Peygamberler ve Peygamberlik



‘’  Resul , Rabbinden  kendisine  indirilene  inanmıştır ; müminler  de . Hepimiz ; Allah’a , O’nun  meleklerine , O’nun  kitaplarına , O’nun  resullerine  inanmışızdır . O’nun  resullerinden  hiç  biri arasında  ayrım  yapmayız   ve  deriz  ki : ‘ İşittik  ve  itaat  ettik . Affet  bizi  ey  Rabbimiz , zira  bütün  yolculukların  varış  yeri  Sanadır ! ‘’   Bakara  Suresi  285.  Ayet .
            Gönderilen  bütün  Peygamberlere  selam  olsun .
            Peygamberlik , Allah’ın , insanı  doğruya , güzele , mutluluğa  kılavuzlamak  için  araç  yaptığı  temel  kurumdur . Allah’ın  insana  lütuf  ve  merhametinin  en  ileri  göstergesidir . Peygamberler , sadece  sözlü  tebliğde  bulunmak , sadece  öğüt  vermekle  yetinmezler . Onlar  Kur’an’ın  da  ifade  ettiği  gibi  izlenebilecek  en  güzel  canlı  modellerdir . Bunun  içindir  ki  peygamberler , tanrısal  âlemden  haber  getiren  insanlardır . Kur’an , peygamberleri  ‘’beşer ‘’  varlıklar  olarak  göstermekte , onların  bu  insan  yanları  üzerinde  ısrarla  durmaktadır . Bu  sebepsiz  değildir . İnsan  model  yerine  melek  model  olsaydı , peygamberler , insanlar  tarafından  izlenecek  varlık  olmaktan  çıkar , sadece  kutsanan , sevilen , övülen  bir  soyut  tatmin  aracı  olurdu . Kur’an , bu  ikinci  anlamda  bir  peygamberlik  kavramının  varlığından  söz  etmekte  ama  onu  şirkin  bir  ürünü  olarak  göstermektedir .
            Peygamberleri  Allah’ın  elçisi  konumundan   Allah’ın  ortağı  konumuna  doğru  çekmek ; insanoğlunun  Allah’ı  en  çok  öfkelendiren  günahlarından  biri , belki  de  birincisidir . Bu  günah , Allah’ın  en  çok  tiksindiği  şirki  dinleştirmede , Allah’ın  elçilerini  araç  ve  aracı  yapmak  şeklinde  bir  zulüm  sergilediğindendir  ki , Allah’ın  gazabını  özellikle  tahrik  etmektedir . Kur’an’ın  en  çok  savaştığı  olumsuzluklardan  biri  de  budur . Bu  olumsuzluk  sayfalarca  tanıtılmış  ve  müminlerin  bundan  uzak  durmaları  ısrarlı  bir  biçimde  istenmiştir . Bu  zulüm  kendi  içinde  ikinci  bir  günahı    taşımaktadır  ki  o  da  şudur : Hak  elçileri  olan  peygamberler , Allah’ın  ortağı  konumuna  doğru  çekilirken  bahane  olarak  ‘’ Peygamberlere  saygı ‘’  yaftası  kullanılmaktadır . Kur’an’ın   öncelikle  bu  sapıklığa  savaş  açtığını  görüyoruz . Nebileri  insan  üstü  varlıklar  gibi  görmek  ve  göstermek  isteyen  zihniyet , şirk  olarak  nitelendirilmekte  ve  bu  şirkin  hezeyanlarına  karşı  nebilerin  birer  insan  olduğuna  vurgu  yapılmaktadır .
            ‘’ Onlar  yine  de  şöyle  diyorlar : ‘ Bu  nasıl  peygamber  ki  diğer  ölümlüler  gibi  yiyip  içiyor, çarşı-pazar  dolaşıyor ? Onunla  beraber  bir  uyarıcı  olarak  görünür  bir  melek   gönderilseydi  ya ! Yahut  kendisine  Allah  tarafından  bir  hazine  verilseydi , yahut  zahmetsiz  yiyip  içtiği  tılsımlı  bir  bahçesi  olsaydı  ya !’  Ve  bu  zalimler  birbirlerine : ‘ Eğer  Muhammed’e  uyacak  olsaydınız , büyülenmiş  bir  adamdan  başkasına  uymuş  olmazdınız ! ‘  diyorlar . Ey  Resul , seni  benzettikleri  şeye  bak ! Zaten  onlar  bir  kere  yoldan  çıkmış  bulunuyorlar , bir  daha  da  doğru  yolu  bulamayacaklar ! ‘’  Furkan  Suresi  7.8.9.  Ayetler .
            Anılan  günahın  ilk  göstergesi , bir  ümmetin  kendi  peygamberini  üstün  göstermeye  çalışması , ikinci  göstergesi  de  peygamberleri  melekleştiren  ve  insan  varlıklar  olmaktan  çıkaran  övgülerin  belirgin  hale  gelmesidir . Bu  övgülerin  bir  kısmı , ne  yazık  ki , peygamberlerin  bizzat  kendilerine  isnat  edilen  yalanlarla  dinleştirilir . Kur’an’ın , Allah’ın  oğlu  ilan  edilen  Hz.  İsa’ya  şu  soruyu  sorması , Hz.  İsa’dan  kuşku  duyulması  yüzünden  değil , insanoğlunun  peygamberleri  ilahlaştırırken  bizzat  onları  araç  yapma  namertliğinin  belgelenmesi  içindir . Hz.  İsa’nın  Allah’ın  değil , Hz.  Meryem’in  oğlu  olduğuna , onu  Allah’ın  oğlu  ilan  etmenin  şirke  götüreceğine  vurgu  yaparak  söze  başlayan  ayetten  bahsetmiştik : ‘’ Allah  sordu : ‘ Ey  Meryem  oğlu  İsa ! Allah’ın  yanında  beni  ve  annemi  de  tanrılar  olarak  kabul  edin , bana  ve  anneme  de  kulluk  edin  diye  insanlara  sen  mi  söyledin ? ‘’ Maide  Suresi  116.117.118.  Ayetler . Bu  ayetler , dolaylı  yoldan  başka  bir  tevhit  gerçeğine  daha  dikkat  çekmektedir ; Peygamberlerin  ölümlerinden  sonra  artık  dünya  üzerinde  tasarruf  imkânlarının  kalmadığı . Böyle  bir  tasarruf  söz  konusu  olduğunda  Hz.  İsa’ya  ‘’ Aralarında  iken  onlar  üzerine  tanık  bendim , sen  beni  vefat   ettirince  onların  gözetleyicisi  yalnız  sen  oldun ‘’ söyletilmesi  gösteriyor  ki , hiç  bir  insan , ne  kadar  büyük  olursa  olsun , ölümünden  sonra , dünya  üzerinde  tasarruf  sürdüremez . Böyle  bir  şey , beşer  varlık  olmakla  çelişir  ve  bütün  peygamberler  beşerdir . Buradan  hareketle  tasavvuf – tarikat  bünyesine  sokulan  ‘’ ölüm  sonrası  evliya  tasarrufları ‘’  anlayışının  Kur’an  dışı  olduğunu  anlayabiliriz . Bu  tevhit  dışı  anlayış , kabirleri , ölüleri , ölülerin  eşyalarını , sesini – sözünü  ilahlaştırma  illetine  sebep olmuş , vahyin  rahmetiyle  aramıza  engeller  koymuştur .
            Hz.  İsa’yı  Allah’ın  oğlu  ilan  etmeyi  ‘’ ona  saygımızdan ‘’  gerekçesiyle  açıklamaya  kalkan  yaklaşıma  Kur’an  , Allah’ın  elçileri  adına  şu  cevabı  veriyor : ‘’ Ne  İsa   Allah’ın  kulu  olmaktan  kaçınacak  kadar  gurura  kapıldı , ne  de  Allah’a  yakın  olan  melekler . Allah’a  kulluk  etmeyi  gururlarına  yediremeyenler  ve  küstahça  böbürlenenler  bilsinler  ki  hesap  günü  Allah  hepsini  kendi  katında  toplayacaktır . ‘’ Nisa  Suresi   172.  Ayet .  Tövbe   Suresi  31.  Ayetten  de  öğreniyoruz  ki , peygamberleri  bu  şekilde  övmenin  sonu , onların  Rablar  haline  getirilmeleri , yani  ilahlaştırılmalarıdır . Bunun  anlamı  ise  tektir : Şirk !
            ‘’  Hahamlarını , rahiplerini , bir  de  Meryem  oğlu  Mesih’i , Allah’la  beraber  rableri  olarak  gördüler . Oysa , Tek  Tanrı’dan  başkasına  kulluk  etmekle  emrolunmuş  değillerdi . O  Tek  Tanrı  ki , O’ndan  başka  Tanrı  yoktur . O  Tek  Tanrı  ki , sınırsız  kudret  ve  izzetiyle , böylelerinin  O’nun  Tanrılığında  bir  pay  yakıştırdıkları  her  şeyden  bütünüyle  uzaktır , yücedir .’’   Tövbe  Suresi  31. Ayet .
            ‘’ De  ki : ‘ Ey  geçmiş  vahyin  izleyicileri ! Sizinle  bizim  aramızdaki  şu  ortak  ilkeye  gelin . Allah’tan  başka  kimseye  kulluk  etmeyeceğiz , O’ndan  başka  hiç  bir  şeye  ilahlık  yakıştırmayacağız  ve  Allah  ile  birlikte  insanları  rab  edinmeyeceğiz.‘’ Al-i  İmran  Suresi  64. Ayet
            Anlaşılan  o  ki , peygamberleri  şirk  aracı  yapmada  ilk  belirti  daima  aşırı  övgü  ve  insan  üstü  kılmadır . Bunun  içindir  ki  Hz.  Peygamberimizin  ısrarla  şunu  istediğini  görmekteyiz : ‘’ Beni  diğer  peygamberlerle  üstünlük  yarışına  sokmayın  ve  beni  Hz.  İsa’yı  övdükleri  gibi  övmeyin . Bana  Allah’ın  kulu  ve  elçisi  demekle  yetinin . ‘’
            Aşırı  övgü  aşamasını , peygamberi  ‘’ din  koyucu ‘’  konumuna  getirmek  izler  ki , işte  bu , peygamberin  Allah’a  ortak  yapılmasının  resmiyet  kazanmasıdır . Bu  ikinci  aşamada , din  buyruklarının  altında  Allah’ın  imzası  yeterli   olmaktan  çıkar , cennete  giriş  belgesi  de  Allah-nebi  imzalı  hale  gelir . Oysaki  tevhidin  belirgin  niteliklerinden  birincisi , din  koyuculuk  sıfatının  Allah’a  özgülenmesi , ikincisi  de  cennete  giriş  belgesinin  altında  Allah  dışında  hiçbir  varlığın  imzasının  bulunmamasıdır . Nebileri  elçi  olmaktan  çıkarıp  ortak  yapan  günahın  failleri  öncelikle  tevhidin  bu  iki  direğini  çatlatırlar . Bu  çatlatmanın  sonunda  da  artık  peygamber  Allah’ın  emrinde  bir  elçi  olmaktan  çıkarılır , Allah  ile  adeta  rekabete  girişen  bir  alt  ilah  konumuna  getirilir. Hatta , örneğin  bizim  fıkıh  mirasımızda  olduğu  gibi , Peygamberin  sözleri  Allah’ın  sözlerini  neshetmede / hükümden  düşürmede  kullanılır . Fıkıhta  buna , sünnetin  Kur’an’ı  neshetmesi  !?!?!?  Deniyor .
            Resul , ‘’ Beni   Hz.  İsa’yı  övdükleri  gibi  övmeyin .’’  diyor ; övmüşlerdir . Miraç  mitolojileriyle  onu  Allah’ın  yanına  çıkarıp  O’nunla  konuşturmuş , hatta  emirleri  hususunda  pazarlığa  sokmuşlardır . Resul , ‘ Mezarımı  mabet’leştirmeyin! Mezarımı  mabedleştirenlere  Allah  lanet  etsin!’ diyor , değil  onun  mezarını , ümmetinden  binlerce  insanın  mezarını  bile  mabedleştirmiş , bu  mezarları  İslam  mabedinin   ayrılmaz  bir  parçası  haline getirmişlerdir . Resul  elini  öpmek , kendisi  için  ayağa  kalkmak  isteyenlere  izin  vermemiş , bunun  ileride  insan  ilahlaştırma  gerekçesi  yapılabileceğine  dikkat  çekmiştir . Ama  onun  ölümünden  sonra  kendisine  ait  olduğu  söylenen  sakal  kılları  kutsallaştırılıp  tevhit  dininin  mabedine  tavaf  nesnesi  halinde  sokulmuştur .
            Bütün  bunlar  kadar  zalim  bir  günah  vardır  ki  o  da  şudur : Hak  elçilerini  Hak  ortakları  haline  getiren  gidişe  karşı  çıkanlar , ‘’ Peygambere  saygısız , peygamberleri  dışlayan ‘’  vs.  gibi  ithamlarla  karalanmıştır . Bu  çift  başlı  sapıklığın  tarih  içinde  kurumsal  temsilcileri   Ortaçağ  kilise  babalarıdır . Hz.  İsa’nın  dinini  zulüm , kan  ve  dehşet  aracı  yapan  engizisyon  papazları , onun  en  samimi  bağlılarını  ‘’ İsa’ya  saygısızlık ‘’ iddiasıyla  kestiler , astılar , yaktılar .
            Kur’an’a  göre , istisnasız  tüm  toplumlara  peygamber  gelmiştir .  ‘ Biz  seni  hakikat  ehli  bir  müjdeci  ve  uyarıcı  olarak  gönderdik . Çünkü  hiç  bir  topluluk  yoktur  ki  içlerinden  bir  uyarıcı  gelip  geçmemiş  olsun . ‘’ Fatır  Suresi  24.  Ayet .  Kur’an , insanoğlunun , peygamber  uyarısına  muhatap  olmadıkça  sorumlu  tutulmasının  tanrısal  yasalara  aykırı  olduğunu  belirtmiştir . ‘’ Biz , kendilerine  bir  elçi  göndermeden  yaptığı  haksızlıklardan  ötürü  hiç  bir  topluma  azap  etmeyiz.’’ İsra  Suresi  15.  Ayet .  Kur’an  adını  sayıp  hayat  ve  hatırasına  yer  verdiği  peygamberlerin  örnek  türünden  olduğunu , adı  Kur’an’da  anılmayan  daha  pek  çok  peygamberin  gelip  geçtiğini  açıkça  bildirmektedir . ‘’Gerçek  şu  ki , ey  Muhammed , senden  önce  elçiler  göndermiştik ; onların  kiminden  sana  bahsettik , kimi  hakkında  da  sana  bir  bilgi  vermedik . ‘’  Mümin  Suresi  78. Ayet. 
            Günah ; sürçmenin , yanlış  yapmanın  din  dilindeki  adıdır . Kur’an , insan  olmanın  kaçınılmazlarından  birinin  de   günah  işlemek  olduğunu  bildirir . Peygamber  de  olsa , hiç  bir  insanın  günahsızlık  gibi  bir  niteliği  olamaz . Bu  nitelik , mükemmellik  demektir  ve o  da  Allah’a  mahsustur . Peygamberlerin  masumluğu , günah  işlemezlik  anlamında  değildir . Onların  peygamberliklerinin  şaibe  ve  eksikten  arınmışlığı  anlamındadır . Dikkat  etmemiz  gereken  nokta , peygamberleri  yücelteceğiz  diye , Allah’a  özgü  nitelikleri  insana  vermemektir . Peygamberler  de  günah  işleyebilir  ama  Allah , görevleri  gereği  onların  hatalarını  vahiy  ile  kendilerine  hemen  ihtar  eder . Kur’an’da  bir  çok  yerde  peygamberlerin  tövbe  etmeye , af  dilemeye  çağrılmaları  anlamsız  değildir . ‘’ Ey  insanoğlu , bil  ki  Allah’tan  başka  ilah  yoktur , ve  hâlâ  vakit  varken  kendi  günahlarının  ve  öteki  bütün  mümin  erkek  ve  kadınların  günahlarının  bağışlanmasını  dile.’’ Muhammed  Suresi  19.  Ayet . ‘’ Gerçek  şu  ki  ey  Muhammed , Biz  senin  için  apaçık  bir  zaferin  önünü  açtık . Böylece  Allah , senin  hem  geçmişte , hem  de  gelecekteki  bütün  hatalarına  karşı  bağışlayıcılığını  gösterecek  ve  böylece  bütün  nimetlerini  sana  verecek  ve  seni  dosdoğru  bir  yola  sevk  edecektir . Ve  Allah  sana  güçlü  yardım  elini  uzatacaktır .‘’ Fetih  Suresi  1.2.3. Ayetler. ‘’ Allah , hem  geçmiş  hem  de  gelecek  bütün  günahlarını  affedebilsin . ‘’ Böylece  hatadan  uzak  olmanın  yalnız  Allah’a  mahsus  olduğu  ve  ne  kadar  yüce  olursa  olsun  her  insanın  zaman  zaman  hata  yapabileceği  dolaylı  şekilde  anlatılmış  olmaktadır . Dikkat  çekilen  şudur  ki , son  peygamber  de  dâhil , bütün  insanlar  günah  işleyebilir . Bunun  aksini  söylemek  insanı  ilahlaştırmak  olur  ve  bu  da  şirktir , Allah’a  ortak  koşmaktır . Bu  yanlış  anlayışı  kökünden  silmek  içindir  ki , Yüce  Allah, en  son  peygamberine  bile  günah  izafe  etmiş  ve  insanlara  adeta  ‘’ artık  gerisini  siz  düşünün ‘’ demiştir . Mümin  Suresi  55.  Ayette  Peygamberimize  şu  emir  verilmektedir : ‘’ Sabret , Allah’ın  vaadi  kuşkusuz  bir  gerçektir . Günahların  için  bağışlanma  dile  ve  Rabbinin  şanını  sabah  akşam  yücelt . ‘’ Mümin  Suresi  55.  Ayet . Demek  oluyor  ki , peygamber  de  günah  işleyebilir . Ancak  Allah  onlara  derhal  tövbe  nasip  ederek  günahlarını  siler . Onların  korunmuş  olmalarının  anlamı  budur .
            Geleneksel  inanç , sahabeler’ in  de  adaletli , masum , yalandan  uzak  olduklarını  kabul  eder. Böyle  bir  kabul , Kur’an’ın  getirdiği  ve  Hz.  Muhammed’in  tebliğ  ettiği  dinden  onay  alamaz . Bu  tevilsiz  ( Bir  sözü  veya  davranışı  görünür  anlamından  başka  bir  anlamda  kabul  etme ) ve  tartışmasız  şirktir . Allah’ın  peygamberlerine  bile  reva  görmediği  bir  sıfatı , sıradan  insanlara  reva  görmek  ve  bunu  dindarlık , sahabeye  saygı  adı  altında  halkın  önüne  çıkarmak  korkunç  bir  hatadır . Bunu  yapanlardan  sadece  Allah  ve  Resulü  değil , tüm  sahabeler  de davacı  olacaktır . Çünkü  onlar  kendilerinin  böyle  Kur’an  dışı  bir  tutuma  malzeme  yapılmalarını  elbette  hoş  karşılamayacaklardır . Bu  iddia  bir  başka  günahı  gizlemek  için  bir  hazırlık  kılıfıdır . Önce  sahabeler  masum , tenkit  dışı  ilan  ediliyor , sonra  da  hadis  adı  altında  bir  yığın  uydurma  söz  bunlara  rivayet  ettirilerek  bu  sözlerin  tenkidine  imkân  verilmiyor . İşte  bu  iki  başlı  günah , ümmetin  beynine  ve  ruhuna  bir  bukağı  gibi  musallat  olmuş  ve  Allah’ın  dinine  ters , yığınlarca  hurafenin  dokunulmazlığına  yol  açmıştır . Konuya  Kur’an  verileri , Peygamberimizin  tavrı  ve  tarihsel  gerçekler  açısından  baktığımızda  işin  esası  şudur ; Kur’an  hiç  kimseye  günah  işlemez  payesi  vermemektedir .  O  halde , hiç  kimse  yalan  söylemez , hata  etmez  gibi  sıfatların  da  sahibi  değildir . Hz.  Peygamber  de , Allah’ın  koruması  dışında  hiçbir insanın  masum  olamayacağını  birçok  kez  belirtmiştir . Kur’an , sahabelerin  masumiyetine  dair  bir  beyan  taşımamaktadır . Bizzat  sahabeler , birbirlerinin  yalan  söylediklerini  açıkça  ifade  edebilmişlerdir . Ve  bu  onları  asla  küçültmez . Hepsi  kuldur  ve  kul  hatasız  olmaz .
            Mevlit  yazarı  Süleyman  Çelebi , Allah  ile  Peygamber  arasında  geçtiğini  düşündüğü  bir  konuşmayı  şöyle  veriyor : ‘’Ben  sana  âşık  olacak  ey  latif . Kabul  olmaz      âlem  ey  şerif !‘’ Bu  ifadeler  eski  Yunan  ilahları  için  kullanılan  mitolojik  ifadelerdir . Allah  kullarını  sever , onlar  da  Allah’ı  sever . Allah  müminlerin  dostu , müminler  de  O’nun  dostudur . Ama  Allah  hiç  kimseyi  ‘’sevgili ’’  edinmez , hiç  kimseye  âşık  olmaz . Sevgi  faaliyeti  varlığın  temel  faaliyetlerinden  biridir . Bunun  içindir  ki  Kur’an  sevgi  faaliyetini   Allah’a  da , insana  da  isnat  eder . Din  hayatının  ve  imanın  esası  da  bir  sevgi  faaliyetidir . ‘’ Hâlâ  Allah’a  rakip  gördükleri  varlıklara  inanmayı  tercih  eden  ve  onları  yalnızca  Allah’a  özgü  olması  gereken  bir  sevgi  ile  seven  insanlar  var . Hâlbuki  imana  ermiş  olanlar , Allah’ı  başka  her  şeyden  daha  çok  severler . ‘’ Bakara  Suresi  165.  Ayet . Şunu  gözden  uzak  tutamayız ; bütün  insanları  veya  bütün  varlıkları  sevmek  başka  şeydir , birini  sevgili  edinmek  başka  şeydir . Bu  ikincisi  mutlak  özgürlüğe  aykırıdır , sevgili  edinen  varlığı    bağımlı  kılar . Böyle  olduğu  içindir  ki  sevgili  edinmek  beşeri  bir  zaaftır . Zaaf  ifade  eden  bir  niteliğin  Allah’a  isnadı  tevhit  nezaketiyle  bağdaşmaz .
            Kur’an’da  peygamberler  için  ‘’Halil-dost’’  sıfatı , müminler  için  de  ‘’veli-dost’’  sıfatı  kullanılmıştır . Ama  hiçbir  peygamber  için  ‘’Habib’’  ( sevgili ) sıfatı  kullanılmamıştır . Herhangi  bir  peygamberi  ‘’ Allah’ın  sevgilisi ‘’  diye  anmak , bir  tevhit  dışılıktır .
            Kur’an  bütün  peygamberleri  olduğu  gibi , Hz.  Muhammedi  de  ısrarla  ve  defalarca  ‘’beşer’’  olarak  anmaktadır . Nurdan  yaratılan  bir  varlığın  insana  örnek  olması  söz  konusu  edilemez . Allah , resullerin  melekler  gibi  doğa  üstü  özellikler  taşımasını  isteyenleri  putperestlikle , zalimlikle  suçlarken  tevhidin  son  elçisine  nurdan  yaratılmışlık  niteliği  vermek  gibi  bir  yola  gitmez . Nurdan  yaratılmışsa  ‘’ uyulabilecek  en  güzel  örnek  ‘’  nasıl  olacaktır ? Nur-i  Muhammedi  anlayışla  Hz.  Muhammedi  beşer  sıfatından  soyup  örnek  alınamaz  duruma  getiren  çevreler  bununla  da  yetinmemiş , tüm  varlık  ve  evrenin  onun  için  yaratıldığını  iddia etmişlerdir . Vahyin  hiç  bir  beyanı  ‘’ varlık  ve  evren  senin  için  yaratıldı ‘’  diyerek  yüceltmemiştir . Kur’an , Hz.  Muhammed’in  peygamberliğini  ispat  ve  yüceltme  noktasında  dikkatleri  hep  kendine  çekmiş , vurguyu  peygambere  değil , vahye  yapmıştır . Resul’ün  ne  fiziği , ne  kişiliği , ne  de  başkaca  bedensel  üstünlüğü  üzerinde  durulmuştur . İslam  dünyası  ise  bu  Kur’an’sal  tavır  ve  tarzın  tam  aksi  bir  yol  tutmuş , Peygamberimizi  yüceltmede  eskilerin  yöntemini  öne  çıkarıp  vurguyu  Kur’an’dan  Peygambere  çevirmiştir . Bu  yol , sonucu  şirkle  bitecek  bir  yoldur  ki , Kur’an  buna  Hz.  İsa  konusunu  anlatırken  açıkça  dikkat  çekmiştir . Bize  kalan  tek  mucize  Kur’an’dır . Bu  mucize  üzerinde  derinleşmek  yerine , Peygamberin  hayatını  mitoloji  ile  zenginleştirip  yedek  mucizeler  yaratmaya  kalkmak  İslam  dünyasının  Kur’an’dan  kopmasına  yol  açmıştır . Hz.  Muhammed’in  sakal  kıllarını  kurtarıcı  olarak  görmek ; Hz.  İsa’yı   Allah’ın  oğlu  ilan  edip  heykelini  tevhit  mabedine  sokmak  şirktir . Savunmada  kullanılan  söylem  hep  aynıdır : ‘’ Biz  bunu  ona  saygımızdan  yapıyoruz , uğur  sayarak , hoşuna  gitsin  diye  öpüyoruz . Şirk  ve  ilahlaştırma  niyetimiz  yok ! ‘’ Bu  sözlerin  hiçbiri , Hz.  Peygamberi  şirk  aracı  yapmanın  mazereti  olamaz . ‘’ Bilin  ki  kulluk  yalnızca  Allah’a  mahsustur . O  halde  Allah’ın  yanı  sıra  başka  bir  kimseye  yalvarıp  yakarmayın ! ‘’ Cin  Suresi  18.  Ayet . Sakal-ı  şerif  denen  sarıp  sarmalanmış  kılların  çevresinde  halka  olan  insanlar  dakikalarca  dönüp  durmakta , ortaya  bir  tavaf  manzarası  çıkmaktadır . Biz  bu dönüşü  tavaf  niyetiyle  yapmıyoruz  bahaneleri  hiçbir  anlam  ifade  etmez , yapılan  doğrudan  doğruya  tavaftır . Kâbe  dışında  tavaf  ise  peygamberlere  bile  yapılsa  küfürdür .
            Hz.  Muhammed  bir  beşer – peygamber  olduğuna  göre , onun  söz  ve  fiillerinin  iki  kategoriye  ayrılması  kaçınılmazdır : a ) Nebevi  fiilleri ,  b ) Beşeri  fiilleri . Bu  tevhit  inceliği  hiç  dikkate  alınmadan  onun  yaptığı , söylediği , susarak  seyirci  kaldığı  her  şey  dinleştirilmiş , beşer  nebi , bir  melek – ilah  nebiye  dönüştürülmüştür . Ne  yazıktır  ki , İslam’ın  Kur’an  kaynaklı  tespitlerini  hiçbir  problem  ve  sıkıntıyla  karşılaşmadan  her  zaman  ve  zeminde  yaşamak  mümkün  iken , ‘’sünnet’’  adıyla  sahnelenen  yarı  mitolojik  kabulleri  yaşamakta  akıl  almaz  sıkıntılarla  karşılaşmaktayız . Sebep , nebinin  beşer – nebi  olmaktan  çıkarılıp  melek – nur – peygambere  dönüştürülmesidir . Hz.  Peygamberin  vahye  ve  nebi  yanına  ilişkin  Kur’an  beyanları  onun  beşeri  yanını   da  kapsayacak  biçimde  algılanmakta  ve  Kur’an  vahyine  ilişkin  üstünlükler  beşeri  tespitlere  mal  edilmektedir . Örneğin , ‘’ O  kendi  arzu  ve  isteğinden  konuşmaz ; onun  size  okuduğu  indirilmiş  bir  vahiyden  başkası  değildir .’’  Necm  Suresi  3.4.  Ayetleri  Peygamberimize isnat  edilen  ve  birçoğunun  uydurma  olduğunda  kuşku  bulunmayan  sözleri  kutsamak  için  kanıt  yapılmaktadır . Oysaki , burada  sözü  edilen  Kur’an’dır . Müşrikler  Hz.  Peygamberi  şairlik , kâhinlik , sihirbazlıkla  suçluyor , Kur’an’ı  onun  uydurduğunu  söylüyorlardı . Ayetler  buna  cevap  getiriyor . Kur’an’ın , Hz.  Peygamberin  sözlerini  vahiy  ilan  etmek  gibi  bir  gayreti  asla  yoktur . Kur’an  ona  beşer  diyor  ve  farkını , kendisine  vahiy  gelmesi  olarak  gösteriyor . Gelen  vahiy  ortadadır ; Kur’an.
        ‘’ Neyiniz  var  sizin . Bu  Kur’an’ın  ona  indirilmiş  olması  size  yetmiyor  mu ? ‘’
            Sünnet  diye  andığımız  tavır  ve  tarz  birçok  şeyi  yapar , söyler ; önemli  olan  bunların  Kur’an  tarafından  tescil  edilip  edilmediğidir . Tescil  edilenleri  dinleşir , zaman  üstü  olur , tescil  edilmeyenleri  tarihsel  yorum  olarak  kalır . Sünnet  adıyla  ortaya  getirilen  kabullerin  birçoğu , Peygamber’e  ait  söz  ve  davranış  değildir . ‘’ Hadis ‘’  adıyla  ortaya  getirilen  sözlerin  bir  çoğunun  Peygamberin  sözü  olmadığı  gibi . Sahabe  ve  onu  izleyen  kuşaktan  bize  aktarılan  söz , fiil  ve  kabullerin  hadis  diye  anıldığı  çokça  rastlanan  bir  olgudur . Gerçek  şu  ki , bırakın  güvenilmez  rivayetleri , mütevâtır  ( ağızdan  ağıza  yayılan ) hadisleri  bile  Kur’an  ayetleriyle  aynı  kefeye  koyamayız , koyarsak  din  koyucu  ikileşir , şirk  doğar . Hz.  Muhammed , elçilikten  ortaklığa doğru  çekme  illetinin  varlığını  ve   tehlikelerini  çok  iyi  biliyordu . Ama  ne  yazık  ki  ölümünden  sonra  hükmetmek  hiçbir  faninin  elinde  değildir . O  da  bunu  yapamamış  ve  ölümünden  sonra  kendisini  elçilikten  ortaklığa  çeken  hastalıklı  şuuraltının  hortlamasına  engel  olamamıştır . Hz.  Peygamberin  yaşarken  bu  ortaklığa  çekişe  karşı  direnmesinin  bir  örneğini  görelim : Sahabelerinden  biri  bir  sabah  kendisine  gelip  rüyasını  anlatır . Rüya  şudur : Adam , Yahudi  bir  topluluğa  uğramış  ve  onlara  şunu  demiştir : ’’ Keşke  siz , ‘ Üzeyir  Allah’ın  oğludur .’ dememiş  olsaydınız .’’  Yahudiler  de  ona  şu  cevabı  vermişler : ‘’ Keşke  siz  de ‘ Allah  ve  Muhammed  isterse ‘ dememiş  olsaydınız . Adam  sonra  Hıristiyan  bir  topluluğa  uğramış  ve  onlara  şöyle  demiş : ‘’ Keşke  siz  ‘ Mesih  İsa  Allah’ın  oğludur ‘  dememiş  olsaydınız ! ‘’ Hıristiyanlar  da  adama  şunu  söylemişler : ‘’ Keşke  siz  de  ‘ Allah  ve  Muhammed  isterse ‘ dememiş  olsaydınız . ‘’  Rüyayı  dinleyen  Hz.  Peygamber  o  zata  şu  cevabı  vermiş : ‘’ Doğrusu , ben  o  sözü  sizden  duydum  ve  o  söz  yüzünden  çok  sıkıntı  çektim . Bir  daha  ‘ Allah  ve  Muhammed  isterse ‘ demeyin , sadece  ‘ Allah  isterse  deyin ! ‘’  İşte  Hz.  Muhammed’in  Allah  ile  kendisi  arasındaki  ilişkiyi  oturttuğu  tevhit  zemini  budur . ‘’ Beni , Hıristiyanların  Hz.  İsa’yı  aşırı  bir  şekilde  övdükleri  gibi  övmeyin . Bana  sadece  Allah’ın  kulu  ve  resulü  deyin . Benim  mezarımı  tapınak  haline  getirmeyin . Peygamberlerin  mezarlarını  tapınak  haline  getirenlere  Allah  lanet  etsin . ‘’
            Peygamberlerde  beş  ortak  nitelik  bulunur : Nadiren  işledikleri  ve  ‘’ Zelle ‘’ ( Yanılma , sürçme )  denen  hataları  dışında  günahtan  korunmuşlardır .  Akıllı  ve  zekidirler . Allah’tan  aldıkları  vahyi  kullara  olduğu  gibi  iletirler , her  bakımdan  güvenilir  kişilerdir , özü  sözü  bir , dürüst  insanlardır . Her  peygamberin  mucizesi  olduğunu  biliyoruz . Yaratıcı  kudret , gönderdiği  peygamberlere  insanüstü , tabiatüstü  bazı  yetenek  ve  başarılar  vermiştir . Bunlar , o peygamberin  hitap  ettiği  kitle  üzerinde  inandırıcılığını  ve  gücünü  artırır . Bunun  içindir  ki , mucizeler  peygamberin  hitap  ettiği  kitlenin , zaman  ve  mekânın  seviyesi  ve  şartlarıyla  uygunluk  arz  eder . Bunun  anlamı  şudur : Mucizelerin  tipi  ve  seviyesi , insanlığın  gelişimine  paralel  olarak  ilkel  ve  kaba  idrake  hitap  etmekten , gelişmiş  idrak  ve  gönül  sahiplerine  hitaba  doğru  yükselmiştir . Bu  bakımdandır  ki , son  Peygamber  Hz.  Muhammed  döneminde  Kur’an  en  büyük  mucize  olmuştur . Bu  noktadan  itibaren  Kur’an  bize  Peygamberler  ve  Peygamberlik  hakkında  neler  söylüyor, surelerin  iniş  sırasına  sadık  kalmaya  çalışarak  bakalım .


            EY  MUHAMMED ;  DE  Kİ :
            BEN  YALNIZCA , KUTLU  KILDIĞI  BU  ŞEHRİN  VE  VAR  OLAN  HER  ŞEYİN  RABBİNE  KULLUK  ETMEKLE , O’NA  YÜREKTEN  BOYUN  EĞEN  KİMSELERDEN  OLMAKLA  EMROLUNDUM . BİR  DE  BU  KUR’AN’I   İNSANLARA  OKUYUP  ULAŞTIRMAKLA . BUNDAN  SONRA  ARTIK  KİM  Kİ , DOĞRU  YOLU  TUTARSA , O  YOLU  KENDİ  İYİLİĞİ  İÇİN  TUTMUŞ  OLACAKTIR . KİM  DE  YOLDAN  SAPARSA , BÖYLELERİNE  DE  Kİ : ‘’ BEN  YALNIZCA  BİR  UYARICIYIM ! ‘’ VE  ŞÖYLE  YAKAR : ‘’  BÜTÜN  ÖVGÜLER , BÜTÜN  ŞÜKÜRLER  ALLAH’A ! ‘’
                                                                                           NEML   SURESİ   91.92.93.   AYETLER

KULLARIMA   ACIYAN  ,  ESİRGEYEN  ,  GERÇEK   BAĞIŞLAYICININ   BEN  OLDUĞUMU  ANLAT .. 
AMA !!!
EN    ACIKLI  ,  CAN  YAKICI   AZABIN   TA   KENDİSİDİR   AZABIM   BENİM .

                                                                                           HİCR    SURESİ    49.50.    AYETLER



            YARATICINIZ   O   OLDUĞU   İÇİN   YOLU   DOĞRULTUP   DENGEYİ   BULMAK  ,  YOLUN   DOĞRUSUNU   GÖSTERMEK   ALLAH’IN   İŞİDİR .  ALLAH’A   DÜŞER  ,  ÇÜNKÜ   O   YOLDAN   SAPIP   DA   YOLUNU   KAYBEDEN   ÇOK   İNSAN   VAR  .
                                                                                           NAHL   SURESİ   9.   AYET



            ALLAH’A   VE   PEYGAMBERLERİNE   İNANAN   VE   ONLAR   ARASINDA   HİÇ   BİR   AYRIM   YAPMAYANLARA   GELİNCE  ,  ZAMANI   GELDİĞİNDE   ALLAH  ,  ONLARA   MÜKÂFATLARINI   TAM   OLARAK   BAHŞEDECEKTİR  .
                                                                                           NİSA   SURESİ    152.   AYET



BÜTÜN   ÖVGÜLER   YARATICIMIZ   OLAN   YÜCE   ALLAH’A  ,  SELAM   ONUN   ELÇİLERİ

PEYGAMBERLERİMİZİN   ÜZERİNE   OLSUN  .



            ‘’  Ey  insanlar  !  Firavuna  bir  elçi  gönderdiğimiz  gibi  size  de  karşınızda  hakikate  tanıklık  yapacak  bir elçi  gönderdik .’’    Müzzemmil   Suresi   15.  Ayet .
            Bu , önceki / geçmiş  peygamberlere , insanoğlunun  dini  tecrübesindeki  tarihi  devamlılığa  ve  dolayısıyla  Kur’an’ın  yeni  bir  inanç  getirmeyip  yalnızca  insanın  kendisi  kadar  eski  bir  dini  prensibin  en  son  ve  en  kapsamlı  ifadesini  temsil  ettiğine  dair  belki  de  ilk  Kur’an’sal  atıftır . Yani , ‘’ Allah  katında  tek  hak  din , insanın  O’na  tam  teslimiyetidir . ‘’  Al-i  İmran  Suresi  19.  Ayet .  Ve  ‘’ Kim  Allah’a  teslimiyetten  başka  bir  din  ararsa , bu  ondan  asla  kabul  edilmeyecektir .’’  Al-i  İmran  Suresi   85.  Ayet .
            ‘’ Sen  ey  yalnızlığına  bürünmüş  olan ! Kalk  ve  uyar ! Rabbinin  büyüklüğünü  ve  yüceliğini  an ! Öz  benliğini  temiz  tut ! Ve  bütün  pisliklerden  kaçın ! İyilik  yapmayı  kendine  kazanç  aracı  kılma , ama  sabırla  Rabbine  yönel .  Ve  insanları  uyar  ki , yeniden  diriliş  sûru  üflendiği  zaman , o  gün , bir  ıstırap  günü  olacaktır , rahatlama  günü  değil , şimdi  hakikati  inkâr  edenler  için .
            Ve  yalnız  Bana  bırak  yarattığım  o  kişiyle  uğraşmayı.‘’   Müddessir   Suresi   1. ..11. Ayetler
            Hakikati  inkâr  edenler , yani  ‘’kâfir ‘’  terimi , Kur’an’da  ilk  bu  surede  geçmektedir  ve  birçok  Müslüman  âlimin  yaptığı  gibi , basitçe , Kur’an’da  ortaya  konulan  ve  Hz.  Peygamberin  öğretilerince  geliştirilen  temel  ilkeler  ve  hukuk  sistemini  reddeden  şeklinde  özel  ve  sınırlı  bir  anlama  sahip  olan  ‘’ inançsız ‘’  veya  ‘’inkârcı ‘’  terimleri  ile  özdeşleştirilemez . Tersine , kâfir  terimi  daha  geniş  ve  daha  genel  bir  anlam  taşımalıdır . Kâfir  isim-fiilinin , kök  fiilinin  ‘’kefera ‘’  (her  hangi  bir  şeyi)  ‘’ örttü ‘’  olduğunu  göz  önüne  alırsak , kâfirin  anlamını  daha  kolay  kavrarız . Hadid  Suresi  20.  Ayette  toprağı  işleyen  kimseden , olumsuz  hiç  bir  anlam  yüklemeden  ‘’ kâfir- örten  kimse ‘’ , yani , ekilen  tohumu  toprak  ile  örten  kimse  olarak  söz  edilmiştir . Aynı  şekilde  gecenin  yeryüzünü  karanlık  ile  kaplamasından / örtmesinden  ( kefera ) bahsedilmiştir .
            Soyut  anlamıyla  hem  bu  fiil , hem  de  ondan  türetilen  isimler , mevcut  olan  bir  şeyi  ‘’gizleme ‘’  veya  doğru  olan  bir  şeyi  ‘’inkâr  etme ‘’  anlamındadır . Bu  nedenle , Kur’an’daki  kullanımında  ‘’toprağı  işleyen’’  anlamında   kullanıldığı  bir  yer  dışında  kâfir , kelimenin  en  geniş  ve  en  içten  anlamıyla  ‘’ hakikati  inkâr  eden ‘’  veya  ‘’ kabul  etmeye  yanaşmayan ‘’  kimseyi  anlatır . Bu  inkârın , yüce  hakikatin  yani  Allah’ın  varlığının  bilinmesiyle  yahut  ilahi  kelamda  telaffuz  edilen  bir doktrin  veya  sistemle , yahut  gerçekliği  aşikâr  olan  ahlaki  bir  önermeyle , ya  da  gördüğü  yardımları  itiraf  ve  dolayısıyla  teşekkür  etme  ile  ilgili  olup  olmadığı  önemli  değildir.
            ‘’ Yalnız  bana  bırak  yarattığım  o  kişiyle  uğraşmayı ‘’  yahut  ‘’ bir  tek  Benim  yarattığım….’’ Bu  cümle  her  iki  şekilde  de  anlaşılabilir .  Bu  iki  anlam , ‘’Tek’’  ifadesinin  Allah’a  ve  böylece  Yaratıcı  olarak  O’nun  eşsizliğinin  vurgulanmasına , yahut  yaratma  eyleminin  özel  nesnesi  olan , hayatını  tam  bir  yalnızlık  içinde  başlayıp  bitiren  insana  yönelik  olmasına  göre  değişir . ‘’ Ve  Allah  şöyle  diyecektir : ‘ İşte  şimdi  Bize  yapayalnız  geldiniz , tıpkı  sizi  ilk  yarattığımız  gibi  ve  hayatta  iken  size  bahşettiğimiz  her  şeyi  arkanızda  bıraktınız . ‘’  En’am  Suresi  94.  Ayet.   ‘’Onların  her  biri  Kıyamet  Gününde  O’nun  huzuruna  tek  başına  çıkacaktır . ‘’  Meryem  Suresi  95.  Ayet.   Her  iki  durumda  da  insanın  Allah’a   kaçınılmaz  bağımlılığı  gerçeğine  dikkatimiz  çekilmektedir . Bunun  dışında , üzerinde  durduğumuz  ifade  daha  ileri  bir  anlam  taşımaktadır . ‘’Benim  kendisinin  Yaratıcısı  ve  Rabbi  olduğumu  unutan  insana  ne  yapılacağına  karar  vermeyi  yalnız  Bana  bırak .‘’ Böylece  ‘’ hakikati  inkâr  edenlere ‘’ karşı  beşeri  cezalandırma  yolu  yasaklanmış  olmaktadır . Allah , ‘’ Kalk ‘’  emriyle  seferber  ettiği  resulünü , kullarıyla  arasına  girmeye  değil , kullarına  gerçeği  anlatmaya  memur  etmiştir . Büyük  emaneti  insanlığa  tanıtacak  ruh  bir  despot  değil , bir  aydınlık  getirici , şuur  uyandırıcıdır . Tebliğ  adamı  Allah  için    yapan  olacaktır , Allah  yerine    yapan  değil . Allah  yerine    yapmaya  kalkmak  ortaya  iyi  insan  ve  sadık  kul  çıkarmaz , tam  tersine , bilerek  veya  bilmeyerek  Allah’a  ortak  olmaya  kalkmış  yedek  ilahlar  çıkarır . Bunun  sonu  ise  Allah’ın  kulları  ile  Allah  arasına  giren  komisyoncu  tezgâhlarının  ortalığı  sarmasıdır . Ve  Kur’an’ın  şirk  dediği  bela  budur . Yani , Allah’a  kul  olmak  için  veya  ‘’daha  iyi  kul  olmak ‘’  için  birilerinin  aracılığına  ve  birilerine  haraç   vermeye  mecbur  bırakılmışlık  yolu . Bu  yol  tevhidin  ( Allah’ın  Bir  olduğuna  inanma )  ve  tevhidi  anlatan  Hz.  Muhammed’in  yolu  değildir. 
            ‘’ Bakın , bu  ilahi  kelam , gerçekten  soylu  bir  elçinin  vahiy  edilmiş  sözüdür , güç  bahşedilmiş , kudret  ve  egemenlik  tahtının  sahibi  nezdinde  emin  kılınmış , itaat  edilen  ve  güvene  layık  birinin  sözü ! Çünkü , bu  arkadaşınız  bir  deli  değil .‘’ Tekvir  Suresi  19. …22. Ayetler
            Hz.  Muhammed’e  indirilen  ilahi  kelam , Allah’ın  yaratılış  alanındaki  soyut  ya da  somut  herhangi  bir  olgu  kadar  tabiidir . Hz.  Muhammed’in  ‘’ bu  arkadaşınız ‘’  şeklinde  tanımlanmasının  amacı  da , onun  beşeri  tarafını  vurgulamak , böylece  kendisine  tabi  olanların  onu  ilahlaştırma  ihtimallerini  bertaraf  etmektir . ‘’ Peki,  çocukluğundan  beri  tanıdıkları  bu  arkadaşlarında  cinnetten  eser  olmadığı  hiç  mi  akıllarına  gelmiyor. Oysa , o  sadece  açıktan  açığa  uyaran  biri. ‘’  Araf  Suresi  184.  Ayet . Mekkelilerin  alışık  oldukları  şeylerden  kökten  değişik  bir  mesaj  getirdiği  için , Hz.  Peygamber  pek  çok  inanmayan  çağdaşı  tarafından  mecnun  olarak  görüldü . Hz.  Peygamberden  onların  arkadaşı  olarak  söz  edilmesi , onun  bir  insan , bir  beşer  olduğuna  dikkat  çekmek  ve  dolayısıyla  kendisine  insan  üstü  nitelikler  yakıştırılması  yönünde  kendi  yandaşları  arasında  doğması  mümkün  yanlış  eğilimleri  bertaraf  etmek  içindir . ‘’ Sen  bir  deli  değilsin , Rabbinin  nimeti  sayesinde !‘’ Kalem  Suresi  2.  Ayet .  Bu , Hz.  Muhammed’in  çağdaşlarından  büyük  kısmının  onun  tebligata  başlamasına  tepki  olarak  kullandıkları  ve  yıllarca  onu  aşağılamak  için  kullanmaya  devam  ettikleri  ithama  bir  imadır . Bu  ayet , daha  geniş  anlamda  Kur’an’da  sıkça  rastlandığı  gibi  yalnızca  Hz.  Peygambere  değil , aynı  zamanda  onu  izleyen  veya  izleyecek  olanların  tümüne  ilişkindir . Bu  örnekte  ise , manevi / ahlaki  değerlerini  Allah’a  ve  ölümden  sonraki  hayatın  varlığına  inanma  temeline  oturtan  herkesi  kapsamaktadır .
            ‘’ Düşün  yücelerden  inen  Allah’ın  mesajının  gözler  önüne  serdiğini ! Sizin  bu  arkadaşınız  ne  sapmış  ne  de  aldatılmıştır  ve  ne  de  kendi  arzu  ve  heveslerine  göre  konuşmaktadır . Bu  size  ilettiği , kendisine  indirilen  ilahi  vahiyden  başka  bir  şey  değildir , son  derece  kudretli birinin  ona  öğrettiği  bir  vahiy . O  fevkalade  bir  güçle  donatılmış  bir  melektir  ki  o  an  geldiğinde  kendini  gerçek  şekli  ve  hüviyeti  ile  gösterdi , ufkun  en    noktasında  görünerek . Ve  sonra  yaklaşarak  yanına  geldi , aralarında  iki  yay  mesafesi  kalana  kadar , hatta  daha  da  yakınına . Böylece  Allah , vahyolunmasını  uygun  gördüğü  her  şeyi  kuluna  vahiy  etmiş  oldu . Kulunun  kalbi  gördüğünü  yalanlamadı . ‘’  Necm  Suresi    1.  ….11.  Ayetler .
            ‘’ Allah  vahyolunmasını  uygun  gördüğü  her  şeyi  kuluna  vahiy  etmiş  oldu .’’  Meleğin  ‘’gerçek  şekli  ve  hüviyeti  içinde ‘’  ki  istisnai  tezahürüne  ve  ayrıca  bu  şekilde  ilahi  vahyin  içindeki  unsurlara  atıf . Yukarıdaki  ifade , en  deruni  anlamıyla , Allah’ın , seçilmiş  peygamberlerine  bile , varlığın , hayatın  ve  ölümün  gerçek  anlamını , evreni  yaratmasındaki  maksadın  ve  bizzat  evrenin  kendisinin  gerçek  sırlarını  tamamen  açmadığını  gösterir . Ayrıca , Hz.  Peygamberin  aldığı  vahiyleri deli  sözü , şiir , mitoloji , uydurma  olarak  nitelendiren  putperestlere  ve  onlar  gibi  düşünenlere  cevaptır . Bunun  anlamı , Hz.  Peygamberin  ağzından  çıkan  her  sözün  vahiy  olduğu  değil , olmadığıdır . Ayetleri  böyle  bir  anlamda   düşünmek  peygamberimizi  ilahlaştırmak  olur . Hz.  Peygamber  bu  Kur’an  gerçeğine  sadakat  içindir  ki , kendi  sözlerinin  yazılıp  toplanmasını  yasaklamıştır. Bu  yasağı  sonradan  kaldırdığı  yolundaki  rivayetleri  kabul  mümkün  değildir . Hz.  Peygamber , vahyin  ilk  zamanlarında  Müslümanların  az , meselelerin  zapt  edilmesinin  daha  kolay  olduğu  bir  dönemde , Kur’an  ayetleriyle  karışır  diye  sözlerinin  yazılmasını  yasaklayıp  da  sonraki  karmaşık  zamanlarda  buna  neden  müsaade  etsin ?  Bunun  içindir  ki , Hz.  Peygamber , hayatının  hiçbir  döneminde  kendi  sözlerinin  yazılıp  toplanmasına  müsaade  etmemiştir . Etseydi , o  sözler  de  tıpkı  Kur’an  gibi  onun  vefatından  hemen  sonra  bir  araya  getirilirdi . Peygamberimizin  vefatından  yaklaşık  iki  asır  sonra  binlerce  sözü  bir  araya  getirip  ona  isnat  edenler , Allah’ın  kitabı  yanına  onunla  birçok konuda  çelişen  yeni  bir  din  kaynağı  ilave  etmiş  ve  bunu  bir  meziyet  olarak  insanlığın  önüne  çıkarmışlardır .
            ‘’ Vahyin  sözlerini  tekrarlarken  dilini  hızla  oynatıp  durma , çünkü  onu  senin  kalbine  yerleştirmek  ve  gerektiğinde  okutturmak  Bizim  işimizdir . Böylece , onu  telaffuz  ettiğimiz  zaman , kelimeleri  bütün  zihnini  vererek  takip  et , sonra  onun  anlamını  açıklamak  bize  düşer.’’ Kıyamet  Suresi   16. ..19.  Ayetler .
            ‘’ Onu  hızla  söylemek  için  dilini  oynatıp  durma . ‘’  Burada  vahyin  sözlerine  işaret  edilmektedir . Bu  ayetleri  doğru  anlamak  için  Taha  Suresinin  114.  Ayetiyle  birlikte  okumak  gerekmektedir : ‘’Öyleyse , bil  ki  Allah , var  olan  her  şeyin  ötesindeki  yüceler  yücesidir ; mutlak  ve nihai  egemenlik  sahibi , mutlak  ve  nihai  Gerçek’tir . Dolayısıyla , Kur’an’ın  vahyi  sana  bütünüyle  ulaştırılmadan  önce  onun  hakkında  görüş  bildirmekte  tezlik  gösterme . Fakat daima: ‘ Ey  Rabbim , benim  ilmimi  artır ! ‘ de. ‘’  Taha  Suresi  114.  Ayet . Bu  ayet , her  ne  kadar  ilk  ağızda  Hz.  Muhammed’e  hitap  ediyor  olsa  da , aslında , bütün  çağlarda  Kur’an  okuyan  herkesi  ilgilendirmektedir . Kur’an  Allah’ın  Kelâmı , Allah’ın  Sözü  olduğuna  göre , onu  oluşturan  parçaların  hepsi  bir  arada  birbiriyle  tutarlı  ve  bağlantılı  tam  bir  bütün  meydana  getirmektedirler . ‘’ Hakkı inkâra  şartlanmış  olan  kimseler : ‘ Kur’an  ona  bir  bütün  olarak  bir  kerede  indirilseydi  ya ! ‘ diyorlar . Oysa , Biz  onu  sana  böyle  tutarlı  bir  bütün  oluşturacak  şekilde  belli  bir  düzen  içinde  ağır  ağır  vahiy  ediyoruz  ki  onunla  senin  kalbini  pekiştirelim . ‘’  Furkan  Suresi  32.  Ayet . Burada, İslam  muhaliflerinin  ağzından , Kur’an’ın  adım  adım  vahiy  edilmesinin , kişisel  ve  siyasal  ihtiyaçlarına  uydurmak  üzere , onu  Hz.  Muhammedin  kendisinin  tanzim  ettiğini  ima  eden  bir  ifade  vardır . Oysa , her  türlü    tutarsızlıklardan , tezatlardan  uzak , kendi  içinde  tutarlı  parçalarını , bütünü  meydana  getirecek  şekilde  bir  araya  getirip , onlara  uygun  bir  düzen  vermek  ve  bir  de  bütüne    tutarlılık  sağlamak  gibi  anlamlar  ihtiva  etmektedir . Hz.  Peygamberin  yaşadığı , hareket  ve  olaylarla  dolu  23  yıllık  bir  hayata  yayılan  mesajın  her  türlü  çelişkiden  uzak  ve  her  bakımdan  tutarlı  oluşu  onun  Allah  tarafından  vahiy  edilmiş  olduğunu  açıkça  ortaya  koyduğuna  göre , bunu  düşünen  her  müminin  imanını  güçlendiren  bir  keyfiyet  olması  gerekir . Kur’an’ın   kendisine  göre  de  onun  zaman  içinde tedricen  vahyolunmasının  sebebi  bu  keyfiyette  aranmalıdır . Bunun  içindir  ki , Kur’an  mesajını  tam  olarak  anlamak  isteyen  kimse , ‘’ aceleci  yaklaşımlardan ‘’  yani   ayetleri  ait  oldukları  umumi  anlam  örgüsünden  soyutlayarak  onlardan  aceleci  sonuçlar  çıkarmaktan  sakınmalı , Kur’an’ı  bir  bütün  olarak  ele  almalı , münferit  meseleleri  bu  bütün  içinde  değerlendirmelidir . Kur’an’ın  tek  tek  ayetlerinden  veya  ifadelerinden  aceleyle  - ve  bu  nedenle  hatalı  olabilecek  sonuçlar  çıkarmamamız  emredilmiştir . Çünkü  Kur’an  mesajının  tümü    ile  incelenmesi   halinde  onun  hakkında  doğru  bir  anlayış  sahibi  olabiliriz . Diğer  taraftan   bu  ayet , her  kelimenin  ve  ifadenin  anlamını  en  kapsayıcı   şekilde  düşünebilmek  ve  mekanik  bir  tekrarlamadan  farkı  olmayan , daha  da önemlisi , onu  okuyan , anlatan   veya  dinleyen  kişiyi , Kur’an  mesajını  anlamadan  ve  hatta  yeterince  önem  vermeden  sadece  dilinin  ses  güzelliği  ile  tatmin  olmaya  sevk  eden  bir  tür  aceleciliğe  mani  olmak  için  ilahi  kelamın  yavaşça  ve  ağır  ağır  hazmedilerek  okunması  ihtiyacını  vurgulamaktadır .
            Şimdi  bu  ayetlerden  başka  sonuçlar  da  çıkarmaya  çalışalım : 1 ) Allah , Kur’an’ın  vücut  bulmasında , vahyolunmasında   Hz.  Peygambere  dilini  kıpırdatma  şeklinde  bile  bir  müdahale  hakkı  vermemiştir. 2 ) Kur’an’ın  toplanması  ve  okunuşunun  belirlenmesi  de  Allah’ın  denetiminde  olmuştur . Hicr  Suresi  9.  Ayetteki   Kur’an’ın  Allah  tarafından  indirilip  korunduğu  beyanını  buradaki  beyanla  birlikte  düşünürsek  Kur’an  dışında  herhangi  bir  şeyin  derlenip  toplanmasında  ve  korunmasında  Allah’ın  iradesi  ve  garantisi  yoktur . O  halde , Hz.  Peygamberden  yaklaşık  iki  yüzyıl  sonra  şunun  bunun  ağzında  dolaşan  rivayetlerin  yazıya  geçirilmesiyle  oluşmuş  ve  Hz.  Peygambere  isnat  edilmiş  sözlerin  vahyin  bir  parçası  gibi   ele  alınarak  din  kaynağı  yapılması , Allah’a  ve  Kur’an’a  ortak  koşmak , kafa  tutmaktır . ‘’ Resul  buyurdular  ki : ‘ Benden  Kur’an  dışında  hiç  bir  şey  yazmayın . Kim  benden  Kur’an  dışında  bir  şey  yazmışsa  imha  etsin ! ‘’  Sahabe , Allah  resulünden , sözlerini  yazmak  için  izin  istediler . Ancak  onlara  bu  izin  verilmedi . Ebubekir , Resul’ün  ölümünden  sonra  Müslümanları  toplayarak  şöyle  dedi : ‘’ Sizler  Resul’den  farklı  farklı  hadisler  naklediyorsunuz . Bu  durumda  sizden  sonrakiler  daha  büyük  anlaşmazlıklara  düşeceklerdir . Allah  Resulünden  hiçbir  hadis nakletmeyin ! Sizden  hadis  rivayet  etmenizi  isteyenlere  deyiniz  ki , işte  Allah’ın  kitabı  ortada , onun  helalini  helal  kılın , haramını  haram  görün . ‘’
            ‘’ Biz , o  yeniden  dirilmeyi  inkâr  edenlerin  ne  söylediklerini  iyi  biliyoruz  ve  sen  onları  hiçbir  şekilde  inanmaya  zorlayamazsın . Ama  sen  yine  de  Benim  uyarılarımdan  korkabileceklere  bu  Kur’an  aracılığıyla  hatırlatmada  bulun . ‘’  Kaf  Suresi  45.  Ayet .
            Benim  tehdidimden  korkanlara  sadece  Kur’an’la  öğüt  ver .
            ‘’ De  ki , ey  Muhammed : ‘ Ey  insanlar , şüphesiz , ben  Allah’ın  hepinize  gönderdiği  bir  elçiyim . O  Allah  ki , göklerin  ve  yerin  egemenliği  O’na  aittir ! O’ndan  başka  Tanrı  yoktur , hayatı  ve  ölümü  bahşeden  O’dur ! ‘  Öyleyse  artık  inanın  Allah’a  ve  O’nun  elçisine ! Okuması- yazması  olmayan , Allah’a  ve  O’nun  sözlerine  inanan  haberciye . O’na  uyun  ki  doğru  yolu  bulabilesiniz . ‘’   Araf  Suresi   158.  Ayet .   
            Önceki  Peygamberlerin  her  biri  sadece  ve  sadece  kendi  toplumlarına  gönderilmiştir . Bu  itibarla , Eski  Ahit  yalnızca  İsrail oğullarına  hitap  etmektedir . Hatta , mesajı  daha  geniş  bir  yüklem  ve  çerçeve  ortaya  koyan  Hz.  İsa  bile , eldeki  İncillere  bakılacak  olursa , kendisinin  ‘’ yalnızca  İsrail  evinin  yitik  koyunlarına ‘’ gönderildiğinden  söz  etmektedir . ( Matta  XV.  24. ) Buna  karşılık  Kur’an’ın  mesajı  bütün  bir  insanlığa  hitap  etmekte  ve  ne  zamanla  , ne  de  belirli  bir  kültürel  çevre  ve  şartlarla  kayıtlı  bulunmaktadır . Bunun  içindir  ki , bu mesajın  tebliği  için  görevlendirilen  bir  elçi  olarak  Hz.  Muhammed  Kur’an’da  ‘’ Bunun  içindir   ki  ey  Peygamber , Biz  seni  bütün  âlemlere  rahmetimizin  bir  işareti  olarak  gönderdik . ‘’ ( Enbiya  Suresi  107.  Ayet . )  yani , Allah’ın  bütün  toplumlara , bütün  bir  insanlığa  bahşettiği  rahmetin  bir  delili , bir  işareti  ve  Peygamberlerin  mührü  ( Hatemi ) , başka  bir  deyişle  onların  sonuncusu  olarak  tanımlamaktadır . ‘’ Bilin  ki , ey  müminler , Muhammed  sizin  erkeklerinizden  hiçbirinin  babası  değildir , fakat  o , Allah’ın  elçisi  ve  bütün  Peygamberlerin  sonuncusudur . Ve  Allah  her  şeyi  hakkıyla  bilendir . ‘’  Ahzap  Suresi    40.  Ayet .   Yani , mühür’ ün  bir  dökümanın  sonunu  göstermesi  gibi , o  da  Peygamberlerin  sonuncusudur . Hâtem  terimi , bu  anlamın  yanında , aynı  zamanda  bir  şeyin  sonu  veya  sonuncusu  anlamındaki   hitam  ile  de    anlamlıdır . Bundan , Hz.  Muhammed  aracılığıyla  vahyolunan  mesajın , bütün  ilahi  vahiylerin  sonu  ve  özü  olarak  görülmesi  gerektiği  anlamı  çıkarılır .
            ‘’ Gerçek  şu  ki , insanı  uyarıp  öğüt  verdikten  sonra  hikmetlerle  dolu  bütün  ilahi  kitaplarda  yeryüzüne  dürüst  ve  erdemli  kullarımın  varis  olacağını  kaydettik . Şüphesiz , bunda  gerçekten  Allah’a  kulluk  eden  kimseler  için  bir  mesaj  vardır . Ve  bunun  içindir  ki  ey  Peygamber , Biz  seni  bütün  âlemlere  yalnızca   rahmetimizin  bir  işareti  olarak  gönderdik . ‘’   Enbiya  Suresi   105.106.107.  Ayetler .
            ‘’ Yeryüzüne  dürüst  ve  erdemli  kullarım  varis  olacak ‘’  ifadesi , açıktır  ki , ‘’ eğer  gerçekten  inanıyorsanız  mutlaka  insanların  en  üstünü  olacaksınız ‘’  Al-i  İmran  Suresi  139.  Ayet  vaadinin  bir  yankısıdır . Allah’ın  insan  için  öngördüğü  yüceliklere  erişmenin  ancak  inanıp  dürüst  ve  erdemli  davranışlar  ortaya  koymakla  mümkün  olduğunu  dile  getiren  bir  ifade .
            Kur’an’i  vahyin  evrenselliği  onun  üç  özelliğinden  ileri  gelmektedir . İlki , Kur’an  mesajı , soy-sop , ırk  ya da  kültürel  çevre  gözetmeksizin  bütün  insanlığa  hitap  etmektedir . İkincisi , özellikle  insanın  akıl  ve  sağduyusuna  hitap  etmekte  ve  dolayısıyla  ancak  gözü  bağlı  insanların  inanabileceği  türden  doğmalar  önermemektedir . Ve  nihayet , bilinen  bütün  dini  metinlerin  tersine , Kur’an , on dört  yüzyıl  önce  vahiy  edildiği  günden  bugüne  tek  kelimesi  değiştirilmeden  ulaşan  ve  bundan  böyle  de  değiştirilmeden  kalacak  olan  tek  kitaptır . Çünkü  Kur’an  ‘’ onu ( tüm  tahriflere  karşı ) muhakkak  ki , Biz  koruyacağız . ‘’  vaadi  doğrultusunda  eksiksiz  kaydedilmiş  ve  bugünlere  eksiksiz  ulaştırılmış  tek  vahyi  mesajdır . Bu  üç  özelliği  sayesindedir  ki  Kur’an  ilahi  vahyin  son  evresini  temsil  etmektedir  ve  bu  vahyi  insanlığa  ulaştıran  Hz.  Peygamber  de  peygamberlerin  sonuncusudur .
            ‘’ Onlar  ki , ellerindeki  Tevrat’ta  ve  İncil’de  tanımlanmış  bulacakları  Elçinin , okuması  yazması  olmayan  ( ümmi ) habercinin  izinden  gidecekler . O  elçi  ki  onlara  yapılması  doğru  olanı  buyurup , yapılması  yasak  olanı  yasaklayacak , onlara  temiz  ve  hoş  şeyleri  helal , kötü  ve  çirkin  işleri  haram  kılacak . Onların  sırtlarına  vurulmuş  yükü  indirip  boyunlarına  geçirilmiş  zincirleri  çözecek . Ve  sonuç  olarak , ona  inanan , onu  destekleyen  ve  yücelerden  bahşedilen  ışığın  ardına  onunla  birlikte  düşenler ; işte  böyleleri , nihai  kurtuluşa , esenliğe  erişen  kimseler  olacaklar . ‘’  Araf  Suresi   157.  Ayet .
            Burada  Hz.  Peygamberin  ‘’ okuma-yazma  bilmeyen / ümmi ‘’  biri  olduğu  konusundaki vurgu , onun  ilk  Peygamberler  ve  onlardan  aktardığı  öğretiler  hakkındaki  bilgisini , Kitab-ı  Mukaddesle  şu  ya da  bu  şekilde  aşinalık  içinde  olmasına  değil , yalnızca  ilahi  vahye  borçlu  olduğunu  belirtmeye  yöneliktir . ‘’ onların  sırtlarına  vurulmuş  yükü  indirip  boyunlarına  geçirilmiş  zincirleri  çözecek.’’ Burada , hem  Hz.  Musa  şeriatının  vazettiği  çok   sayıdaki  sıkı  ayinle ilgili  ve  yükümlülüklere , hem  de  mana  ve  anlamı  değiştirilmiş  İncillerde  ortaya  konan  öğretinin  belirgin  bir  biçimde  öngördüğü  çileci- eziyetçi  eğilimlere  işaret  ediliyor . Bununla  Kur’an , belli  topluluklar  için  ve  insanın  gelişim  sürecinin  belli  safhasında  ruhsal  disiplinin , ruhsal  arınmanın  yolları  ve  araçları  olarak  görülen  bu  yük  ve  zincirlerin , son  Peygamber  Hz.  Muhammed’in  tebliğiyle  Allah’ın  mesajı  son  ve  evrensel  çizgisine  ulaştıktan  sonra  artık  gereksiz  olacaklarını  ima  ediyor .
            ‘’ Yetkinlik  ve  kusursuzluğa  dair  nitelikler  yalnızca  Allah’a  aittir . Öyleyse , bu  niteliklerle  artık  yalnız  Allah’ı  çağırın . Ve  O’nun  niteliklerinin  anlamını  eğip  büken  kimselerden  uzak  durun . Böyleleri  yapıp  ettiklerinden  dolayı  ergeç  cezalandırılacaklardır. ‘’Araf   Suresi  180.  Ayet
            Yani , bu  sıfat  ve  nitelikleri  başka  varlıklara  ya da  nesnelere  yakıştırarak  ya da  bunun  tam  tersi  bir  yönde  giderek  Allah’ı   ‘’baba’’  yahut  ‘’oğul’’  gibi  insan  biçimli  nitelikler  ve  beşeri  ilişkiler  içinde  tasarlayıp  öylece  tanımlayarak . Bu  ayet , Allah’ın  kendilerine  eğriyi  doğruyu  ayırsınlar  diye akıl  verdiği  halde  bunu  gereği  gibi  kullanmayan  ve  O’na  karşı , yani , bütün  yüce  ve  yetkin  sıfatları  kendinde  toplayan  ve  dolayısıyla  mutlak  ve  nihai  hakikatin  kendisi  olan  Allah’a  karşı  ilgisiz  kalanlara  uyarıdır .
            İsim  denince  ilk  akla  gelen , ele  alınan  ya da  işaret  edilen  herhangi  bir  nesnenin  özünü , cevherini , kendi  özünden , yapısından  ileri  gelen  özellik  ve  niteliklerini  göstermek  üzere  seçilen  bir  kelime  oluyor . El-husnâ  terimi , yani ,  en  iyi , en  güzel  ve  yetkinliğe , kusursuzluğa  dair  sıfatlar  Kur’an’da  yalnız  Allah  için  kullanılmaktadır .
            ‘’ Ey  Peygamber , sana  son  saat’ tan   soracaklar , ‘ ne  zaman  gelip  çatacak ? ‘ diye . De  ki: ‘ Doğrusu , buna  dair  gerçek  bilgi  ancak  Rabbimin  katındadır. Onun  vaktini  O’ndan  başka  açığa vuracak  kimse  de  yoktur .  O  saat  göklere  ve  yere  bütün  ağırlığıyla  çökecek  ve  sizi  mutlaka  umulmadık  bir  anda  yakalayacak . ‘ Sana , sanki  bu  sırrın  ısrarla  peşine  düşmekle  belli-belirsiz  içsel  bir  bilgi  elde  etmiş  olman  mümkünmüş  gibi  soracaklar . De  ki : ‘ Ona  dair  gerçek  bilgi  ancak  Allah  katındadır ; ne  var  ki , insanların  çoğu  bundan  habersizdir . ‘ Ey  Peygamber  de  ki :  ‘ Allah  dilemedikçe  kendime  bir  yarar  sağlamak  ya da  kendimden  bir  zararı  uzaklaştırmak  benim  elimde  değil . Eğer  insan kavrayışının  ötesinde  olanı  bilseydim , muhakkak  ki , bahtiyarlık  adına  ne  varsa  ondan  payıma  daha  çoğu  düşerdi  ve  kötülük  asla  yaklaşmazdı  bana . Ama  ben  sadece  bir  uyarıcıyım  ve  inanan  bir  topluma  iyi  haberler  getiren  bir  müjdeci . ‘’   Araf  Suresi  187.188.  Ayetler .
            İlk  ayette , son  saatin  hangi  şartlarda  ve  ne  zaman  olacağı  hakkında  vukuundan  önce , peygamber  de  dâhil  kimseye  herhangi  bir  bilgi , bir  ipucu  verilmediğini , verilmeyeceğini  dile  getiriyor . Hz.  Peygamberin  beşer  oluşu  konusunda  ortaya  konan  sürekli  vurgu , yaratılmış  hiçbir  varlığın , az  ya da  çok  hiçbir  şekilde  Yaratıcının  sıfat  ve  gücüne  ortak  olmadığı , olamayacağı  konusundaki  temel  ilkenin  gereğidir , onun  mantıki  sonucu  durumundadır . Bu  ilkenin  mantıki  bir  uzantısı  olmak  üzere  189. …198.  Ayetlerde  Allah’ın  yaratıcı  kudretinin  tekliği  ve  Allah’a  özgü  oluşu  belirtilmektedir . En’am  Suresi  50.  Ayet  de  bu  ilkeyle  ilgilidir . ‘’ Ey  Peygamber , de  ki : ‘’Ben  size  Allah’ın  hazineleri  bendedir , demiyorum . Ne  insan  idrakini  aşan  şeyleri  bildiğimi  söylüyorum  ve  ne  de  size  ben  bir  meleğim  diyorum. Ben  sadece  bana  vahiy  edileni  yerine  getiriyorum .’’ Peygamber  adına  tabiatüstü  güçlere  sahiplik  iddiasının  bu  şekilde  reddedilmesi , öncelikle , inanmayanların  Hz.  Peygamberden  kendisine  mucizevi  bir  işaretin  verilmesini  sağlayarak  peygamberlik  görevini  ispat  etmesini  talep  etmelerine  işaret  etmektedir . Ancak  bu  özel  atfın  ötesinde  Hz.  Peygamberin  herhangi  bir  şekilde  ilahlaştırılmasını  önlemeyi  ve  onun  kendisinden  önceki  bütün  peygamberler  gibi , yalnızca  bir  insan , Allah’ın  mesajını  insanlığa  iletmek  için  seçtiği  bir  kul  olduğunu  açıklığa  kavuşturmayı  amaçlar .
            ‘’ Sen  ey  Peygamber , onlara  bir  mucize  getirmediğin  zaman  bazı  kimseler : ‘ Onu  Allah’tan  elde  etmeye  çalışsan  ya ! ‘ derler . De  ki : ‘ Ben  sadece  Rabbim  tarafından  bana  vahyolunan  her  neyse , ona  uyarım . Bu  vahiy , inanmak  isteyen  bir  toplum  için  Rabbinizin  katından  bahşedilmiş  bir  kavrama  yöntemi , bir  yol  gösterici  ve  bir  rahmettir . ‘’  Araf  Suresi  203.  Ayet .
            ‘’ Onu  Allah’tan  elde  etmeye  çalışsan  ya ! / Eğer  gerçekten  O’nun  elçisi  isen ! ‘’  O   sıralar  süreklilik  içinde  vahiy  edilmekte  olan Kur’an’ın  kendisinin  buna  cevaplarla  dolu  olduğu  düşünülürse , burada  inanmayanların  talebinin  Hz.  Peygamberin  ilahi  vahye  dayalı  misyonunun  özel  bir  biçimde  tezahürü  ya da  ispatıyla  ilgili  olması , yani , ileri  sürdüğü  hakikati  gözle  görülebilir , somut  bir  mucize  beklentisine  çevirmesinin  istenmesidir . Bu  ayet , peygamberliğin  tek  makul  ispatını  mesajın  kendisinde  değil , peygamberin  sergileyebileceği  mucizelerde  arayan  dar  kafalılığı , ilkel  düşünce  tarzını  işaret  ediyor .
            ‘’ Kendilerine  ilahi  bir  mesaj  gönderilen  herkesi , hiç  şüphesiz , Yargı  Günü’nde  hesaba  çekeceğiz . Ve  yine  hiç şüphesiz  mesajla  gönderilenlerin  kendilerini  de  hesaba  çekeceğiz .  Ve  sonra  kendilerine  yapıp  ettikleri  hakkındaki  şaşmaz  bilgimizi  açacağız . Çünkü  hiç  bir  zaman  onlardan  uzak  değildik . ‘’  Araf  Suresi  6.7.  Ayetler .
            ‘’ Allah’ın  bütün  peygamberleri  toplayıp  onlara : ‘ Size  ne  cevap  verildi ? ‘  diye  soracağı  gün  onlar , ‘ Bizim  bir  bilgimiz  yok . Yalnız  Sensin  yaratılmışların  idrakini  aşan  her  şeyi  tümüyle  bilen ! ‘  diyecekler . ‘’  Meryem  Suresi  109.  Ayet .
            Peygamberler , kendilerine  emanet  edilen  mesajı  tebliğ  etmekten  başka  bir  şeyle  yükümlü  değildir , çünkü  onlar  insanları  ne  doğru  yola  gelmeleri   için  zorlayabilir  ne  de  onların  kalplerinden  ne  geçtiğini  bilebilir .
            ‘’ Allah’tan  başka  çağırıp , sığındığınız  şeylerin  hepsi , hiç  şüphe  yok  ki  tıpkı  sizler  gibi  yaratılmış  varlıklardır . Eğer  doğru  sözlü  kimselerseniz , haydi  onları  çağırın  da  dualarınıza  icabet  etsinler ! ‘’   Araf  Suresi   194.  Ayet .
            ‘’ Yaratılmış  varlıklar , yani , kullar . ‘’  Yani , Allah’ın  iradesine  boyun  eğenler . Bu  tabir  hem  yaşayan  ya da  ölmüş  azizlere , kutsallık  yakıştırılan  kişilere ; hem  de  put , idol , fetiş  gibi  kutsal  bilinen  varlık  ve  kişileri  temsilen  yapılmış  her  türlü  sembolik  ve  tasviri  şeylere işaret  için  kullanılmaktadır. Kur’an’da  inançlar  ile  bağlantılı  olarak  kullanıldığı  yerlerde  her  zaman, ulûhiyete  ortak  oldukları  varsayılan  gerçek  veya  hayali  varlıkları  veya  güçleri  gösterir . Sonuç  olarak  bu  kavram  ve  onun  İslam’da  kesin  bir  dille  kınanması  yalnızca  sahte  ilahlara  tapınmayı  değil , aynı  zamanda  yaratılmışlara  yarı-ilahi  vasıfların  veya  güçlerin  izafesini , hem  de  servet , sosyal  statü , iktidar , milliyet  vb.  gibi , insanların  çoğunlukla  insanlığın  kaderi  üzerinde  objektif  bir  belirleyicilik  izafe  ettiği   kavramları  kapsar .
            ‘’ Sen , insan  fıtratının  kabule  yatkın  olduğu  yolu  tut . İyi  olanı  emret ; bilgisiz  kalmayı  seçenleri  kendi  hallerine  bırak . ‘’   Araf  Suresi  199.   Ayet .
            İnsanların  eylem   ve  tavırlarından  sana  kolay  geleni  ya da  kendiliğinden  sana  uygun  olanı  seç , insanların  sırtına  gereksiz  yükler  yüklemeksizin  işleri  onlar  için  kolaylaştır  ve  onlar  için  çok  zor  olacak  çabaları  isteme  onlardan .
            ‘’ İnsan  zayıf  yaratılmıştır .’’  Nisa  Suresi  28.  Ayet   ve  ‘’ Allah , hiç  kimseye  gücünün  üstünde  yük  yüklemez . ‘’  Bakara  Suresi  286.  Ayet ,   şeklindeki  Kur’an’i   öğretilerle  de  tam  bir  uyum  içinde  olan  bu  ayet , böylece , inanan  kimselere  insan  fıtratının  kabule  yatkın  olduğu  yolu  tutmalarını , hata  içinde  olanlara  karşı  fazla  sert  ve  zorlayıcı  olmamalarını  öğütlüyor . Bu  öğüdün  özellikle , günahların  en  affedilmez  olanı  durumundaki  şirk’ ten , yani , Allah’tan  başka  herhangi  bir  kimseye  ya da  nesneye  ilahi  güçler  ve  sıfatların  yakıştırılmasının  hemen  sonrasında  zikredilmesi  onu  daha  da  anlamlı  kılıyor .
            ‘’ Eğer  Şeytan’dan  güç  alan  bir  kışkırtı  seni  gözü  kara  bir  öfkeye  sürükleyecek  olursa  hemen  Allah’a  sığın  ve  bil  ki  O  her  şeyi  işiten , her  şeyi  aslıyla  bilendir .’’ Araf  Suresi  200. Ayet .
            Hakikatin  inatla  cahil  kalmayı  seçenler  tarafından  reddedilmesi  karşısında  duyulan  öfkedir  bu . Hz.  Peygamber , itidale  çağıran  bir  önceki  ayetin  nüzulünden  sonra  yüksek  sesle  ‘’  Ey  Rabbim ! ‘’  dedi , ‘’ Ya  haklı  öfkenin  durumu  nedir ? ‘’  Bunun  üzerine  kendisine  yukarıdaki  ayet  vahiy  edilmiştir .  
             ‘’ Ve  sen  ey   Peygamber , gönül  alçaltarak , korku  ve  duyarlık  içinde , sesini  yükseltmeden   sabah  akşam  Rabbini  an  ve  sakın  umursamaz  kimselerden  olma . Bil  ki , Rabbine  yakın  olanlar  O’na  kulluk  yapmaktan  asla  kibre  kapılmazlar . O’nun  sınırsız  yüceliğini  övgüyle  anar  ve  yalnızca  O’nun  önünde  yere  kapanırlar . ‘’   Araf  Suresi  205.206.  Ayetler .
            Allah’a  karşı  son  derece  derin  bir  sorumluluk  bilincini  dile  getiren  ifadeler .
            ‘’ Bilin  ki  kulluk  / ibadet  mahalleri /  ibadet  eylemi  yalnızca  Allah’a  mahsustur . O  halde  Allah’ın  yanı  sıra  başka   hiç  kimseye   yalvarıp  yakarmayın . ‘’  Cin  Suresi  18.  Ayet .
            Mabetlerde  yalnız  Allah’a  sığınılır .  İbadetlere , dualara , yakarışlara  Allah  dışında  hiçbir  varlığın  adı  karıştırılamaz . Mabetlerde  konuşan  vaizler , tebliğciler  Allah  dışında  hiç  kimsenin davetçiliğini , propagandasını , reklamını  yapmamalıdır .
            ‘’ De  ki : ‘ Ben  yalnız  Rabbime  yalvarırım  ve  O’ndan  başka  hiç  kimseye  ilahlık  yakıştırmam . ‘  De  ki : ‘ Size  zarar  vermek  yahut  doğruyu  eğriden  ayırt  etme  bilinciyle  sizi  donatmak  benim  elimde  değildir . ‘  De  ki : ‘ Gerçek  şu  ki  hiç  kimse  beni  Allah’a  karşı  koruyamazdı  ve  O’ndan  kaçıp  saklanacak  hiç  bir  yer  bulamazdım , eğer  Allah’ın  mesajlarını  ve  O’ndan  bana  ulaşan  aydınlığı  dünyaya  duyurmamış  olsaydım . ‘’  Cin  Suresi  20. ..23.  Ayetler .
            ‘’ Yalnız  O  bilir  yaratılmışların  kavrayış  sınırlarının  ötesindekini  ve  hiç  kimseye  açmaz  kendi  erişilmez  derinlikteki  sırlarını . Seçmekten  hoşnutluk  duyduğu  elçisi  hariç . O  zaman  Allah  hem  onun  gözü  önüne  serilmiş  olan  her  konuda , hem  de  aklının  ermeyeceği  her  alanda  onu  gözetlemek  için  semavi  güçler  gönderir . Böylece  bu  elçinin  tebliğ  ettikleri  şeyin  yalnızca  Rablerinin  mesajları  olduğunu  açıkça  gösterir . Çünkü  onların  söyleyebilecekleri  her  şeyi  bilgisi  ile  kuşatan  O’dur . Ve  mevcut  olan  her  şeyi  bir  bir  hesaplayandır .’’  Cin  Suresi  26.27.28.  Ayetler .
            ‘’ Allah , insan  idrakini  aşan  şeyleri  kavrama  gücünü  size  verecek  değildir . Bunun  için  Allah , elçileri  arasından  dilediğini  seçer . Öyleyse  Allah’a  ve  elçilerine  inanın . Zira  eğer  O’na  inanır  ve  O’na  karşı  sorumluluğunuzun  bilincinde  olursanız  o  zaman  bilin  ki , sizi  muhteşem  bir  karşılık  beklemektedir . ‘’  Al-i  İmran  Suresi  179.  Ayet .
            Yani , Allah , insana  sadece  kendisinin  tüm  bilgisine  sahip  olduğu  hakikat  hakkında  kısmi  bir  görüş  sahibi  olmayı  bu  elçiler  aracılığıyla  sağlar . İlahi  vahiyle  onurlandırılmanın , her  peygamberi , hayatındaki  bilebildiği  yahut  bilgisi  dışındaki  bütün  endişelerden  ruhsal  olarak  koruduğu  gerçeğine  de  işaret  edilmektedir . ‘’ O , insanların  gözlerinin  önünde  olanı  da , onlardan  gizli  tutulanı  da  bilir . Oysa  O  dilemedikçe  insanlar  O’nun  ilminden  hiç  bir  şey    edinemez , hiç  bir  şey  kavrayamazlar . ‘’  Bakara  Suresi  255.  Ayet .
            ‘’ Sen  ey insanoğlu ! Düşün  bu  hikmetle  dolu  Kur’an’ı . Gerçek  şu  ki , sen  Allah’ın  elçilerinden  birisin , dosdoğru  yol  üzeresin . Kudret  Sahibi  ve  Rahmet  Kaynağından  indirilmiş  olanın  sayesinde . ‘’  Yasin  Suresi  1. …5.  Ayetler .
            Yâ-sin  kelimelerinin , surenin  devamında  açıkça  muhatap  alınan  Allah’ın  elçisi  Hz.  Muhammed’i  kastettiği  ve  Kur’an’ın  sıkça  yaptığı  gibi , onun  ve  yakın  arkadaşlarının  beşer  olma  özelliklerini  vurgulamayı  amaçladığı  söylenebilir . Hikmetlerle  dolu  Kur’an’ın  düşünülmesi , Kur’an’daki  bariz  hikmetin , Hz.  Muhammed’in  Allah’ın  bir  elçisi  olduğu  gerçeğinin  kanıtı  olduğunun  anlaşılması  içindir. ‘’ De  ki : Eğer  sapkınlığa  düşmüş  olsaydım  kendi  yüzümden  ve  kendi  aleyhime  sapmış  olurdum . Ama  eğer  doğru  yoldaysam , yalnızca  Rabbimin  bana  vahyi  sayesindedir . Kuşkusuz  O , en  yakın  olan , her  şeyi  işitendir . ‘’ Sebe  Suresi  50.  Ayet . ‘’ Biz  her  elçiyi , mutlaka  kendi  halkının  diliyle  vahiy  edilmiş  bir  mesajla  gönderdik  ki , hakkı  onlara  açık  ve  dolaysız  bir  biçimde  ulaştırabilsin . Artık  bundan  sonra  Allah  sapmayı  dileyeni  sapıklık  içinde  bırakır , doğru  yolu  tutmayı  dileyeni  de  doğru  yola  yöneltir . Çünkü  doğru  hüküm  ve  hikmetle  edip-eyleyen  en  yüce  iktidar  sahibi  O’dur . ‘’  İbrahim  Suresi  4.  Ayet . Allah’ın  saptırması , ya da , sapıklık  içinde  bırakmasına  ilişkin  tüm  Kur’an’i  atıflar  ancak  Bakara  Suresi  26. 27.  Ayetlerde  ortaya   konan , ‘’ Allah , kendisine  karşı  taahhütlerini  bozan  fasıklardan  başkasını  saptırmaz . ‘’  ilkesiyle  birlikte  düşünülmeli , bu  temel  üzerinde  değerlendirilmelidir . Bu  şu  demektir ; insanın  sapıp  da  yoldan  çıkması , kelimenin  avami  anlamıyla  ‘’kader’’ in  ya da  ‘’ alın  yazısı’’ nın  keyfi  bir  sonucu  değil , kesinlikle  insanın  kendi  tutum  ve  eğilimlerinin  sonucudur . Allah  tutum  ve  davranışlarının  gidişi  itibariyle  asla  imana  ermeyeceğini  bildiği  insanların  dışında  hiç  kimseyi  saptırmaz , sapıklık  içinde  bırakmaz . Ve  yine  Allah , imana  olan  eğilimini  bildiği  insanların  dışında  kimseyi  doğru  yola  yöneltmez , doğru  yola  sokmaz .
            ‘’ Sen  ancak  ilahi  uyarıyı  can  kulağıyla  dinleyen  ve  insan  kavrayışının  ötesinde  bulunmasına  rağmen  Rahman’dan  korkan  kişiyi  uyarabilirsin . İşte  böylelerine  Allah’ın  bağışlayıcılığını  ve  en  güzel  ödülü  müjdele . ‘’  Yasin  Suresi  11.  Ayet .
            ‘’ Rabbinin  birliğini  unutan  kimselere  gelince , o  gün  Rabbin  onları  ve  onların  Allah  yerine  kul-köle  oldukları  varlıkları  bir  araya  toplayacak  ve  kendilerine  tanrısal  nitelikler  yakıştırılan  bu  varlıklara : ‘ Bu  kullarımı  siz  mi  yoldan  çıkardınız , yoksa  onların  kendileri  mi  doğru  yoldan  ayrıldılar ? ‘ diye  soracak . Onlar : ‘ Sınırsız  kudret  ve  yüceliğinle  Seni  tenzih  ederiz ! ( Bütün  kusurlardan  uzak  olduğuna  inanırız .)’  diye  cevap  verecekler ,  ‘ Senden  başka  dostlar , efendiler  edinmek  bize  yakışmazdı ! Fakat , bunlara  gelince , Sen  bunlara  ve  babalarına  dünya  hayatının  tadını  çıkarmaları  için  fırsat  verdin , öyle  ki , onlar  da  seni  anmayı  büsbütün  unuttular . Çünkü  bunlar  her  türlü  iyilikten  yoksun  kimselerdi . ‘  Bunun  üzerine  Allah  da  müşriklere : ‘ İşte  sizin  tanrı  yerine   koyduğunuz  kimseler , geçmişte  ileri  sürdüğünüz  iddiaların  yalan  olduğunu  ortaya  koydular . ‘  diyecek , ‘ Artık  ne  hak  ettiğiniz  azabı  savuşturabilirsiniz , ne  de  kendinize   bir  destek  bulabilirsiniz ! Çünkü  içinizden  her  kim  böyle  bir  kötülük  işlemişse , ona  büyük  bir  azap  tattıracağız ! ‘’   Furkan  Suresi   17.18.19.  Ayetler .
            Soru ,  ‘’ Yargı  Gününde  konuşturulacak  olan  cansız  putlara ‘’  değil , tanrılaştırılan  akıl  sahibi  varlıklara , yani , peygamberlere , azizlere , velilere  hitap  etmektedir . Onların  cevapları  ‘’başkalarından  bize  kulluk  etmelerini  istememiz  manen  ve  ahlaken  imkânsızdı. ‘’  olmuştur . İbni  Kesir  ‘’ bizim  için / bize ‘’  ifadesinin  sadece  bu  sözü  söyleyen  kimselere  değil , topluca  bütün  insanlara  işaret  ettiğini  ve  dolayısıyla  cümlenin  ‘’ …… biz  insanlara  yakışmaz .’’  anlamına  geldiğini  söylemiştir . Her  iki  durumda  da  Kur’an’ın  hemen  her  yerinde  değişik  biçimlerde  tekrarlanan  belâgat  ( Bir  şeyde  gizli  olan  derin  anlam )  gereği  soru  ve  cevap , Allah’tan  başka  varlıklara  tanrısal  nitelikler  yakıştırmanın  manevi  ve  ahlaki  çarpıklığını  ve  zihnen  saçmalığını  dramatik  bir  tarzda  ortaya  koymak  amacını  taşımaktadır .
            ‘’ Ey  Muhammed ,  Biz  senden  önce  de  yiyip  içen , çarşıda  pazarda  dolaşan  ölümlü  insanların  dışında  kimseyi  elçi  olarak  göndermedik . Böyle  yaparak , ey  insanlar , kiminizi  kiminiz  için  bir  imtihan  vesilesi  kıldık  ki , sabredecek  misiniz , bunu  kendiniz  de  göresiniz . Yoksa  Allah  zaten  her  şeyi  olduğu  gibi  görmektedir ! ‘’   Furkan  Suresi   20.  Ayet .
            Bu  ayet , şüpheye  yer  bırakmayacak  şekilde , her  yeni  peygamberin  kural  olarak  başlıca  iki  amaçla  gönderildiğine  işaret  etmektedir . Birincisi , vahiy  yoluyla  insanoğluna  ahlaki  bir  mesaj  ulaştırmak  ve  böylece  doğruyla  eğriyi  ya da  hakla  batılı  birbirinden  ayırmaya  yarayan  bir  ölçü , bir  kıstas  ortaya  koymak  ve  ikincisi  de , bu  Risalet  olgusunu , insanların  özüne , onların  peygamberin  getirdiği  mesaja  karşı  tepkilerinde  kendini  açığa  vuracak  olan  manevi  ve  ahlaki  tercih  ve  kavrayışlarını , yani , bu  mesajın  doğru  ve  ilahi  menşeli  olduğunu  ayırt  etmek  için  ‘’tabiat  üstü’’  belirtilere , birtakım  mucizelere  ihtiyaç  duymadan  mesajı  kendi  muhtevası  içinde  akli  kıstaslarla  değerlendirmeye  istekli  olup  olmadıklarını  sınamak  için  bir  vesile  olarak  çıkarmak.  Dolaylı  olarak ,en  derin  anlamı  içinde  bu  ayet , sadece  peygamberin  değil , fakat  her  insanın , toplumsal  varlığıyla , toplumun  öteki  üyeleri  için , onların  ahlaki  tercih  ve  kavrayışlarının  ortaya  çıkmasını  sağlayan  bir  imtihan  vasıtası  olduğunu  ima  etmektedir . Bunun  içindir  ki  bazı  müfessirler  yukarıdaki  cümleye  şu  anlamı  vermektedirler : ‘’ Birbirinize  imtihan  vesilesi  olmanız  için  sizi  beşeri  varlıklar  kıldık .’’  Siz  ey  insanlar , yahut , daha  özel  bir  topluluk  olarak , ‘’ Siz , ey  Kur’an  mesajının  ulaştığı  kimseler . ‘’
            ‘’ O  gün  ki , vaktiyle  haksızlığı  kendisine  yol  edinmiş  olan  kişi  ellerini  kemirip , ‘ Ah  ne  olurdu  Resul’ün  gösterdiği  yolu  tutsaydım ! ‘  diyecek , ‘ Vah  bana , ne  olurdu , falancayı  kendime  dost  edinmemiş  olsaydım ! Gerçekte  bana  uyarıcı , hatırlatıcı  mesaj  geldikten  sonra , beni  Allah’ı  hatırlamaktan  o  uzaklaştırdı ! ‘  Zaten , şeytan  işte  böyle  yalnız  ve  çaresiz  bırakır  insanı . Ve  o  gün  Resul : ‘ Ey  Rabbim ! ‘  diyecek , ‘ Kavmimden  bazıları  bu  Kur’an’ı  gözden  çıkarılacak  bir  şey  olarak  gördü ! ‘  İşte  bu  ( senin  çağında  olduğu )  gibi , Biz  her  nebiye  günaha  gömülüp  gitmiş  kimseler  içinden  düşmanlar  çıkardık . Bununla  birlikte , sana  yol  gösterici  ve  yardımcı  olarak  Rabbin  yeter . ‘’  Furkan  Suresi  27. ….31.  Ayetler .
            ‘’ Kavmimden  bazıları  bu  Kur’an’ı  gözden  çıkarılabilecek  bir şey   olarak  gördü . ‘’  Yani , dünyevi  istek  ve  tutkularına  aykırı  buldukları  için  ya da  zamanın  değişen  şartları  karşısında  ‘’geçerliliğini  yitirmiş ‘’  bir  öğreti  olarak  gördükleri  için . Kur’an  mesajının  ulaştığı  toplumların  çoğu  onu  ilahi  bir  mesaj  olarak  gördükleri  ve  dolayısıyla  onun  ‘’ her  bakımdan  tutarlı  ve  her  çağda  geçerli ‘’  olduğuna  inandıklarına  göre , ‘‘ benim  kavmim ‘‘  ya da  ‘‘ benim  gönderildiğim  toplum ‘‘  ifadesi  Kur’an’i  mesaja   olan  inancını  kaybetmiş  kimseleri  işaret  etmektedir .
            Hz.  Peygamber’in  Yüce  Allah  huzurunda , ümmetinden  şikâyeti  bu  ayetle  dile  getirilmiştir . Ayette  şikâyet  için  kullanılan  kelimeler  ayrı  bir  mucize  sergilemektedir . Kullanılan  kabullenme , elle  sarılıp  tutma , görünüşte  benimsemedir . Ancak  bu  tutmanın  mehcûr  bir  tutma  olduğu  söyleniyor . Mehcûr , uzaklaştırılan , devre  dışına  çıkarılan , ayrı  tutulan  demektir . Anlaşılıyor  ki , Resul , ümmetinin  Kur’an’ı  benimseyip  kucaklar  bir  manzara  arz  etmelerine   rağmen , onu  yaşanan  hayattan  uzaklaştırıp  devre  dışı  tuttuklarından  şikâyetçidir . Kısacası , zahirde  Kur’an’a  sarılma , hakikatte  ise  Kur’an’ı  itme  ve  ondan  uzaklaşma  sergilenmiştir . İslam  dünyasının  yüzyıllardan  beri  sergilediği  manzara  gerçekten  budur . Din , Kur’an’ın  dinidir  ama , kitlelere  yön  ve  hareket  veren , Kur’an  değil , Kur’an’a  fatura  edilen  bir  yığın  uydurma  kitaplar , mezhep , tarikat , fetva , icma , hazret , seyyid  vs. dir . Tevhit  dini  adına  adeta  bir  şirketler  topluluğu  dini  haline  getirilmiş  ve  Kur’an’ın  şu  ayetteki  mucizesi  de  tecelli  etmiştir : ‘’ Yoksa  onların  şürekâsı , hükümde  ortakları    var  da  kendilerine  din  konusunda  Allah’ın  izin  vermediği  şeyleri  kurallaştırıyorlar . ‘’  Şura  Suresi   21.  Ayet .
            Hz.  Peygamber’in  en  büyük  mücadelelerinden  biri  de  Allah’ın  Kitabı  dışında  bir  din  kaynağının  ortaya  çıkmasını  engellemek  için  olmuştur . O , işte  bunun  ilk  adımı  olarak , kendi  sözlerinin  yazılmasına  müsaade  etmemiş , ondan  habersiz  bir  şeyler  yazanlara , yazdıklarını  imha  ettirmiştir . Onun  ardından  yönetime  geçen  Ebu  Bekir  ‘’ Allah’ın  Kitabı  size  yeter . ‘’  demiştir . Büyük  sahabelerin  hepsinin  tavrı  ve  görüşü  budur . Onlar  ‘’ Peygamber  dedi  ki …..’’ sözünü  bile  kullanmaya  çekiniyorlardı . Sahabeler’ den   Zeyd  b.  Erkam’a  , bize  Hak  elçisinden  bir  şeyler   naklet  dediklerinde  cevabı  ‘’ Artık  yaşlandık , unuttuk , Resul’den  bir  şeyler  nakletmek  kolay  değildir .’’  olmuştur . Resul  bilmiyor  muydu  ki , sonradan  gelenler  onun  sözlerini  ikinci  bir  ilahi  kitap  haline  getirerek  tebliğcisi  olduğu  Kur’an’a  ortaklar  yaratıp  tevhidi  parçalayacaklardır ?
            ‘’ Sen  hiç  kendi  hoşlandıklarını , heveslerini , iğreti  arzularını  tanrılaştıran   birini  gördün  mü / düşündün  mü ? Şimdi  böyle  birinden  sen  mi  sorumlu  olacaksın . Yoksa  sen  onlardan  çoğunun  senin  ulaştırdığın  mesajı  dinlediklerini  ve  akıllarını  kullanacaklarını    sanıyorsun ? Hayır, , hayır  koyun  sürüsü  gibidir  onlar ; doğru  yoldan  hiç  mi  hiç  haberleri  yok . ‘’   Furkan  Suresi  43.44.   Ayetler .
            ‘’ Gerçek  şu  ki , Biz , cehennem  için , kalpleri  olup  da  kavrayamayan , gözleri  olup  da  göremeyen , kulakları  olup  da  işitemeyen  insanlardan  ve  görünmez  varlıklardan  çok  canlar  ayırmışızdır .  Hayvan  sürüsü  gibidir  bunlar . Hayır ,  hayır , doğru  yolu  kavramakta  onlardan  da  aşağı . Körcesine  dalıp  gitmiş  olanlar  işte  böyleleridir . ‘’  Araf  Suresi  179.  Ayet .   Lafzen  ‘’ daha  da  sapıklar . ‘’  Çünkü  hayvanlar  sadece  içgüdülerine  ve  tabii  ihtiyaçlarının  sevkine  bağlı  olup , ahlaki  bir  tercihte  bulunmalarını  hem  mümkün , hem  de  zorunlu  kılacak  bir  bilinçten  de  yoksundurlar . Allah’ın  kendilerine  eğriyi – doğruyu  ayırsınlar  diye  akıl  verdiği  halde  bunu  gereği  gibi  kullanmayan   ve  O’na  karşı , yani , bütün  yüce  ve  yetkin  sıfatları  kendinde  toplayan  ve  dolayısıyla  mutlak  ve  nihai  hakikatin  kendisi  olan  Allah’a  karşı , ilgisiz  ve  duyarsız  kalanlardan  bahsedilmektedir .
            ‘’ Bazı  insanlar , Allah’ı  bırakıp , kendilerine  ne yarar  ne  de  zarar  ulaştırmaya  gücü  olmayan  şeylere  tapınıp  duruyorlar . Zaten  gerçek  kâfir  de , Rabbine  sırtını  dönen  kişidir ! Bununla  birlikte , ey  Peygamber , Biz  seni  yalnızca  bir  müjdeci  ve  uyarıcı  olarak  gönderdik . De  ki : ‘ Bunun  için  sizden , dileyen  kimsenin  Rabbine  giden  yolu  bulmasından  başka  bir  karşılık  istemiyorum ! ‘  Öyleyse , ebediyen  ölmeyecek  olan  O  mutlak  diri  varlığa  güven  ve  O’nun  sınırsız  kudret  ve  yüceliğini  övgülerle  an , ki  kimse  kullarının  günahlarından  O’nun  kadar  haberli  değildir . ‘’  Furkan  Suresi   55.  ….58.  Ayetler .
            ‘’ Kimse  kimsenin  yükünü  taşıyacak  değildir . Kendi  yükü  ağır  gelen  kimse  onu  taşımak  için  başkasını  yardıma  çağırırsa , yakını  da  olsa, bu  kimse  o  yükün  hiç  bir  parçasını  taşıyamaz. O  halde  sen , ancak  kavrayışlarının  ötesinde  olduğu  halde , Rablerinden  korku  duyanları  ve  namazlarında  dikkatli  ve  devamlı  olanları  uyarabilirsin . Ve  şunu  bil  ki , kim  arınırsa  yalnız  kendisi  için  arınmış  olur  ve  bütün  yollar  yalnız  Allah’a  varır . Nitekim , ne  gören  ile  görmeyen  bir  olur , ne  aydınlık  ile  zifiri  karanlık , ne  serinletici  gölge  ile  yakıcı  sıcak  ve  ne  de  yaşayan  ile  kalben  ölmüş  bulunan . Şüphen  olmasın  ki  ey  Muhammed , Allah  dilediğine  işittirir , hâlbuki  sen  mezarlarındaki  ölüler  gibi  kalben  ölmüşlere  işittiremezsin .
            Sen  sadece  bir  uyarıcısın !
            Biz  seni  hakikat  ehli  bir  müjdeci  ve  uyarıcı  olarak  gönderdik , çünkü  hiç  bir  topluluk  yoktur  ki , içlerinden  bir  uyarıcı  gelip  geçmemiş  olsun . Ve  eğer  seni  yalanladıklarını  görürsen  aldırma , onlardan  önce  yaşamış  olanların  çoğu  da , elçileri  kendilerine  hakikatin  bütün  kanıtlarıyla  ve  ilahi  hikmet  yüklü  kitaplarla  ve  aydınlatıcı  vahiyle  geldiklerinde  hakikati  yalanlamışlardı . ‘’  Fatır  Suresi   18. ….25.  Ayetler .
            ‘’ İnsanların  işlediği  kötü  fiiller  yalnızca  kendilerini  ilgilendirir  ve  sorumluluk  taşıyan  hiç  kimseye  başkasının  sorumluluğu  yüklenmez . ‘’  En’am  Suresi  164.  Ayet . ‘’ Hiç  kimse , kimsenin  yükünü  taşıyacak  değildir . ‘’  Necm  Suresi  38.  Ayet . Çünkü , insanların  işledikleri  kötü  fiiller  yalnız  kendilerini  ilgilendirir . Bu  temel  ahlaki  kural  Kur’an’da  beş  kez  geçmektedir . Bu  kuralın  anlam  ve  sonucu  üç  aşamalıdır . İlkin , insanoğlunun  doğumundan  itibaren  yüklendiği  ilk  günah  şeklindeki  Hıristiyan  doktrini  kesinlikle  reddedilmektedir . İkincisi , kişinin  günahlarının  bir  azizin  veya  peygamberin  kendini  feda  etmesi  sayesinde  bağışlanabileceği  fikri  reddedilmektedir .  (Mesela , Hz.  İsa’nın  insanların  günahkârlığı  için  vekâleten  kendini  feda  etmesi  şeklindeki  Hıristiyan  doktrini ) Ve  üçüncü  olarak  da , günahkâr  ile  Allah  arasındaki  herhangi  bir  aracılık  ihtimali  reddedilmektedir .
            ‘’ Kavrayışlarının  ötesinde  olduğu  halde  Rablerinden  korku  duyanları  uyarabilirsin . ‘’  Bu  ifadenin  anlamı  şudur ; yalnızca  insan  idrakinin  ötesindeki  şeylerin  varlığına  inananlar  önceki  ifadede  gizli  bulunan  uyarıdan  ders  alabilirler . ‘’ Onlar   ki , insan  idrakini  aşan  olguların  varlığına  inanırlar . ‘’  Bakara  Suresi  3.  Ayet .  Gayb , genellikle  ve  hatalı  olarak  görünmeyen  şeklinde  çevrilmektedir . Kur’an’da  insanın  kavrayış  alanının  ötesinde  bulunan , onu  aşan  hakikatin  tüm  safhalarını  ifade  etmek  için  kullanılır . Bu  nedenle , bilimsel  gözlemlerle  ispatı  veya  reddi  söz  konusu  olamaz  veya , hatta  genel  kabul  görmüş  kurgusal  düşünce  kategorileri  içinde  bile  yeterli  biçimde  kapsanamaz . Örneğin , Allah’ın  varlığı , evrenin  yaratılış  amacı , ölümden  sonraki  hayat , zamanın  gerçek  mahiyeti , ruhsal  güçlerin  varlığı  ve  birbirleriyle  ilişkileri  gibi . Ancak  asıl  hakikatin  gözlemlenebilen  çevreden  çok  daha  fazlasını  kapsadığına  ikna  olan  bir  kişi , Allah’a  imana  ve  böylece  hayatın  bir  anlamı  ve  gayesi  olduğu  inancına  ulaşabilir . Kendisinin  ancak insan  idrakini  aşan  olguların  varlığına  inananlar  için  bir  rehber  olduğuna  işaret  etmek  suretiyle  Kur’an , aslında , zihinleri  bu  temel  öncülü  kabullenemeyenler  için  kapısının  zorunlu  olarak  kapalı olacağını  söylemektedir . ‘’ Gerçek  şu  ki , sen  ölülere  de  işittiremezsin , sırt  çevirip  uzaklaşan  sağırlara  da  işittiremezsin  bu  çağrıyı . Ve  yine  sen  kalben  kör  olanları  saptıkları  yoldan  çevirip  doğru  yola  yöneltemezsin . Sen  sesini  ancak  mesajlarımıza  inanmaya  istekli  olanlara  işittirebilirsin , ki  onlar  da  zaten  bize  yürekten  boyun   eğecek   olan   kimselerdir .‘’  Neml  Suresi  80.81.  Ayetler . ‘’ Elbette  sen  ölülere  asla  duyuramazsın  ve  sırtlarını  sana  dönüp  uzaklaşan  kalbi  sağırlara  da ! Ve  yine , kalpleri  kör  olanları  sapıklıklarından  döndürüp  doğru  yola  iletemezsin . Sen  davetini  ancak  mesajlarımıza  inanmak  isteyenlere  ve  böylece  kendilerini  Bize  teslim  edenlere  duyurabilirsin . ‘’  Rum  suresi  52.53.  Ayetler .
            ‘’ Onlar  orada (cehennemde); ‘ Rabbimiz ! Bizi  bu  azaptan  kurtar ! Bundan  sonra  artık  eskiden  yaptıklarımızdan  farklı  iyi  şeyler  yapacağız !’ diye  feryat  ederler . O  zaman  onlara  şöyle  cevap  vereceğiz : ‘ Size  orada , düşünmek  isteyen  herkesin  düşünebileceği  kadar  uzun  bir  ömür  vermedik  mi ? Ve  üstelik  size  bir  uyarıcı  da  gelmişti . Öyleyse ,yaptığınız  kötülüklerin  meyvelerini   şimdi  tadın  bakalım.  Zalimler  için  hiçbir  yardımcı  yok  artık.‘’ Fatır  Suresi  37. Ayet
            ‘’ Bir  oğul  edinmek  Allah’a  asla  yakıştırılamaz , sınırsız  yüceliğiyle  O  böyle  bir  şeyin  üstünde , ötesindedir ! O  bir  şeyin  olmasına  hükmettiği  zaman , ona  yalnızca  ‘ Ol ’  der  ve  o  şey  hemen  oluverir . Ve  İsa’nın  her  zaman  söylediği  gerçek  şudur : ‘ Şüphesiz , benim  Rabbim  de , sizin  Rabbiniz  de  Allah’tır . Öyleyse  yalnızca  O’na  kulluk  edin , dosdoğru  yol  yalnızca  budur . ‘’  Meryem  Suresi  35.36.   Ayetler .
            ‘’ Kuşkusuz  Allah , benim  de  Rabbim , sizin  de  Rabbinizdir . Öyleyse  yalnız  O’na  kulluk  edin . Bu  dosdoğru  bir  yoldur . ‘’  Zuhruf  Suresi  64.  Ayet – Al-i  İmran  Suresi  51.  Ayet .
            ‘’ Sizden  ve  sizin  Allah’tan  başka  yalvarıp  yakardığınız  şeylerden  uzak  duracak  ve  yalnızca  Rabbime  yalvaracağım . Böylece  umulur  ki , yakarışım  Rabbim  tarafından  cevapsız  bırakılmayacaktır . ‘’   Meryem  Suresi  48.  Ayet .
            ‘’ Bu  Kitap’ta  Musa’yı  da  an ! Doğrusu , o   da  seçilmiş  biriydi , içtenlik  ve  dürüstlüğe  erdirilmişti  ve  o  Allah’ın  bir  resulü  , bir  peygamberdi . ‘’  Meryem  Suresi    51.  Ayet .
            Hz.  Musa  ve  öteki  peygamberlerden  bahsedilmesi , bütün  bu peygamberlerin , Hz.  İsa  gibi Allah’ın  ölümlü  kulları  olduğu  ve  tek  ayırıcı  niteliklerinin , kendilerine , insanlara  ulaştırmaları  için  vahiy   indirilmiş  olduğu  hususunu  belirmek  içindir .
            ‘’ İşte  bunlar  Allah’ın  kutlu , onurlandırıcı  bağışlarda  bulunduğu  nebilerden  bazıları . Âdem’in  soyundan , Nuh’la  birlikte  o  gemide  taşıdığımız  kimselerin  soyundan , İbrahim’in  ve  İsmail’in  soyundan  gelen  ve  hepsi  de  doğru  yolu  gösterdiğimiz  ve  seçtiğimiz  kimselerden  bazıları . Ne  zaman  kendilerine  O  sınırsız  Rahmet  Sahibinin  mesajları  okunsa  O’nun  huzurunda  yere  kapanan  kimseler . ‘’  Meryem   Suresi  58.  Ayet .
            Yani , peygamberlerin  hepsi  de  beşer  olduklarının  bilincinde   olan , Allah’ın  alçak  gönüllü  kullarıydı .
            ‘’ Hal  böyleyken , yine  de  bazıları  ‘ O  sınırsız  güç  sahibi  kendine  bir  oğul  edinmiştir ! ‘ diyorlar . Bunu  söylemekle  siz  gerçekten  çok  çirkin  bir  iddia  ortaya  atmış  oldunuz . Öyle  ki  bu  iddianın  dehşetinden  neredeyse  gök  paramparça  olacak , yer  yarılacak  ve  dağlar  yıkılıp  gidecekti ! Demek , O  sınırsız  Rahmet  Sahibine  bir   oğul  yakıştırıyorlar  öyle  mi ? Hem  de , sınırsız  Rahmet  Sahibinin  bir  oğul  edinmesi  akıl  almaz  bir  şey  olduğu  halde !  Oysa , göklerde  ve  yerde  var  olan  her  şey  sınırsız  Rahmet  Sahibinin  huzuruna  ancak  ve  ancak  birer  kul  olarak  çıkmaktadırlar . ‘’  Meryem  Suresi  88. …93.  Ayetler .
            Hz.  İsa’nın  ‘’ Allah’ın  oğlu  olduğu ‘’  yolundaki  Hıristiyan  inancına  ve  genel  olarak , Allah’ın  yaratıkların  bedeninde  tecessüm  ettiği  fikrine  indirgenebilecek  her  türlü  inanca  ilişkin  bu  atıf  81.  Ayette  ortaya  konan  temayla , yani , Allah’tan  başka  güçlerin  ya da  varlıkların , onlara  teveccüh  edenler  için  ‘’ güç  ve  statü  kaynağı  oldukları  inancıyla  ‘’ tanrılaştırılmaları  olgusuyla  bağlantılıdır . Fakat  81.  Ayet  özellikle , maddi  varlık  ve  iktidar  olgusuna  yarı  tanrısal  bir  nitelik  yakıştıran  ve  kendilerini  bütünüyle  dünyevi  başarı  tutkusuna  kaptıran  tanrı – tanımaz  insanlara  işaret  ederken , bu  ayet , Allah’ın  varlığına  inanmakla  birlikte , kendileriyle  Allah  arasında  aracılık  rolü  oynayabilirler  ümidiyle , peygamberleri , aziz  ya da  veli  olarak  bilinen  kimseleri  de  tanrılaştıranlara  işaret  etmektedir . Bu  tanrılaştırma , Allah’ın  yüce  birliği , eşsiz  ve  ortaksız  olduğu  ilkesiyle  bağdaşmayacağı  içindir  ki , insanın  Allah’la  olan  bağının , bağlantısının  koparılması  anlamına  gelmektedir . Ve  eğer  bu  yolda  inat  ve  ısrar  gösterilirse , affedilmez  bir  günah  halini  almaktadır . ‘’ Şüphesiz  Allah , dilediği  kimselerin  daha  hafif  günahlarını  bağışladığı  halde , kendisine  ortak  koşulmasını  asla  bağışlamaz . Zira , Allah’a  ortak  koşanlar , gerçekten  korkunç  bir  günah  işlemiş  olurlar . ‘’  Nisa  Suresi   48.  Ayet . Kur’an’da  Allah’ın  aşkın  birliğinin  ve  benzersizliğinin  sürekli  vurgulanması , insanın  öteki  etkilere  ve  güçlere  bağımlılık  duygusundan  kurtarılmasını  ve  böylece  onun  ruhen  yüceltilmesini , ‘’ arınmaya ‘’  imkân  verilmesini  amaçlar . Bu  amaç  şirk  ( Allah’tan  başkasına  ilahi  vasıflar  izafe  etme )   günahı  ile  etkisiz  kılındığından  Kur’an , onda  inat  edildiği  sürece , yani , günahkâr  tövbe  edinceye  kadar  ve 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder