Hz. Musa ve Bilge Kişi Kıssası



KEHF  SURESİ    60 – 82.   AYETLER


            Hani  Musa  beraberindeki  gence  şöyle  demişti:  ‘’İki  denizin  birleştiği  yere  kadar  yoluma  devam  edeceğim,  bu  yolda  uzun  yıllar  harcamam  gerekse  bile! ‘’  Fakat  iki  denizin  birleştiği  yere  vardıklarında  balıkları  bütünüyle  akıllarından  çıktı  ve  balık  denize  dalıp  gözden  kayboldu. /  Denizde  kendisine  bir  yol  buldu.
            Oradan  uzaklaştıktan  sonra  Musa  beraberindeki  gence:  ‘’  Öğlen  azığımızı  çıkar. ’’  dedi,  ‘’ Doğrusu,  bu  yolculuk  bizi  bir  hayli  yordu! ‘’  Genç;  ‘’ Olacak  şey  mi  bu? ‘’  dedi,  ‘’ O  kıyının  yanında  dinlenmek  için  durduğumuzda,  nasıl  olduysa  balığı  unutmuşum.  Bunu  olsa  olsa  bana  şeytan  unutturmuş  olacak!  Tuhaf  şey,  balık  nasıl  da  yol   bulup  suya  ulaştı.‘’  Musa  heyecanla,  ‘’ Demek  aradığımız  yer  orasıydı! ‘’  diye  bağırdı.  Bunun  üzerine  izleri  üzerine / izlerini  takip  ederek  gerisin  geriye  döndüler.  Ve  orada  kullarımızdan  bir  kul  buldular  ki,  biz  ona  katımızdan  bir  rahmet  vermiş,  üstün  bir  bağışta  bulunarak  bir  bilgiyle,  ilimle  donatmıştık.
            Musa  ona,  ‘’ Neyin  doğru  olduğu  konusunda  sana  verilen  bilgiden  bana  da  öğretmen  için  senin  peşinden  gelebilir  miyim? ‘’  dedi.  Adam;  ‘’ Sen  benimle  birlikteyken  olacak  olanlara  katlanamazsın,  sen  benimle  birlikteliğe  asla  sabredemezsin. ‘’  dedi.  ‘’ Çünkü    yüzünü  kavrayamadığın  bir  şeye  nasıl  sabredebilirsin? ‘’ Musa,  ‘’ İnşallah / Allah  dilerse,  beni  sabırlı  biri  olarak  bulacaksın  ve  ben  hiç  bir  konuda  sana  uyumsuzluk  göstermeyeceğim.  Hiç  bir  işte  sana  karşı  gelmeyeceğim. ‘’  dedi.  O  da  şöyle  dedi; ‘’ Pekala,  o  halde  eğer  benim  peşimden  geleceksen  yapacağım  şeyler  hakkında,  bu  hususta  ben  sana  bir  açıklamada  bulununcaya  kadar  bana  hiç  bir  şey  sormayacaksın. ‘’
            İkisi  böylece  yola  koyuldular,  sonunda  bir  kıyıya  vardılar  ve  onları  karşı  kıyıya  taşıyan  tekneden  inecekleri  zaman,  bilge  kişi  teknede  bir  delik  açtı.  Musa  bunu  görünce ‘’İçindekileri  boğmak  için  mi  onu  deldin?  Doğrusu  çok  vahim,  şaşılacak  bir  şey  yaptın! ‘’  diye  çıkıştı.
            Adam,  ‘’ Ben  sana,  benimle  beraberliğe  asla  katlanamayacağını  söylememiş  miydim? ‘’  dedi.  Musa,  ‘’ Kendimi  kaybettiğim /  unuttuğum  için  beni  paylama  ve  beni  yaptığım  işten  dolayı  zora  koşma,  güçlük  çıkarma. ‘’  dedi.  Yine  yola  koyuldular.  Nihayet  bir  erkek  çocuğuyla  karşılaştıklarında  adam  hemen  onu   öldürdü.  Musa  bunu  görünce; ‘’ Bir  başka  cana  karşılık  olmaksızın  masum  bir  cana  kıydın,  öyle  mi?  Gerçekten  çok  korkunç  bir    yaptın  sen! ‘’ diye  çıkıştı.  Adam,  ‘’ Ben  sana,  benimle  beraberliğe  asla  katlanamayacağını  söylememiş  miydim? ‘’  dedi.  Musa,  ‘’ Bundan  böyle  sana  bir  şey  hakkında  soru  sorarsam  artık  benimle  arkadaşlık    yapmazsın.  Çünkü  artık  benden  yana  yeterince  özür  işittin. ‘’  dedi.
            Bunun  üzerine  yeniden  yola  koyuldular.  Derken,  bir  kasaba  halkıyla  karşılaştılar.  Onlardan  yiyecek  bir  şey  istediler,  ama  bu  ahali  onlara  konukseverce  davranmaya  hiç  yanaşmadı.  Derken,  orada  yıkılmaya  yüz  tutmuş  bir  duvar  gördüler.  Adam,  hemen  o  duvarı onarıverdi.  Musa  bunu  görünce;  ‘’ Eğer  dileseydin,  hiç  değilse  yaptığın  bu    için  bir  ücret  alabilirdin. ‘’  dedi.  Adam,  ‘’ İşte  böylece  seninle  yol  ayrımına  gelmiş  olduk.’’  dedi.  ‘’ Şimdi  sana,  sabır  gösteremediğin  bütün  o  olayların    yüzünü  anlatacağım.’’
            ‘’ O  tekne,  geçimini  denizden  sağlayan  yoksul  insanlara  aitti.  Ona  hasar  vermek  istedim,  çünkü  peşlerinde  her  sağlam  tekneye  zorla  el  koyan  bir  hükümdar  olduğunu  biliyordum.  O  genç  adam  da,  ki  anası  babası  mümin  kimselerdi,  taşkınlıkları  ve  inkarcı  eğilimleriyle  onlara  çok  derin  acılar  vereceği,  onları  azgınlığa  ve  küfre  sürükleyebileceği  yolunda  kaygı  verici  belirtiler  görmüştük.  Onu  öldürürken  Rablerinin  o  ana-babaya  onun  yerine  ondan  daha  temiz  karakterli  ve  merhamette  ondan  daha  ileri  başka  bir  çocuk  vermesini  istedik.  Ve  duvara  gelince,  duvar  o  kasabada  yaşayan  iki  yetim  oğlan  çocuğuna  aitti  ve  altında  ( hukuken )  onların  olan  bir  hazine  gömülüydü. Onların  babası  dürüst  ve  erdemli  biriydi,  bunun  içindir  ki,  Rabbin  onların  ergenlik  çağına  eriştiklerinde  o  hazineyi  Rabbinden  bir  bağış  olarak  kazıp  çıkarmalarını  irade  etti.  Ben  bütün  bunları  kendiliğimden,  kendi  görüşüme  göre  yapmadım.  İşte  senin  sabır  göstermediğin  bu  olayların  gerçek  anlamı /    yüzü  budur. ‘’ 
            Bu  bir  sayfalık  kıssadan  bir  kitaplık  hisse  çıkartmış  Nilüfer  Dinç.  Onun  bu  kitabından  bazı  şeyleri  çıkararak,  bazı  şeyleri  de  ekleyerek   kendi  görüşlerime  daha  yakın  bir  yazı  çıkarmaya  çalışacağım.
            Bir  rivayete  göre  Hz.  Musa,  bir  keresinde,  insanların  en  bilgesi  olduğunu  iddia  ettiği  için  Allah  tarafından  azarlanmış  ve  kendisine  vahiy  yoluyla,  ‘’ iki  denizin  birleştiği  yerde ‘’  yaşayan  bir  Allah  kulunun  kendisinden  daha  bilge  olduğu  bildirilmişti.  Hz. Musa  bu  adamı  bulmak  yönünde  ısrarlı  bir  istek  gösterince,  Allah  da  ona  bir  sepete  balık  koymasını  ve  balık  kayboluncaya  kadar  yoluna  devam  etmesini   emretti.  Balığın  kaybolması  amaca  erişildiğinin    işareti  olacaktı.  Şüphe  yok  ki   bu  rivayet,  bizim  Kur’an  kıssamıza  temsili  bir  giriş  niteliğindedir.  Hem  Kur’an’da,  hem  de  rivayetlerde  geçen  bu  balık  imajı,  mümkündür  ki,  mutlak  bilgiyi,  yahut  ebedi  hayatı  simgeleyen  eski  bir  dini  sembol  olsa  gerektir.  İki  denizin  birleştiği yer  ifadesine  gelince  iki  denizin  iki  tür  bilgi  kaynağını  ya  da  bilgi  akışını  yani  harici  olay  ve  olgulara  ilişkin  gözlem  ve  muhakemeler  yoluyla  elde  edilen  zahiri  bilgi  ( duyularla  algılanan,  akıl  ve  muhakemeyle  varılan  bilgi )  ile  mistik  sezgi  ve  müşahedeler  yoluyla  elde  edilen  batıni  bilgiyi,  yani  görünmeyen  gizli  bilgi,  açığa  çıkması  için  özel  bir  eğitim  ve  sabrı  gerektiren  bilgiyi  simgelediği  söylenebilir.  Bu  görüşe  göre  Hz.  Musa’nın  arayışının  gerçek  amacı  bu iki  tür  bilginin  buluştuğu  sınıra  varmaktan  ibarettir.  Gerçekten  de  ölü  balığın  dirilip  kaçtığı,  can  veren  bu  yeri  coğrafi  bir  mekan  olarak  kabul  etmek  ne  derece  yeterli  olur?  Orası  insanın  daralmış  şuurunun  ötesine  çıktığı,  diğer  anlamda  yeniden  doğduğu  özel  idrak  alanıdır.
            ‘’ Gördün  mü!  Kayaya  sığındığımız  sırada  balığı  unutmuşum.’’  Kaya,  taş  sembolü  Kur’an’da  başka  yerlerde  de  kullanılmıştır.  ‘’ Sonra  bunun  ardından  kalpleriniz  yine  katılaştı,  taş  gibi  hatta  daha  katı  oldu.  Çünkü  taş  vardır  ki,  içinden  ırmaklar  fışkırır.  Taş  vardır  ki  yarılır  da  içinden  sular  çıkar.  Taş  da  vardır  ki,  Allah  korkusuyla  yerinden  kopup  düşer.  Allah  yaptıklarınızdan hiç  bir  zaman  habersiz  değildir.’’  Bakara  suresi  74.  Ayet.  Onların  bu  sembolik  balığı  unutmaları,  muhtemelen,  insanın  sık  sık  bilgi  ve  hayatın  nihai  kaynağının  Allah  olduğu  gerçeğini  unutmasını,  yani  kalplerinin  taşlaşmasını  ifade  eden  bir  ima  olması  muhtemeldir. 
            ‘’  Oradan  uzaklaştıklarında  Musa  beraberindeki  gence  ‘ öğlen  yemeğimizi  getir,  bu  yolculuğumuzdan  dolayı  çok  yorgun  düştük ‘  dedi.’’  Hz.  Musa  aradıkları  yeri  geçtikten  sonra  yorgunluk  duyar.  Aradıkları  yeri  geçmelerinin  ardından  Hz.  Musa’nın  yorgunluk  hissetmesi,  fiziksel  yorgunluğun  ve  açlığın  ötesinde  bir  durumdur.  Hz.  Muhammed,  ‘’ Hz.  Musa,  kendisine  emredilen  yeri  geçinceye  kadar  sıkıntıya  düşmemişti. ‘’  açıklamasında  bulunmuştur.  Burada  gözden  kaçırılmaması  gereken  iki  nokta  var.   Birincisi,  planın  dışına  çıkıldığında  yaşanan  ruhsal  ıstıraptır.  Acı  ve  ıstırabın  insanın  uyanmasına,  farkındalığa  ulaşmasına  yönelik  fonksiyonunu  düşünürsek,  Hz.  Musa  da  ancak  yorgunluk  ve  açlığının  yönlendirmesiyle  daha  önce  fark  etmediği  noktaya  geri  döner.  Hakikat  yolunda  ilerlerken  yolun  üstündeki  taşlar,  engeller  planın  dışına  çıkmış  olduğunu  fark  etmeyen  arayış  yolundaki  kişiye  bir  uyaran,  diğer  anlamda  bir  yol  gösterendir. 
            Unutmamak  gerekir  ki,  insana  taşıyabileceğinden  daha  ağır  bir  yük  verilmemiştir.  ‘’ Allah  hiç  kimseye  taşıyabileceğinden  daha  fazlasını  yüklemez.’’ Bakara  Suresi  286.  Ayet.  Hiçbir  varlığın planını  altüst  edici  nitelikte  bir  ıstırapla  karşılaşmayacağı,  bunu  karşılayabilecek  bir  içsel  gücün  herkeste  mevcut  olduğu  bilgisini  hatırdan  çıkarmamak  gerekir.  Hz.  Musa  da  ufak  bir  uyaranla  planın  dışına  çıktığını  fark  eder  ve  geri  döner.  Planın  dışına  çıkışın  sonucu  hissedilen  yorgunluk,  fiziksel  bir  uyaran  olarak  değerlendirilebileceği  gibi,  ruhsal  bir  sıkıntı  olarak  da  yorumlanabilir.  Buna  göre  ikinci yorum  da  zahiri  bilgiyle  hareket  eden  Hz.  Musa’nın,  batıni  bilgiyle  karşılaştığında  yaşadığı  sıkıntı  ve  yorgunluktur.  Şeriat  bilgisiyle  batıni  yolda  ilerlemek  mümkün  değildir.  Allah’tan  gelen  aracısız  bir  akış  olan  bu  bilgiyle  bütünleşmek  özel  bir  yetenek  ve  çabayı  gerektirir. 
            ‘’ Doğrusu  onu  sana  söylememi  bana  ancak  şeytan  unutturdu.’’  Şeytan  dünya  üzerindeki  negatif  tesir  planlarını  ifade  eder.  İnsanın  kendisinin  yarattığı  negatif  düşünce  formları  da  buna  dahildir.  Negatif  düşünceler  yoğunlaştığında  bunlar  adeta  bir  varlık  gibi  insan  üzerinde  etkileşimde  bulunur.  Yuşa’nın  ifadesinde  görüldüğü  gibi  şeytanın  Allah’ın  iradesi  içerisinde  kalarak,  insanı  aldatma,  yanılgıya  düşürme,  geriletme,  unutturma  gibi  fonksiyonları   bulunur.  Şeytanın  bu  fonksiyonları  Kur’an’da  pek  çok  kereler  ifade  edilmiştir.  ‘’ Şayet  şeytan  sana  unutturursa,  hatırladıktan  sonra  kalk,  o  zalimler  grubu  ile  beraber  oturma. ‘’  En’am  Suresi  68.  Ayet.  Şeytanın  gücü  sınırlı   olmasına  rağmen  ( Şüphesiz  şeytanın  hilesi  zayıftır.  Nisa  Suresi   76.  Ayet )  insan  sahip  olduğu  ilahiliği  unuttuğunda  onun  tesiri  altına  girer.  Şeytanın  insana  yolu  şaşırtması,  baştan  çıkarması,  unutuşa  sürüklemesi  ve  insanı  düştüğü  gaflet  anında  etkisine  alması  bir  aradadır.  Bu  olayda  da  şeytan  Musa  peygamberin  batıni  bilgiye  ulaşmasını  engellemek  için  yanındaki  kişinin  unutmasını  sağlamış,  gerçeği  arayışlarına  engel  olmak  istemiştir.  İnsanın  unutan  bir  varlık olduğu  Kur’an’da  pek  çok  kez  dile  getirilmiştir.  Burada  unutulan  şeyin  balık  olması  da  dikkate  değerdir.
            İnsan  özü  itibariyle  ezelden  sahip  olduğu  bilgiyi  dünyaya  gelirken  bedenleşmeyle  beraber  yaşadığı  daralmanın  sonucu  unutmuştur.  Ancak  varlığının  derinliklerinde  bu  bilgi  ( balık )  gömülüdür.  İki  denizin  birleştiği  yere  varınca  yani  özüyle  bağlantı  kurunca  bu  bilgi  canlanır.  Birey,  hakikatle  temas  etmeye,  aslına  kavuşmaya  niyet  ettiğinde  o  kapı  açılır,  balık  suya  giden  yolu  bulur.  Görünenin  bilgisi,  akıl  yürütmeyle  elde  edilebilen    bilgi  insanı  ancak  bir  yere  kadar  getirebilir,  oradan  sonra  ölü  balık  gibi  insanı  diriltecek  ( uyandıracak )  mana  denizine  girmek  gerekir.  Kur’an’da  bir  çok  yerde  aklın  önemi  vurgulanır,  yola  akılla,  muhakemeyle  irtibatlı  zahiri  bilgiyle  çıkılır.  Yolun  başlangıcı  gösterilir   ancak  aklı,  bilgiyi  kullanmak  gelişim  yolunda  ne  kadar  gerekliyse  de  sıra  deneyüstü  ( müteal )  olana  geldiğinde  yetersiz  kalacağı  aşikardır.  Mevlana  bu  hakikati  çok  güzel  dile  getirmiştir:  ‘’ At  ve  üzengi,  deniz  kıyısına  kadar  gider.  Ondan  sonra  tahtadan  at  gerek.  Aklın  seni  padişah  ( Allah )  kapısına  getirinceye  kadar  iyidir,  aranır  ve  istenir.  Fakat,  kapıya  geldiğin  zaman  sen  onu  boşa.  Çünkü,  o  artık  senin  için  zararlıdır.  Yolunu  keser.  O’na  ulaşınca  kendini  bırak,  artık  senin  nedenle,  niçin  ile  ilgin  kalmamıştır.’’
            Musa,  ‘’ İşte  aradığımız  bu  idi.’’  dedi. ‘’ Bunun  üzerine  tekrar  izlerini  takip  ederek  gerisin  geri  döndüler.’’
           Aradıkları  yeri  geçtiklerinin  farkına  vardıktan  sonra  izleri  takip  ederek  geri   dönmeleri  yolculuklarında  bir  iz  bırakarak  ilerlediklerinin  ifadesidir.  İz  bırakmak  hakikat  yolundaki  sonsuz  yolculukta  yolu  kaybetmemenin  anahtarıdır.  Sonsuz  yolculukta  her  iz,  bir  sonrakine  ışık  tutmuş,  yolunu  kaybedenlere,  yeniden  başlamak  isteyenlere  bir  adım  olmuştur.  Bu  sebeple  kendini  bilme,  hakikat  yolunda  daha  öncekilerin  bıraktıkları  izler  hem  yolun  seyrini,  bulunduğu  aşamayı  takip  edebilme  hem  de  her  şeyi  en  başından  deneyimleyerek  ilerlemek   yerine  bu  yolda  yürüyenlerin,  yol  açıcıların  bilgi  ve  tecrübelerinden  yararlanmak  açısından  çok  değerlidir.
            ‘’ Samiri  onlar  için,  böğürmesi  olan  bir  buzağı  heykeli  çıkardı.  Dediler  ki; ‘ Bu  hem  sizin  hem  de  Musa’nın  tanrısıdır.  Ama  Musa  unuttu.’’  Musa  dedi:  ‘’ Senin  derdin  neydi  ey  Samiri? ‘’ Samiri  dedi:  ‘’ Onların  görmediklerini  gördüm.  Resul’ün  izinden  bir  avuç  avuçladım  da  onu  attım.  Nefsim  bana  böylesini  hoş  gösterdi. ‘’  (  Taha  Suresi  88.95.96.  Ayetler )  ‘’ Resulün  izinden  bir  avuç ‘’  yani  öğretisinden  bir  tutam,  ya  da,  onun  bir  kısmını  aldım  ve  onu  öğretisinin  muhtevasından  çıkarıp  attım.  Samirinin  Hz.  Musa’nın  öğretisinden  bir  kısmını  reddetmesi,  ya  da  sadece  bir  kısmını  kabul  etmesi,  Samirinin  putperestliğe  ve  Allah’tan  başka  nesnelere  ya  da  varlıklara  tanrısal  nitelikler  yakıştırmaya  ilişkin  eğilimlerini  açığa  vurmaktadır.
            ‘’ Derken  kullarımızdan  bir  kul  buldular  ki,  biz  ona  katımızdan  bir  rahmet  vermiş,  kendisine  tarafımızdan  bir  ilim  öğretmiştik. ‘’  Kur’an,  Musa  peygamberin  buluştuğu  kulun  adını  açıklamamış  ‘’ kullarımızdan  bir  kul ‘’  ifadesini  kullanmıştır.  Hadislerde  bu  esrarlı  bilge  kişiden  ‘’Yeşil  Adam ‘’  anlamında  ‘’ el-Hazir  ya  da  el-Hızr ‘’  olarak  bahsedilmektedir.  Bu,  öyle  görünüyor  ki  bir  isimden  çok  bir  sıfat,  bir  lakaptır  ve  bir  kişiye  izafe  edilen  bilgi  ve  hikmetin  her  zaman  yeni,  her  zaman  geçerli  olduğunu  ifade  etmektedir.  Bu  husus,  bizim  bu  kişinin  şahsında,  insan  için  varılması  mümkün  derinlikte  kavrayış  ve  tecrübenin  son  derece  derin  olduğunu  simgeleyen  temsili  bir  kişilik  ile  karşı  karşıya  olduğumuzu  teyit  etmektedir.  Kullarımızdan  bir  kul  ifadesi,  bu  derin  bilgiye  vakıf  varlıkların  sayısının  bir  hayli  olduğuna  işaret  etmektedir  Buna  göre  her  devirde  her  zaman  bu  özel  bilgi  ile  donatılmış  varlıklar  hakikat  arayışçılarına  rehber  olmuştur.  Ayrıca  isim  verilmemiş  olması  da  bu  kişiden  ziyade  sıfatın  öne  çıkmasının  istendiğinin  göstergesidir.  Hızır’ın  yaptığı  hareketlerin  nedenlerini  açıkladıktan  sonra  ‘’ Bunları  ben  kendi  görüşüme  göre  yapmadım ‘’  sözü  de  göksel  bağını  ifade  eder.  Bu  kişinin  kimliğinin  saklı  tutulmasının  diğer  bir  nedeni  de  bunun,  peygamberlerin  getirdiği  gibi  herkese  açık  ve  davet  eden  bir  bilgi  değil  sadece  bu  konuda  arayışı  olan  kimselere  yönelik  olmasıdır. 
            Musa  ona,  ‘’ Sana  öğretilen  bilgilerden  bana,  doğruya  iletici  bir  bilgi  öğretmen  için  sana  tabi  olayım  mı ? ‘’  dedi.
            Peygamberlik  en  üst  makam  kabul  edilirken  nasıl  olur  da  bir  kul  ona  ilim  öğretebilir?  Ama  aslında  bir  peygamberin  bile  bilgi  arayışını  bırakmaması  insanlara  verilebilecek  en  önemli  mesajlardan  biridir.  İnsanın  sahip  olduğu  bilginin  her  zaman  bir  üstünün  var  olacağı  Kur’an’da  açıkça  dile  getirilmiştir.  ‘’ Biz  dilediğimiz  kimsenin  derecelerini  yükseltiriz.  Her  ilim  sahibinin  üstünde  daha  iyi  bir  bilen  vardır. ‘’ (  Yusuf  Suresi  76.  Ayet )
            Başı  sonu  olmayan  bilgiye  tümüyle  erişmeyi  beklemenin  bir  hayalden  öteye  gitmeyeceği  açıktır.  Kıssada  buna  sahip  olmak  için  peygamberliğin  de  yetmeyebileceği  vurgulanmıştır.  Her  şeyin  olduğu  gibi  bilginin  de  tekamül  yolunda  pozitif  yönü  olduğu  gibi  negatif  yönü  de  vardır.  Burada  kastedilen  bilgi,  sadece  bir  bilgi  hamallığı  yaratan  bilgi  değildir.  Bu  uykuyu  daha  da  derinleştirir.  Sadece  uygulanan  bilgi  bir  şuur  genişlemesine  sebep  olabilir.  Yalnızca  zihinsel  bir  doyuma  ulaştıran  bilgi,  teoride  kalmış  olmanın  ötesinde  varlığa  da  bir  zaman  sonra  yük  olacaktır.  O  yüzden  derece  derece  ilerlemenin  önemi  burada  karşımıza  çıkar.  Bilgiyi  sindire  sindire,  hayatın  içinde  yaşayarak  ilerlemeyle  ancak  bir  üst  idrak  alanına  çıkmak  mümkün  olabilir.  Derece  derece  ilerleme,  varlığın  aldığı  bilgilerin  uygulamasını  yapabilmek  için  gerekli  sentez  ve  analiz  zamanını  sağlayan  bir  yasadır.  İster  edinim  yoluyla  olsun,  ister  içimizin  derinliklerinden  farkındalık  alanımıza  taşan  bir  ilham,  sezgi  olsun  her  türlü  bilgi  ve  anlayışın  yolculuğunda  kısa  bir  dinlenme  yeri  olduğunu  unutmamak  gerekir.  Bilginin  sonsuzluğunun  diğer  bir  yönü  de  batıni – zahiri  mananın  varolmasıdır.  Batıni  mananın  varlığı  zahirinin  değerini  azaltmayacağı  gibi  bunlar  durum  ve  zamana  göre  de  yer  değiştirir.  İnsanın  tekamülüyle  birlikte  her  devrin  zahiri  manasının  çapı  da  artacaktır.  Aynı  zamanda  bir  batini  mana  daha  derin  bir  anlayışa  ulaşmış  bir  kişi  için  zahiri  olacaktır.  İbrahim  Halveti  bu  konuyu  özetleyen  şöyle  bir  benzetme  yapmıştır:  ‘’ Elimize  aldığımız  soğanın  dışındaki  kabuk  zahir,  onun  altındaki  batındır.  Üst  kabuğu  soyduğumuzda  onun  altındaki  zahir  olacak,  batın  vasfı  daha  da  alttaki  kabuğa  intikal  edecektir.  Bu  hal,  soymayı  devam  ettiğimiz  sürece  uzar  gider. ‘’  işte  kainattaki  zahir – batın  olayı  da  böylesine  izafi  bir  karakter  taşır. 
            Diğer  önemli  bir  nokta  da  bu  kulun  Musa  peygamber  dahil  hiç  kimse  tarafından  bilinmemesidir.  Bilginin  kimde  olduğu  görünüşe,  zamana,  mekana  göre  değerlendirildiğinde  yanıltıcı  olabileceği  çok  açıktır.  Musa  peygamberin  Hızır’dan  haberi  ancak  bir  soru  neticesinde  olmuştur.  Ama  Hızır’ın  Hz.  Musa’dan  haberi  vardır.  Yukarının  eli  her  zaman  yeryüzündedir,  ancak  Yukarısı  perdeyi  kaldırmalıdır  ki  Hz.  Musa’nın  haberi  olsun. 
            Adam  şöyle  dedi;  ‘’ Doğrusu  sen  benimle  beraberliğe  asla  sabredemezsin.  İç  yüzünü  kavrayamadığın  bir  şeye  nasıl  sabredebilirsin? ‘’
            Sabır,  kelime  anlamı  olarak  haksız  ve  üzücü  bir  duruma  karşı  tahammül  gösterme  ya  da  bir  şeyin  olmasını  telaş  göstermeden  bekleme  demektir.  Ancak   burada  Hz.  Musa’dan  kelime  anlamının  ötesinde  bir  sabır  beklendiğini  görüyoruz.  Sabır  gösterebilmek  için  anlayabilme,  onaylayabilme  ihtiyacı  hissediyor  Hz.  Musa.  Oysa  burada  asla  anlaşılamayan  hatta  mantık  dışı,  etik  olmayan  şeylere  karşı  bir  sabır  gösterilmesi  bekleniyor.  Sabır  bir  dış  baskıya  karşı  tevekkül  diyebileceğimiz  bir  duruştur.  En  basit  ifadeyle  bize  acı,  kötü,  adaletsiz  gelenin  bir  üst  plandaki  görünümünün  bambaşka  olduğu  bilgisine  vakıf  olmayı  gerektirir.  Basit bir  teslim  oluş  ya  da  kadere  razı  oluştan  öte  şuurlu  bir  sabırla  yürümesi  gerekiyor  Hz.  Musa’nın.
            Sabrın  ancak  insan  nefsinin  üstüne  çıkabildiği  noktada  mümkün  olabileceği,  Kur’an’da  da  dile  getirilmiştir.  ‘’  Şüphesiz  insan  çok  hırslı  ve  sabırsız  olarak  yaratılmıştır.’’ ( Mearic  Suresi  19.  Ayet )  Sabrın  sadece  bir  dayanma  gücü,  bağrına  taş  basma  ya  da  oluruna  bırakma  olmadığının  diğer  bir  ifadesi  de  de  Enfal  Suresi  66.  Ayette  karşımıza  çıkar; ‘‘Allah  sabredenlerle  beraberdir.’’ Yaratılışından  dolayı  sabırsız  olan  insan  ancak  bilgiyle,  kendi  üzerinde  çalışmasıyla,  hakikati  arayışla  buna  ulaşabilir  ve  ‘’ Allah’ın  onunla  beraber  olması ‘’  bu  yolda  ruhsal  yardımın  yanında  olacağını  ifade  eder.
            Hz.  Musa  da  algı  ve  tasavvurunun  ötesindeki  olguları  tam  anlamıyla  kavrayamaz  ve  nefsine  hakimiyetini  kaybederek  sabırsızlık  gösterir.  Razi’ye  göre  Hz.  Musa  gibi  bir  peygamberin  bile  eşyanın  nihai  gerçeğini  bütünüyle  kavrayamadığına  ve  daha  genel  bir  ifadeyle,  insanın  olağan  koşullarda  daha  önce  tecrübe  ve  müşahede  etmediği  türden  bir  olguyla  karşılaştığında  içine  düştüğü  itidal  ve  kavrayış  eksikliğine  işaret  edilmektedir.  ‘’ Tecrübe  olarak  kuşatamayacağın,    yüzünü  kavrayamayacağın  şeye  nasıl  sabredebilirsin? ‘’  ayeti,  Hz.  Musa’nın  sonraki  tecrübelerinden  de  anlaşılacağı  gibi  görünüşle  gerçekliğin  her  zaman  çakışmadığını  ima  etmekte  ve  bunun  da  ötesinde  ince  bir  üslupla,  insanın  kendi  entelektüel  / zihni  tecrübelerinde  en  azından  öğeleri,  unsurları  itibarıyla,  bir  eşdeğeri,  bir  karşılığı  olmayan  şeyleri  bütün  gerçeğiyle  hiç  bir  zaman  kavrayamayacağı,  gözünde  canlandıramayacağı  yolundaki  derin  gerçeği  dile  getirmektedir.  Kur’an’ın  insanın  algı  ve  tasavvur  alanının  ötesinde  kalan  hususlarda  (gayb) mesajını  mecaz  ve  temsillerle  ifade  etmesi  de  bu  yüzdendir.
            Hızır  yolculuğun  sonunda  kötü  görünen  hareketlerinin  arkasındaki  gerçeği  açıklar  ancak  bunu  yaparken  yine  zahiri  anlamı  kullanır.  Buradan  hareketle  yolculukta  Hızır’ın  kötü  görünen  şeyleri  iyiye  çevirdiği  ya  da  sonuçları  kötü  olacağı  için  olaylara  müdahale  ettiği  yönünde  değerlendirmek  doyurucu  bir  açıklama  olabilir  mi?  En  vurucu  öğe  gibi  görünen,  genci  öldürmesine  gerekçe  olarak  ileride   ailesine  yaşatacağı  sıkıntıların  önüne  geçme  açıklaması  ele  alındığında,  bir  bakış  açısıyla  Hızır’ın  hata  düzelttiğini  düşünmemiz  gerekir.  Buradan  da  o  çocuğun  hiç  dünyaya  gelmemesinin  daha  doğru  olacağı  itirazı  çıkar  ki,  bu  da  bu  bakış  açısının  doğal  sonucudur.  O  zaman  bunun  üzerinde  biraz  daha  düşünmek  gerekir.
            Hızır  sadece  kritik  anlarda,  olağanüstü  durumlarda  ortaya  çıkıp  olaylara  müdahale  etmiyor.  O  bir  ilkeyi,  evrensel  bir  yasayı  temsil  ediyor.  Hızır  aslında  dünyadaki  işlerin  nasıl  ve  niye  meydana  geldiğinin  küçük  bir  örneklemesini  yaşatıyor  Hz.  Musa’ya.  Bu  her  zaman  fiziksel  bir  bedenle  ortaya  çıkıp  olayların  gidişatına  müdahale  değil,  bizzat  olayların  oluş  yöntemidir.  Yani  o  bizim  iyi,  kötü,  mutluluk,  ıstırap  veren  diye  olayların  içine  gömüldüğümüz,  sadece  akıl,  duygu,  ahlak  çerçevesinden  baktığımız  şeylerin  arka  planından  küçük  bir  kesit  sunarak  yasanın  nasıl  işlediğini  anlatır  bizlere.  Burada  başka  önemli  bir  noktayı  da  dikkate  almak  gerekir.  İyi – kötü,  ıstırap – mutluluk  şeklinde  değerlendirdiğimiz  olguların  bir  mizansenden  ibaret  olduğu  gerçeği.  Aslında  Hz.  Musa’dan  beklenen  Hızır’ın  sahip  olduğu  bir  sebep – sonuç  ilişkisi  bilgisine  erişmesi  değildir.
            O  da  şöyle  dedi;  ‘’ O  halde  eğer  bana  tabi  olacaksan  ben  sana   söylemedikçe  hiç  bir  şey  hakkında  bana  soru  sormayacaksın. ‘’
            Bilgiye  ulaşmanın,  öğrenmenin  yolu  öncelikle  soru  sormaktan  geçtiği  halde  Hızır,  ilmini  öğretmek  için  Hz.  Musa’ya  ‘’ soru  sormaması ‘’  şartını  koşar. Hz.  Musa  burada  öğrenme  yolundaki  önemli  derslerden  biriyle  karşılaşır.  Allah  ve  Allah’ın  ilmi  ile  ilgili  olan  bilgi  salt  akılla  öğrenilen  bir  bilgi  olmadığı  için,  soru  sormak,  irdelemek  hakikatten  uzaklaştıracaktır.  Bu  bilgi  bizzat  hayat  yolculuğu  içinde  sabırla,  yaşayarak  öğrenilmesi  gereken  bir  bilgidir.  Hızır’ın  ben  sana  açıklayıncaya  kadar  sorma  diyerek  Musa  Peygambere  sabrı  telkin  etmesi,  zihinle,  akılla  kavranamayacak  bu  bilgiyi  ancak  yaşayarak  öğrenebilmesi  için  bir  zamana  ihtiyacı  olduğunu  da  ifade  eder. Bilginin  hazmedilmesi  için  zamana  ihtiyaç  vardır.  Bu  suretle  zihnin  tek  düze,  sıradan  yorumlardan  kaçınması  gerekir.  Zihni  çıkarımlar,  yargılarda  bulunmak,  felsefi  tartışmalarla  oyalanmak  en  büyük  engellerdendir.  Bilgi  ve  farkındalığın  çok  ötesine  geçilmesi  durumlarında  bu  duruma  uyum  sağlanamayabilir  ve  bu  da  öğretim  sürecinin  sonlanmasına  neden  olur.  Hızır  ile  Musa  peygamberin  ayrılması  da  bu  nedenle  meydana  gelmiştir.  Zamansız  verilen  bilgi  yarardan  çok  zarar  getirebilir,  hakikat  yolunun  başındaki  biri  için  sarsıcı,  belki  de  yoldan  çıkarıcı  mahiyette  bir  deneyim  olabilir.
             O  genç  adamda,  ki  anası  babası  mümin  kimselerdi,  taşkınlıkları  ve  inkarcı  eğilimleriyle  onlara  çok  derin  acılar  vereceği  yolunda  kaygı  verici  belirtiler  görmüştük.  Onu  öldürürken  Rablerinin  o  ana-babaya  onun  yerine  ondan  daha  temiz  karakterli  ve  merhamette   ondan  daha  ileri  başka  bir  çocuk  vermesini  istedik. Ben  bütün  bunları  kendiliğimden  yapmadım.’’
            Yani  oğlan  günahsız  değildi,  anasını-babasını  da  inkar  ve  azgınlığın  kuşatması  altına  almak  üzere  idi.  Bilge  kişinin  ifade  ettiği  kaygı  verici  belirtiler  yoluyla  yahut    sezgi  yoluyla  varılmış  pozitif  bilgiyle    anlamlıdır.  Oğlan  inkar  ve  azgınlığa  öyle  eğilimli  idi  ki,  sağ  kalırsa  ileride  ana  babasını  da  azıtacak,  onları  da  inkara  sevk  edecek  idi.  Halbuki  o  ana  babanın  imanlarındaki  içtenliği  Allah  tarafından  böyle  bir  kötülükten  korunmaya  layık  ve  onun  çocuk  iken  ölmesi  hepsi  hakkında  hayırlı  idi.  Hem  oğlanın  yüzünden  görecekleri  kötülükten  kurtulacaklar,  hem  de  onun  ölümüyle  duyacakları  acıya  karşılık,  daha  sevimli  bir  çocuk  elde  edebileceklerdi.  Ancak  bu  olayda  dikkate  değer  başka  noktaların  da  olması  gerekir.  Oğlanın  inkar  ve  azgınlığı,  nihayet  gelecekte  olacak  bir  gerçektir.  Bilge,  onun  o  zamandaki  ve  gelecekteki  bütün  gizliliklerini    ve  sırlarını  bilmiş  de  olsa,  bir  çocuk  şöyle  dursun,  aklen  olgunlaşmış  bir  insanı  bile,  ileride  yapacağı  şeyden  dolayı  öldürmek  kuşku  yok  ki  dine  aykırıdır. Hz.  Ömer,  Mugire’nin  kölesini  görünce  ‘’ Bu  beni  öldürecek ‘’ demiş,  kendisinin  katili  olacağını  bilmiş  idi.  ‘’ Öyle  ise  niçin  bırakıyorsun  ey  müminlerin   başkanı? ‘’  dediklerinde  ‘’ Ne  yapayım,  henüz  bir  şey  yapmamıştır  ve  dine  göre  sırf  kalbindeki,  aklındaki  bir  düşünceden  dolayı  hesaba  çekilip  cezalandırılamaz.‘’ dedi  ve  dediği  gibi  ertesi  gün  şehit  oldu.  Şu  halde  Bilgenin  öldürdüğü  kişi  hakkındaki  hüküm  ,  hakikat  ve  din  arasında  bir  ayrılık  noktası  oluşturmaz  mı ?  Ve  Hz.  Musa  bu  yorumu  nasıl  yeterli  bulur?
            Dinin  gerçeği  Allah’ın  emirleridir.  Bilge  bunu  kendiliğinden  değil,  Allah’ın  emriyle  yaptığını  söylemiş,  Hz.  Musa’nın  o  yoruma  karşı  çıkmamasına  da  neden  bu  olmuştur. Çünkü  bu  şekilde  bilge  özel  durumlar  için  özel  ilahi  bir  yasa  ile  görevli  olduğunu  anlatmış  demektir.  Dolayısıyla   o  çocuk  hakkında  uyguladığı  öldürme  hükmü,  genel  kurallara  ters  olmakla  birlikte,  özel  bir  yol  olmuş  olur.  Üç   olaydan  üçü  de,  bilgenin  hem  bilgi  tarzında,  hem  eylem  tarzında  başka  bir  özellik  göstermektedir.  Bilge  açısından  bakıldığı  zaman,  onun  bilgisinin  varlıkların  arka  planını  gören,  gelecekteki  kaderini  ve  geçmişteki  gizliliklerini,  görünen  durumu  gibi  bilivermekte  olduğu  anlaşılıyor.  Yapılan  işler  açısından  bakıldığı  zaman,  yaptığı  şeyler,  yaratılmıştan  Hakka  doğru  giden  fiiller  değil,  Yüce  Allah’tan  yaratılmışa  doğru  giden  fiillerdir.  Dolayısıyla  Hızır,  Hz.  Musa  gibi  halkı  Hakka  götürmekle  görevli  değil,  Yüce  Allah  tarafından  halka  olan  kaderlerin  uygulanmasına  görevli  demektir.  Dinen  güzel  veya  çirkin  olma  açısından  bakıldığı  zaman  bilge  kişinin  fiilleri,  göze  görünmeyen,  gizli,  kapalı  nedenlere  dayandığı  için,  dıştan  çirkin  ve  hikmetsiz  görünüyor.  Hz.  Musa,  onun  bilgisindeki  özelliği  daha  önce  Yüce  Allah’tan  haber  almış  ve  ondan  öğrenmeye  gelmişti.  Gördüğü  örnek  ise  ona  dini  ve  ameli  yönden  kendisinin  görevlerine  uymayan   ve  bununla  beraber  karşı  çıkmaya  da  hak  vermeyen  özellikler  bulunduğunu   öğrenmiş  ve  bunun  üzerine  aralarındaki  ayrılığın  normal  olduğu  anlaşılmıştır.  Demek  ki,  Hz.  Musa,  bilgisini  insanlara  bildirmek  ve açıklamakla  görevli  azim  sahibi  bir  peygamber  olduğu  halde  Bilge,  bilgisini  bildirmekle  görevli  değil,  uygulamakla  görevli  idi.  Yaptığı  her  şeyi  yüksek  bir  gerçeklik  bilincinin,  yani  onun  eşyanın  dış  görünüşünün  ötesindeki  gerçeklikle  temasını  sağlayan  ve  onu  Allah’ın  akıl  erdirilemez  planının  bilinçli  bir  parçası  haline  sokan  derinliğine  kavrayış  ve  sezginin  sevkiyle  yapmış  olduğunu  ima  ediyor.
            Kur’an’ın  ayetleriyle  konuyu  biraz  daha  açalım.  ‘’ Andolsun  ki,  Biz  kendilerinden  öncekileri  de  sınadık,  o  halde  bugün  yaşayanlarda  sınanacak  ve  elbette  Allah,  doğru  davrananları  ortaya  çıkaracak  ve  yalancıların  da  kimler  olduğunu  gösterecektir. ‘’  (  Ankebut  Suresi  3.  Ayet )  Yüce  Allah’ın  var  kılınan  bir  şeyi  bilmesi  ve,  o  şeyin  var  olduğu  zamanda  ve  önce  ve  sonra  olduğu  gibi   aynı  şekildedir.  Fakat  şunu  da  unutmamak  gerekir  ki,  burada  ‘’bilecek’’  demekten  maksat,  nedenden  söz  edip,  aslında  sonuca  dikkat  çekmektir.  İmtihan  eder  gibi,  kesin  ortaya   koyacak  ve  meydana  çıkaracak  da,  onu  ödüllendirecek  veya  ceza  verecek  demektir.  Yüce  Allah  bizi  niçin  ödüllendireceğini  veya  azap  edeceğini  biliyor  ama  biz  niçin  ödüllendirileceğimizi  veya  azaba  uğrayacağımızı  ancak  yapıp  ettiklerimiz  bize  gösterildiğinde  ahirette   öğrenebileceğiz.  Yüce  Allah’ın  imtihan  yoluyla  bilmesi,  şimdiki  zamanda  bilmesi  anlamındadır  ve  bu  yolla  O, inanma  konusunda  dürüst  olanlarla,  bu  konuda  yalancı  olanları  seçip  ayırır.  İnsanların  sevap  elde  etmeleri  ya  da  cezalandırılmaları  buna  dayanır.  Aynı  şekilde  bu  ayetin  anlamının  ‘’ Onları  ayırt  etmek  için  veya  onlara  hak  ettiklerini  vermek  için ‘’  şeklinde  olduğu  da  söylenmiştir.  Kehf  Suresi  81.  Ayette  öldürülen  kişinin  azgınlık  ve  inkar  içinde  olduğunun  bilindiği  söyleniyor.  Ankebut  Suresi  3.  Ayette  ise  iman  ettik  diyenlerin  imtihana  çekileceklerinden   bahsediliyor.  Allah  iman  etmeyip  azgınlık  ve  inkar  içinde  kalan  nice  kavimleri  yok  etmiştir.    Göklerin  ve  yerin  bütün  orduları  Allah’ındır.  Ve  Allah,  güçlüdür,  hüküm  ve  hikmet  sahibidir.  ‘’  Fetih  Suresi  7.  Ayet.  Bu  Allah’ın  hem  rahmet  orduları  hem  de azap  orduları  bulunduğuna  dikkat  çekmedir.  ‘’ Onların  her  birini  günahlarından  dolayı  hesaba  çektik.  Kiminin  tepesinde  ölümcül  fırtınalar  estirdik,  kimini  ani  bir  kasırga  yok  etti,  kimisini  yerin  dibine  geçirdik  ve  kimisi  de  suda  boğulup  gitti.  Onlara  haksızlık  yapan  Allah  değildi.  Onlar  kendi  kendilerine  haksızlık  yapıyorlardı.  ‘’  Ankebut  Suresi  40.  Ayet.  ‘’  O  zulmedenlere  gelince,  onları  Allah  katından  cezalandırıcı  bağırış  yakalayıverdi  de  kendi  evlerinde  cansız  olarak  yığılıp  kaldılar.   Sanki  daha  önce  orada  hiç  yaşamamışlar  gibi. ‘’  Hud  Suresi  67.  Ayet.  ‘’  Allah,  insanların  bazısını  bazısıyla  savuşturmamış    olsaydı  yeryüzü  fesada  uğrardı. ‘’  Bakara  Suresi  251.  Ayet.  ‘’Allah  insanları  birbirine  karşı  savunmasız  bıraksaydı,  şüphesiz  o  zaman  içlerinde    Allah’ın  isminin  çokça  anıldığı  manastırlar,  kiliseler,  havralar,  mescitler  çoktan  yıkılıp  gitmiş  olurdu  ve  muhakkak  ki  Allah,  O’nun  davasına  arka  çıkanlara  yardım  edecektir.  Çünkü  Allah,  her  şeyi  hükmü  altında  tutan  en  yüce  iktidar  sahibidir. ‘’  Hac  Suresi  40.  Ayet.
            Allah  insanları  irade  sahibi   olarak  yaratmıştır  ve  böyle  yaratması,  O’nun  rahmet  ve  kudretinin  ta  kendisidir.  Fakat  bu  iradeler  serbest  bırakılır  da  birbirleriyle  dengelenip  düzenlenmez  ve  hiç  bir  engele  rastlamazlarsa,  o  zaman  çalışma  zahmetine  katlanılmaz,  önüne  geleni  çiğnemeye  çalışır.  Savunma  ve  karşı  koyma  olmayınca  da  ölçü  ve  sınır  tanımama,  yolların  en  kestirmesi  ve  en  doğrusuymuş  gibi  oluverir.  O  zaman  da  insan  adına  bir  şey  kalmaz,  yeryüzünün  düzeni  yok  olur.  Fakat  Allah  bütün  alemlere  ve  özellikle  akıl  sahibi  varlıklar  dünyasına  eksiksiz  bir  iyilik  ve  lütuf  sahibidir.  Bundan  ötürü  bozgunculuğa  razı  olmaz.  O,  yeryüzünü  bayındır  hale  getirecek  insanları  lütuf  ve  ikramlarıyla  yaşatacak,  yüksek  konumlara  erdirecektir.  Bu  nedenle   bozgunculuğun  geleceği  yoktur,  Allah’ın  dilediği  ise  barış  ve  düzenliliktir.  Dolayısıyla  barış  ve  düzenin  bozgunculuğu  savuşturması  için,  barış  ve  hayırdan  yana  olanların,  bozgunculuk  ve  kötülükten  yana  olanları  savuşturması  gerekmektedir.  Zaten  karşı  koyma  ve  savuşturma  olgusu,  bütün  evrende  geçerli   olan  ve  doğru,  hak  bir  yasadır.
            ‘’ Mümkündür  ki  nefret  ettiğiniz  bir  şey  sizin  için  iyi  olabilir  ve  yine  mümkündür  ki  hoşlandığınız  bir  şey  sizin  için  kötü  olabilir.  Allah  bilir,  ama  siz  bilmezsiniz. ‘’  Bakara  Suresi  216.  Ayet.  Mümkündür  ki  hayrımıza  zannettiğimiz  bir  şey  zararımıza,  zararımıza  zannettiğimiz  bir  şey  de  hayrımıza  olabilir.  Hızır  fakirlerin  gemisini  kurtardı,  salih  anne  babayı  kurtardı,  yetim  çocukların   geleceğini  kurtardı.  Ama  bunların  olduğu  anlarda,  fakirler  gemilerinin  tahrip  olması  nedeniyle  çok  üzüldüler.  Bir  anne-baba  evlat  acısı  yaşadı.  Yetim  çocuklar  büyüyünceye  kadar  sıkıntı  içinde  kalmaya  devam  ettiler.
            Gündelik  hayatın  içinde  sıklıkla  kullanılan  ‘’ Her  şeyde  bir  hayır  vardır ‘’  sözü  temel  bir    gerçeğin  ifadesidir.  Hz.  Musa  ve  Bilge  Adam  kıssasından  çıkaracağımız  en  basit  gerçekliktir  bu.  Ne  kadar  karanlık  bir  tabloyla  karşılaşsak  da  aslında  evrendeki  ahenk  ve  dengenin  bozulmasına  imkan  olmadığının  bilgisidir. 
            Hz.  Musa   Hızır’a  serzenişte  bulunurken,  kendi  akıl  yürütmesiyle  iyi-kötü  çerçevesinde  olayı  ele  alır.  Hızır  ise  bilgisine  göre  hareket  eder.  Görünenin  arkasında  görünmeyen  etkilerin  olduğunun,  duyulara   güvenerek  yargılarda  bulunmanın  eksik  olduğunun  dersini  verir.  Bilgi  ile  davranışın,  vicdan  ve  sevgiyle  davranıştan  üstünlüğünü  gözler  önüne  serer. 
            Muhakkak  ki,  insan  aklımızla  bu  kıssaların  tam  olarak  açıklamasını  yapamayız.  Muhakkak  ki  dikkatimizden  kaçan  daha  bir  çok  nokta  var.  Gemiyle  bir  kıyıdan  diğerine  geçmek  ve  gemiyi  delmek,  tarihte,  gemileri  yakmak,  yani  geri  dönüşü  olmayan   yola  girmek   deyimini  hatırlatıyor.  Yıkılmak  üzere  olan  bir  duvarı  onarmak  da  bazı  bilgilerin  açığa  çıkmasının  daha  zamanı  olduğunu  işaret  ediyor  olabilir  mi  acaba? Hızır  genç  çocukla  karşılaştığında  onu  nasıl  öldürdü.  Ölümüne  sebep  olacak  bir  olay    yarattı  yoksa  bıçakla  boğazını    kesti.  Kasaba  halkından  yiyecek  istediler.  Hz.  İbrahim’in  bir  kıssasında  insan  kılığında  gelen  melekler  kendilerine  sunulan  yemekleri  yememişlerdi.  Hz.  İsa’nın  Allah’ın  oğlu  olduğu  iddiasına  Yüce  Allah  ‘’ o  ve  annesi  yemek  yiyorlardı ‘’  demiyor  muydu. Oğlan  çocuğundan  bahsederken  Hızır  onda  kaygı  verici  belirtiler  gördüm  demiyor,  görmüştük  diyor,  çoğul  konuşuyor.  Bu  kıssada  kafamızı  yormamız  gereken  daha  çok  dersler  olduğuna  inanıyorum.
           ‘’ Muhakkak  ki,  ölüm  tehlikesiyle  ve  açlıkla,  dünya  malının,  canın  ve  alın  teri  ürünlerin  kaybı  ile  sizi  sınayacağız.  Ama  zorluklara  karşı  sabredenlere  iyi  haberler  müjdele.  Onların  başına  bir  musibet  gelince,  ’ Doğrusu  biz  Allah’a  aitiz  ve  muhakkak  O’na  döneceğiz! ’  derler.  İşte  Rablerinin  nimetleri  ve  lütfu  onlar  içindir  ve  doğru  yol  üzerinde  olanlar  işte   onlardır.’’  Bakara  Suresi  155.156.157.  Ayetler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder