Allah’ın sevgisini, hoşnutluğunu kazanmak
yolunda bazı mesleklerin
çok avantajlı olduğunu
düşünmüşümdür hep. Mesela öğretmenlik,
polislik, hâkimlik, savcılık, doktorluk, belediyecilik vb. Bu ve benzeri işlerle uğraşanların hem işlerini iyi yaptıklarını, hem de Allah’ın rızasını gözettiklerini düşünün. Yüce Allah Bakara Suresi 286. Ayette diyor ki:
‘’Allah hiç kimseye taşıyabileceğinden daha
fazlasını yüklemez. Kişinin yaptığı
her iyilik kendi
lehinedir, her kötülük de
kendi aleyhine!’’ Demek ki
hepimizin taşıması gereken bir yük, yapmamız gereken
vazifelerimiz var. Ne yapıyorsak iyi yapmalıyız, doğrusunu yapmalıyız ve Allah’ın rızasını, hoşnutluğunu aramalıyız. Hz. Peygamberimize sormuşlar;
Allah’ın sevdiği kulu nasıl anlarız? Kendisini hayırla andığınız, sevdiğiniz, hiç bir kötülük yakıştıramadığınız insandır, demiş.
‘’Gerçek erdemlilik,
yüzünüzü doğuya veya batıya çevirmeniz ile ilgili değildir. Ama gerçek erdem sahibi, Allah’a, Ahiret Gününe,
Meleklere, Vahye ve Peygamberlere inanan, servetini akrabasına, yetimlere, ihtiyaç sahiplerine, yolculara, yardım isteyenlere ve insanları kölelikten kurtarmaya harcayan, Allah’ı anmakta devamlı ve dikkatli olan ve arındırıcı mali yükümlülüğünü ifa eden kişidir. Ve gerçek erdem sahipleri söz
verdiklerinde sözlerini tutan, felaket, zorluk ve
sıkıntı anlarında sabredenlerdir. İşte onlardır
sadakatlerini gösterenler ve
işte onlardır Allah’a
karşı sorumluluk bilinci
içinde olanlar.’’ Bakara Suresi
177. Ayet. ’’Onlar ki, hem bolluk, hem
de darlık zamanında
Allah yolunda harcarlar. Öfkelerini kontrol
altında tutarlar ve
insanları affederler. Çünkü Allah
iyilik yapanları sever.’’ Al’i
İmran Suresi 134. Ayet.
Kur’an’da sık sık
tekrarlanır bu cümle; ‘’İnanıp iyi
işler yapanlar’’. Cennete girmenin
de ölçüsü budur, Müslüman olmanın
da. Çünkü inanan insanın
inanmışlığının ölçütü iyilik
yapmaktır. Yoksa öyle ‘’ben
inanan bir kişiyim’’ diye gerine
gerine dolaşanlar, bir üretimleri, kayda geçmiş
bir iyi işleri
yoksa bu gururları boşa
olur. Yolda kalmışa, fakire,
yetime, muhtaç olana yardım
etmek bu bakımdan
önemlidir, insana
bencilliğini aşma imkânı
verir. Güçlüye, zengine, itibar
ve iktidar sahibine
yardım ettiğinizde, onun size
bu iyiliğin karşılığını
fazlasıyla geri vereceğini
bilirsiniz. Asıl değerli olan, bu
iyiliğinize karşılık veremeyecek
olan birine yaptığınız
yardımdır. Aslında iyilik, bir insanın
kendisini gerçekleştirme biçimidir. Bir ağaç
nasıl meyve veriyorsa, insan da
iyilik yapmalı. İnanç,
inanmak ne oluyor
bu noktada? Kur’an bunu
açıkça belirlemiş ;’’
Allah’ın varlığına ve
birliğine ve öldükten
sonra dirileceğimize inanmak. Ve
iyiliğin ve kötülüğün
dönücü olduğuna inanmak.’’ Kuantum ve
Kur’an kitabında böyle
diyor Şanal. Allah’ın birliğine
inanmak sadece bir, tek
olduğuna inanmak değil, bir olan Allah’ın
çevresinde birlik içinde
olmamız gerektiği bilincine
sahip olmaktır. Yoksa ‘’La
ilahe illallah’’ cümlesini
hiç düşünmeden öylesine
tekrar etmek değil. Biz
bile şu insan
halimizle, bir insanı değerlendirirken, o kişinin söylediğinden
çok yaptığına bakıyorsak, Allah, kişinin ağzından
çıkan sözlerden çok
içinden geçenlere,
yaptıklarına bakma kudretine
sahip değil mi? Anlamını
düşünmeden Allah’ı andığımız
kelimeleri öylesine boş
boş tekrar eden, Allah’ın her
şeyi hakkıyla işittiğini
ve bildiğini inkâr
etmiş olmuyor mu? Allah
sürekli olarak biz
insanların inançlarını sınıyor. Darda kalınca, zorda kalınca, sıkıntı ve
afet zamanlarında. Dinin yüzeysel
anlamlarından yola çıkarak, emir ve
yasaklarını uygulayanlar,
dinin özünü yaşayanları
pek anlayamıyorlar. Allah emaneti
insanlara verdi ama
insanların çoğunun bu
emanetten ödü kopuyor. Ama
bu emanetten uzak
durdukça insan aslında
kendisine zulmetmiş oluyor. Bu
yüzden başı dertten
kurtulmuyor, hayatı acı ve sorunlarla
doluyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder