerdendi .  O  tertemiz  bir  kalple  Rabbine  yönelmişti . Babasına  ve  toplumuna  sormuştu : ‘ Siz  neye  kulluk / ibadet  ediyorsunuz . Bir  yalana  - Allah’tan  başka  güçlere -  boyun  eğmek  mi  istiyorsunuz ? Peki  alemlerin  Rabbi  hakkındaki  düşünceniz  nedir ? Sonra  yıldızlara  gözünü  dikti  ve  ‘ Ben hastayım ! ‘ dedi . Bunun  üzerine  diğerleri  ondan  gerisin  geri  kaçtılar .  İbrahim  gizlice  onların  ilahlarının  yanına  sokuldu  ve  ‘ Ne  o ! Önünüze  konulmuş  nimetlerden  yemiyor  musunuz ?  Neyiniz  var  ki  konuşmuyorsunuz ? ‘ dedi . Sonra  onlara  güçlü  darbeler  indirmeye  başladı .  Bunun  üzerine  diğerleri  öfke  içinde  koşarak  İbrahim’in  yanına  geldiler  ve  yaptığından  dolayı  onu  suçladılar . O , ‘ Siz ‘  dedi , ‘ kendi  ellerinizle  yonttuklarınıza    tapıyorsunuz ?  Oysa  sizi  de , sizin  yontup  yaptıklarınızı  da  yaratan  Allah’tır . ‘  Onlar , ‘  Bir  odun  yığını  hazırlayın  ve  onu  yanan  ateşin  içine  atın ! ‘  diye  bağırdılar .  Ona  kötülük  yapmak  istediler  ,  ama  Biz  onların  planlarını  bozduk  ve  böylece  onları  küçük  düşürdük .  İbrahim , ‘ Ben ‘  dedi ,    bu  toprakları  terk  edeceğim  ve  Rabbim  beni  ne  tarafa  sevk  ederse  oraya  gideceğim !  / Ben  Rabbime  gideceğim .  O  bana  doğru  yolu  gösterecektir . ‘’  Saffat  Suresi  83. .…99.  Ayetler .
       ‘’ Yolunu  izleyenlerdendi . ‘’  Yani , önder  konumundaki  birine  tam  bağlılık  gösterip  onun  yolundan  gidenlerdendi . Bu  ifade , Hz.  Nuh’tan  sonra  gelen  Hûd  ve  Salih  peygamberler  gibi  Hz.  İbrahim’in  de  Hz.  Nuh’un  tebliğ  ettiği  tevhid  inancını  devam  ettirmek  suretiyle  onun  yolunu  izlediğini , onunla  aynı  inanç  ilkelerini  ve  temel  değerleri  paylaştığını ; onun  gibi  halkını  inkardan , şirkten  ve  isyankar  davranışlardan  kurtarma  mücadelesi  verdiğini  gösterir .
       ‘’ Öyleyse  alemlerin  Rabbi  hakkındaki  görüşünüz  nedir ? ‘’  Hz.  İbrahim’in  itirazı  şöyle  devam  eder :  ‘’  Bir  Yaratıcının  evrenin  bir  Sahibinin  olduğuna  inanıyor  musunuz ? ‘’  Bu  soruya  kavmi  olumlu  cevap  verebilecek  durumdaydı ,  çünkü  üstün  bir  varlığa  inanmak  ,  onların  dinlerinin  temel  bir  parçasıydı .  İtirazın  daha  sonraki  safhası  şöyle  olacaktı :  ‘’ Öyleyse  nasıl  olur  da  evrenin  bir  Yaratıcısı  olduğuna  inandığınız  halde  putlara – kendi  ellerinizle  yaptıklarınıza  da  taparsınız ? ‘’ 
       ‘’ İbrahim , babasına  ve  halkına  seslendiğinde  bu  gerçeği  dikkate  almıştı : ‘ Sizin  taptıklarınıza  tapmak  benden  uzak  olsun !  Hiç  kimseye  tapmam ,  beni  var  etmiş  olan  hariç ,  beni  doğru  yola  ileten  O’dur . ! ‘  Ve  bunu , daha  sonra  gelenler  arasında  yaşamaya  devam  eden  bir  söz  olarak  söyledi  ki , onlar , daima  o  sözü  hatırlayıp  O’na  dönsünler .  Şimdi  ,  İbrahim’den  sonra  yaşamış  olanlara  gelince , onlara  ve  atalarına  her  şeyi  apaçık  ortaya  seren  bir  elçi  aracılığıyla  hakikati  gönderinceye  kadar  istedikleri  gibi  yaşamalarına  izin  verdim .  Ama  şimdi  hakikat  onlara  ulaşınca ,  ‘ Bütün  bunlar  sadece  büyüleyici  laflardır  ve  biz  onlarda  bir  doğruluk  payı  olduğuna  inanmıyoruz ! ‘  derler . ‘’  Zuhruf  Suresi  26. ….30.  Ayetler .
       Hz.  İbrahim’in  babasına  ve halkına  seslendiği  gerçek  şudur : ‘’ Biz  ne  zaman ,  senden  önce  herhangi  bir  topluluğa  bir  uyarıcı  gönderdiysek , halkın  keyif  ve  haz  peşinde  koşan  kesimi  daima  şöyle  dediler : ‘ ‘ Biz  atalarımızı  bir  inanç  üzerinde  bulduk, biz  ancak  onların  izinden  gideriz ! ‘  Bunun  üzerine  her  peygamber  ‘ Nasıl , ‘ derdi , ‘Atalarınızı  inanır  bulduğunuzdan  daha  iyi  bir  kılavuz  getirmiş  olsam  da  mı’ Berikiler  buna , ‘ Sizin  mesajlarınızda  bir  doğruluk  payı  olduğunu  inkar  ediyoruz ! ‘  diye  cevap  verirlerdi . ‘’ Zuhruf  Suresi  23.24.  Ayetler .          
       Razi  bu  ayetler  ile  ilgili  yorumunda  şunları  söyler : ‘’ Kur’an’da  başka  hiçbir  ayet  olmasaydı  bile , bu  ayetler , bir  Müslümanın , başka  bir  kimsenin  dini  görüşlerini  körü  körüne , hiç  sorgulamadan  kabul  etmesinin  yanlışlığını  göstermeye  yeterdi .’’ Çünkü  Allah , bu  ayetlerde  söz konusu  hakikat  inkarcılarının  bu  tavırlarını  ne  akıllarıyla  ne  de  vahyedilmiş  bir  metnin  açık  otoritesine  dayanarak  oluşturmadıklarını , yalnızca  atalarının  ve  kendilerinden  önce  gelip  geçmiş  olanların  görüşlerini  körü  körüne  kabul  etmekle  yetindiklerini  açıklığa  kavuşturmuştur . Ve  Allah  bütün  bunları  itham  edici  ve  aşağılayıcı  bir  dille  işlemiştir . Sadece  atalarının  geleneği  ile  desteklenip  meşrulaştırılan  ve  sadece  belli  bir  çevrede  geçerli  olan  dini  görüşlerin  körü  körüne  benimsenmesinin  ve  onlar  akıl  ve  ilahi  vahiy  ile  geçerli  sayılmasının  kabul  edilmezliği  gerçeği  ve  Hz.  İbrahim’in  hakikati  araştırması  Kur’an’da  defalarca  söz  konusu  edilmiştir .


Allah’ın , hakikati  gönderinceye  kadar  insanlara  istedikleri  gibi  yaşamalarına  izin  vermesi , vahyedilmiş  bir  mesaj  aracılığıyla  doğru  ile  yanlışın  anlamını  açıklamadan  önce, onlara  herhangi  bir  ahlaki  sorumluluk  yüklememesidir . Bu , öncelikle , Hz.  Peygamberin  müşrik  çağdaşlarına  ve  onların  uzun  müddet , içinde  yaşadıkları  refaha / zenginliğe  atıftır . Ancak  daha  geniş  anlamıyla  bu  ayet , iyi  ile  kötü  arasında  nasıl  ayrım  yapacakları  kendilerine  açıkça  gösterilmedikçe  Allah’ın  insanları  yapabilecekleri  yanlışlardan  dolayı  sorumlu  tutmayacağına  işaret  eder . ‘’ Gerçek şu  ki , bir  toplumun  fertleri  doğru  ile  eğrinin  anlamından  habersiz  olduğu  sürece  Rabbin  o  toplumu  yaptığı  yanlışlıklardan  dolayı  asla  yok  etmez . Zira  herkes  kasıtlı  eylemlerinden  dolayı  yargılanacaktır  ve  Rabbin , onların  yaptıklarından   habersiz  değildir .’’  En’am  Suresi  131. 132.  Ayetler .
       ‘’  Hani  İbrahim : ‘ Ey  Rabbim ! ‘’  demişti , ‘’ bu  beldeyi  güvenli  kıl , beni  ve  çocuklarımı  putlara  tapmaktan  ebediyen  uzak  tut ! Çünkü , ey  Rabbim , bu  tapınma  nesneleri  gerçekten  insanlardan  pek  çoğunu  yoldan  çıkardı ! Bunun  içindir  ki , yalnızca  tebliğ  ettiğim  dinde  bana  uyan  kimse  gerçekten  bendendir , bana  baş  kaldırana  gelince , şüphesiz  Sen  çok  acıyan , esirgeyen  gerçek  bağışlayıcısın ! Soyumdan  bazılarını  ekilebilir  toprağı  olmayan  bir  vadiye , Senin  kutsal  evinin  yakınına  yerleştirdim  ki , ey   Rabbimiz , salâtı  devamlılık  ve  duyarlılık  içinde  yerine   getirsinler . Öyleyse , insanların  kalplerini  onlara  doğru  meylettir  ve  onlara  verimli , bereketli  rızıklar  bahşet  ki  şükretsinler . Ey  Rabbimiz ! Şüphesiz , gizlediğimizi  de , açığa  vurduğumuzu  da  bilen  Sensin. Çünkü  yerde  ve  gökte  olan  hiçbir  şey  Allah’tan  gizli  kalmaz . En  içten  övgüler , kocamış  halimle  bana  İsmail  ve  İshak’ı  armağan  eden  Allah’a  özgüdür / Allah’a  hamdolsun . Duaları , yakarışları  işiten  elbette  benim  Rabbimdir . O  halde  ey  Rabbim , beni  ve  soyumdan  gelenleri  salâtta  devamlı  ve  duyarlı  kıl ! Ve  ey  Rabbimiz , bu  duamı  kabul  buyur : Rabbimiz ! Hesabın  görüleceği  gün , beni , anamı – babamı  ve  bütün  müminleri / inananları  bağışla . ‘’  İbrahim  Suresi  35. …41.  Ayetler .
       Bu  ayetlerin  tamamı  kelimenin  en  derin  anlamıyla  doğruluğun  yada  selametin  insana  açık  tek  yolunun , Hz.  İbrahim’in  duasında  dile  getirilen  tevhid  yolu ,  yani , Allah’ın  varlığını , birliğini  ve  biricikliğini  tanımak  ve  buna  bağlı  olarak , tanrılığında  O’na    ve  ortak  olduğu  vehmedilen   ‘’ diğer  güçleri ‘’  bu  asılsız  nitelikleriyle  reddetmek  olduğunu  vurgulayan  bir  ara  bölümdür . Hz.  İbrahim’in  bu  duası , ayrıca , Allah’ın  sınırsız  nimetinin  farkında  olup , şükranlarını  dile  getiren  birinin  duasıdır .
       ‘’ Putlar ‘’  terimi  sadece  düzmece  ilahları  temsilen  yapılmış  biçimsel  ve  somut  nesneleri  ifade  etmez . Çünkü , Allah’tan  başka  şeylere  ya  da  kimselere  ilahi  güç  ya  da  nitelikler  yakıştırmak  anlamına  gelen  şirk  hali ;  ‘’ bir  sonucun  tezahürü  sırasında  karşılaşılan  sebep , vesile  ve  vasıta  türünden  - Örneğin ; zenginlik , nüfuz , şans , itibar vb. – şeylere  tapınma  duygusu  içinde  yönelmek  ya  da  değer  vermek ‘’  şeklinde  de  olabilir . Oysa  gerçek  tevhid  inancı  insanın  bu  kabil  harici  sebep  ve  vasıtalara  karşı  kendini  her  türlü  içsel  bağlanmalardan  arındırıp  Allah’tan  başka  olaylara  yön  veren  gerçek  bir  gücün  mevcut  olmadığına  tam  olarak  kanaat  getirmesi  demektir .
       Hz.  İbrahim’in  soyundan  gelenler  hakkındaki  isteğine  karşı  Allah’ın  Bakara  Suresi  124.  Ayette  ‘’ zalimler  Benim  sözümü / ahdimi  hak  edemez . ‘’  ya  da  ‘’ Benim  sözüm  zalimleri  kapsamaz ‘’  şeklindeki  cevabına  ilişkin  açık  bir  atıf  teşkil  etmektedir . Bununla  Hz.  İbrahim’e  ,  soyundan  gelen  herkesin  Müslim  ve  salih  olmayacağı  ve  dolayısıyla  kimsenin , sırf  Allah’ın  şu  ya  da  bu  resulünün  soyundan  geliyor  diye , ‘’seçilmiş  insanlar ‘’  sınıfından  olduğu  iddiasıyla  ortaya  çıkamayacağı  hususu  hatırlatılmaktadır . Bu  ifade  sadece  Hz.  İbrahim’in  Hz.  İshak  kolundan  gelen  İsrailoğulları  ile  Hz.  İsmail  kolundan  gelen  Arapları  ve  bunların  içinde  de  özellikle  Kureyşlileri  değil , kendisi  de  Kureyş  kabilesine  mensup  olan  son  peygamber  Hz.  Muhammed’in  soyundan  gelen  zalim  kimseleri  de  işaret  etmektedir .
       ‘’  Yemin  olsun , İbrahim’e  daha  önceden , doğruyu  bulma  gücünü / doğru  düşünme  yeteneğini  ( sağduyu )  vermiştik  ve  ona  yön  veren  güdüleri  biliyorduk . Babasına  ve  halkına  şöyle  demişti : ‘ Şu  başına  toplanıp  durduğunuz / kendinizi  bu  kadar  yürekten  adadığınız , taptığınız  bu  heykeller  de  ne  oluyor  ? ‘’  Dediler : ‘ Biz  atalarımızı  onlara  kulluk / ibadet  eder  bulduk . ‘  Dedi : ‘ Doğrusu , siz  de  atalarınız  da  apaçık  bir  sapıklık  içindeymişsiniz ! ‘ Onlar  da : ‘ Bize  gerçeği  mi  getirdin , yoksa  bizimle  oynayıp  eğleniyor  musun ? ‘’ diye  sordular . İbrahim : ‘ Hayır , hiç  de  değil ! Sizin  Rabbiniz , göklerin  ve  yerin  Rabbidir  ki , onları  yoktan  var  edip  düzene  sokmuştur . Ve  ben  de  bu  gerçeğe  tanıklık  edenlerden  biriyim ! ‘ Sonra  içinden  şöyle  geçirdi : ‘ Allah’a  yemin  olsun  ki , siz  ayrılıp  uzaklaşır  uzaklaşmaz  putlarınızı  yere  sereceğim ! ‘  Ve  en  büyükleri  dışında  putların  hepsini  paramparça  etti , belki  dönüp  bu   olup  biten  için  ona  başvururlar  diye . Dönüp  de  olanları  görünce : ‘Kim  yaptı  bunu  tanrılarımıza’ diye  sordular . ‘ Her  kimse , onun  çok  zalim  biri  olduğundan  kuşku  yok ! ‘ İçlerinden  bazıları : ‘ İbrahim  denen  bir  gencin  o  tanrıları  diline  doladığını  işitmiştik ‘’ dediler . Berikiler : ‘ Onu  insanların  karşısına  çıkarın , aleyhine  tanıklık  etsinler ! ‘  dediler . İbrahim  onların  yanına  getirilince , ona : ‘ Bunu  tanrılarımıza  sen  mi  yaptın , ey  İbrahim ? ‘ diye  sordular . İbrahim : ‘ Bu  işi , belli  ki  şu  yapmıştır , putların  en  irisi  yani . Ama  en  iyisi , siz  kendiniz  onlara  sorun , tabii  eğer  konuşmasını  biliyorlarsa ! ‘ Bunun  üzerine  birbirlerine  dönüp : ‘ Asıl  haktan  ayrılanlar / zalim  olanlar  sizlermişsiniz ‘  dediler . Ama  çok  geçmeden  yine  eski  düşünce  tarzlarına  döndüler  ve  İbrahim’e : ‘ Bu  putların  konuşamadıklarını  kendin  de  pekala  biliyorsun ! ‘ dediler .  İbrahim : ‘ O  halde ‘  dedi , ‘Allah’ı  bırakıp  da , size  hiç  bir  şekilde  ne  yararı  ne  de  zararı  dokunmayan  şeylere  mi  tapınıyorsunuz ? Yazıklar  olsun  size  de , Allah  yerine  tapınıp  durduğunuz  bütün  nesnelere  de ! Hâlâ  aklınızı  kullanmayacak  mısınız ? ‘ , ‘ Eğer  bir şey  yapacaksanız ‘ dediler , ‘ bari  onu  yakın  da , böylece  tanrılarınıza  arka  çıkmış  olun ! ‘  Ne  var  ki  Biz  ‘ Ey  ateş , serin  ol ,  İbrahim’e  dokunma ! ‘  ( bir  selam  ol / zararsız  ol )  dedik . Bu  arada  onlar  İbrahim’e  tuzak  kurmaya  çalıştılar , ama  Biz  onların  bütün  yapıp  ettiklerini  boşa  çıkardık . Ve  onu  da , Kardeşinin  oğlu  Lût ‘u  da , gelecek  bütün  çağlar  için  kutlu  kıldığımız  bir  beldeye  ulaştırarak  kurtardık . Ve  ona  ayrıca  İshak’ı  ve  İshak’ın  oğlu  Yakub’u  armağan  ettik  ve  onların  hepsinin  dürüst  ve  erdemli  insanlar  olmalarını  sağladık . Ve  onları  buyruklarımız  doğrultusunda  başkalarına  yol  gösteren  önderler  yaptık , çünkü  onlara  iyi  ve  yararlı  işler  yapmayı , salât  konusunda  duyarlı  ve  devamlı  olmayı , arınmak  için  verilmesi  gereken  şeyi  vermeyi  vahyettik . Onlar , yalnız  bize  ibadet / kulluk  ediyorlardı . ‘’  Enbiya  Suresi  51. …73.  Ayetler .
       Hz.  İbrahim’e  verilmiş  olan  sağduyu , Hz.  İbrahim’in  Allah’ın  kudretini , eşsiz  ve  benzersiz  oluşunu  belli  bir  muhakeme  süreci  içinde  kavramakta  gösterdiği  yüksek   kişisel , zihinsel  niteliğine  işaret  etmektedir . Düşüncede  ve  davranışta  tutulan  doğru  yol , isabetli  görüşten  maksat  ya  peygamberliktir  ya  da  peygamber  olmazdan  önce  de  sahip  olduğu  erginlik , sağduyu  ve  fıtri  akıldır . Hz.  İbrahim  kendisine  verilen  bu  yetenek  sayesinde  Allah’ın  birliğini , kudretini , eşsiz  ve  benzersiz  oluşunu  kavramıştır . Ayet Hz.  İbrahim’e  Allah  tarafından  özel  olarak  verilmiş  olan  bu  kişisel  ve  zihinsel  niteliğin  üstünlüğüne  işaret  etmektedir .
       Kur’an’ın  hiçbir  yerinde  Hz. İbrahim’in  fiilen  ve  maddi  varlığıyla  ateşe  atıldığını  ve  mucizevi  bir  biçimde  ateşin  içinde  yanmadan  tutulduğu  ifade  edilmemektedir . Tersine , Ankebut  Suresi  24.  Ayette  geçen  ‘’ Allah  onu  ateşten  kurtardı ‘’  ifadesi , daha  çok , onun  ateşe  hiç  atılmamış  olduğunu  göstermektedir .  Öte  yandan ,  klasik  müfessirlerin  bu  ayetle  ilgili  yorumlarını  süsleyen  ayrıntılı  ve  tutarsız  pek  çok  hikayenin  izi , değişmez  biçimde  Talmut’taki  menkıbelerde  bulunabilir  ve  bunun  için  de  rahatlıkla  göz  ardı  edilebilir . Bu  ayette  Kur’an  bize  Hz.  İbrahim’in  zulüm  ateşine  maruz  kaldığını  ama  buna  karşı  gösterdiği  direnç  sayesinde  sonraki  hayatında  üstün  bir  manevi  güce , ruhsal  kararlılığa  ve    huzuruna  eriştiğini  temsili  bir  üslup  içinde  anlatmaktadır .
       ‘’ İbrahim  Bizden  aldığı  ilhamla  kavmine  dönerek : ‘ Allah’a  kulluk  edin  ve O’na  karşı  sorumluluğunuzun  bilincinde  olun . Eğer  bilirseniz  bu  sizin  için  daha  hayırlıdır ! ‘ diye  seslendi . ‘ Siz  Allah’ı  bırakıp  bir  takım  putlara  tapıyorsunuz ; yalan , iftira , asılsız  inançlar  uyduruyorsunuz . Kuşkusuz , Allah’ı  bırakıp  taptığınız  o  şeyler  ve  varlıklar  size  rızkınızı  verebilme  gücüne  sahip   değildirler . O  halde  bütün  rızkınızı  Allah  katında  arayın , yalnız  O’na  kulluk  edin  ve  yalnız  O’na  hamd  edin . Çünkü  sonunda  yine  O’na  döndürüleceksiniz !  Ve  eğer  beni  yalanlarsanız  bilin  ki  başka  toplumlar  da  sizden  önce  Allah’ın  peygamberlerini  yalanladılar . Bir  elçiye  düşen  sadece  kendisine  emanet  edilen  mesajı  dosdoğru  bir  şekilde  iletmektir . ‘ Peki  o  hakkı  inkar  edenler , Allah’ın  hayatı  ilkin  nasıl  yoktan  var  ettiğini , sonra  onu  nasıl  tekrar  yenilediğini  anlamazlar  mı ?  Kuşkusuz  bu , Allah  için  kolay  bir  iştir !  De  ki : ‘ Yeryüzünü  dolaşın  ve  Allah’ın  insanı  nasıl  harikulade  bir  şekilde  yoktan  var  ettiğini  görün ! Allah  işte  bu  şekilde  ikinci  hayatınızı  da  var  edecektir , çünkü  Allah  her  şeye  kadirdir ! Dilediğine  azap  verir , dilediğine  merhamet  eder , hepiniz  O’na  döndürüleceksiniz . Ne  yeryüzünde  ne de  gökte  Allah’ı  çaresiz  bırakamazsınız / başınızdan  savamazsınız , bunu  hiç  beklemeyin . Sizi  ne  Allah’ın  elinden  alabilecek , ne  de  size  yardım  edebilecek  kimse  bulamazsınız . ‘ Allah’ın  ayetlerini  ve  sonunda  O’na  kavuşacaklarını  inkar  edenler , benim  rahmetimden  ümitlerini  kesmiş  olanlardır  ve  onları  öteki  dünyada  acıklı  bir  azap  beklemektedir . Toplumunun  İbrahim’e  cevabı  sadece  şunu  söylemeleri  oldu : ‘ Bunu  öldürün , yahut  yakın ! ‘  Ama  Allah  onu  ateşten  korudu . Bakın  bu  kıssada  inanacak  kimseler  için  dersler  vardır ! Ve  İbrahim  onlara  dedi  ki : ‘ Siz  Allah’ı  bırakıp  putlara  taptınız . Tek  sebep , bu  dünyada  kendinize  ve  atalarınıza  duyduğunuz  sevgiye  esir   olmanızdı . Ama  sonra  kıyamet  günü  birbirinizi  tanımazlıktan  gelecek  ve  birbirinize  lanet  yağdıracaksınız . Hepinizin  varacağı  yer  ateştir  ve  orada  size  yardım  edecek  bir  kimse  bulamayacaksınız . ‘ Bunun  üzerine  kardeşinin  oğlu  Lût  ona  inandı  ve  ‘ Ben  de  zulüm  ve  kötülük  diyarını  terk  ederek  Rabbime  döneceğim . Şüphesiz  O  kudret  ve  hikmet  sahibidir ! ‘ dedi . İbrahim’e  gelince , ona  İshak’ı  ve  İshak’ın  oğlu  Yakub’u  bahşettik  ve  soyundan  gelenler  arasında  peygamberliği  ve  vahyi  devam  ettirdik .  Onu  bu  dünyada  mükafatlandırdık . o , öteki  dünyada  da  mutlaka  dürüst  ve  erdemliler  arasında  yer  alacaktır . ‘’  Ankebut  Suresi  16. ….27.  Ayetler .
       ‘’ Eğer  bilirseniz  bu  sizin   için  daha  hayırlıdır ‘’  ifadesi , insanın  Allah’a  kul  olup  O’na  saygıyla  itaat  etmesinin  faydasının  yine  insanın  kendisine  olduğunu  işaret  etmektedir .  Çünkü  Allah’tan  başkasına  kul  olmak ,  öncelikle  insanlık  onurunu , kişiliğini  tahrip  eder , ayrıca  inkarcılık  insanların  ahiretteki  kurtuluşunu  imkansız  kıldığı  gibi  eninde  sonunda  dünya  hayatlarına  da  zarar  verir .
       ‘’  Hakkı  inkar  edenler , Allah’ın  hayatı  ilkin  nasıl  yoktan  var  ettiğini , sonra  onu  nasıl  tekrar  yenilediğini  anlamazlar  mı ? Kuşkusuz  bu , Allah  için  kolay  bir  iştir ! ’’ 19. ..23.  Ayetler , Hz.  İbrahim  kıssasına  açılmış  bir  parantezdir  ve  17.  Ayetin  sonundaki  yeniden  dirilmeye  atıf  ile ( sonunda  yine  O’na  döndürüleceksiniz ) bağlantılıdır. Organik  tabiatta  bu  kadar  canlı  şekilde  tasvir  edilen  sürekli  üreme , sona  erme  ve  yeniden  üreme  süreci , Kur’an’da  sadece  yeniden  dirilme  inancını desteklemek  için  değil , aynı  zamanda  bu  şekildeki  bir  yaratma  eyleminin  gerisinde  yatan  anlamlı  bir  planın  ve  dolayısıyla  bir  yaratıcının  varlığının  kanıtı  olarak  kullanılmaktadır . İnsanın  harikulade  bir  şekilde  yoktan  var  edilmesi , insanın  en  basit  maddelerden  yaratılmış  olduğuna  ve  sonra , sadece  bedene  değil , aynı  zamanda  beyin  ile  duygular  ve  içgüdülere  de  sahip  olan  hayli  kompleks  bir  varlık  haline  derece  derece  bir  şekilde  dönüştüğüne  işaret  eder .


Allah’ın  ayetlerini  ve  sonunda  O’na  kavuşacaklarını  inkar  edenler , Allah’ın  varlığını  tamamen  inkar  ederek  kendilerini  O’nun  rahmetinden  ve  bağışlamasından  yoksun  bırakanlardır . Başka  bir  deyişle , Allah’a  iman  etmek  veya  inanmaya  hazır  olmak , bizzat  O’nun  rahmet  ve  bağışlamasının  bir  ürünüdür . Tıpkı  öteki  dünyadaki  azabın  hakikati  inkar  etmenin  bir  ürünü  olması  gibi .
       Hz.  İbrahim , kavminin  bayram  şenliği  için  kasabanın  dışına  çıktığı  bir  sırada , en  büyükleri  dışındaki  bütün  putları  kırmış , bu  yüzden  onu  ateşe  atarak  cezalandırmaya  kalkıştıklarında  Yüce  Allah  ateşi  serinliğe  dönüştürmüştü .  Hz.  İbrahim’in  sağ  salim  kurtulmasına  rağmen  bu  olay  kavmi  üzerinde   ciddi  bir   tesir  bırakmadı . 25.  Ayetten  anlaşıldığına   göre  bunun  bir  sebebi  de  putperestliğin ,  söz  konusu  kavim  arasında  bir  dayanışma  ruhu  doğurmuş  olmasıydı . Yani  onlarda  din , bir  inanç  konusu  olmaktan  ziyade  bir  toplumsal  kaynaşma  aracı  idi . Böylece  onlar  için  dini  inançların  doğru  veya  yanlış  olmasının  önemli  görülmediği , toplumda  bir  sevgi  bağı  oluşturacak  şekilde  geleneksel  bir  kurum  olmasının  yeterli  bulunduğu  anlaşılmaktadır . Bu  durumda  bir  gerçeklik  konusu  değil  de  sadece  bir  töre  ve  çıkar  konusu , bir  kültür  unsuru  olarak  benimsenen  dinin  ebedi  kurtuluşu  sağlamaktan  uzak  olacağı  da  açıktır . Dolayısıyla , 25.  Ayette  belirtildiğine  göre , dünyada  böyle  bâtıl  bir  din  etrafında  birleşenler , sadece  gerçek  olanların  değer  taşıyacağı  ahirette  aynı  sevgi  bağını  sürdüremeyecekler ;  aksine , tapanlar , tapılanlar , birbirini  aldatıp  haktan  saptıranlar  ve  körü  körüne  onlara  kapılıp  sapanlar , hepsi  birbirinden  kopacak , hatta  birbirine  ağır  eleştiriler  yönelteceklerdir . Ama  bu  suçlamalar  hiçbirini  hak  ettikleri  cezaya  çarptırılmaktan , Allah’ın  yardımından  mahrum  kalmanın  doğuracağı  çaresizlikten  kurtaramayacaktır .
       ‘’  Allah  inanç  sahiplerine  yakındır , onları  koyu  karanlıktan  aydınlığa  çıkarır . Oysa  hakikati  inkara  şartlanmış  olanlara  yakınlık  gösterenler  onları  aydınlıktan  çıkarıp  derin  karanlığa  iten  şeytani  güçlerdir . İçinde  yaşayıp  kalmak  üzere  ateşe  mahkum  olanlar  da  işte  böyleleridir . Sırf  Allah  kendisine  hükümdarlık  bağışladığı  için  İbrahim  ile  Rabbi  hakkında  münakaşa  eden  o  hükümdardan  haberin  yok  mu?  Hani  İbrahim : ‘ Rabbim  hayat  veren  ve  ölüm  dağıtandır ! ‘  demişti .  Hükümdar  cevap  vermişti : ‘ Ben  de  hayat  verir  ve  ölüm  dağıtırım ! ‘  İbrahim : ‘ Allah  güneşi  doğudan  doğdurur , öyleyse  sen  de  batıdan  doğdur ! ‘  demişti .  Bunun  üzerine ,  hakikati  inkara  şartlanmış  olan  o  kişi  hayretler  içinde  kaldı .  Allah  bile  bile  zulüm  işleyen  toplumu  hidayete  erdirmez .  Yoksa  ey  insanoğlu ,  sen  halkının  terk  ettiği ,  çatıları  yıkılıp  harap  olmuş  ( virane )  bir  kasabadan  geçen  ve  ‘ Allah  bütün  bunları  öldükten  sonra  nasıl  diriltebilirmiş ? ‘  diyen  o  kişi  ile  aynı  fikirde  misin ?  Bunun  üzerine  Allah , onu  yüz  yıl  süre  ile  ölü  bırakmış  ve  sonra  tekrar  hayata  döndürerek  sormuştu : ‘ Bu  halde  ne  kadar  kaldın ? ‘  O  da : ‘ Bu  halde  bir  gün  veya  bir  günden  biraz  daha  az  bir  süre  kaldım ‘  diye  cevap  vermişti .  Allah  ‘ Hayır ‘  dedi , ‘ bu  halde  bir  yüzyıl  kaldın ! Yiyeceğine  ve  içeceğine  bak , geçen  yıllar  onları  bozmamış  ve  eşeğine  bak !  Biz  bütün  bunları  insanlara  bir  ibret  olman  için  yaptık .  Bir  de  şu  insanların  ve  hayvanların  kemiklerine  bak ,  onları  nasıl  birleştirip  et  ile  örttüğümüzü  düşün ! ‘  Bütün  bunlar  ona  açıklanınca , ‘ Şimdi  öğrendim  ki ‘  dedi , ‘Allah  her  şeye  kadirdir !’  Hani  İbrahim , ‘ Ey  Rabbim !  Ölüye  nasıl  hayat  verdiğini  bana  göster ! ‘  demişti .  O  da , ‘ yoksa  inancın  yok  mu ? ‘  diye  sormuştu .  İbrahim  cevap  vermişti : ‘ Hayır ,  ama  görmeme  izin  ver  ki  kalbim  tamamen  mutmain  olsun .’ ‘Öyleyse ‘  demişti  Allah ,  ‘ Dört  kuş  al  ve  onlara  sana   itaat  etmeyi  öğret ; sonra  onları  etrafındaki  her  tepeye  ayrı  ayrı  sal /  her  tepenin  üstüne  onlardan  bir  parça  koy ;  sonra  da  çağır ;  uçarak  sana  gelecekler .  Bil  ki  Allah  her  şeye  kâdirdir , hikmet  sahibidir .’’   Bakara  Suresi  257.258.259.260.  Ayetler .
       Bu  ayetlerde  anlatılan  kıssa ,  Allah’ın  ölüyü  yeniden  diriltme  kudretini  tasvir  etmeyi  amaçlayan  bir  kıssadır .  Böylece  258.  Ayetteki  Hz.  İbrahim’in  sözleri , ‘ Rabbim ,   hayat  bahşeden  ve  ölüme  hükmedendir ‘  ile  daha  sonra  260.  Ayetteki , Allah’ın  ölüyü  nasıl  dirilttiğini  göstermesi  talebi  arasına  anlamlı  şekilde  yerleştirilmiştir .
       Kendi  akıl  ve  iradelerini  düzgün  kullanarak  sahte  tanrılar  yerine  Allah’a  iman  edenler  O’nun  manevi  yakınları  olurlar . Veli , velayeti  altındaki  insanı  korur , gözetir , yardımcı  olur . Bu  ayetle  Allah , imana  bağlı  velayet  çerçevesine  yalnızca  kendisinin  girebileceğini  belirtmektedir . Velisi  Allah  olanın  yolu  aydınlık  olur , Allah  onu  karanlıklardan  çıkarır , aydınlığa  kavuşturur . Kalbi  huzurlu , zihni  berrak , aklı  karışıklıklardan  uzak  olur .
       İnsanlar  yokluk  ve  yoksullukla  imtihan  edildikleri  gibi  varlık  ve  iktidar  verilerek  de  imtihan  edilirler . Dine  ve  kulluk  çağrısına  karşı  direnenler  genellikle  servet  ve  iktidar  sahipleri  arasından  çıkar . Bunlar  ellerindeki  imkanların  asıl  sahibini  ve  kaynağını  unuturlar . Ellerindeki  güç  sayesinde  her  şeyi  yapabileceklerini , her  derde  çare  bulabileceklerini , Allah’a  ihtiyaçları  bulunmadığını  zannederler . Bazıları  daha  da  ileri  giderek  Allah’ın  yaptığı  şeyleri  kendilerinin  de  yapabileceklerini  iddia  ederler  ve  güçte  kendilerine  eşit  olmayanları  kul  ve  köle  yerine  koyup  onları  sömürürler . Hz.  İbrahim  zamanında  iktidarda  olan  hükümdar  Allah’ın  elçisinin  davetini  kabul  etmediği  gibi , onun  insanlara  tanıtmaya  çalıştığı  Rabbi  hakkında  da  tartışmaya  girişmiş , Rabbin  sıfatlarının  ve  gücünün  kendisinde  de  bulunduğunu  iddia  etmiştir . Şüphe  yok  ki , hükümdar  insanları  öldürme  ve  diriltme  gücüne  sahip  olmadığını  bilmektedir . Buna  rağmen  demagoji  yaparak , sözü  hakiki  manasından  saptırıp  hak  elçisinin  davetine  karşı  çıkmasının  gerçek  sebebi  saltanat  tutkusudur ; bu  dini  kabul  etmesi  halinde  zulme  ve  sömürüye  devam  etme  imkanını  kaybedeceğini  bilmesidir . Hz.  İbrahim  tartışmada  kesin  sonuç  almak  için  ikinci  bir  delil  getirmiştir . Güneşin  doğudan  doğması  ve  batıda  kaybolması  bir  gerçek  olduğundan  ve  ezelden  beri  de  böyle  olduğundan , güneşin  doğuş  ve  batış  yerlerini  de  değiştiremeyeceğinden  hükümdar  söyleyecek  söz  bulamamıştır .
       Bu  ayetlerdeki  ikinci  örnek  ise  bütün  binaları  yıkılmış  bir  kasabaya  uğrayan  bir  şahısla  ilgili  olanıdır . Birinci  örneğin  hedefi  insanların , Allah’a  şirk  koşma  veya  O’nu  inkar  etme  sapıklık  ve  karanlığından  tevhid  aydınlığına  gelmelerini  sağlamaktır . İkinci  örnek  ise  öldükten  sonra  tekrar  dirilmeyi  inkar  şeklinde  ortaya  çıkan  bir  başka  sapmayı  düzeltmeye  yöneliktir . Allah’ın  hidayete  yönelen  kullarını  doğru  yola  kavuşturması  ve  gerçeği  bulmalarını  sağlaması  üç  şekilde  oluşmaktadır : a ) Akli  deliller  getirerek . Hz.  İbrahim  ile  hükümdar  arasındaki  tartışma  bunun  örneğidir . b ) Gerçeğin  ve  bildirilen  vakanın  nasıl  ve  neden  ibaret  olduğunu  göstererek . Yüz  yıl  sonra  diriltilen  insan  örneğinde  olduğu  gibi . c ) Bizzat  yaptırarak , yaşatarak , sebep  ve  sonucu  deney  halinde  göstererek . Buna  örnek  olarak  da  son  ayet  verilmektedir . Hz.  İbrahim  bir  peygamber  olarak  Rabbi  ile  söyleştiğine  göre  onun  sorusunu , Allah’ın  ölüleri  dirilteceği  konusundaki  bir  şüpheye  veya  inkara  bağlamak  mümkün  değildir . Sağlam  haber , düşünce  ve  gözlem  yollarıyla  elde  edilen  bilgiler  ve  bunlara  dayanan  inançlar  da  kesindir . Ancak  bilgi  ve  inanç  konusu  olay  veya  gerçek , bilen  ve  inanan  tarafından  duyu  organlarıyla  hissedilmedikçe  ve  daha  ileri  bir  basamak  olarak  bizzat  yaşanmadıkça , oluşun  içinde  bulunulmadıkça  kalbin  ve  zihnin  gelgitleri  bitmez , vehim  kabilinden  de  olsa  aksini  düşünme  halleri  son  bulmaz . Bu  haller  bilmeye  de  inanmaya  da  aykırı  değildir , bunlar  zarar  da  vermez , ancak  bir  tatmin  eksikliği  söz  konusu  olur . Yüce  Allah , bir  büyük  peygamberinin  talebi  üzerine  ölüleri  nasıl  dirilttiğini  fiilin  içine  peygamberini  de  çekerek  onun  en  üst  derecedeki  tatmin  haline  ulaşmasını  sağlamıştır .  
       ‘’ O , itikadi  konularda , Nuh’a  emrettiğini  ve  sana  ey  Muhammed , vahiy  aracılığıyla  öğrettiğimizi  ve  aynı  zamanda  İbrahim’e , Musa’ya  ve  İsa’ya  emrettiğimizi  sizin  için  uygun  gördü . ‘ Sahih  itikada  sağlam  bir  şekilde  sarılın  ve  o  konuda  bütünlüğünüzü  bozmayın . / Dini  dosdoğru  tutun , onda  bölünüp  fırkalara  ayrılmayın ! ‘ Onları  çağırdığın  bu  tutum , başka  varlıkları  veya  güçleri  Allah’a  ortak  koşanlara  ağır  gelse  bile , Allah  dileyen  herkesi  kendine  çeker  ve  O’na  yönelenleri  doğru  yola  ulaştırır . Geçmiş  vahiylerin  mensuplarına   gelince , onlar  hakikati  tanıyıp  öğrendikten  sonra , aralarındaki  kıskançlık  ve  çekişmelerden  dolayı  bütünlükten  uzaklaştılar . Rabbinden  belli  bir  vadeye  kadar  ( bütün  hükümleri  iptal  eden ) bir  hüküm  gelmemiş  olsaydı , onlar  arasında  baştan  her  şey  karara  bağlanmış  olurdu . İşte  bakın , öncekilerden  ilahi  kelamı  devralanlar  şimdi  onun  öğretileri  hakkında  şüpheye  varan  büyük  bir  tereddüt  içindeler . İşte  bunun  için  sen  bütün  insanlığa  çağrıda  bulun  ve  Allah  tarafından  emrolunduğun  gibi  dosdoğru  ol , onların heva  ve  heveslerine  uyma  ve  de  ki : ‘ Ben  Allah’ın  bütün  vahyettiklerine  inanırım , sizin  değişik  görüşleriniz  arasında  adaleti  gözetmekle  emrolundum . Allah  benim  de  sizin  de  Rabbinizdir . Bizim  yaptıklarımızın  hesabı  bize  çıkacaktır , sizin  yaptıklarınızın  hesabı  da  size . Bizimle  sizin  aranızda  bir  çekişme  olmamalı , Allah  hepimizi  bir  araya  toplayacaktır , çünkü  dönüş  ancak  O’nadır . O’nun  çağrısını  kabul  ettikten  sonra  Allah  hakkında  hala  tartışanlara  gelince , onların  bütün  itirazları  Rableri  katında  geçersizdir , boştur . O’nun  gazabı  üzerlerine  çökecektir  ve  onları  şiddetli  bir  azap  beklemektedir. Çünkü  indirdiği  vahiy  ile  hakikati  ortaya  koyan  ve  böylece  insana , doğru  ile  eğriyi  tartacağı  bir  terazi  veren  O’dur . ‘’   Şura  Suresi  13. ….17.  Ayetler .
       İnsanlık  tarihinde  önemli  bir  başlangıcı  temsil  eden  Hz.  Nuh , çok  tanrıcı  inançların  her  tarafı  sardığı  bir  ortamda  Tek  Tanrı  inancının  ihyası  için  görevlendirilen  ve  halen  mevcut  üç  büyük  ilahi  din  mensuplarının  atası  olarak  bilinen  Hz.  İbrahim  ve  bu  üç  dinin  peygamberleri  Hz.  Musa ,  Hz.  İsa  ve  Hz.  Muhammed’e  ismen  yer  verilerek  bütün  ilahi  dinlerde  müşterek  hükümlerin  olduğu  ve  en  başta  gelenin  de  tevhid – Allah’ın  birliğine  inanma  inancı  olduğu  belirtilmektedir . Ayetler , put  vb.  varlıkları  da  tanrı  gibi  görmekle  beraber  evrenin  tek  yaratıcısının  Allah  olduğunu  kabul  eden  müşriklerin  yanı  sıra , tek  tanrı  inancına  sahip  olduğu  halde  Allah’ın  zat  ve  sıfatları  hakkında  saçma  tartışmalara  dalan  Yahudileri  ve  bütün  insanların  rabbinin  bir  olduğuna  inandıkları  halde  tanrı  kavramını  parçalayan  ve  peygamberlerine  uluhiyet  izafe  edecek  kadar  ileri  giden  Hıristiyanları  da  kapsamaktadır .
       Bu  ayetlere  göre : 1 ) Allah , bütün  peygamberlere  aynı  buyrukları  gönderip  aynı  şeyleri  yasalaştırmıştır . 2 ) Bu  buyrukların  en  önemlisi  şudur : ‘’ Dinde  parçalanıp  fırkalara  bölünmeyin ‘’ 3 ) İşte  bu  buyruk , tevhid  yerine  şirki  seçenleri  çok  rahatsız  etmiştir . Kur’an  böylece  dinde  hizipçiliğin  ve  fırkacılığın  şirk  olduğunu  göstermektedir . 4 ) Fırkalara  ayrılma , vahyin  getirdiği  bilgilerden  sonra  bu  bilgilere  sahip  olanların  kıskançlık  ve  azgınlığa  dayalı  sürtüşmeleri  yüzünden  doğmuştur .  5 ) 15.  Ayetten  anlaşılıyor  ki , fırkacılık  ve  şirket  dinciliğinin  arkasında  Allah’ın  indirdiğine  bağlı  kalmamak , kişisel  tespit  ve  kanaatlere  dayanarak  çekişme  ve  boğuşmaya  girmek  yatmaktadır . 16. 17.  Ayetler , vahyin  verilerini  bırakıp  başka  delillerle  Allah’ı  savunmaya  kalkanların  bu  delillerinin  Allah  katında  bir  hiç  olduğunu , bu  delillere  sığınanların  öfke  ve  azapla  karşılaşacaklarını , çünkü  din  meselesinde  hakkın  ve  ölçünün  Allah’ın  kitabıyla  insanlığa  gönderildiğini  ifadeye  koymaktadır .  21. Ayet , dini , vahyin  verilerinin  dışında  bir  takım  odakların  tespitlerine  bağlamayı  şirk  olarak  göstermekte  ve  şöyle  demektedir :  ‘’ Yoksa  onların  ortakları     var ?’’ Bu  ortaklar  onlar  için  Allah’ın  izin  vermediği  dini  yasalaştırmıştır . Demek  oluyor  ki ,  Allah’ın  kitabında  yer  almadığı  halde  dinden  gösterilen  her  şey , bu  ayetin  işaret  ettiği  bozukluğa  girer , şirktir . Nitekim  ünlü  Şafii  bilgini  Ebu  Şâme  bidat  ve  hurafeleri  ele  aldığı  eseri  el – Bâ’is’te  tüm  bidatların  Şura  21.  Ayetteki  hükme  girdiğini , yani  dini  şirke  bulaştırdığını  açıkça söylemiştir . Ona  göre , bütün  bidatçılar  bu  ayetin  hükmü  altındadırlar . Bunda  şaşılacak  bir  yan  da  yoktur . Dinde  hüküm  yetkisini  tekelinde  tutan  Allah’ın  bu  yetkisine  tecavüz , yani  dinde  olmayan  bir  şeyi  dine  sokmak , çapı  ne  olursa  olsun , Allah’a  ortaklığa  kalkmak , yani  şirktir . ( Y.N.Ö.)
       Din  terimi , hem  ahlaki  olarak  emredici  kanunların  muhtevasını  ve  hem  de  onlara  uygun  davranmayı  ifade  eder  ve  sonuçta  terimin  en  geniş  anlam  çerçevesini  yansıtır . Yani , içerdiği  dini  prensipleri  ve  bu  prensiplerin  pratik  yansımalarını  olduğu  kadar , insanın  ibadet  ettiği  objeye  karşı  yaklaşımını , dolayısıyla  ‘’ itikad ‘’ ( inanç – iman ) kavramını  da  içine  alır . Bunun  ‘’ din ‘’ , ‘’ inanç ‘’ , ‘’ dini  müeyyideler ‘’  yahut  ‘’ ahlak  sistemi ‘’  olarak  çevrilmesi , terimin  hangi  anlamda  kullanıldığına  bağlıdır . ‘’ Sizin  dininiz  size , benimki  bana !’’ Kafirun  Suresi  6. Ayet.  Din’in  öncelikli  anlamı  itaat’tır . Özellikle  de  bir  kanuna  veya  manevi / ahlaki  otorite  ile  donatılmış  kurulu  -bundan  dolayı  da  bağlayıcı -  olarak  algılanan  kurallar  sistemine , yani  terimin  en  geniş  anlamıyla  ‘’ din ‘’ , ‘’ itikat ‘’  ya  da  ‘’ dini  hukuk ‘’ a  ya  da  sadece  ‘’ ahlaki  değerler  sistemi ‘’ ne  itaat . ‘’O , itikadi  konularda ‘’  şeklinde  başlayan  ayetin  gösterdiği  din  terimi , bu  bağlamda , artarda  gelen  her  sistemde  farklı  mahiyetler  kazanan  dini  kanunları  da  kapsayan  en  geniş  anlamıyla  ‘’ din ‘’ i  göstermez . Burada  daha  çok , dinin  yalnızca  etik  ve  ruhi  boyutunu , yani  en  genel  anlamda  ‘’ imanı / itikadı ‘’  gösterir . Bu  ayetle , surenin   başında dile  getirilmiş  olan  tema’ya , yani  bütün  vahiylerin  gerisindeki  manevi  ve  ahlaki  prensiplerin  değişmez  ayrılığı  temasına  yeniden  dönülmektedir . ‘’ İtikada  sağlam  bir  şekilde  sarılın  ve  o  konuda  bütünlüğünüzü  bozmayın.’’ , ‘’ Allah  katında  tek  hak  din , insanın  O’na  teslimiyetidir . ‘’ Al-i  İmran  Suresi  19.  Ayet ,  ve  ‘’ kim  Allah’a  teslimiyetten  başka  bir  din  ararsa  bu  hiç  bir  zaman  kabul  edilmeyecektir . ‘’ Al-i  İmran  Suresi  85.  Ayet . Allah’ın  bütün  elçileri  tarafından  ortaya  konulan  bu  prensip  ile  paralellik  Enbiya  Suresi  92.  Ayet  ve  Müminun  Suresi  52.  Ayetteki  kesin  ifadede  de  görülebilir : ‘’ Siz  ey  insanlar , gerçek  şu  ki , bu  sizin  ümmetiniz  tek  bir  ümmettir, çünkü  hepinizin  Rabbi  benim .‘’  Büyük  müfessirlerin  çoğu  bunu , ‘’ farklı  toplumların  zaman  içinde  değişen  şartlarıyla  uyumlu  olarak  getirilen  özel  durum  ve  uygulamalar  ile  ilgili  bütün  farklılıklara  rağmen  Tek  Allah  inancına  dayanan  bütün  dinlerin  evrensel  bütünlüğüne  açık  bir  atıf  olarak  görmüşlerdir .
       17.  Ayette  geçen , insana  doğru  ile  eğriyi  tartacağı  bir  terazi  verilmesinin  temelindeki  düşünce  Hadid  Suresinin  25.  ayetine  dayanmaktadır . ‘’ Doğrusu , daha  önce  elçilerimizi  bu  hakikatin  bütün  kanıtları  ile  gönderdik  ve  onlar  aracılığıyla  vahyi  bağışladık  ve  böylece , doğru  ile  eğriyi  tartabilmeniz  için  size  bir  terazi  verdik  ki  insanlar  adaletle  davranabilsinler . ‘’ Bunun  anlamı  şudur : Allah  insana  birbirini  izleyen  vahiyler  yoluyla  doğru  ile  yanlış  arasında  ayırım  yapmasını  sağlayan  bir  ölçü  verdiği  için  O’nun  varlığı  ve  nihai  yargılaması  ile  ilgili  itirazda  bulunmak  saçmalık  ve  haddini  bilmezliktir .
       Dinde  parçalanmaların  yeterli  ilahi  bildirim  yapılmamış  olmasından  ileri  geldiği  iddiasını  reddeden  bu  içerikteki  ayetlerde , bölünmenin  asıl  sebebinin  bilgisizlik  değil , kişisel  çıkarlara   düşkünlük  ve  çekememezlik  duyguları  olduğuna  dikkat  çekilmektedir . ‘’Rabbin  tarafından  belirli  bir  süre  tanıma  sözü  verilmemiş  olsaydı , aralarında  hemen  hüküm  verilir , iş  bitirilirdi . ‘’  buyurularak , suçlu , günahkar , haksız  insanların  gidişatına  niçin  ilahi  bir  müdahale  yapılmadığı  yönünde  daima  hatırdan  geçen  bir  soruya  cevap  verilmekte , yüce  Allah’ın  bütün  insanları  kapsayan  hesaba  çekme  ve  buna  göre  mükafat  yahut  ceza  verme  işini  ahirete  bırakmayı  dilediği  için  bunun  böyle  olduğu  bildirilmektedir .
       ‘’ Emrolunduğun  gibi  doğru  çizgini  sürdür ‘’  cümlesi , inanç , niyet , düşünce  ve  davranışta  doğruluk  ve  dürüstlüğü ; Allah’a  yönelme  ve  O’nun  buyruklarına  uygun  davranma  hususunda  devamlı  ve  tutarlı  olmayı  ifade  eder .
 
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder