Cehalet ve nefretle
dolu bir dünya ,
selamete dair en
ufak bir umut
ışığından yoksun ıssız
ve yabanıl bir
yer hayal edin .
Sonra da , bildiği
yaşamı geride bırakmasını
ve bir gün
tüm dünyanın onunla
mübarek kılınacağını söyleyen
Tanrı buyruğunu alan
bir kişiyi gözünüzde
canlandırın . Bunun nasıl ve
niçin olacağı bu
kişi için bir
muammadır , ama o
yola koyulur . Tanrı
ona İbrahim diye
hitap etmektedir . Zamanla
o , tektanrıcı üç dinin
önderi olacaktır - Musevilik ,
Hıristiyanlık ve İslamiyet .
Ve tarih onun
hikayesiyle sonsuza dek
değişecektir . Hz. İbrahim insanoğlunun
Tanrı’yla ilişki içinde
olma ihtiyacını ve
arzusunu somutlaştırandır . Kutsal
hikayelerde Tanrı dünyayı
yaratır , Adem ve
Havva Cennetten çıkarılarak
dünyaya yollanır . Onların
soyundan gelenler arasında
sapkınlıklar çoğalınca büyük
tufanı yaparak Hz.
Nuh aracılığıyla inananları
korurken sapkınları sellerle
yok eder . Sonra da Hz.
İbrahim’e tarihi bir
göreve başlamasını emreder . Yahudiler , Tanrı’nın
inayetini Hz. İbrahim’in
oğlu Hz. İshak
ve onun oğlu
olan Hz. Yakub’un
üzerinden miras aldıklarını
iddia ederler . Müslümanlar için
bu görev , Hz. İbrahim’in
oğlu Hz. İsmail’in
soyundan gelen Hz.
Muhammed yoluyla vahyolunmuştur .
Bu satırların
yazarı Tad Szulc’un
seyahatleri sırasında rastladığı ,
Hz. İbrahim’e olan
en içten bağlılığın
en dokunaklı anlatımlarından birisi , İstanbul Teknik
Üniversitesi
Konservatuarı’nda kendisine verilen
ve bir Müslüman
tarafından kaleme alınmış
‘’ Haliluhllah İbrahim’i ‘’ adındaki
uşşak ilahiydi . Cengizhan Mutlu’nun
yazdığı bu manzume , Hz.
İbrahim’i tektanrıcılığı yüzünden
öldürmek için planlar
yapan Kral Nemrud’dan
bahsediyor :
Som altından
olsa da put
Ne rızk
verir ne de
umut
Anlamıyor zalim Nemrut
Odunlar yandı peş
peşe
Dumanı çıktı güneşe
Tutup
attılar ateşe
Ne sızladı
ne inledi
‘’
Allah’ım kurtarır ‘’ dedi
İki
melek hoş eyledi
Kor alevler
küle döndü
Kıvılcımlar güle döndü
Gören suskun dile
döndü
‘’ Allah’ım kurtarır .’’
Bu iki basit
sözcük , Hz. İbrahim’in
ve onun hayret
verici çabalarının özünde
yatanı tüm yalınlığıyla
gözler önüne seriyor .
Bu iki sözcük onun
Allah’ın birliği esası
üzerine inşa edilmiş
olan inancını ve
imanını ayrıntılarıyla açıklıyor . Bu öyle
bir inançtır , öyle bir
imandır ki , dünyamızı sonsuza
kadar değiştirmiştir . ( National
Geographıc Aralık 2001 )
HZ . İBRAHİM’İN SAYFALARI
‘’ EY
İNSANLAR ! İşte size
bir misal veriliyor ; onu
dinleyin şimdi . Sizin Allah’tan
başka yalvarıp yakardığınız
bütün o varlıklar , hepsi bir
araya gelseler dahi , bir
sinek bile yaratamazlar
değil mi ? Hatta
bir sinek onlardan
bir şey kapacak olsa , onu
bile geri alamazlar ! Başvurup isteyen
de , başvurulan ve istenen
de ne kadar
güçsüz !..
Bu konuda hataya
düşenler Allah’ın gücünü
gereği gibi kavrayıp
değerlendiremiyorlar . Çünkü
Allah , her şeyi
hükmü altında tutan
en yüce iktidar
sahibidir . Sınırsız kudret ve
nüfuzuyla Allah meleklerden
de , insanlardan da elçiler
seçer . Ama yine
de her şeyi
gören , her şeyi
işiten Allah’tır . Bu elçilerin
bildikleri sınırlıyken , O ,
onların gözleri önünde
olanları da , onlardan
gizli tutulanları da
bütünüyle bilmektedir . Çünkü her
şey , tüm olaylar ve
olgular başlangıç ve
dönüp gidilecek yer
olarak Allah’a dönmektedir .
Siz ey imana
erişenler ! Allah’ın huzurunda eğilin , yere
kapanın ve yalnızca
Rabbinize kulluk edin
ve iyi işler
yapın ki , kurtuluşa ,
esenliğe erişesiniz . Ve
Allah’ın davası için , Allah
uğrunda , O’nun yolunda
gösterilmesi gereken en
zorlu , en üstün çabalara
girişin , O’na yaraşır bir
gayretle didinin ! Mesajına
muhatap ve taşıyıcı
olarak sizi seçen
ve din konusunda
üzerinize bir zorluk , bir
güçlük yüklemeyen O’dur . VE
SİZE ATANIZ İBRAHİM’İN
İNANCINI İZLEMEYİ ÖNEREN
DE O .
Elçinin sizin önünüzde
ve sizin de
tüm insanlığın önünde
gerçeğe tanık olmanız
için geçmiş çağlarda
da , bu ilahi mesajda
da , sizi ‘’ Kendilerini yürekten
Allah’a teslim edenler , ( Müslümanlar ) diye
isimlendiren O’dur . Öyleyse
salâtta devamlı ve
duyarlı olun , arınmak için
verilmesi gerekeni verin
ve sımsıkı Allah’a
bağlanın . SİZİN GERÇEK
EFENDİNİZ ALLAH’TIR . NE
ÜSTÜN , NE
YÜCE EFENDİ ;
NE ÜSTÜN ,
NE YÜCE YARDIMCI
!.....
Hac Suresi 73. …..78.
Ayetler .
İnsanların tek
bir Tanrısı bulunduğu
ve Allah’tan başkasına
ibadet etmenin boş
bir davranış olduğunu
hatırlatan delillerden ,
öğüt ve
uyarılardan sonra da , sahte
tanrıların ve onlara
tapanların durumunu özlü
biçimde anlatan bir
misal getirilmiştir . Bu temsili
anlatımda , öncelikle
muhataplar bir an
için , akli muhakemelerini kısıtlayan
önyargılardan ve esiri
oldukları alışkanlıklarından sıyrılıp
akıllarını kullanmaya ,
verilen örneği can
kulağıyla dinlemeye davet
edilmektedir . Allah’tan
başka kendilerine tapılan , yalvarılan bütün
varlıklar birleşseler yine
de bir sinek
dahi yaratamazlar . Hatta onlar
sineğin kapıp götürdüğünü
bile geri alma
kudretine sahip değildirler . Kendinden istenen
acizdir , çünkü temizliği ve
bakımı için dahi
başkasına muhtaçtır .
İsteyen de acizdir , çünkü yalvardığı
varlığın kendisine bile
hayrı yoktur , o halde
isteyen de eli
boş kalmaya mahkumdur .
‘’ Allah’ı gereği
gibi tanımamaları ‘’ , O’na gereğince
kulluk etmemeleri ve
O’na layık olduğu
biçimde saygı göstermemeleri , Allah’ın
verdiği nimetlerin kıymetini
bilmemeleri , putlara ve
aşağı arzulara kulluk
etmeleri gibi anlamlarla
açıklanmıştır .
Peygamberler ve
melekler Allah’ın yalnızca
kulları olup O’nun
her şeyi gören ve
her şeyi işiten
mutlak ilim ve
kudretinden herhangi bir
paya sahip değillerdir
ve dolayısıyla hiçbir
şekilde insanları kendilerine
kulluk etmeye çağırmazlar .
İslam dininde
‘’ zorluğun , güçlüğün ‘’
olmamasını birkaç yönde
değerlendirmek gerekiyor . 1)
İslam , Kur’an’i öğretinin anlaşılmasını
zorlaştıracak yahut sağduyuyla
çelişebilecek dogmatik ve
mistik unsurlardan uzaktır .
2 ) Günlük hayatı gereksiz
sınırlamalarla güçleştiren karmaşık
törensel ve biçimsel
yükümlülükler yahut tabusal
sistemler içermemektedir . 3 )
İnsan tabiatına kaçınılmaz
biçimde ters düşen
kendine eziyetçi , çileci
tüm yaklaşımlara kapalıdır . 4 ) İnsanın
zayıf yaratılışlı bir
varlık olduğunu her
konuda hesaba katmaktadır .
Yukarıdaki ilkelerin
hayata geçirilmiş olmaması
bizim sorunumuzdur . ‘’
Sizin her konuda
dengeli ve ölçülü
bir toplum olmanızı
istedik ki , hayatınızla tüm
insanlığın huzurunda hakikatin
şahitleri olasınız . ‘' Bakara
Suresi 143. Ayet .
Bizden orta bir
toplum olmamız istendi ,
yani , aşırılıklar
karşısında adil bir
denge gözeten ve
hem zevk ve sefahati hem
de mübalağalı bir takvayı ( Dinin
yasak ettiği şeylerden
sakınıp buyurduklarını yerine getirme – Allah’tan korkma ) reddederek
insanın tabiatını ve
imkanlarını değerlendirmede gerçekçi
ve makul davranan
bir topluluk . Kur’an ,
sıkça tekrarladığı , hayatın
her cephesinde dengeli
ve ölçülü olma
çağrısı ile uyumlu
olarak müminlere , hayatlarının
bedeni ve maddi
yönüne çok fazla
ağırlık vermemelerini öğütler
; ama aynı
zamanda insanın bu
bedeni hayat ile
ilgili ihtiyaç ve
isteklerinin ilahi iradenin
eseri ve bu
nedenle de meşru
olduğunu kabul eder .
Daha ileri bir
tahlilde , ‘’ dengeli ve ölçülü
bir toplum ‘’ ifadesinin
insanın varoluş problemine
İslami yaklaşımı temsil
ettiği söylenebilir : ruh ile
beden arasında fıtri
( doğuştan ) bir çatışma
olduğu görüşünün reddi
ve insan hayatının
bu ikili cephesindeki
tabii ve ilahi
bütünlüğün açık bir
teyidi . İslam’a özgü
olan bu dengeli
davranış , doğrudan Allah’ın
birliği ve bütün hilkatin temelinde
yatan amacın tekliği
kavramından doğmaktadır .
Hz.
İbrahim , burada sadece
Peygamberimiz Hz. Muhammed’in
soyca atası olduğu
için değil , fakat
aynı zamanda ‘’ kendini
bilinçli olarak Allah’a
teslim eden ‘’ herkes
için bir öncü ,
bir prototip / ilk örnek
olduğu ve dolayısıyla
Tanrının birliğine inananların
manevi atası olduğu
için de ‘’ atanız ‘’
olarak nitelendirilmektedir .
Müslim
terimi ‘’ kendini Allah’a
teslim eden ‘’ anlamına
gelmektedir ; buna göre,
İslam da
‘’ Allah’a teslim
olmak / Allah’a
boyun eğmek ‘’ demektir .
Her iki terim
de Kur’an’da Tek
Tanrı’ya inanan ve
bu inancı , O’nun
vahyettiği mesajları şüphesiz
kabul ederek doğrulayan , teyit eden
herkes için kullanılmaktadır . Kur’an
bu ilahi mesajların
sonuncusu ve en
evrensel olanı olduğu
için tüm inananlar
onu tebliğ eden
Son Peygamberin gösterdiği
yolu izlemeye ve
böylece bütün insanlığa
örnek olmaya çağrılmaktadırlar . Yani , Hz.
Peygamber’in bize örnek olması
gibi , bizim hayat tarzımızın
da bütün bir
insanlığa örnek olması
lazımdır .
‘’ Hakikati başkalarına hatırlat , bu hatırlatma ister fayda veriyor
görünsün , ister görünmesin ; Allah’tan korkan
, düşünüp ondan ders alır . O’na yabancılaşan ise zavallı biçare olarak kalır .
Böylesi öteki dünyada büyük
ateşe atılacak ve
orada ne ölecektir
ne de diri
kalacak . Bu dünyada arınmayı
başaran ise , öteki dünyada
mutluluğa ulaşır , ki böylesi , Rabbinin ismini
hatırlayan ve O’na
ibadet edendir . Ama hayır , ey
insanlar , siz bu dünya hayatını
tercih edersiniz , oysa gelecek
hayat daha iyi
ve daha kalıcıdır . Gerçek şu ki
, bütün bunlar , geçmiş vahiylerde
bildirilmiştir . İbrahim ve Musa’ya
indirilen vahiylerde . ‘’ A’lâ
Suresi 9. ….19. Ayetler .
‘’ Cehennem
ateşinin ne olduğunu
hiç düşündün mü ?
O ne yaşatır ,
ne de ölüme
terk eder , ölümlü
insana nihai hakikati
gösterir . ‘’ Müddessir Suresi
27. 28.29. Ayetler . Bu ayetler
günahkarın hakikati gecikmiş
olarak kabul etmesiyle
ve aynı zamanda
kendi tabiatına , geçmişteki
zaaflarına ve bilerek
yaptığı hatalarına pişmanlıkla
bakmasıyla ve kendisini
bekleyen azaba karşı
sorumluluğunu fark etmesi
ile ilgilenir ; ki bu da
, ne bir
hayat ne de
ölüm durumudur .
Bu
ayetlerde Hz. İbrahim
ve Hz. Musa’nın
isimlerinin verilmesi geçmiş
vahiylerin birer örneği
olmaları , insanoğlunun
dini tecrübesinin devamlılığı
ve bütün peygamberler
tarafından tebliğ edilen
temel hakikatlerin aynılığı
gerçeğini vurgulamak içindir .
‘’ Peki hiç düşündün
mü bizi hatırlamaktan
uzak duranı ve bu dünya
hayatından başka şeye
değer vermeyeni ? Ve kendi
ruhunun temizliği için
kendisinden bu kadar
az ve bu
kadar gönülsüzce vereni ? O
insan kavrayışının ötesindeki
şeyin bilgisine sahip
olduğunu ve böylece
onu açıkça görebildiğini
mi iddia ediyor ? Yoksa henüz
kendisine bildirilmedi mi
Musa’ya gelen vahiylerde
ne vardı , ve her
türlü güvene layık
olan İbrahim’e . Ve hiç kimse , kimsenin yükünü
taşıyacak değildir . Ve insana uğrunda
çaba gösterdiği dışında
bir şey verilmeyecektir. Ve zamanı
geldiğinde kendisine çabasının
gerçek anlamı gösterilecek
ve sonra tam
karşılığı verilecektir . Ve en
sonunda yalnız Rabbine
varılacaktır . Sizi güldüren ve
ağlatan yalnız O’dur . Ölümü
getiren ve hayatı
bağışlayan yalnız O’dur . Ve
O’dur iki cinsi
- erkeği ve kadını -
yaratan , sadece bir sperm
damlasından . Ve O’nun
kudretindedir ikinci bir hayatı da
var etmek . İsteklerden arındıran
ve mülk sahibi
kılan yalnız O’dur . Ve
yalnız O’dur en
parlak yıldıza destek
veren . Ve O’dur yok
eden kadim kabileler Ad
ve Semud’u , hiçbir
iz bırakmayacak şekilde .
Ve onlardan önce
Nuh kavmini , çünkü hepsi
de kötülükte çok
iştahlı ve çok
azgın olmuşlardı . İşte Rabbin
onları yok etti ,
tıpkı yıkılıp altüst
olan öteki şehirleri
yok olmaya terk
ettiği ve sonra ebediyen görünmez
hale getirdiği gibi . O
halde Rabbinin hangi
nimet ve kudretinden
hâlâ şüphe duyabilirsin ? Bu , öncekiler gibi
bir uyarıdır. Yakın
olan şu son
saat daha da
yaklaşıyor , ama onu Allah’tan
başka kimse açığa
çıkaramaz . Siz bu
haberleri tuhaf mı
buluyorsunuz ? Ağlayacağınıza
gülüyorsunuz ve eğlenip duruyorsunuz ? Ama
artık Allah’a secde
edin ve Yalnız
O’na kulluk yapın . ‘’
Necm Suresi 33. …62.
Ayetler .
Hz.
İbrahim ve Hz.
Musa’nın isimlerinin anılması
o sıralar hakkında
en fazla bilgiye
sahip olunduğundan dolayıdır . Ve Allah’ın , insanlık tarihi
boyunca , seçtiği
peygamberlere belli ,
değişmez ahlaki hakikatleri
insana iletme görevi
verdiği gerçeğine dikkat
çekilmektedir . Bu ayetlerin ilk
kısmında hatırlatılan ilkeler
ve bilgiler şöyle
açıklanabilir : a ) Sorumluluk : Kur’an’da değişik
vesilelerle belirtildiği üzere , suçların ve
cezaların şahsiliği esastır . İstese de
kimse başkasının günahını
yüklenemez .Bu kuralın anlam
ve önemi üç
aşamalıdır : İlkin
insanoğlunun doğumundan itibaren
yüklendiği ‘’ilk günah ‘’
şeklindeki Hıristiyan doktrini
kesinlikle reddedilmektedir .
İkincisi ; kişinin günahlarının
bir azizin veya
peygamberin kendini feda
etmesi sayesinde bağışlanabileceği fikri
reddedilmektedir . Üçüncü olarak
da günahkar ile
Allah arasındaki herhangi
bir ‘’ aracılık ‘’ ihtimali
reddedilmektedir . b ) Herkes bütün
sırlarını ve inceliklerini
bilemeyeceğimiz bir sınav
düzeni içinde iradi
seçimler yapmak durumundadır . c ) Hesap
verme : Dünya hayatında
iradi seçimle yaptığı
her iş mahşer
günü insanın önüne
konacak , iyilik ve kötülükleri
görülecek , bu konuda tamamen
adil bir yargılama
yapılacaktır . Vurgulanması
gerekir ki Kur’an’ın
ahlaki sisteminde ‘’ eylem – amel ‘’ terimi
, iyi ya da kötü
herhangi bir eylemin
kasıtlı olarak ihmalini
kapsadığı gibi , doğru ya
da yanlış her
inancın bilinçli olarak
dile getirilmesini de
kapsar . Kısaca , insanın bilinçli
olarak amaçladığı ve
sözle yahut eylemle
ifade ettiği her
şey . d ) Karşılık
verme : Sözü edilen
yargılamanın sonunda herkese
yaptıklarının karşılığı tastamam
verilecektir . e ) Nihai takdir
: Yapılanların karşılığı
verilirken kimsenin en
küçük bir haksızlığa
uğratılmayacağı kesin olmakla
beraber , ilahi lütuf ve bağışlanma
hususu Allah’ın mutlak
iradesine bağlıdır . Bu konuda
mümine düşen , ümit var olmak ,
ama buna güvenerek
gevşeklik göstermemektir.
Bunca
nimet , hatırlatma ve uyarıya
rağmen Allah’ın birliğini
ve ahiret hayatının
varlığını tartışma konusu
yapma küstahlığını gösteren , Kur’an’ın verdiği
bilgi ve çağrılar
karşısında akıl ve
iz’anı harekete geçirmek
yerine gaflet içinde
oyalanmaktan haz alanlar
eleştirilmektedir . Buna
rağmen kısa ve
etkileyici bir ifadeyle
herkes Allah’a kulluk
etmeye ve O’na
olan saygısını belli
etmeye çağırılmakta ,
böylece sure asıl
mesajın tekrar edilmesiyle
bitirilmektedir .
‘’
Hepsi de güçlü bir
iradeye ve keskin
bir kavrayış yeteneğine
sahip olan kullarımız
İbrahim , İshak ve Yakub’u
hatırla . Biz onları arı – duru
bir düşünce aracılığıyla
temizledik ; öteki dünyayı
gözetme düşüncesiyle . Ve bizim
nezdimizde onlar gerçekten
seçkin , hayırlı kimseler arasındaydılar . ‘’ Sâd
Suresi 45.46.47. Ayetler .
Mekke
putperestlerinin İslam davetini
reddetmedeki akıl almaz
ısrarları ve küstahça
davranışları karşısında Hz.
Peygambere geçmiş peygamberlerin ve
diğer salih kulların
güçlü iradeleri , basiretli tutumları
anlatılmaktadır . Onlar , dünyada
sıkıntı çekseler bile
ahiret yurdunu asla
unutmadıkları için Allah
kendilerini günahlardan arındırmış , ruhlarını günahsızlık
sıfatıyla donatmış , bu sayede
Allah katında seçkinler
ve iyiler arasında
yer almışlardır . İnsanın ,
dünya hayatında bazı
zevkleri tatma arzusu
veya bazı sıkıntılardan
kurtulma telaşı onu
kötülüklere itmekte , dinin ve
ahlakın buyruklarını yerine
getirmekten uzaklaştırmakta ,
böylece o kişi
zevk arzusu ve
elem korkusuyla kolayca
kötülüklere teslim olabilmektedir . Bu ise
dini ve ahlaki
bakımdan tam bir
çöküştür . İşte insanı bu
çöküşten kurtaracak olan
da ahiret bilincinin
canlı olmasıdır . Çünkü bu
bilinç insanda şu
inancı güçlendirecek ve
etkin kılacaktır : Allah’ın buyruk
ve yasalarını hiçe
sayarak dünyada bazı
zevkleri tatsak bile
bunlardan çok daha
fazlasını ahirette kaybedeceğiz , bazı kederlerden
kurtulsak bile ahirette
bunlardan daha fazlasına
maruz kalacağız . Böylece ahiret
bilinci ve sorumluluğu
dini ve ahlaki
hayatın tam bir
güvencesi olmaktadır .
‘’ İşte
bunlar , Allah’ın kutlu ,
onurlandırıcı bağışlarda bulunduğu
nebilerden bazıları- Adem’in
soyundan , Nuh’la birlikte o gemide taşıdığımız
kimselerin soyundan,
İbrahim’in ve İsrail’in
soyundan gelen ve
hepsi de doğru
yolu gösterdiğimiz ve
seçtiğimiz kimselerden bazıları . Ne
zaman kendilerine O
sınırsız rahmet sahibinin
mesajları okunsa ağlayarak
O’nun huzurunda yere
kapanan kimseler . Onların ardından
salâtı boş veren
ve yalnızca kendi
şehvetlerinin , dünyevi
tutkularının peşine düşen
bir kuşak geldi
ve böyle yaptıkları
için de , yakında tam
bir düş kırıklığıyla
karşılaşacaklar . Ancak , pişman
olup Allah’a yönelen , inanıp dürüst
ve erdemli davranışlar
ortaya koyanlar bunun
dışındadır . Zaten hiç bir
haksızlığa uğratılmadan cennete
girecek olanlar da
işte böyleleridir . Sınırsız bağış
sahibinin , kullarına her türlü
beşeri algı ve
tasavvurun ötesinde söz
verdiği o asude has
bahçeler onların olacaktır . O’nun sözü
elbette yerini bulacaktır . Orada onlar
asla boş ve
yararsız bir söz
işitmeyecekler , iç huzuru ve
esenlik dileğinden başka
hiç bir söz ! Ve
orada sabah akşam
azıklandırılacaklar . Bize karşı
sorumluluk bilinci içinde
olan kullarımıza bırakacağımız
cennet işte budur .’’
Meryem Suresi 58. ….63. Ayetler .
Soyları
Hz. İsa ile
son bulan İbrani
peygamberleri Hz. İshak
ve Hz. Yakub ( İsrail ) kolundan
geçerek Hz. İbrahim’in
soyundan gelirken , Hz. Muhammed
aynı atanın soyundan ; Hz. İbrahim’in
ilk oğlu Hz.
İsmail’in kolundan gelmektedir . Peygamberlerin hepsi
de beşer olduklarının
bilincinde olan , Allah’ın alçak
gönüllü kullarıydı . ‘’ Bizim
mesajlarımıza gerçekten inananlar , ancak , kendilerine tebliğ
edildiği zaman önünde
derin bir hayranlık
ve saygıyla eğilenlerdir . Onlar , Rablerinin sınırsız
ihtişamını hamd ile
yüceltenler ve asla
büyüklük taslamayanlardır .
‘’ Secde
Suresi 15. Ayet . Salâtı boş
veren ve yalnızca
kendi şehvetlerinin ,
dünyevi tutkularının peşine
düşenler ahirette ,
kendilerini manevi yıkıma
sürükleyen yanılgıyı bütün
açıklığıyla , bütün
gerçekliğiyle ve tabii
olarak , bütün karşılığıyla anlayacaklardır . Allah’a yönelen , inanıp dürüst
ve erdemli davranışlar
ortaya koyanlar ise
yaptıkları en küçük
iyiliğin karşılığından mahrum
edilmeyecekleri gibi ,
fiilen hak ettiklerinin
çok üstünde bir
nimete erişeceklerdir . ‘’ Şüphesiz
Allah , kimseye zerre kadar
haksızlık yapmaz ; eğer hayırlı
bir iş varsa
onu kat kat
artırır ve rahmetinden
büyük bir ödül
bahşeder . ‘’ Nisa Suresi
40. Ayet .
Orada
onlar asla boş ve yararsız
bir söz işitmeyecekler , iç huzuru
ve esenlik dileğinden
başka hiç bir
söz . Selam terimi , ruhani /
manevi sükunet ve
huzur , her türlü hata , kötülük ve
iç çatışmadan kurtulmuş
olma gibi anlamları
kapsamaktadır .
‘’
Bilin
ki , ben , Allah’a inanmayan
ve ahiret gerçeğini
tanımaktan ısrarla kaçınan
bir toplumun izlediği
yolu terk ettim . Ve
atalarım İbrahim , İshak ve
Yakub’un yolunu tuttum . Çünkü tanrısal
nitelikleri Allah’tan başka
herhangi bir varlığa
yakıştırmak bizlere yakışmaz . Allah’ın bize
ve bütün insanlığa
bahşettiği lütfun bir
sonucudur bu , ama insanların
çoğu bu lütfun
değerini bilmez .’’ Yusuf
Suresi 37.38. Ayetler .
Hz.
Yusuf , doğru yolu , gerçek dini
açıklamakta , tebliğ etmektedir .
Tevhid inancına dair
bilinmesi , farkında
olunması gereken gerçeklerden
bahsetmektedir . Allah , mutlak
kudret sahibi , mutlak olarak
kendine yeterli bir
varlık olduğuna göre , insanın , O’ndan başka
kimseyi tanrı olarak
görmemesi yolunda uyarılması
elbette ki Allah’ın
kendi ihtiyacı , kendi çıkarı
için değildir . Böyle bir
günahın mutlak olarak
mahkum edilmiş olması , sadece ve
sadece yine insanın
kendi yararı , kendi selameti
içindir . Çünkü böyle bir
günahtan kaçınması , insanı batıl
inançlara karşı özgür
ve uyanık tutacak
ve böylece akıl
ve bilinç sahibi
bir varlık olarak
onurunu korumasına , onurunu yüksekte
tutmasına yarayacaktır .
Mutlak
ilmi ve mutlak
kudretiyle var olan
her şeyi kuşatan , var
olan her şeye
egemen olan Tek
ilah fikriyle , tanrısal ya
da yarı – tanrısal nitelik
ve fonksiyonları Allah’tan
başkasına yakıştırma tavrını
barıştırmak , uzlaştırmak
temelden imkansızdır .
İnsanla Allah arasında
tasavvur edilen bir
takım sahte aracıların
vasıtasıyla ‘’ Allah’ı insana ‘’
ya da ‘’ insanı
Allah’a yaklaştırma fikrine
dayanan bütün dini
tavır ve yaklaşımlar
için esastan uyarıcı
bir yüklem , temel
bir mesaj verilmektedir . İlkel
dinlerde bu aracılık
fikri birtakım tabiat
güçlerinin
tanrılaştırılmasına ve giderek
belirsiz , bulanık bir
Üstün Güç tasavvuruna
ve onun bu
belirsizliğinden , dalgınlığından , geride durmasından
istifade edilerek onun
adına edip – eylediği vehmedilen
birtakım hayal ürünü
biçimsel mabutların/tanrıların
ortaya çıkmasına önayak
olmuştur . Daha gelişmiş ,
daha karmaşık dini
kültürlerde aracıya duyulan
bu ihtiyaç , Allah’ın , daha alt
düzeydeki tanrılar aracılığıyla
kişileşmiş olarak tecelli
ettiği ya da insan biçiminde
tecessüm ettiği ( Hz.
İsa’nın Allah’ın oğlu , Üçün – Teslis’in – İkincisi olduğu
gibi ) inancıyla kendini
göstermektedir .
Bu tevhid
dışı eğilim bir
adım daha ileri
giderek veli ya
da aziz diye
bilinen , ölmüş ya da
yaşayan , birtakım seçilmiş kişilere
‘’ Allah’ı insana yaklaştırmaya ‘’ kadir
bir aracılık rolü
yakıştırmakta ve ne
yazık ki , kendilerini ‘’ monoteist / tek tanrıcı ‘’
sayan insanlar bile
böyle bir aracılığa
ihtiyaç duymaktadırlar .
Velilerin Allah’la insan
arasında aracı rolü
oynadıklarına inanmanın İslam’ın
en temel ilkesine
aykırı olduğunu anlamayan
yanlış yönlendirilmiş pek
çok Müslümanın da bu grup
içinde yer aldığını
eklemeliyiz .
Allah’ın
birliğine , eşsiz ve benzersiz
oluşuna ve dolayısıyla
ister somut bir
varlık , ister soyut bir
güç olsun , hiçbir
şeyin , hiçbir kimsenin O’nun
tanrılık vasfı üzerinde
pay sahibi olmadığına ; alemin tasarrufunda , çekilip çevrilmesinde
O’na nüfuz ve
müdahale edebilecek kimsenin
bulunmadığına dair sürekli
tekrarlanan Kur’an’i vurgunun
amacı , insanı , kendi kendini mahkum
ettiği hayal mahsulü
bir aracı güçler
hiyerarşisine kul – köle olmaktan
kurtarmak ve ona
‘’ nereye dönerseniz
dönün Allah’ın yönü
orasıdır ‘’ gerçeğini , ya
da ‘’ Allah’ın kendisine
dua eden herkese
yakın olduğu ‘’ gerçeğini
anlatmaktadır . ‘’ Halis
inancın yalnız Allah’a
yönelmesi gerekmez mi ?
O’ndan başkasını dost
ve koruyucu edinenler ,
‘ Biz bunlara sırf
bizi Allah’a daha
çok yaklaştırsınlar diye
kulluk ediyoruz ! ’ derler . Şüphesiz
Allah , kıyamet günü
onlar arasında hakikatten
saptıkları her konuda
mutlaka hüküm verecektir .
Çünkü Allah kendisine
yalan söyleyen ve
inatla nankörlük yapan
hiç kimseyi rahmetiyle
doğru yola ulaştırmaz ! ’’ Zümer
Suresi 3. Ayet . Bu
değinme , yalnız azizlere /
velilere , meleklere ve
putlaştırılmış kişilere tapınma
ile sınırlı olmayıp
aynı zamanda bunların
sembollerine ( heykel , resim ,
mumya , vb. ) ve
hayatta olmayan kişilerin
gerçek veya temsili
kabirlerine tapınmayı da
kapsamaktadır . Bütün bu uygulamalar ,
tapınmada bulunanın , kendisi
ile Allah arasında
‘’ aracılık ‘’ umuduna dayandığından
Allah’ın ilim ve
adalet sıfatlarıyla çelişir
ve bundan dolayı ,
- yaygın bir kabul
görmesine rağmen - Kur’an
tarafından şiddetle reddedilir . ‘’ Bir gün
onların hepsini bir
araya toplayacağız ve
o zaman , Allah’tan
başka şeylere ilahlık
yakıştıranlara : ‘ Allah’ın uluhiyetine
ortak olduklarını tahayyül
ettiğiniz o varlıklar
neredeler şimdi ? ‘ diye
soracağız. Bunun üzerine ,
çaresiz bir şaşkınlık
içinde , ancak, ‘ Rabbimiz Allah’a
yemin ederiz ki O’ndan başka
bir şeye ilahlık
etmek istemedik !’ diyebileceklerdir . Bakın
onlar kendi kendilerine
nasıl yalan söylemişler
ve mesnetsiz hayalleri
onları nasıl yüzüstü
bırakmış !’’ En’am Suresi
21.22.23. Ayetler . Kur’an’da
sıkça tekrarlanan benzer
ifadelere rağmen hâlâ
kendimizi doğru yolda
görüyorsak sıkça kullandığımız
‘’ ilah ‘’ kelimesinin ne
anlama geldiğini T.D.K.
sözlüğünden okuyalım : ‘’ Bir
alanda yaratıcılığı ile
hayranlık uyandıran , çok
beğenilen , çok tutulan , herhangi
bir işte başarılı
olmuş , en üst
dereceye ulaşmış . ‘’ Şimdi
yaptığımız hataları ve
‘’ Allah’tan başka
ilah yoktur ‘’
derken bunu dille
söylemenin ne kadar
kolay olduğunu ama bunu
gerçekten başarıp başaramadığınızı düşünün .
‘’ Var
olduğunu zannettiğiniz o
Allah’a ortak koştuklarınız ‘’ Şüreka
terimi , Kur’an’da inançlar
ile bağlantılı olarak
kullanıldığı yerlerde , her
zaman , uluhiyete ortak
oldukları varsayılan gerçek
veya hayali varlıkları
veya güçleri gösterir .
Sonuç olarak bu
kavram - ve onun
İslam’da kesin bir
dille kınanması - yalnızca
sahte ilahlara tapınmayı
değil , aynı zamanda
hem azizlere , velilere ,
peygamberlere yarı – ilahi vasıfların
veya güçlerin izafesini ,
hem de servet ,
sosyal statü , iktidar ,
milliyet vb. gibi , insanların
çoğunlukla insanlığın kaderi
üzerinde objektif bir
belirleyicilik izafe ettiği
soyut kavramları kapsar . ‘’
Allah’tan başka bir
şeye ilahlık izafe
etmek istemedik ! ‘
diyebilecekler . ‘’ Bu tartışmasız
olarak , kavramın objektif
anlamıyla şirki ( Allah’tan
başka varlıklara veya
güçlere uluhiyet veya
ilahi vasıflar izafe
etmeyi ) ifade eden inançlara
, ama
bu suçu işleyen
kişinin sübjektif olarak
Allah’ın birliğini inkar
ettiğinin düşünülemeyeceği iddiasına
işaret eder .
‘’ Gerçek şu ki Allah , Adem’i
ve Nuh’u , İbrahim soyunu
ve İmran soyunu
bütün insanlığın üzerinde
bir konuma çıkardı , tek
bir soy zinciri
halinde . Allah , her şeyi işiten , her
şeyi bilendir . ‘’ Al-i
İmran Suresi 33.34.
Ayetler .
Sadece
söz konusu peygamberlerin fiziksel
nesebine değil , ama aynı
zamanda , bu peygamberlerin hepsinin
birbirine manevi açıdan
bağlı bulundukları ve
aynı biricik temel
hakikate inandıkları gerçeğine
ima . Bu isimler , sonuç olarak
Kur’an’da zikredilen bütün
peygamberleri içine alır , çünkü
onların çoğu , bu atalardan
ikisinin veya daha
fazlasının soyundan gelir . İmran
ailesi , İmran’ın çocukları olan
Hz. Musa’yı ve
Harun’u , İsrailliler arasındaki din
adamları zümresinin içinden
çıktığı Hz. Harun’un
soyunu , dolayısıyla hem annesi hem
de babası aynı
soydan gelen Hz.
Yahya’yı ve Hz.
İsa’yı – ki Hz. Yahya’nın
yakın akrabası olan
annesi Hz. Meryem’den
Kur’an’ın başka bir
yerinde ( Meryem Suresi 28.
Ayet ) ‘’ Harun’un kız
kardeşi ‘’ olarak söz
edilmektedir – kapsar . Her
iki halde de , bir
şahsın veya bir
halkın ismini tanınmış
bir aileye atfetme
şeklindeki eski Sami
adeti sergilenmektedir .
‘’ Ey
geçmiş vahyin izleyicileri ! Tevrat ve
İncil’in kendisinden uzun
zaman sonra vahyedildiğini gördüğünüz
halde İbrahim hakkında
neden tartışıyorsunuz ?
Aklınızı kullanmıyor musunuz ? Siz , bilginiz olan
şeyler hakkında tartışırdınız , ama hiç
bilmediğiniz şey hakkında
neden tartışıyorsunuz ? Halbuki Allah
onu bilir , ama siz
bilmezsiniz . İbrahim , ne
bir Yahudi , ne de
Hıristiyan idi , ama kendini
Allah’a teslim ederek
her türlü batıldan
yüz çevirmiş biriydi
ve Allah’tan başka
bir şeye ilahlık
yakıştıranlardan değildi .
Gerçekte İbrahim’e en
yakın olanlar , muhakkak ki - bu
peygamberin ve ona
inanan herkesin yaptığı
gibi – ona tabi olanlardır , Allah da inananlara yakındır . ‘’
Al-i İmran Suresi
65. …68. Ayetler .
Gerek
Yahudilik , gerekse
Hıristiyanlık ‘’ tapılacak ,
ibadet edilecek , kulluk edilecek ‘’
varlığın yüce Allah
olduğunu kabul noktasında
İslam inancıyla kesiştiği
halde , zamanla bu dinlerin
mensuplarınca benimsenen bazı
inanç ve davranışlar , Tanrının tek
olduğu ve Allah’tan
başka hiçbir varlığın
Rab sayılamayacağı telakkisini , dolayısıyla ‘’ yalnız
Allah’a kulluk etme ‘’
ilkesini temelden sarsmış
bulunuyordu . Birçok ayette belirtildiği
üzere bütün peygamberlerin ısrarla
Allah’a ortak koşulmaması
uyarısında bulunmalarına rağmen , Yahudiler Hz.
Üzeyir’i , Hıristiyanlar ise Hz.
İsa’yı Allah’ın oğlu
olarak nitelendirmişler ,
Hıristiyanlar Allah üçün
üçüncüsüdür demişlerdir .
Yahudiler Tanrıyı millileştirerek Allah’ın
sadece bir kavmin , hatta
sadece insanların değil
bütün evrenin yaratıcısı
ve Tanrısı olduğu
hakikatini perdelemeye çalışmışlar
ve adeta bütün
insanların aynı Tanrıya
ibadet etmelerine rıza
göstermemişlerdir . Oysa
tahrif edilmiş şekliyle
bile bugün Tevrat
ve İncillerdeki ifadeler
Tanrının bir olduğunu
ve Hz. İsa’nın
İsrailoğulları’na
gönderildiğini belirtmektedir .
‘’ Dinle ey İsrail . Allah’ımız Rab
bir olan Rabdir
ve Allah’ın Rabbi
bütün yüreğinle ve
bütün canınla ve
bütün kuvvetinle seveceksin ‘’ ( Tesniye 6/4-5 ) ‘’ Ve
Allah bütün bu
sözleri söyleyip dedi : Karşımda başka
ilahların olmayacaktır ‘’ (
Çıkış 20/1-3 ) ‘’ Hep
emirlerin birincisi hangisidir , diye ona
sordu . İsa cevap verdi : Birincisi , ‘ Dinle ey
İsrail ; Allah’ımız Rab bir
olan Rabdir . Ve Rab
Allah’ını bütün yüreğinle , bütün canınla , bütün fikrinle
ve bütün kuvvetinle
seveceksin . ‘’ ( Markos 12/29-30 ) ‘’ Fakat İsa
cevap verdi : Ben İsrail
evinin kaybolmuş koyunlarından
başkasına gönderilmedim ‘’ ( Matta
15/24 )
Evrendeki bütün
varlıkların sahibi ,
yöneticisi ve yönlendiricisi Allah
olduğuna göre , O’na kullukta
yine O’nun iradesine
yürekten teslimiyet gerektiği
halde Hıristiyanlar Hz.
İsa’yı , Yahudiler ve Hıristiyanlar
din adamlarına Tanrı
benzeri bir otorite
tanıyarak yalnız Allah’a
kul olma çizgisinin
dışına çıkmışlardı . ( Tevbe Suresi
31. Ayet ) Tevbe
Suresindeki bu ayetin
lafzını esas alan
Adi b. Hatim ile
Hz. Peygamber arasında
geçen şu konuşma , burada yer
alan ‘’ Allah’ı bırakıp
da içimizden bazılarını
rab edinmesin ‘’ ifadesinin
anlaşılmasını
kolaylaştırmaktadır :
_
Ya Resul Allah ! Biz onlara
kulluk etmiyorduk ki !
_
Peki , onlar size istediklerini
helal istediklerini haram
kılıyorlar ve siz
de onlara uyuyor
değil miydiniz ?
_
Evet .
_
İşte burada söylenen
de odur .
Bu
yaklaşımın dünya hayatının
düzenlenmesinde pek acı
meyveler vermesi karşısında
Batı dünyasının yakın
zamanlarda aldığı önlemler
ve birçok düşünce
akımınca bu konuda
ciddi tepkilerin ortaya
konulmuş olması Kur’an’ın
bu konudaki çağrısına
uyma açısından olumlu
bir gelişme sayılabilirse
de , bu tedbirlerin dinin
egemenlik ve sömürü
aracı olarak kullanılmasını engelleme
hedefiyle sınırlı kaldığı
inkar edilemez . Nitekim hâlâ
bu iki dinin
mensuplarınca din adamları , mürşid , yol gösteren , uyaran kişiler
olmanın ötesinde tanrıya
nasıl kulluk edileceğine
karar verebilen ve
Hıristiyanlarca Tanrı adına
affedebilen merciler olarak
görülmekte , yine
Hıristiyanlar tarafından Hz.
İsa koruyan , gözeten insan
üstü bir varlık
olarak telakki edilmektedir . Dolayısıyla inanç
esasları bakımından Ehli
Kitabın bu çağrı
üzerinde dikkatle durması
ihtiyacının devam ettiği
kuşkusuzdur .
Üstteki
bu yazıları okuyunca
onların yanlış bizim
ise doğru olduğumuz
izlenimi uyanıyor değil
mi ? Bu yorumları Diyanetin
Kur’an Yolu kitabının
konumuz ayeti tefsirinden
aldım ve aynen
katılıyorum . Ama bu yazı
eksik . Hz. İsa’nın bazı
sözlerini yazacağım : Hükmetmeyin
ki , hükmolunmayasınız ;
ölçtüğünüz ölçü ile
de size ölçülecektir . ‘’ Ve
niçin kardeşinin gözündeki
çöpü görürsün de
kendi gözündeki merteği
( odun parçasını ) seçmezsin ?
Yahut nasıl kardeşine :
Bırak gözündeki çöpü
çıkarayım dersin ? İşte
mertek senin gözünde !
Ey ikiyüzlü , önce
sen kendi gözünden
merteği çıkar , o
vakit çöpü kardeşinin
gözünden çıkartmak için
daha iyi görürsün . ‘’
( Matta Bap 7
) Yahudiler büyük
yanlışlar yaptılar , ilk büyük
ilahi dindi ; eski alışkanlıklarından , dış etkilerden ,
atalarına uymaktan vazgeçemiyorlardı . Hz.
İsa onları düzeltmek ,
doğru yola çağırmak
için geldi . Hıristiyanların da Hz. İsa’nın
babasız doğuşu nedeniyle
kafaları karışmış olabilir . Kabul edilemez
de onların Allah
karşısında diyecekleri var .
Ama bize her
şeyi açık seçik
anlatan tahrif edilmemiş
bir kitabımız varken
bizim şu andaki
halimiz onlardan kötüdür . Onlar Hz.
Üzeyir’e , Hz. İsa’ya Allah’ın
oğlu dediler , biz
yüce Allah evreni
Hz. Muhammet için
yarattı dedik , hatta
Allah’ı peygamberimize aşık
ettik . Kitabımızı rafa
kaldırdık , anlamını bilmez
okumalar yaptık , Kur’an’ın
bazı bir ölüler
ve büyü kitabı
haline getirdik . Yerine de
Peygamberimizin sünneti adı
altında yeni bir
din oluşturduk . Yahudilerin Tevrat’ı
terk edip kendi kitaplarını
yazmaları gibi biz
de kendi kitaplarımızı
oluşturduk. Yüce Allah ‘’
Benim resullerimden hiçbiri
arasında ayrım yapmayacaksınız ; işittiniz ve
itaat ediyor musunuz ? ‘’ dediği halde
kendi Peygamberimizin adı
geçtiğinde ona hemen
selam yollarken , hatta
yazılarda bile adı
geçtiğinde parantez içinde
(s.a.v. ) yazarken diğer
peygamberlerden çoğunlukla sadece
adlarıyla bahsediyoruz . Ezan
Hz. Muhammedin , ezan duası
da peygamberimizin . Onun
için de namaz
kılıyoruz . Namazda ondan şefaat
istiyoruz , bizi
bağışlatacağını umuyoruz .
Ve bence
en az Yahudiler
ve Hıristiyanlar kadar Peygamberleri Allah’a
ortak koşuyoruz . Hz .
İsa’dan bir uyarı
daha: ‘’ Vay
başınıza , yazıcılar ve
Ferisiler , ikiyüzlüler ! Çünkü
siz peygamberlerin kabirlerini
yaparsınız , salihlerin türbelerini
de donatırsınız . Siz ey yılanlar ,
siz ey engerekler
nesli ; cehennem hükmünden
nasıl kaçacaksınız . ‘’ ( Matta
Bap 23 – 29)
‘’ İbrahim hakkında
neden tartışıyorsunuz ? ‘’ Yani ,
onun uyguladığı ilkelerin , Tevrat’ı Allah’ın
mutlak kanunu olarak
gören Yahudi itikatının
mı , yoksa birçok konuda
bu itikat ile
çelişen Hıristiyan itikatının
mı ilkeleri olduğu
konusunda . Hiç bilmedikleri şeyler
hakkında tartışmaları , Hz. İbrahim’in
gerçek inancının ne
olduğu konusudur .
‘’Bilginiz olan şeyler ‘’
ibaresi , Tevrat’ın ve İncillerin
halen yaşayan nüshalarına
dayanan birçok öğretinin
Kur’an’ın öğretileriyle çeliştiği
gerçeği konusundaki bilgilerine
işarettir .
64. Ayette Ehli – kitap
‘’ Tanrı ‘’ telakkisiyle ilgili
ortak ilkeden hareketle
diyaloğa çağırıldıktan sonra ,
burada üç büyük
ilahi dinin mensuplarınca
saygıyla anılan ve
kendisine yüce bir
mevki tanınan büyük
bir peygamberin , Hz. İbrahim’in
durumuna açıklık getirilmekte , böylece bu
dinlerin mensuplarının ‘’ peygamberlik ‘’ kurumu
etrafındaki anlayışlarda da
buluşmalarının sağlanması hedeflenmektedir .
Surenin
nüzul sebebi açıklanırken
değinilen Hıristiyan Necran
heyeti Medine’ye geldiğinde , Yahudi hahamları
da ilahiyat meselelerinin
konuşulduğu toplantılara katılmışlar
ve Hıristiyanlarla Yahudiler
Hz. Peygamberin huzurunda
tartışmışlardı . Yahudiler , Hz.
İbrahim’in Yahudi olduğunu , Hıristiyanlar ise
onun Hıristiyan olduğunu
iddia ediyorlardı .
Özellikle Hıristiyanlar , Mekke müşriklerinin
kendilerini Hz. İbrahim’in
dininin varisleri ve
onun inşa ettiği
Kabe’nin hizmetçileri olarak
gördüklerini dikkate alarak
Araplar arasında Hıristiyanlığı yayabilmek
için ‘’ İşte bu
da İbrahim’in dini ‘’
diye propaganda yapıyorlar
ve bu sebeple
bazı Arap kabileleri
arasında Hıristiyanlık yayılıyordu . Hıristiyanların mantığı
şuydu : İbrahim’in dinine ilaveler
yapılması , onun dininden çıkma
anlamına gelmezse , biz de
bu çerçeve dışında
sayılmayız . Onun dininden çıkma
anlamına geldiği taktirde
ise Müslümanlar da
onun dinine tabi
addedilemezler . Fakat onlar kendilerini
de Hz. İbrahim’e
nispet etmeye kalkarlarken
iki büyük hata
yapıyorlardı . Biri Hz. İbrahim’in
Yahudi veya Hıristiyan
olduğunu söyleyebilecek kadar
ileri gitmeleri , diğeri kendi
kutsal kitaplarını dahi
göz önüne almadan
kendi dinleriyle ilgili
bir iddia ileri
sürmeleri . Zira Müslümanların Hz.
İbrahim’e mensubiyet iddialarıyla
Yahudilerin ve Hıristiyanların bu
konudaki iddiaları arasında
köklü bir fark
vardı . Kur’an’ı Kerim’de Hz.
İbrahim’in öğretilerine ( Hanifliğe )
açık bir gönderme
yapılmış ve Hz.
Muhammed’in de onun
dini üzere olduğu
belirtilmiş olmasına rağmen
Tevrat ve İncil’de
bu yönde bir
atıf yer almıyordu .
Bu
ayetlerde şu hususlara
dikkat çekilerek bir
taraftan münazara esaslarıyla
ilgili uyarılarda bulunulmakta , bir taraftan
da karşı tarafı
bağlayan açıklamalar yapmak
suretiyle diyaloğun sürdürülebileceği bir
zemin oluşturulmaktadır :
A ) Hz.
İbrahim’in Yahudilik veya
Hıristiyanlık nispet edilerek
tartışmanın içine çekilmesi
tarihi gerçeklerle bağdaşmaz , çünkü Tevrat’ın
da İncil’in de
ondan sonra indirildiği
ortadadır .
B ) Kişinin , görüş ve
yorumlarında yanlışlıklar bulunsa
bile , sahip olduğu bilgiler etrafında
tartışmaya girmesi kabul
edilebilir ; fakat hakkında bilgisi
olmadığı konularda iddia
ortaya atması onaylanamaz . Şu halde
Ehli – kitabın ellerinde mevcut
Tevrat ve İncillerde
yer alan bilgilerden
hareketle bazı ilahiyat
konularında ileri sürdükleri
görüşler enine boyuna
ele alınıp tahlil
edilebilir ve karşı
görüş bu yolla
ortaya konulabilir . Fakat onların
Hz. İbrahim hakkında
Kitabı Mukaddes metinlerine
ve tarihi verilere
dayanmayan iddialarını çürütmek
için , bunların dayanaktan yoksun
ve sübjektif bir
yaklaşım olduğunu hatırlamak
yeterlidir .
C ) Ehli – kitabın bu
konudaki iddiaları sağlam
bir bilgiye dayalı
olmadığına göre , vahyin sağladığı
bilgiye kulak verilmelidir : Hz. İbrahim
ne Yahudi , ne Hıristiyan
ne de müşrik
idi , o tevhid inancına
yürekten bağlı biriydi . Onun inancıyla
ilgili bir niteleme
yapılacaksa , söylenecek şey onun
‘’Hanif‘’ ve ‘’Allah’a
teslim olan – Müslüman’’ olduğudur
. Eğer Yahudiler ve
Hıristiyanlar kendileriyle Hz.
İbrahim arasında bir
bağ kurmak isterlerse
bunun yegane yolu , kendi
peygamberlerinin de tevhid
inancına çağrıda bulunduğu
gerçeğini itiraf etmeleri
ve Hz. İbrahim’i , dolayısıyla Hz.
Muhammed’i kendilerine tabi
kılma gayreti içine
girme yerine , bütün ilahi
dinlerin geniş anlamıyla
İslam dairesi içinde
buluştuğunu görmeleridir .
D ) Eğer
Hz. İbrahim’e yakınlık
tespiti yapılacaksa , kuşkusuz ona
yakınlığın ölçütü getirdiği
mesajlara uyulmasıdır .
Çünkü ona yakınlığın
ölçütü onun öğretilerine
canı gönülden bağlanmış
olmaktır . Ona uyanların yanısıra
Hz. Muhammed ve
onun ümmeti tevhid
inancına sımsıkı sarılarak
bu bağlılığı ispat
etmişlerdir . Bütün evrenin yaratıcısı
olan Allah’ı , milli bir
tanrı şeklinde takdim
etme gayreti içine
giren Yahudilerle , Hz. İsa’yı
O’nun oğlu sayarak
Allah’a ortak koşan
Hıristiyanlar ise Hz.
İbrahim’in öğretilerinden çok
uzaklaşmış bulunmaktadırlar .
E ) Allah’a yakınlık
ancak O’nun varlığına
ve birliğine yürekten
inanmakla ve yalnız ona
kulluk etmekle sağlanabilir ; zira Allah
müminlerin dostudur .
‘’ De ki : ‘ Biz Allah’a , bize indirilene , İbrahim’e , İsmail’e , İshak’a ,
Yakub’a ve onun
neslinden gelenlere indirilene ; Rableri tarafından
Musa’ya , İsa’ya ve diğer
tüm peygamberlere bahşedilene
inanırız ; onlar arasında hiç
bir ayrım yapmayız . Ve
kendimizi O’na teslim
ederiz . ‘ Kim Allah’a teslimiyetten
başka bir din
ararsa , bu kendisinden asla
kabul edilmeyecek ve o ,
ahirette kaybedenlerden olacaktır . ‘’ Al-i İmran
Suresi 84.85. Ayetler .
İman
etme şerefine eriştikten
sonra , kendi
incelemeleriyle Allah’ın varlığını , birliğini , kudretini kavradığı
ve elçilerinin bildirdiklerinin gerçek
olduğunu ayan beyan
gördüğü halde inkar
yolunu seçen kişi , hidayet yolunu
kendi eliyle kendisine
kapatmış demektir . Fakat bu
bilinçli tercihi yapanlar , bunun acı
akıbetini de iyi
bilmelidirler .
‘’ Doğrusu , daha önce de elçilerimizi hakikatin
bütün kanıtları ile
gönderdik ve onlar
aracılığıyla vahyi bağışladık
ve böylece , doğru ile
eğriyi tartabilmeniz için
size bir terazi
verdik ki insanlar
adaletle davranabilsinler .
Ve size
içinde müthiş bir
güç ve insanlar
için birçok faydalar
bulunan demiri kullanma
yeteneği bağışladık . Bütün bunlar
size verildi ki
Allah , O’nun ve elçisinin
yolunda yürüyenleri ayırabilsin , Kendisi insan
kavrayışının ötesinde olsa
bile . Şüphesiz Allah güçlüdür , kudret sahibidir . Gerçekten aynı
amaçla Nuh’u ve
İbrahim’i elçilerimiz olarak
gönderdik ve soylarından
gelenlere peygamberlik ve
vahiy verdik . Onların bir
kısmı doğru yoldaydı , ama çoğu
da yoldan sapmıştı . Ve
sonra onların ardından
öteki elçilerimizi gönderdik
ve zaman içinde
arkalarından kendisine İncil
verdiğimiz Meryem oğlu
İsa’yı gönderdik . Ona sadık
bir şekilde uyanların
kalplerine şefkat ve merhamet yerleştirdik . Ruhbanca riyazete
( Nefsin isteklerini kırma )
gelince , Biz onlara bunu
emretmedik . Allah’ın rızasını
kazanmak arzusuyla onu
kendileri uydurdu . Ama sonra
ona , her zaman gerektiği
gibi uymadılar . Böylece Biz , gerçekten iman
etmiş olanlara karşılığını
verdik , ama onların çoğu
yoldan çıkmışlardı . ‘’ Hadid
Suresi 25. 26.27. Ayetler .
İnsanın sorumluluğu , kanıtları değerlendirebilme melekesine
yani akıl ve
muhakeme gücüne sahip
olma temeline dayalıdır
ve yüce Allah
ona doğru yolu
bulması için yeterli
kanıt ve aydınlatıcı
vahiy göndermiştir . Sorumlu tutmanın
amacı , Allah’ın gayb yoluyla
iman edip gereğini
yapanları ortaya çıkarması
yani insanın sınanmasıdır . Bu statünün
getirdiği yükümlülük de
adaleti yani olması
gerekeni gerçekleştirmeye çalışmak
ve bu uğurda
Allah’ın lütfettiği imkanları
en iyi şekilde
kullanmaktır . Allah , insana
doğru ile yanlış
arasında ayırım yapma yeteneği
vermesinin ( ki bütün
ilahi vahiylerin nihai
amacı budur ) yanısıra
, onu yeryüzündeki
doğal kaynakları kendi
yararına kullanma yeteneği
ile de donatmıştır . Bu yeteneğin
en göze çarpan
sembolü , insanın bütün canlı
varlıklar arasında yalnız
kendisine özgü olan
araç yapma becerisidir . Ve her
türlü araç yapımının
- ve doğrusu , bütün beşeri
teknolojilerin - başta gelen
maddesi demirdir . Yeryüzünde bolca
bulunan ve hem
yapıcı hem de
yıkıcı amaçlar için
kullanılabilen tek metal . Demirde mevcut
olan müthiş güç
sadece savaş araçlarının
yapımında değil , aynı zamanda , daha karmaşık
bir şekilde , insanın , makinayı
insan varoluşunun temeli
sayan ve içinde
taşıdığı karşı konulmaz
dinamizmiyle insanın tabiat
ile bütün deruni
bağlantılarını koparan yüksek
teknolojiyi geliştirme eğiliminde
de kendini gösterir . Modern hayatın
en bariz yüzünü
oluşturan bu hızlanan
makineleşme süreci , insan toplumunun
temel yapısını tehdit
etmekte ve böylece
‘’ ilahi rehberlik ‘’ kavramında
anlamını bulan bütün
manevi / ahlaki ve ruhi
duyarlıkların giderek kaybolmasına
sebep olmaktadır . Kur’an ,
insanı bu tehlikeye
karşı uyarmak için , yanlış
kullanıldığı taktirde demirin
taşıdığı potansiyel kötülüğü , başka bir
deyişle , insanın teknolojik yaratıcılığının sarsıcı / yıkıcı hale
gelerek , ruhsal bilincini gölgelemesine
ve sonuçta bütün
bireysel ve sosyal
mutluluk imkanlarını yol
açması tehlikesini - sembolik
ve mecazi olarak -
vurgulamaktadır .
‘’ Onlara İbrahim’in
öyküsünü de anlat . Hani
, babasına ve
toplumuna ‘ siz neye
ibadet ediyorsunuz ? ’ diye
sormuştu . ‘ Putlara tapıyoruz ve onlara tapmaya
devam edeceğiz ‘ diye
cevap verdiler . Dedi : ‘
Yalvarıp yakardığınızda sizi
duyuyorlar mı? Size
yarar sağlıyor yahut
zarar veriyorlar mı ? ‘
Dediler : ‘ Hayır ! Ama atalarımızı
böyle yapar halde
bulduk . ‘ Dedi : ‘ Gördünüz
mü neye ibadet
ediyormuşsunuz ! Siz ve
o eski atalarınız !
Şüphesiz onlar benim
düşmanım . Ama alemlerin
Rabbi dostum . O
yarattı beni , O
yol gösteriyor bana .
O’dur beni doyuran , içiren . Hastalandığımda O’dur
bana şifa ulaştıran .
Beni öldürecek , sonra diriltecek
O’dur . Hesap gününde
hatalarımı affetmesini umup
durduğum da O’dur .
Ey Rabbim ! Bana
doğruyla eğrinin ne
olduğuna hükmedebilme bilgi
ve yeteneğini bağışla
ve beni dürüst
ve erdemli kullarının
arasına kat . Ve
gerçeği benden sonrakilere
ulaştırabilme gücü ver
bana . Ve beni
o nimetlerle dolu
bahçenin varislerinden biri
yap ! Ve babamı
bağışla , çünkü o
gerçekten yolunu şaşıranlar
arasında . Ve o
herkesin kaldırılacağı gün beni
utandırma . O gün ki
, ne malın mülkün ,
ne de çoluk
çocuğun bir yararı
olmayacaktır . Yalnızca Allah’ın
huzuruna kötülükten arınmış
bir kalple çıkanlar
kurtulacaktır . ‘’ Şuara Suresi
69. ….89. Ayetler .
Hz.
İbrahim söylediklerinin doğru , gerçek ve
yüce manalar taşıyan
sözler olmasını ve
soyundan , getirmiş olduğu hak
dini sonraki nesillere
aktaracak kimselerin gelmesini
Allah’tan niyaz etmiştir . Nitekim yüce Allah duasını
kabul ederek onun
soyundan bir çok
peygamber göndermiş ve
Hz. Peygambere onun
dinine uymasını emretmiştir .
‘’ Ama
biz atalarımızı da
bunu yapıyor gördük .’’
Hz. İbrahim’in halkı ,
onun puta tapma
konusundaki eleştirisine doğrudan
cevap vermekten kaçınarak
bu tapınmanın sadece
geleneksel olduğunu , geçmişe dayandığını
söyleyerek işin içinden
sıyrılmak istemektedirler . Tabii , bunu
yaparken de , bir
şeyin öteden beri
yapılıyor olmasının o
şeyin doğruluğunu göstermeye
yetmeyeceğini unutmaktadırlar .
Razi , bu ayetin , taklidin tabiatındaki
gayri ahlakiliği gösteren
en kuvvetli Kur’an’i
delillerden biri olduğunu
ifade etmektedir . Burada taklit
derken , dini anlayış ve
uygulamaların , sorgulanmadan , hiç
bir tahkik ve
kritiğe başvurmadan , olduğu gibi , körü
körüne benimsenmesi anlaşılmalıdır .
‘’ Bu Kitap’ta
İbrahim’i de an ! Gerçek
şu ki , o
özü sözü doğru
biriydi , bir peygamberdi .
Hani o
babasına ‘ Ey babacığım ‘
demişti , ‘ Ne işiten , ne gören
ve ne de
sana yarar sağlayabilen
şeylere niçin kulluk
ediyorsun , tapınıyorsun ?
Ey babacığım , gerçek
şu ki , senin
hiç haberdar olmadığın
bir bilgi ulaştı
bana ; öyleyse bana uy
ki seni dosdoğru
bir yola çıkarayım . Ey babacığım !
Gel , şeytana kulluk etme ; çünkü
şeytan O sınırsız
rahmet sahibine baş
kaldıran biridir . Ey babacığım ,
ben senin başına
O sınırsız rahmet
sahibinin katından bir
azabın çökmesinden korkuyorum .
Öyle bir azap
ki , başına geldiği
zaman şeytanın dostu
olduğunu hemen anlarsın . ‘
Babası : ‘ Ey İbrahim , sen benim
tanrılarımdan hoşlanmıyor musun /
benim ilahlarımdan yüz
mü çeviriyorsun ? ‘ dedi , ‘ Eğer
bu tutumuna bir
son vermezsen , seni
mutlaka öldüresiye taşa
tutarım ! Haydi , şimdi
bir süre benden
uzak dur ! ‘ İbrahim , ‘
Esen kal ‘ diye
cevap verdi , ‘ Rabbimden seni
bağışlamasını isteyeceğim . Çünkü
O bana karşı
hep lütufkar olmuştur .
Sizden ve sizin
Allah’tan başka yalvarıp
yakardığınız şeylerden uzak
duracak ve yalnızca
Rabbime yakaracağım . Umarım
ki , yakarışım Rabbim tarafından
cevapsız bırakılmayacaktır .
‘ Ve
böylece , onlardan ve onların
taptıkları şeylerden uzaklaşınca , ona İshak’ı
ve Yakub’u bahşettik
ve bunların her
ikisini de peygamber
yaptık ve onları
rahmetimizle ödüllendirdik . Ve onlara
doğru olanı başkalarına
ulaştırmaları için üstün
bir anlatım gücü
bahşettik . ‘’ Meryem Suresi
41. ….50. Ayetler .
Kendilerini tevhid
inancının temsilcisi ve
Kabe’nin yapıcısı olan
Hz. İbrahim’in soyundan
saydıkları halde onun
dinini terkederek putlara
tapan Arapların dikkati
çekilmektedir . Kureyşliler
Hz. İbrahim’i dini
önderleri olarak kabul
ediyor ve onun
soyundan gelmekle iftihar
ediyorlardı . Bununla
beraber Hz. İbrahim’e
karşı uygulanan eziyet , işkence , yurdundan hicrete
zorlanma gibi olumsuzlukları , Kureyşliler de
Hz. İbrahim’in yolunda
olan Hz. Muhammed’e
reva görmüşlerdir .
Bu ayetler , evladın ana
babaya karşı tavrının
nasıl olması gerektiğini
göstermesi bakımından ilgi
çekicidir . Hz. İbrahim ,
babası Azer’e her
sözünün başında babacığım
diye hitap etmekte ,
babası müşrik olmasına ,
kendisine karşı son
derece kaba ve
tehditkar ifadeler kullanmasına
rağmen ona karşı
saygıda kusur etmediği
görülmektedir . Hz. İbrahim’in babası
için dua edeceği
vaadi , babasının inkarcı
olarak öleceğini ve
Allah düşmanı olduğunu
öğrenmeden önce idi .
Bu durumu öğrenince
babasının affı için
dua etmekten vazgeçti .
‘’ Şeytan O
sınırsız rahmet sahibine
baş kaldıran biridir ! ‘’
Burada dolaylı olarak
Allah’tan başka şeylere
ya da kimselere
tanrısal nitelikler yakıştırmaktaki akıl
dışı davranışın , Allah’a
karşı benimsenen tüm
akıl dışı ve
nankörce tutum ve
davranışların bir sembolü
olarak , Yaratıcısına baş
kaldıran şeytana tapınmakla
aynı anlama geldiği
belirtiliyor . Bu bakımdan belirmek
gerekir ki , şeytan
terimi ‘’ Haktan uzak
oldu ‘’ yahut ‘’ uzaklaştı ‘’ anlamına
gelen ‘’ şetane ‘’ fiilinden
türemiştir . Bunun içindir ki
Kur’an , akla , hakikate , ahlaka
mahiyet olarak aykırı
olan her türlü
güdüyü şeytani olarak
ve şeytani güdülere
teslimiyet yönünde ortaya
konan her bilinçli , kasıtlı eylemi
de ‘’ şeytana kulluk
etmek ‘’ ya da
‘’ şeytana tapınmak ‘’
olarak tanımlamaktadır .
İnsanın ‘’ şeytana dost ‘’
olduğunu ancak ahirette , iş
işten geçtikten sonra
anlamasının , bilerek günah yolunu
seçmenin yol açabileceği
en korkunç sonuç
olduğunu dile getirmektedir .
‘’ Onlara , doğru olanı
başkalarına ulaştırmaları için
üstün bir anlatım
gücü bahşettik .’’ Doğru
olanın yahut doğruluğun , gerçekliğin üstün
dilini . Bu cümle
için pek çok müfessir tarafından
öne sürülen alternatif
bir açıklama da : ‘’ Doğrudan / doğruluktan yana
üstün bilinmelerini ‘’ yahut daha
yakın bir ifadeyle ‘’iyi anılmalarını
sağladık. ‘’ şeklindedir .
‘’ İbrahim , babası Azer’e şöyle
demişti : ‘ Sen putları tanrılar
mı ediniyorsun ? Görüyorum ki
sen ve halkın
açık bir sapıklık
içindesiniz ! ‘ Böylece Biz İbrahim’e , Allah’ın gökler
ve yer üzerindeki
güçlü hükümranlığı ile
ilgili kavrayışı kazandırdık
ki , kalben mutmain /
gerçeği görüp inananlardan
olsun . Sonra , gece
onu karanlığı ile
örttüğü zaman gökte
bir yıldız gördü
ve haykırdı : ‘ İşte benim
Rabbim bu ! ‘ Ama
yıldız kaybolunca , ‘ Ben batan
şeyleri sevmem ‘ diye
konuştu . Sonra ayın doğduğunu
görünce , ‘ İşte benim Rabbim
bu ! ‘ dedi . Ama ay da
batınca , ‘Gerçekten , eğer Rabbim
beni doğru yola
iletmezse ben kesin
sapıklığa düşmüş kimselerden
olurum ! ‘ dedi . Sonra güneşin doğduğunu
görünce , ‘ İşte benim Rabbim
bu ! Bu hepsinin en
büyüğü !’ diye haykırdı .
Ama o da
kaybolunca : ‘ Ey halkım ! ‘ diye seslendi , ‘ Bakın , sizin yaptığınız
gibi , Allah’tan başkasına ilahlık
yakıştırmak benden uzak
olsun ! Bakın , ben bâtıl
olan her şeyden
uzak durarak yüzümü
gökleri ve yeri
var eden Allah’a
çevirmekteyim . Ve ben O’ndan
başkasına ilahlık yakıştıranlardan değilim . Ve
sonra halkı onunla
tartışmaya girdi . Bunun üzerine
onlara : ‘ Beni doğru yola
ileten O iken
benimle Allah hakkında
hala tartışıyor musunuz ? Ama
O’ndan başka ilahlık
yakıştırdığınız hiçbir şeyden
korkmuyorum , zira hiçbir kötülük
bana dokunmaz , Rabbim dilemedikçe . Rabbim her
şeyi bilgisi ile
kuşatır , peki bunu hiç
düşünmüyor musunuz . / Hala öğüt
almayacak mısınız . Allah’tan başka
taptıklarınızdan neden korkayım , Allah size
yüce katından hakkında
hiçbir şey indirmemişken
O’ndan başka varlıklara
ilahlık yakıştırmaktan korkmuyorsanız ? O
halde söyleyin bana , eğer
cevabını biliyorsanız , iki taraftan
hangisi kendini daha
güvende / emin hissedebilir ?
İmana ermiş olan
ve zulüm işleyerek
imanlarını karartmayanlar ,
işte onlardır güven
içinde olacak olanlar , çünkü doğru
yolu bulanlar onlardır ! ‘ dedi . İşte bu , halkına
karşı kullanmak üzere , İbrahim’e verdiğimiz
muhakeme tarzımızdı . Çünkü dilediğimiz
kimseyi derecelerle yüceltiriz . Şüphe yok
ki Rabbiniz hikmet
sahibidir , her şeyi bilendir . ‘’
En’am Suresi 74. ….83.
Ayetler .
Melekut , tam olarak
sahip ve malik
olmak demektir . Putlara tapan
kavminin ve babasının dalalette olduğunu
gören , bu yüzden babasını
ikaz eden Hz.
İbrahim’e , göklerde ve yerde
mülkiyet ve tasarrufta
bulunan Allah’ın , şeylerin mahiyetlerini , hakikatleri açık
seçik gösterilmiştir .
Bunların Allah’tan başka
yaratıcısı ve yöneticisi
olmadığı konusunda bilgilendirilmiş ve
bütün bunlar kuşku
götürmez bir imana
ulaşsın diye yapılmıştır .
Hz.
İbrahim’in tartışma ve
değerlendirme tarzının Allah’ın
kendi muhakeme tarzı
olarak sunulması , onun ilahi
bir ilhamdan kaynaklandığını ve
bu nedenle Kur’an’ın
takipçileri için de
geçerli olduğunu gösterir .
Milattan
önce 2100’lerde yaşadığı kabul
edilen ve Allah’ın
birliği esasına dayalı
( Hanif ) dini geleneğin
önderi olarak bilinen
Hz. İbrahim’in kavmi
ay , güneş ve yıldızlarla
bu gök cisimlerini
sembolize eden putlara
taparlardı . Hz. İbrahim ,
muhtemelen kendisi bu
gözlemlere girişmeden önce
de tevhid ehlinden
olmakla birlikte , kavminin bu
batıl inançlarından hareket
ederek onları tevhid
akidesine ikna etmek
düşüncesiyle önce , belki de
yıldızlar içinde en
parlak olan birinin , sonra ayın
ve ardından da
güneşin tanrı olup
olamayacağını tartmış ; gelip geçici
ve değişken bir
varlığın tanrı olamayacağı , tanrısal bir
sevgiyle benimsenemeyeceği şeklindeki
temel gerçeğe dayanarak
bunların hiçbirini ilah
diye kabul etmenin
mümkün olmadığını , bütün noksan
sıfatlardan münezzeh olan
Allah’tan başka gerçek
ilah bulunmadığını ispatlamış ; nihayet sahip
olduğu veya gözlemlerinden sonra
ulaştığı kesin imanı
‘’ Ben, Hanif olarak yüzümü , gökleri ve
yeri yoktan yaratan
( dolayısıyla sizin tapmakta
olduğunuz yıldızları , ayı ve
güneşi de yaratan )
Allah’a çevirdim ve
ben müşriklerden değilim . ‘’
ifadesiyle ortaya koymuştur . Böylece Hz.
İbrahim pek çok
Müslüman ilim ve
fikir adamının Allah’ın
varlık ve birliğini
akli delillerle ispat
etmek bakımından önemle
üzerinde durdukları ,
gözleme dayalı bu kanıtı ile
hem putperest kavminin
inançlarını çürütmüş hem
de hak dinin
en temel ilkesi
olan doğru bir uluhiyet inancının
nasıl olması gerektiğini
göstermiş bulunmaktadır .
Hz. İbrahim’in
kavminin , başka birçok insan
topluluğu gibi Allah’ın
varlığına inandıkları ,
fakat gök cisimlerini
ve bunları sembolize
eden putları O’na
ortak koşmak suretiyle
tevhid inancından saptıkları
anlaşılmaktadır . Esasen Kur’an’ın
hakim tavrı , tanrı tanımazlardan
ziyade şirkle mücadeledir . Bu da
Kur’an’ın insanlarda uluhiyet
fikrinin fıtri ( doğuştan )
olduğu , ancak bunun birçok
şirk çeşidiyle , çok tanrıcılık
inancıyla bozulduğu şeklindeki
yaklaşımından kaynaklanmaktadır .
‘’ Allah
hakkında benimle tartışıyor
musunuz ?’’ , O’nun eşi ,
benzeri ve ortağı
olduğunu kanıtlamak için . Ve
‘’ Hâlâ ibret almıyor
musunuz ? ‘’ , şeklindeki
uyarılarıyla Hz. İbrahim kavmini , putperestlikle kendisinin
kesin delillerle kanıtladığı
tevhid inancı arasında
doğru öncüllere dayalı
akli değerlendirme ve
mukayese yapmaya , bu suretle
hakikati bulup tanımaya
çağırmıştır . Benzer mantıki değerlendirme
ve uyarılarla devam
eden ayetlerle mutlaka
taraflardan biri inancı
sayesinde güvenliğe kavuşacağına
göre hangi tarafın , ilmi ile
her şeyi kuşatan , fayda ve
zararın yaratıcısı olan
Allah’a ortak koşup
isyan edenlerin mi , yoksa
O’nun birliğine ve hükümranlığına inanıp
yolundan gidenlerin mi
güvence içinde oldukları
sorulmaktadır . ‘’ Eğer
biliyorsanız ‘’ kaydıyla da
bu soruya yalnız
bilgi sahibi olanların
doğru cevap verebileceklerine , dolayısıyla batıl
inançlardan kurtulma hususunda
bilginin önemine işaret
edilmektedir .
‘’ İmana
ermiş olan ve
zulüm işleyerek imanlarını
karartmayanlar ; işte
onlardır güven içinde
olacak olanlar , çünkü doğru
yolu tutanlar onlardır . ‘’
Sorunun soran tarafından
cevaplandırılması , başka
bir cevabın bulunamamasından dolayıdır . ‘’ Allah’a inanıp
da imanlarına herhangi
bir haksızlık bulaştırmayanlar ‘’
ifadesi , söz konusu kavmin
Allah’a inanmakla birlikte , Tanrı saydıkları
başka şeyleri O’na
ortak koştuklarını göstermektedir
. Ayetteki zulümden maksat , Allah’a şirk
koşmaktır . Çünkü zulmün asıl
anlamı , ‘’ hak sahibinin hakkını
tanımamak , vermemektir . ‘’ Uluhiyet
ve rububiyyet yalnızca
Allah’a ait olduğu
halde , başka varlık ve
nesneleri de Tanrı
yerine koymak , Allah’ın mahlukatı
üzerindeki hakkını tanımamaktır . Nitekim Hz.
Peygamber de ‘’ Allah’ın
kulları üzerindeki hakkı
O’na kulluk edip
hiç bir şeyi
O’na ortak koşmamaktır . ‘’ demiştir .
Dilediğimiz kişilerin
derecelerini yükseltiriz ‘’ buyurulması , bu tür
gözlemler yapmanın sadece
Hz. İbrahim’e mahsus
olmadığını , başkalarının da buna
benzer metotlarla doğru
sonuçlara ulaşabileceklerini ,
ayrıca eşya ve olaylar üzerinde
düşünerek bunlardan akli
ve ilmi bakımdan
doğru sonuçlar çıkaran
insanların Allah nezdindeki
derece ve itibarlarını
gösterir . Nitekim ayetin sonunda
yüce Allah kendi
zatının ululuğunu da
ilim ve hikmetteki
kemali ile ifade
buyurmuştur .
‘’ Hiç
kuşkusuz İbrahim , Nuh’un yolunu
izleyenlerdendi . O tertemiz
bir kalple Rabbine
yönelmişti . Babasına ve toplumuna
sormuştu : ‘ Siz neye kulluk / ibadet ediyorsunuz . Bir yalana
- Allah’tan başka güçlere -
boyun eğmek mi
istiyorsunuz ? Peki
alemlerin Rabbi hakkındaki
düşünceniz nedir ? Sonra yıldızlara
gözünü dikti ve ‘
Ben hastayım ! ‘ dedi . Bunun
üzerine diğerleri ondan
gerisin geri kaçtılar .
İbrahim gizlice onların
ilahlarının yanına sokuldu
ve ‘ Ne o ! Önünüze
konulmuş nimetlerden yemiyor
musunuz ? Neyiniz var
ki konuşmuyorsunuz ? ‘ dedi .
Sonra onlara güçlü
darbeler indirmeye başladı .
Bunun üzerine diğerleri
öfke içinde koşarak
İbrahim’in yanına geldiler
ve yaptığından dolayı
onu suçladılar . O , ‘ Siz ‘ dedi , ‘ kendi ellerinizle
yonttuklarınıza mı tapıyorsunuz ? Oysa
sizi de , sizin yontup
yaptıklarınızı da yaratan
Allah’tır . ‘ Onlar , ‘ Bir
odun yığını hazırlayın
ve onu yanan
ateşin içine atın ! ‘
diye bağırdılar . Ona
kötülük yapmak istediler
, ama Biz
onların planlarını bozduk
ve böylece onları
küçük düşürdük . İbrahim , ‘ Ben ‘ dedi ,
‘ bu toprakları
terk edeceğim ve
Rabbim beni ne
tarafa sevk ederse
oraya gideceğim ! / Ben
Rabbime gideceğim . O
bana doğru yolu
gösterecektir . ‘’ Saffat Suresi
83. .…99. Ayetler .
‘’ Yolunu izleyenlerdendi . ‘’ Yani , önder
konumundaki birine tam
bağlılık gösterip onun
yolundan gidenlerdendi . Bu ifade , Hz.
Nuh’tan sonra gelen
Hûd ve Salih
peygamberler gibi Hz.
İbrahim’in de Hz.
Nuh’un tebliğ ettiği
tevhid inancını devam
ettirmek suretiyle onun
yolunu izlediğini , onunla aynı
inanç ilkelerini ve
temel değerleri paylaştığını ; onun gibi
halkını inkardan , şirkten ve
isyankar davranışlardan kurtarma
mücadelesi verdiğini gösterir .
‘’ Öyleyse alemlerin
Rabbi hakkındaki görüşünüz
nedir ? ‘’ Hz. İbrahim’in
itirazı şöyle devam
eder : ‘’ Bir
Yaratıcının evrenin bir
Sahibinin olduğuna inanıyor
musunuz ? ‘’ Bu soruya
kavmi olumlu cevap
verebilecek durumdaydı , çünkü
üstün bir varlığa
inanmak , onların
dinlerinin temel bir
parçasıydı . İtirazın daha
sonraki safhası şöyle
olacaktı : ‘’ Öyleyse nasıl
olur da evrenin
bir Yaratıcısı olduğuna
inandığınız halde putlara – kendi ellerinizle
yaptıklarınıza da taparsınız ? ‘’
‘’ İbrahim , babasına ve halkına
seslendiğinde bu gerçeği
dikkate almıştı : ‘ Sizin taptıklarınıza tapmak
benden uzak olsun !
Hiç kimseye tapmam ,
beni var etmiş
olan hariç , beni
doğru yola ileten
O’dur . ! ‘ Ve bunu , daha
sonra gelenler arasında
yaşamaya devam eden
bir söz olarak
söyledi ki , onlar , daima o
sözü hatırlayıp O’na
dönsünler . Şimdi ,
İbrahim’den sonra yaşamış
olanlara gelince , onlara ve
atalarına her şeyi
apaçık ortaya seren
bir elçi aracılığıyla
hakikati gönderinceye kadar
istedikleri gibi yaşamalarına
izin verdim . Ama
şimdi hakikat onlara
ulaşınca , ‘ Bütün bunlar
sadece büyüleyici laflardır
ve biz onlarda
bir doğruluk payı
olduğuna inanmıyoruz ! ‘ derler . ‘’
Zuhruf Suresi 26. ….30.
Ayetler .
Hz.
İbrahim’in babasına ve halkına
seslendiği gerçek şudur : ‘’
Biz ne
zaman , senden önce
herhangi bir topluluğa
bir uyarıcı gönderdiysek , halkın keyif
ve haz peşinde
koşan kesimi daima
şöyle dediler : ‘ ‘ Biz atalarımızı
bir inanç üzerinde
bulduk, biz ancak onların
izinden gideriz ! ‘ Bunun
üzerine her peygamber
‘ Nasıl , ‘ derdi , ‘Atalarınızı
inanır bulduğunuzdan daha
iyi bir kılavuz
getirmiş olsam da mı’
Berikiler buna , ‘ Sizin mesajlarınızda bir
doğruluk payı olduğunu
inkar ediyoruz ! ‘ diye
cevap verirlerdi . ‘’ Zuhruf Suresi
23.24. Ayetler .
Razi
bu ayetler ile
ilgili yorumunda şunları
söyler : ‘’ Kur’an’da başka hiçbir
ayet olmasaydı bile , bu
ayetler , bir Müslümanın , başka bir
kimsenin dini görüşlerini
körü körüne , hiç sorgulamadan
kabul etmesinin yanlışlığını
göstermeye yeterdi .’’ Çünkü Allah , bu
ayetlerde söz konusu hakikat
inkarcılarının bu tavırlarını
ne akıllarıyla ne
de vahyedilmiş bir
metnin açık otoritesine
dayanarak oluşturmadıklarını ,
yalnızca atalarının ve
kendilerinden önce gelip
geçmiş olanların görüşlerini
körü körüne kabul
etmekle yetindiklerini açıklığa
kavuşturmuştur . Ve Allah bütün
bunları itham edici
ve aşağılayıcı bir
dille işlemiştir . Sadece atalarının
geleneği ile desteklenip
meşrulaştırılan ve sadece
belli bir çevrede
geçerli olan dini
görüşlerin körü körüne
benimsenmesinin ve onlar
akıl ve ilahi
vahiy ile geçerli
sayılmasının kabul edilmezliği
gerçeği ve Hz.
İbrahim’in hakikati araştırması
Kur’an’da defalarca söz
konusu edilmiştir .
Allah’ın
, hakikati gönderinceye kadar
insanlara istedikleri gibi
yaşamalarına izin vermesi , vahyedilmiş bir mesaj aracılığıyla
doğru ile yanlışın
anlamını açıklamadan önce, onlara
herhangi bir ahlaki
sorumluluk yüklememesidir . Bu ,
öncelikle , Hz. Peygamberin müşrik
çağdaşlarına ve onların
uzun müddet , içinde yaşadıkları
refaha / zenginliğe atıftır .
Ancak daha geniş
anlamıyla bu ayet , iyi
ile kötü arasında
nasıl ayrım yapacakları
kendilerine açıkça gösterilmedikçe Allah’ın
insanları yapabilecekleri yanlışlardan
dolayı sorumlu tutmayacağına
işaret eder . ‘’ Gerçek şu ki , bir
toplumun fertleri doğru
ile eğrinin anlamından
habersiz olduğu sürece
Rabbin o toplumu
yaptığı yanlışlıklardan dolayı
asla yok etmez . Zira
herkes kasıtlı eylemlerinden
dolayı yargılanacaktır ve
Rabbin , onların
yaptıklarından habersiz değildir .’’
En’am Suresi 131. 132.
Ayetler .
‘’ Hani
İbrahim : ‘ Ey Rabbim ! ‘’ demişti , ‘’ bu beldeyi
güvenli kıl , beni ve
çocuklarımı putlara tapmaktan
ebediyen uzak tut ! Çünkü , ey Rabbim , bu
tapınma nesneleri gerçekten
insanlardan pek çoğunu
yoldan çıkardı ! Bunun içindir
ki , yalnızca tebliğ ettiğim
dinde bana uyan
kimse gerçekten bendendir , bana baş
kaldırana gelince , şüphesiz Sen
çok acıyan , esirgeyen gerçek
bağışlayıcısın ! Soyumdan
bazılarını ekilebilir toprağı
olmayan bir vadiye , Senin kutsal
evinin yakınına yerleştirdim
ki , ey Rabbimiz , salâtı devamlılık
ve duyarlılık içinde
yerine getirsinler . Öyleyse ,
insanların kalplerini onlara
doğru meylettir ve
onlara verimli , bereketli rızıklar
bahşet ki şükretsinler . Ey Rabbimiz ! Şüphesiz , gizlediğimizi de , açığa
vurduğumuzu da bilen Sensin.
Çünkü yerde ve
gökte olan hiçbir
şey Allah’tan gizli
kalmaz . En içten övgüler , kocamış halimle
bana İsmail ve
İshak’ı armağan eden
Allah’a özgüdür / Allah’a hamdolsun . Duaları , yakarışları işiten
elbette benim Rabbimdir . O
halde ey Rabbim , beni
ve soyumdan gelenleri
salâtta devamlı ve
duyarlı kıl ! Ve ey
Rabbimiz , bu duamı kabul
buyur : Rabbimiz ! Hesabın
görüleceği gün , beni , anamı – babamı ve
bütün müminleri / inananları bağışla . ‘’
İbrahim Suresi 35. …41.
Ayetler .
Bu
ayetlerin tamamı kelimenin
en derin anlamıyla
doğruluğun yada selametin
insana açık tek
yolunun , Hz. İbrahim’in duasında
dile getirilen tevhid
yolu , yani , Allah’ın varlığını , birliğini ve
biricikliğini tanımak ve
buna bağlı olarak , tanrılığında O’na
eş ve ortak
olduğu vehmedilen ‘’ diğer
güçleri ‘’ bu asılsız
nitelikleriyle reddetmek olduğunu
vurgulayan bir ara
bölümdür . Hz. İbrahim’in bu
duası , ayrıca , Allah’ın
sınırsız nimetinin farkında
olup , şükranlarını dile getiren
birinin duasıdır .
‘’ Putlar ‘’ terimi
sadece düzmece ilahları
temsilen yapılmış biçimsel
ve somut nesneleri
ifade etmez . Çünkü ,
Allah’tan başka şeylere
ya da kimselere
ilahi güç ya
da nitelikler yakıştırmak
anlamına gelen şirk
hali ; ‘’ bir sonucun
tezahürü sırasında karşılaşılan
sebep , vesile ve vasıta
türünden - Örneğin ; zenginlik ,
nüfuz , şans , itibar vb. – şeylere
tapınma duygusu içinde
yönelmek ya da
değer vermek ‘’ şeklinde
de olabilir . Oysa gerçek
tevhid inancı insanın
bu kabil harici
sebep ve vasıtalara
karşı kendini her
türlü içsel bağlanmalardan arındırıp
Allah’tan başka olaylara
yön veren gerçek
bir gücün mevcut
olmadığına tam olarak
kanaat getirmesi demektir .
Hz.
İbrahim’in soyundan gelenler
hakkındaki isteğine karşı
Allah’ın Bakara Suresi
124. Ayette ‘’ zalimler
Benim sözümü / ahdimi hak
edemez . ‘’ ya da ‘’
Benim sözüm zalimleri
kapsamaz ‘’ şeklindeki cevabına
ilişkin açık bir
atıf teşkil etmektedir . Bununla Hz.
İbrahim’e , soyundan
gelen herkesin Müslim
ve salih olmayacağı
ve dolayısıyla kimsenin , sırf Allah’ın
şu ya da
bu resulünün soyundan
geliyor diye , ‘’seçilmiş insanlar ‘’
sınıfından olduğu iddiasıyla
ortaya çıkamayacağı hususu
hatırlatılmaktadır . Bu
ifade sadece Hz.
İbrahim’in Hz. İshak
kolundan gelen İsrailoğulları ile
Hz. İsmail kolundan
gelen Arapları ve
bunların içinde de
özellikle Kureyşlileri değil , kendisi de
Kureyş kabilesine mensup
olan son peygamber
Hz. Muhammed’in soyundan
gelen zalim kimseleri
de işaret etmektedir .
‘’ Yemin
olsun , İbrahim’e daha önceden , doğruyu bulma
gücünü / doğru düşünme yeteneğini
( sağduyu ) vermiştik ve
ona yön veren
güdüleri biliyorduk .
Babasına ve halkına
şöyle demişti : ‘ Şu başına
toplanıp durduğunuz /
kendinizi bu kadar
yürekten adadığınız ,
taptığınız bu heykeller
de ne oluyor
? ‘’ Dediler : ‘ Biz atalarımızı
onlara kulluk / ibadet eder
bulduk . ‘ Dedi : ‘ Doğrusu ,
siz de
atalarınız da apaçık
bir sapıklık içindeymişsiniz ! ‘ Onlar da : ‘ Bize
gerçeği mi getirdin , yoksa bizimle
oynayıp eğleniyor musun ? ‘’ diye sordular . İbrahim : ‘ Hayır , hiç de
değil ! Sizin Rabbiniz ,
göklerin ve yerin
Rabbidir ki , onları yoktan
var edip düzene
sokmuştur . Ve ben de
bu gerçeğe tanıklık
edenlerden biriyim ! ‘ Sonra içinden
şöyle geçirdi : ‘ Allah’a yemin
olsun ki , siz ayrılıp
uzaklaşır uzaklaşmaz putlarınızı
yere sereceğim ! ‘ Ve
en büyükleri dışında
putların hepsini paramparça
etti , belki dönüp bu
olup biten için
ona başvururlar diye . Dönüp
de olanları görünce : ‘Kim yaptı
bunu tanrılarımıza’ diye sordular . ‘ Her kimse , onun
çok zalim biri
olduğundan kuşku yok ! ‘ İçlerinden bazıları : ‘ İbrahim denen
bir gencin o
tanrıları diline doladığını
işitmiştik ‘’ dediler . Berikiler : ‘ Onu insanların
karşısına çıkarın , aleyhine tanıklık
etsinler ! ‘ dediler .
İbrahim onların yanına
getirilince , ona : ‘ Bunu
tanrılarımıza sen mi
yaptın , ey İbrahim ? ‘ diye sordular . İbrahim : ‘ Bu işi , belli
ki şu yapmıştır , putların en
irisi yani . Ama en
iyisi , siz kendiniz onlara
sorun , tabii eğer konuşmasını
biliyorlarsa ! ‘ Bunun
üzerine birbirlerine dönüp : ‘ Asıl haktan
ayrılanlar / zalim olanlar sizlermişsiniz ‘ dediler . Ama
çok geçmeden yine
eski düşünce tarzlarına
döndüler ve İbrahim’e : ‘ Bu putların
konuşamadıklarını kendin de
pekala biliyorsun ! ‘ dediler
. İbrahim : ‘ O halde ‘
dedi , ‘Allah’ı bırakıp da , size
hiç bir şekilde
ne yararı ne
de zararı dokunmayan
şeylere mi tapınıyorsunuz ? Yazıklar olsun
size de , Allah yerine
tapınıp durduğunuz bütün
nesnelere de ! Hâlâ aklınızı
kullanmayacak mısınız ? ‘ , ‘
Eğer bir şey yapacaksanız ‘ dediler , ‘ bari onu
yakın da , böylece tanrılarınıza
arka çıkmış olun ! ‘
Ne var ki
Biz ‘ Ey ateş , serin
ol , İbrahim’e dokunma ! ‘
( bir selam ol / zararsız
ol ) dedik . Bu arada
onlar İbrahim’e tuzak
kurmaya çalıştılar , ama Biz
onların bütün yapıp
ettiklerini boşa çıkardık . Ve
onu da , Kardeşinin oğlu
Lût ‘u da , gelecek bütün
çağlar için kutlu
kıldığımız bir beldeye
ulaştırarak kurtardık . Ve ona
ayrıca İshak’ı ve
İshak’ın oğlu Yakub’u
armağan ettik ve
onların hepsinin dürüst
ve erdemli insanlar
olmalarını sağladık . Ve onları
buyruklarımız doğrultusunda başkalarına
yol gösteren önderler
yaptık , çünkü onlara iyi
ve yararlı işler
yapmayı , salât konusunda duyarlı
ve devamlı olmayı , arınmak için
verilmesi gereken şeyi
vermeyi vahyettik . Onlar ,
yalnız bize ibadet / kulluk ediyorlardı . ‘’ Enbiya
Suresi 51. …73. Ayetler .
Hz.
İbrahim’e verilmiş olan
sağduyu , Hz. İbrahim’in Allah’ın
kudretini , eşsiz ve benzersiz
oluşunu belli bir
muhakeme süreci içinde
kavramakta gösterdiği yüksek
kişisel , zihinsel
niteliğine işaret etmektedir . Düşüncede ve
davranışta tutulan doğru
yol , isabetli görüşten maksat
ya peygamberliktir ya
da peygamber olmazdan
önce de sahip
olduğu erginlik , sağduyu ve
fıtri akıldır . Hz. İbrahim
kendisine verilen bu
yetenek sayesinde Allah’ın
birliğini , kudretini , eşsiz
ve benzersiz oluşunu
kavramıştır . Ayet Hz.
İbrahim’e Allah tarafından
özel olarak verilmiş
olan bu kişisel
ve zihinsel niteliğin
üstünlüğüne işaret etmektedir .
Kur’an’ın hiçbir
yerinde Hz. İbrahim’in fiilen
ve maddi varlığıyla
ateşe atıldığını ve mucizevi bir
biçimde ateşin içinde
yanmadan tutulduğu ifade
edilmemektedir . Tersine , Ankebut
Suresi 24. Ayette
geçen ‘’ Allah onu
ateşten kurtardı ‘’ ifadesi , daha çok , onun
ateşe hiç atılmamış
olduğunu göstermektedir . Öte
yandan , klasik müfessirlerin
bu ayetle ilgili
yorumlarını süsleyen ayrıntılı
ve tutarsız pek
çok hikayenin izi , değişmez biçimde
Talmut’taki menkıbelerde bulunabilir
ve bunun için
de rahatlıkla göz
ardı edilebilir . Bu ayette
Kur’an bize Hz.
İbrahim’in zulüm ateşine
maruz kaldığını ama
buna karşı gösterdiği
direnç sayesinde sonraki
hayatında üstün bir
manevi güce , ruhsal kararlılığa
ve iç huzuruna
eriştiğini temsili bir
üslup içinde anlatmaktadır .
‘’ İbrahim
Bizden aldığı ilhamla
kavmine dönerek : ‘ Allah’a kulluk
edin ve O’na karşı
sorumluluğunuzun bilincinde olun . Eğer
bilirseniz bu sizin
için daha hayırlıdır ! ‘ diye seslendi . ‘ Siz Allah’ı
bırakıp bir takım
putlara tapıyorsunuz ; yalan ,
iftira , asılsız inançlar uyduruyorsunuz . Kuşkusuz , Allah’ı bırakıp
taptığınız o şeyler
ve varlıklar size
rızkınızı verebilme gücüne
sahip değildirler . O halde
bütün rızkınızı Allah
katında arayın , yalnız O’na
kulluk edin ve
yalnız O’na hamd
edin . Çünkü sonunda yine
O’na döndürüleceksiniz ! Ve
eğer beni yalanlarsanız
bilin ki başka
toplumlar da sizden
önce Allah’ın peygamberlerini yalanladılar . Bir elçiye
düşen sadece kendisine emanet
edilen mesajı dosdoğru
bir şekilde iletmektir . ‘ Peki o
hakkı inkar edenler , Allah’ın hayatı
ilkin nasıl yoktan
var ettiğini , sonra onu
nasıl tekrar yenilediğini
anlamazlar mı ? Kuşkusuz
bu , Allah için kolay
bir iştir ! De ki
: ‘ Yeryüzünü dolaşın ve
Allah’ın insanı nasıl
harikulade bir şekilde
yoktan var ettiğini
görün ! Allah işte bu
şekilde ikinci hayatınızı
da var edecektir , çünkü Allah
her şeye kadirdir ! Dilediğine azap
verir , dilediğine merhamet eder , hepiniz O’na
döndürüleceksiniz . Ne
yeryüzünde ne de gökte Allah’ı çaresiz
bırakamazsınız / başınızdan
savamazsınız , bunu hiç beklemeyin . Sizi ne
Allah’ın elinden alabilecek , ne de
size yardım edebilecek
kimse bulamazsınız . ‘
Allah’ın ayetlerini ve
sonunda O’na kavuşacaklarını inkar
edenler , benim rahmetimden ümitlerini
kesmiş olanlardır ve
onları öteki dünyada
acıklı bir azap
beklemektedir . Toplumunun
İbrahim’e cevabı sadece
şunu söylemeleri oldu : ‘ Bunu
öldürün , yahut yakın ! ‘ Ama
Allah onu ateşten
korudu . Bakın bu kıssada
inanacak kimseler için
dersler vardır ! Ve İbrahim
onlara dedi ki : ‘ Siz
Allah’ı bırakıp putlara
taptınız . Tek sebep , bu dünyada
kendinize ve atalarınıza
duyduğunuz sevgiye esir
olmanızdı . Ama sonra kıyamet
günü birbirinizi tanımazlıktan
gelecek ve birbirinize
lanet yağdıracaksınız .
Hepinizin varacağı yer
ateştir ve orada
size yardım edecek
bir kimse bulamayacaksınız . ‘ Bunun üzerine
kardeşinin oğlu Lût
ona inandı ve ‘
Ben de
zulüm ve kötülük
diyarını terk ederek
Rabbime döneceğim . Şüphesiz O
kudret ve hikmet
sahibidir ! ‘ dedi . İbrahim’e
gelince , ona İshak’ı ve
İshak’ın oğlu Yakub’u
bahşettik ve soyundan
gelenler arasında peygamberliği
ve vahyi devam
ettirdik . Onu bu
dünyada mükafatlandırdık . o ,
öteki dünyada da
mutlaka dürüst ve
erdemliler arasında yer
alacaktır . ‘’ Ankebut Suresi
16. ….27. Ayetler .
‘’ Eğer
bilirseniz bu sizin
için daha hayırlıdır ‘’
ifadesi , insanın Allah’a kul
olup O’na saygıyla
itaat etmesinin faydasının
yine insanın kendisine
olduğunu işaret etmektedir .
Çünkü Allah’tan başkasına
kul olmak , öncelikle
insanlık onurunu ,
kişiliğini tahrip eder , ayrıca
inkarcılık insanların ahiretteki
kurtuluşunu imkansız kıldığı
gibi eninde sonunda
dünya hayatlarına da
zarar verir .
‘’
Hakkı inkar edenler , Allah’ın hayatı
ilkin nasıl yoktan
var ettiğini , sonra onu
nasıl tekrar yenilediğini
anlamazlar mı ? Kuşkusuz bu , Allah
için kolay bir
iştir ! ’’ 19. ..23. Ayetler ,
Hz. İbrahim kıssasına
açılmış bir parantezdir
ve 17. Ayetin
sonundaki yeniden dirilmeye
atıf ile ( sonunda yine
O’na döndürüleceksiniz )
bağlantılıdır. Organik tabiatta bu
kadar canlı şekilde
tasvir edilen sürekli
üreme , sona erme ve
yeniden üreme süreci , Kur’an’da sadece
yeniden dirilme inancını desteklemek için
değil , aynı zamanda bu
şekildeki bir yaratma
eyleminin gerisinde yatan
anlamlı bir planın
ve dolayısıyla bir
yaratıcının varlığının kanıtı
olarak kullanılmaktadır .
İnsanın harikulade bir
şekilde yoktan var
edilmesi , insanın en basit
maddelerden yaratılmış olduğuna
ve sonra , sadece bedene
değil , aynı zamanda beyin
ile duygular ve
içgüdülere de sahip
olan hayli kompleks
bir varlık haline
derece derece bir
şekilde dönüştüğüne işaret
eder .
Allah’ın ayetlerini
ve sonunda O’na
kavuşacaklarını inkar edenler , Allah’ın varlığını
tamamen inkar ederek
kendilerini O’nun rahmetinden
ve bağışlamasından yoksun
bırakanlardır . Başka bir deyişle , Allah’a iman
etmek veya inanmaya
hazır olmak , bizzat O’nun
rahmet ve bağışlamasının bir
ürünüdür . Tıpkı öteki dünyadaki
azabın hakikati inkar
etmenin bir ürünü
olması gibi .
Hz.
İbrahim , kavminin bayram şenliği
için kasabanın dışına
çıktığı bir sırada , en
büyükleri dışındaki bütün
putları kırmış , bu yüzden
onu ateşe atarak
cezalandırmaya
kalkıştıklarında Yüce Allah
ateşi serinliğe dönüştürmüştü . Hz.
İbrahim’in sağ salim
kurtulmasına rağmen bu
olay kavmi üzerinde
ciddi bir tesir
bırakmadı . 25. Ayetten anlaşıldığına göre
bunun bir sebebi
de putperestliğin , söz
konusu kavim arasında
bir dayanışma ruhu
doğurmuş olmasıydı . Yani onlarda
din , bir inanç konusu
olmaktan ziyade bir
toplumsal kaynaşma aracı
idi . Böylece onlar için
dini inançların doğru
veya yanlış olmasının
önemli görülmediği ,
toplumda bir sevgi
bağı oluşturacak şekilde
geleneksel bir kurum
olmasının yeterli bulunduğu
anlaşılmaktadır . Bu durumda bir
gerçeklik konusu değil
de sadece bir
töre ve çıkar
konusu , bir kültür unsuru
olarak benimsenen dinin
ebedi kurtuluşu sağlamaktan
uzak olacağı da
açıktır . Dolayısıyla , 25.
Ayette belirtildiğine göre , dünyada böyle
bâtıl bir din
etrafında birleşenler ,
sadece gerçek olanların
değer taşıyacağı ahirette
aynı sevgi bağını
sürdüremeyecekler ; aksine ,
tapanlar , tapılanlar , birbirini
aldatıp haktan saptıranlar
ve körü körüne
onlara kapılıp sapanlar , hepsi birbirinden
kopacak , hatta birbirine ağır
eleştiriler yönelteceklerdir .
Ama bu
suçlamalar hiçbirini hak
ettikleri cezaya çarptırılmaktan , Allah’ın yardımından
mahrum kalmanın doğuracağı
çaresizlikten kurtaramayacaktır .
‘’ Allah
inanç sahiplerine yakındır , onları koyu
karanlıktan aydınlığa çıkarır . Oysa hakikati
inkara şartlanmış olanlara
yakınlık gösterenler onları
aydınlıktan çıkarıp derin
karanlığa iten şeytani
güçlerdir . İçinde yaşayıp kalmak
üzere ateşe mahkum
olanlar da işte
böyleleridir . Sırf Allah kendisine
hükümdarlık bağışladığı için
İbrahim ile Rabbi
hakkında münakaşa eden o hükümdardan
haberin yok mu?
Hani İbrahim : ‘ Rabbim hayat
veren ve ölüm
dağıtandır ! ‘ demişti . Hükümdar
cevap vermişti : ‘ Ben de
hayat verir ve
ölüm dağıtırım ! ‘ İbrahim : ‘ Allah güneşi
doğudan doğdurur , öyleyse sen
de batıdan doğdur ! ‘
demişti . Bunun üzerine ,
hakikati inkara şartlanmış
olan o kişi
hayretler içinde kaldı .
Allah bile bile
zulüm işleyen toplumu
hidayete erdirmez . Yoksa
ey insanoğlu , sen
halkının terk ettiği ,
çatıları yıkılıp harap
olmuş ( virane ) bir
kasabadan geçen ve ‘
Allah bütün bunları
öldükten sonra nasıl
diriltebilirmiş ? ‘ diyen o
kişi ile aynı
fikirde misin ? Bunun
üzerine Allah , onu yüz
yıl süre ile
ölü bırakmış ve
sonra tekrar hayata
döndürerek sormuştu : ‘ Bu halde
ne kadar kaldın ? ‘
O da : ‘ Bu halde
bir gün veya
bir günden biraz
daha az bir
süre kaldım ‘ diye
cevap vermişti . Allah
‘ Hayır ‘ dedi , ‘ bu halde
bir yüzyıl kaldın ! Yiyeceğine ve
içeceğine bak , geçen yıllar
onları bozmamış ve
eşeğine bak ! Biz
bütün bunları insanlara
bir ibret olman
için yaptık . Bir
de şu insanların
ve hayvanların kemiklerine
bak , onları nasıl
birleştirip et ile
örttüğümüzü düşün ! ‘ Bütün
bunlar ona açıklanınca , ‘ Şimdi öğrendim
ki ‘ dedi , ‘Allah her
şeye kadirdir !’ Hani
İbrahim , ‘ Ey Rabbim ! Ölüye
nasıl hayat verdiğini
bana göster ! ‘ demişti .
O da , ‘ yoksa inancın
yok mu ? ‘ diye
sormuştu . İbrahim cevap
vermişti : ‘ Hayır , ama görmeme
izin ver ki
kalbim tamamen mutmain
olsun .’ ‘Öyleyse ‘ demişti Allah ,
‘ Dört kuş al
ve onlara sana
itaat etmeyi öğret ; sonra
onları etrafındaki her
tepeye ayrı ayrı
sal / her tepenin
üstüne onlardan bir
parça koy ; sonra
da çağır ; uçarak
sana gelecekler . Bil ki Allah
her şeye kâdirdir , hikmet sahibidir .’’ Bakara
Suresi 257.258.259.260. Ayetler .
Bu
ayetlerde anlatılan kıssa ,
Allah’ın ölüyü yeniden
diriltme kudretini tasvir
etmeyi amaçlayan bir
kıssadır . Böylece 258.
Ayetteki Hz. İbrahim’in
sözleri , ‘ Rabbim , hayat bahşeden
ve ölüme hükmedendir ‘
ile daha sonra
260. Ayetteki , Allah’ın ölüyü
nasıl dirilttiğini göstermesi
talebi arasına anlamlı
şekilde yerleştirilmiştir .
Kendi
akıl ve iradelerini
düzgün kullanarak sahte
tanrılar yerine Allah’a
iman edenler O’nun
manevi yakınları olurlar . Veli , velayeti altındaki
insanı korur , gözetir ,
yardımcı olur . Bu ayetle
Allah , imana bağlı velayet
çerçevesine yalnızca kendisinin
girebileceğini belirtmektedir .
Velisi Allah olanın
yolu aydınlık olur , Allah
onu karanlıklardan çıkarır , aydınlığa kavuşturur . Kalbi huzurlu , zihni berrak , aklı
karışıklıklardan uzak olur .
İnsanlar
yokluk ve yoksullukla
imtihan edildikleri gibi
varlık ve iktidar
verilerek de imtihan
edilirler . Dine ve kulluk
çağrısına karşı direnenler
genellikle servet ve
iktidar sahipleri arasından
çıkar . Bunlar ellerindeki imkanların
asıl sahibini ve
kaynağını unuturlar .
Ellerindeki güç sayesinde
her şeyi yapabileceklerini , her derde
çare bulabileceklerini ,
Allah’a ihtiyaçları bulunmadığını
zannederler . Bazıları daha da
ileri giderek Allah’ın
yaptığı şeyleri kendilerinin
de yapabileceklerini iddia
ederler ve güçte
kendilerine eşit olmayanları
kul ve köle
yerine koyup onları
sömürürler . Hz. İbrahim zamanında
iktidarda olan hükümdar
Allah’ın elçisinin davetini
kabul etmediği gibi , onun
insanlara tanıtmaya çalıştığı
Rabbi hakkında da tartışmaya girişmiş , Rabbin sıfatlarının
ve gücünün kendisinde
de bulunduğunu iddia
etmiştir . Şüphe yok ki , hükümdar
insanları öldürme ve
diriltme gücüne sahip
olmadığını bilmektedir .
Buna rağmen demagoji
yaparak , sözü hakiki manasından
saptırıp hak elçisinin
davetine karşı çıkmasının
gerçek sebebi saltanat
tutkusudur ; bu dini kabul
etmesi halinde zulme
ve sömürüye devam
etme imkanını kaybedeceğini
bilmesidir . Hz. İbrahim tartışmada
kesin sonuç almak
için ikinci bir
delil getirmiştir . Güneşin doğudan
doğması ve batıda
kaybolması bir gerçek
olduğundan ve ezelden
beri de böyle
olduğundan , güneşin doğuş ve
batış yerlerini de
değiştiremeyeceğinden
hükümdar söyleyecek söz
bulamamıştır .
Bu
ayetlerdeki ikinci örnek
ise bütün binaları
yıkılmış bir kasabaya
uğrayan bir şahısla
ilgili olanıdır . Birinci örneğin
hedefi insanların , Allah’a şirk
koşma veya O’nu
inkar etme sapıklık
ve karanlığından tevhid
aydınlığına gelmelerini sağlamaktır . İkinci örnek
ise öldükten sonra
tekrar dirilmeyi inkar
şeklinde ortaya çıkan
bir başka sapmayı
düzeltmeye yöneliktir .
Allah’ın hidayete yönelen
kullarını doğru yola
kavuşturması ve gerçeği
bulmalarını sağlaması üç
şekilde oluşmaktadır : a ) Akli deliller
getirerek . Hz. İbrahim ile
hükümdar arasındaki tartışma
bunun örneğidir . b )
Gerçeğin ve bildirilen
vakanın nasıl ve
neden ibaret olduğunu
göstererek . Yüz yıl sonra
diriltilen insan örneğinde
olduğu gibi . c ) Bizzat yaptırarak , yaşatarak , sebep ve
sonucu deney halinde
göstererek . Buna örnek olarak
da son ayet
verilmektedir . Hz. İbrahim bir
peygamber olarak Rabbi
ile söyleştiğine göre
onun sorusunu , Allah’ın ölüleri
dirilteceği konusundaki bir
şüpheye veya inkara
bağlamak mümkün değildir . Sağlam haber , düşünce ve
gözlem yollarıyla elde
edilen bilgiler ve
bunlara dayanan inançlar
da kesindir . Ancak bilgi
ve inanç konusu
olay veya gerçek , bilen ve
inanan tarafından duyu
organlarıyla hissedilmedikçe ve
daha ileri bir
basamak olarak bizzat
yaşanmadıkça , oluşun içinde bulunulmadıkça kalbin
ve zihnin gelgitleri
bitmez , vehim kabilinden de
olsa aksini düşünme
halleri son bulmaz . Bu
haller bilmeye de
inanmaya da aykırı
değildir , bunlar zarar da
vermez , ancak bir tatmin
eksikliği söz konusu
olur . Yüce Allah , bir büyük
peygamberinin talebi üzerine
ölüleri nasıl dirilttiğini
fiilin içine peygamberini
de çekerek onun
en üst derecedeki
tatmin haline ulaşmasını
sağlamıştır .
‘’ O , itikadi konularda ,
Nuh’a emrettiğini ve
sana ey Muhammed , vahiy aracılığıyla
öğrettiğimizi ve aynı
zamanda İbrahim’e , Musa’ya ve
İsa’ya emrettiğimizi sizin
için uygun gördü . ‘ Sahih itikada
sağlam bir şekilde
sarılın ve o
konuda bütünlüğünüzü bozmayın . / Dini dosdoğru
tutun , onda bölünüp fırkalara
ayrılmayın ! ‘ Onları
çağırdığın bu tutum , başka
varlıkları veya güçleri
Allah’a ortak koşanlara
ağır gelse bile , Allah
dileyen herkesi kendine
çeker ve O’na
yönelenleri doğru yola
ulaştırır . Geçmiş
vahiylerin mensuplarına gelince , onlar hakikati
tanıyıp öğrendikten sonra , aralarındaki kıskançlık
ve çekişmelerden dolayı
bütünlükten uzaklaştılar .
Rabbinden belli bir
vadeye kadar ( bütün
hükümleri iptal eden ) bir
hüküm gelmemiş olsaydı , onlar arasında
baştan her şey karara bağlanmış
olurdu . İşte bakın ,
öncekilerden ilahi kelamı
devralanlar şimdi onun
öğretileri hakkında şüpheye
varan büyük bir
tereddüt içindeler . İşte bunun
için sen bütün
insanlığa çağrıda bulun
ve Allah tarafından
emrolunduğun gibi dosdoğru
ol , onların heva ve heveslerine
uyma ve de ki
: ‘ Ben Allah’ın bütün
vahyettiklerine inanırım , sizin değişik
görüşleriniz arasında adaleti
gözetmekle emrolundum .
Allah benim de
sizin de Rabbinizdir . Bizim yaptıklarımızın hesabı
bize çıkacaktır , sizin yaptıklarınızın hesabı
da size . Bizimle sizin
aranızda bir çekişme
olmamalı , Allah hepimizi bir
araya toplayacaktır , çünkü dönüş
ancak O’nadır . O’nun çağrısını
kabul ettikten sonra
Allah hakkında hala
tartışanlara gelince , onların bütün
itirazları Rableri katında
geçersizdir , boştur . O’nun
gazabı üzerlerine çökecektir
ve onları şiddetli
bir azap beklemektedir. Çünkü indirdiği
vahiy ile hakikati
ortaya koyan ve
böylece insana , doğru ile
eğriyi tartacağı bir
terazi veren O’dur . ‘’
Şura Suresi 13. ….17.
Ayetler .
İnsanlık
tarihinde önemli bir
başlangıcı temsil eden
Hz. Nuh , çok tanrıcı
inançların her tarafı
sardığı bir ortamda
Tek Tanrı inancının
ihyası için görevlendirilen ve
halen mevcut üç
büyük ilahi din
mensuplarının atası olarak
bilinen Hz. İbrahim
ve bu üç
dinin peygamberleri Hz.
Musa , Hz. İsa
ve Hz. Muhammed’e
ismen yer verilerek
bütün ilahi dinlerde
müşterek hükümlerin olduğu
ve en başta
gelenin de tevhid – Allah’ın birliğine
inanma inancı olduğu
belirtilmektedir . Ayetler , put
vb. varlıkları da
tanrı gibi görmekle
beraber evrenin tek
yaratıcısının Allah olduğunu
kabul eden müşriklerin
yanı sıra , tek tanrı
inancına sahip olduğu
halde Allah’ın zat
ve sıfatları hakkında
saçma tartışmalara dalan
Yahudileri ve bütün
insanların rabbinin bir
olduğuna inandıkları halde
tanrı kavramını parçalayan
ve peygamberlerine uluhiyet
izafe edecek kadar
ileri giden Hıristiyanları da
kapsamaktadır .
Bu
ayetlere göre : 1 ) Allah ,
bütün peygamberlere aynı
buyrukları gönderip aynı
şeyleri yasalaştırmıştır . 2 )
Bu buyrukların en
önemlisi şudur : ‘’ Dinde parçalanıp
fırkalara bölünmeyin ‘’ 3 )
İşte bu
buyruk , tevhid yerine şirki
seçenleri çok rahatsız
etmiştir . Kur’an böylece dinde
hizipçiliğin ve fırkacılığın
şirk olduğunu göstermektedir . 4 ) Fırkalara ayrılma , vahyin getirdiği
bilgilerden sonra bu
bilgilere sahip olanların
kıskançlık ve azgınlığa
dayalı sürtüşmeleri yüzünden
doğmuştur . 5 ) 15. Ayetten
anlaşılıyor ki , fırkacılık ve
şirket dinciliğinin arkasında
Allah’ın indirdiğine bağlı
kalmamak , kişisel tespit ve
kanaatlere dayanarak çekişme
ve boğuşmaya girmek
yatmaktadır . 16. 17. Ayetler ,
vahyin verilerini bırakıp
başka delillerle Allah’ı
savunmaya kalkanların bu
delillerinin Allah katında
bir hiç olduğunu , bu
delillere sığınanların öfke
ve azapla karşılaşacaklarını , çünkü din
meselesinde hakkın ve
ölçünün Allah’ın kitabıyla
insanlığa gönderildiğini ifadeye
koymaktadır . 21. Ayet , dini ,
vahyin verilerinin dışında bir
takım odakların tespitlerine
bağlamayı şirk olarak
göstermekte ve şöyle
demektedir : ‘’ Yoksa onların
ortakları mı var ?’’ Bu
ortaklar onlar için
Allah’ın izin vermediği
dini yasalaştırmıştır .
Demek oluyor ki ,
Allah’ın kitabında yer
almadığı halde dinden
gösterilen her şey , bu
ayetin işaret ettiği
bozukluğa girer , şirktir .
Nitekim ünlü Şafii
bilgini Ebu Şâme
bidat ve hurafeleri
ele aldığı eseri
el – Bâ’is’te tüm bidatların
Şura 21. Ayetteki hükme
girdiğini , yani dini şirke
bulaştırdığını açıkça söylemiştir
. Ona göre , bütün bidatçılar
bu ayetin hükmü
altındadırlar . Bunda
şaşılacak bir yan da yoktur . Dinde hüküm
yetkisini tekelinde tutan
Allah’ın bu yetkisine
tecavüz , yani dinde olmayan
bir şeyi dine
sokmak , çapı ne olursa
olsun , Allah’a ortaklığa kalkmak , yani şirktir . ( Y.N.Ö.)
Din
terimi , hem ahlaki olarak
emredici kanunların muhtevasını
ve hem de
onlara uygun davranmayı
ifade eder ve
sonuçta terimin en
geniş anlam çerçevesini
yansıtır . Yani , içerdiği dini prensipleri
ve bu prensiplerin
pratik yansımalarını olduğu
kadar , insanın ibadet ettiği
objeye karşı yaklaşımını , dolayısıyla ‘’ itikad ‘’ ( inanç – iman ) kavramını da
içine alır . Bunun ‘’ din ‘’ , ‘’ inanç ‘’ , ‘’ dini müeyyideler ‘’ yahut
‘’ ahlak sistemi ‘’ olarak
çevrilmesi , terimin hangi anlamda
kullanıldığına bağlıdır . ‘’
Sizin dininiz size , benimki bana !’’ Kafirun Suresi
6. Ayet. Din’in öncelikli
anlamı itaat’tır . Özellikle de
bir kanuna veya
manevi / ahlaki otorite ile
donatılmış kurulu -bundan
dolayı da bağlayıcı -
olarak algılanan kurallar
sistemine , yani terimin en
geniş anlamıyla ‘’ din ‘’ , ‘’ itikat ‘’ ya
da ‘’ dini hukuk ‘’ a
ya da sadece
‘’ ahlaki değerler sistemi ‘’ ne
itaat . ‘’O , itikadi konularda
‘’ şeklinde başlayan
ayetin gösterdiği din terimi
, bu bağlamda , artarda gelen
her sistemde farklı
mahiyetler kazanan dini
kanunları da kapsayan
en geniş anlamıyla
‘’ din ‘’ i göstermez .
Burada daha çok , dinin
yalnızca etik ve
ruhi boyutunu , yani en
genel anlamda ‘’ imanı / itikadı ‘’ gösterir . Bu
ayetle , surenin başında dile getirilmiş
olan tema’ya , yani bütün
vahiylerin gerisindeki manevi
ve ahlaki prensiplerin
değişmez ayrılığı temasına
yeniden dönülmektedir . ‘’
İtikada sağlam bir
şekilde sarılın ve
o konuda bütünlüğünüzü
bozmayın.’’ , ‘’ Allah katında
tek hak din , insanın
O’na teslimiyetidir . ‘’
Al-i İmran Suresi
19. Ayet , ve ‘’ kim
Allah’a teslimiyetten başka
bir din ararsa
bu hiç bir
zaman kabul edilmeyecektir . ‘’ Al-i İmran
Suresi 85. Ayet . Allah’ın bütün
elçileri tarafından ortaya
konulan bu prensip
ile paralellik Enbiya
Suresi 92. Ayet
ve Müminun Suresi
52. Ayetteki kesin
ifadede de görülebilir : ‘’ Siz ey insanlar , gerçek şu ki
, bu sizin ümmetiniz
tek bir ümmettir, çünkü hepinizin
Rabbi benim .‘’ Büyük
müfessirlerin çoğu bunu , ‘’ farklı toplumların
zaman içinde değişen
şartlarıyla uyumlu olarak
getirilen özel durum
ve uygulamalar ile
ilgili bütün farklılıklara
rağmen Tek Allah
inancına dayanan bütün
dinlerin evrensel bütünlüğüne
açık bir atıf
olarak görmüşlerdir .
17.
Ayette geçen , insana doğru
ile eğriyi tartacağı
bir terazi verilmesinin
temelindeki düşünce Hadid
Suresinin 25. ayetine
dayanmaktadır . ‘’ Doğrusu ,
daha önce elçilerimizi
bu hakikatin bütün
kanıtları ile gönderdik
ve onlar aracılığıyla
vahyi bağışladık ve
böylece , doğru ile eğriyi
tartabilmeniz için size
bir terazi verdik
ki insanlar adaletle
davranabilsinler . ‘’ Bunun
anlamı şudur : Allah insana
birbirini izleyen vahiyler
yoluyla doğru ile
yanlış arasında ayırım yapmasını
sağlayan bir ölçü
verdiği için O’nun
varlığı ve nihai
yargılaması ile ilgili
itirazda bulunmak saçmalık
ve haddini bilmezliktir .
Dinde
parçalanmaların yeterli ilahi
bildirim yapılmamış olmasından
ileri geldiği iddiasını
reddeden bu içerikteki
ayetlerde , bölünmenin asıl sebebinin
bilgisizlik değil , kişisel çıkarlara
düşkünlük ve çekememezlik
duyguları olduğuna dikkat
çekilmektedir . ‘’Rabbin
tarafından belirli bir
süre tanıma sözü
verilmemiş olsaydı ,
aralarında hemen hüküm
verilir , iş bitirilirdi .
‘’ buyurularak , suçlu , günahkar ,
haksız insanların gidişatına
niçin ilahi bir
müdahale yapılmadığı yönünde
daima hatırdan geçen
bir soruya cevap
verilmekte , yüce Allah’ın bütün
insanları kapsayan hesaba
çekme ve buna
göre mükafat yahut
ceza verme işini
ahirete bırakmayı dilediği
için bunun böyle
olduğu bildirilmektedir .
‘’ Emrolunduğun gibi
doğru çizgini sürdür ‘’
cümlesi , inanç , niyet , düşünce
ve davranışta doğruluk
ve dürüstlüğü ; Allah’a yönelme
ve O’nun buyruklarına
uygun davranma hususunda
devamlı ve tutarlı
olmayı ifade eder .
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder