‘’ Resul , Rabbinden kendisine
indirilene inanmıştır ;
müminler de . Hepimiz ; Allah’a ,
O’nun meleklerine , O’nun kitaplarına , O’nun resullerine
inanmışızdır . O’nun
resullerinden hiç biri arasında
ayrım yapmayız ve
deriz ki : ‘ İşittik ve
itaat ettik . Affet bizi
ey Rabbimiz , zira bütün
yolculukların varış yeri
Sanadır ! ‘’ Bakara Suresi
285. Ayet .
Gönderilen bütün Peygamberlere
selam olsun .
Peygamberlik , Allah’ın ,
insanı doğruya , güzele , mutluluğa kılavuzlamak
için araç yaptığı
temel kurumdur . Allah’ın insana
lütuf ve merhametinin
en ileri göstergesidir . Peygamberler , sadece sözlü
tebliğde bulunmak , sadece öğüt
vermekle yetinmezler . Onlar Kur’an’ın
da ifade ettiği
gibi izlenebilecek en
güzel canlı modellerdir . Bunun içindir
ki peygamberler , tanrısal âlemden
haber getiren insanlardır . Kur’an , peygamberleri ‘’beşer ‘’
varlıklar olarak göstermekte , onların bu
insan yanları üzerinde
ısrarla durmaktadır . Bu sebepsiz
değildir . İnsan model yerine
melek model olsaydı , peygamberler , insanlar tarafından
izlenecek varlık olmaktan
çıkar , sadece kutsanan , sevilen
, övülen bir soyut
tatmin aracı olurdu . Kur’an , bu ikinci
anlamda bir peygamberlik
kavramının varlığından söz
etmekte ama onu
şirkin bir ürünü
olarak göstermektedir .
Peygamberleri Allah’ın
elçisi konumundan Allah’ın
ortağı konumuna doğru
çekmek ; insanoğlunun Allah’ı en
çok öfkelendiren günahlarından
biri , belki de birincisidir . Bu günah , Allah’ın en çok tiksindiği
şirki dinleştirmede ,
Allah’ın elçilerini araç
ve aracı yapmak
şeklinde bir zulüm
sergilediğindendir ki ,
Allah’ın gazabını özellikle
tahrik etmektedir .
Kur’an’ın en çok
savaştığı olumsuzluklardan biri
de budur . Bu olumsuzluk
sayfalarca tanıtılmış ve
müminlerin bundan uzak
durmaları ısrarlı bir
biçimde istenmiştir . Bu zulüm
kendi içinde ikinci
bir günahı taşımaktadır ki o da
şudur : Hak elçileri olan
peygamberler , Allah’ın
ortağı konumuna doğru
çekilirken bahane olarak
‘’ Peygamberlere saygı ‘’ yaftası
kullanılmaktadır . Kur’an’ın
öncelikle bu sapıklığa
savaş açtığını görüyoruz . Nebileri insan
üstü varlıklar gibi
görmek ve göstermek
isteyen zihniyet , şirk olarak
nitelendirilmekte ve bu
şirkin hezeyanlarına karşı
nebilerin birer insan
olduğuna vurgu yapılmaktadır .
‘’ Onlar yine
de şöyle diyorlar : ‘ Bu nasıl
peygamber ki diğer
ölümlüler gibi yiyip
içiyor, çarşı-pazar dolaşıyor ?
Onunla beraber bir
uyarıcı olarak görünür
bir melek gönderilseydi ya ! Yahut
kendisine Allah tarafından
bir hazine verilseydi , yahut zahmetsiz
yiyip içtiği tılsımlı
bir bahçesi olsaydı
ya !’ Ve bu
zalimler birbirlerine : ‘ Eğer Muhammed’e
uyacak olsaydınız ,
büyülenmiş bir adamdan
başkasına uymuş olmazdınız ! ‘ diyorlar . Ey
Resul , seni benzettikleri şeye
bak ! Zaten onlar bir
kere yoldan çıkmış
bulunuyorlar , bir daha da
doğru yolu bulamayacaklar ! ‘’ Furkan
Suresi 7.8.9. Ayetler .
Anılan günahın
ilk göstergesi , bir ümmetin
kendi peygamberini üstün
göstermeye çalışması ,
ikinci göstergesi de
peygamberleri melekleştiren ve
insan varlıklar olmaktan
çıkaran övgülerin belirgin
hale gelmesidir . Bu övgülerin
bir kısmı , ne yazık
ki , peygamberlerin bizzat kendilerine
isnat edilen yalanlarla
dinleştirilir . Kur’an’ın , Allah’ın
oğlu ilan edilen
Hz. İsa’ya şu
soruyu sorması , Hz. İsa’dan
kuşku duyulması yüzünden
değil , insanoğlunun
peygamberleri ilahlaştırırken bizzat
onları araç yapma
namertliğinin belgelenmesi içindir . Hz.
İsa’nın Allah’ın değil , Hz.
Meryem’in oğlu olduğuna , onu Allah’ın
oğlu ilan etmenin
şirke götüreceğine vurgu
yaparak söze başlayan
ayetten bahsetmiştik : ‘’ Allah
sordu : ‘ Ey Meryem oğlu
İsa ! Allah’ın yanında beni
ve annemi de
tanrılar olarak kabul
edin , bana ve anneme
de kulluk edin
diye insanlara sen
mi söyledin ? ‘’ Maide Suresi
116.117.118. Ayetler . Bu ayetler , dolaylı yoldan
başka bir tevhit
gerçeğine daha dikkat
çekmektedir ; Peygamberlerin
ölümlerinden sonra artık
dünya üzerinde tasarruf
imkânlarının kalmadığı .
Böyle bir tasarruf
söz konusu olduğunda
Hz. İsa’ya ‘’
Aralarında iken onlar
üzerine tanık bendim , sen
beni vefat ettirince
onların gözetleyicisi yalnız
sen oldun ‘’ söyletilmesi gösteriyor
ki , hiç bir insan , ne
kadar büyük olursa
olsun , ölümünden sonra , dünya üzerinde
tasarruf sürdüremez . Böyle bir
şey , beşer varlık olmakla
çelişir ve bütün
peygamberler beşerdir .
Buradan hareketle tasavvuf – tarikat bünyesine
sokulan ‘’ ölüm sonrası evliya
tasarrufları ‘’ anlayışının Kur’an
dışı olduğunu anlayabiliriz . Bu tevhit
dışı anlayış , kabirleri ,
ölüleri , ölülerin eşyalarını , sesini –
sözünü ilahlaştırma illetine
sebep olmuş , vahyin
rahmetiyle aramıza engeller
koymuştur .
Hz.
İsa’yı Allah’ın oğlu
ilan etmeyi ‘’ ona
saygımızdan ‘’ gerekçesiyle açıklamaya
kalkan yaklaşıma Kur’an
, Allah’ın elçileri adına
şu cevabı veriyor : ‘’ Ne İsa Allah’ın
kulu olmaktan kaçınacak
kadar gurura kapıldı , ne
de Allah’a yakın
olan melekler . Allah’a kulluk
etmeyi gururlarına yediremeyenler ve
küstahça böbürlenenler bilsinler
ki hesap günü
Allah hepsini kendi
katında toplayacaktır . ‘’
Nisa Suresi 172.
Ayet . Tövbe Suresi
31. Ayetten de
öğreniyoruz ki ,
peygamberleri bu şekilde
övmenin sonu , onların Rablar
haline getirilmeleri , yani ilahlaştırılmalarıdır . Bunun anlamı
ise tektir : Şirk !
‘’
Hahamlarını , rahiplerini , bir
de Meryem oğlu
Mesih’i , Allah’la beraber rableri
olarak gördüler . Oysa , Tek Tanrı’dan
başkasına kulluk etmekle
emrolunmuş değillerdi . O Tek
Tanrı ki , O’ndan başka
Tanrı yoktur . O Tek
Tanrı ki , sınırsız kudret
ve izzetiyle , böylelerinin O’nun
Tanrılığında bir pay
yakıştırdıkları her şeyden
bütünüyle uzaktır , yücedir .’’ Tövbe
Suresi 31. Ayet .
‘’ De ki : ‘ Ey
geçmiş vahyin izleyicileri ! Sizinle bizim
aramızdaki şu ortak
ilkeye gelin . Allah’tan başka
kimseye kulluk etmeyeceğiz , O’ndan başka
hiç bir şeye
ilahlık yakıştırmayacağız ve
Allah ile birlikte
insanları rab edinmeyeceğiz.‘’ Al-i İmran
Suresi 64. Ayet
Anlaşılan o ki ,
peygamberleri şirk aracı
yapmada ilk belirti
daima aşırı övgü
ve insan üstü
kılmadır . Bunun içindir ki
Hz. Peygamberimizin ısrarla
şunu istediğini görmekteyiz : ‘’ Beni diğer
peygamberlerle üstünlük yarışına
sokmayın ve beni
Hz. İsa’yı övdükleri
gibi övmeyin . Bana Allah’ın
kulu ve elçisi
demekle yetinin . ‘’
Aşırı övgü
aşamasını , peygamberi ‘’
din koyucu ‘’ konumuna
getirmek izler ki , işte
bu , peygamberin Allah’a ortak
yapılmasının resmiyet kazanmasıdır . Bu ikinci
aşamada , din buyruklarının altında Allah’ın
imzası yeterli olmaktan
çıkar , cennete giriş belgesi
de Allah-nebi imzalı
hale gelir . Oysaki tevhidin
belirgin niteliklerinden birincisi , din koyuculuk
sıfatının Allah’a özgülenmesi , ikincisi de
cennete giriş belgesinin
altında Allah dışında
hiçbir varlığın imzasının
bulunmamasıdır . Nebileri
elçi olmaktan çıkarıp
ortak yapan günahın
failleri öncelikle tevhidin
bu iki direğini
çatlatırlar . Bu çatlatmanın sonunda
da artık peygamber
Allah’ın emrinde bir
elçi olmaktan çıkarılır , Allah ile
adeta rekabete girişen
bir alt ilah
konumuna getirilir. Hatta ,
örneğin bizim fıkıh
mirasımızda olduğu gibi , Peygamberin sözleri
Allah’ın sözlerini neshetmede / hükümden düşürmede
kullanılır . Fıkıhta buna ,
sünnetin Kur’an’ı neshetmesi
!?!?!? Deniyor .
Resul , ‘’ Beni Hz.
İsa’yı övdükleri gibi
övmeyin .’’ diyor ; övmüşlerdir .
Miraç mitolojileriyle onu
Allah’ın yanına çıkarıp
O’nunla konuşturmuş , hatta emirleri
hususunda pazarlığa sokmuşlardır . Resul , ‘ Mezarımı mabet’leştirmeyin! Mezarımı mabedleştirenlere Allah
lanet etsin!’ diyor , değil onun
mezarını , ümmetinden binlerce insanın
mezarını bile mabedleştirmiş , bu mezarları
İslam mabedinin ayrılmaz
bir parçası haline getirmişlerdir . Resul elini
öpmek , kendisi için ayağa
kalkmak isteyenlere izin
vermemiş , bunun ileride insan
ilahlaştırma gerekçesi yapılabileceğine dikkat
çekmiştir . Ama onun ölümünden
sonra kendisine ait
olduğu söylenen sakal
kılları kutsallaştırılıp tevhit
dininin mabedine tavaf
nesnesi halinde sokulmuştur .
Bütün bunlar
kadar zalim bir
günah vardır ki
o da şudur : Hak
elçilerini Hak ortakları
haline getiren gidişe
karşı çıkanlar , ‘’
Peygambere saygısız , peygamberleri dışlayan ‘’
vs. gibi ithamlarla
karalanmıştır . Bu çift başlı
sapıklığın tarih içinde
kurumsal temsilcileri Ortaçağ
kilise babalarıdır . Hz. İsa’nın
dinini zulüm , kan ve
dehşet aracı yapan
engizisyon papazları , onun en
samimi bağlılarını ‘’ İsa’ya saygısızlık ‘’ iddiasıyla kestiler , astılar , yaktılar .
Kur’an’a göre , istisnasız tüm
toplumlara peygamber gelmiştir . ‘‘ Biz seni
hakikat ehli bir
müjdeci ve uyarıcı
olarak gönderdik . Çünkü hiç
bir topluluk yoktur
ki içlerinden bir
uyarıcı gelip geçmemiş
olsun . ‘’ Fatır Suresi 24.
Ayet . Kur’an , insanoğlunun
, peygamber uyarısına muhatap
olmadıkça sorumlu tutulmasının
tanrısal yasalara aykırı
olduğunu belirtmiştir . ‘’ Biz , kendilerine bir
elçi göndermeden yaptığı
haksızlıklardan ötürü hiç
bir topluma azap
etmeyiz.’’ İsra Suresi 15.
Ayet . Kur’an adını sayıp hayat
ve hatırasına yer
verdiği peygamberlerin örnek
türünden olduğunu , adı Kur’an’da
anılmayan daha pek
çok peygamberin gelip
geçtiğini açıkça bildirmektedir . ‘’Gerçek şu ki , ey
Muhammed , senden önce elçiler
göndermiştik ; onların
kiminden sana bahsettik , kimi hakkında
da sana bir
bilgi vermedik . ‘’ Mümin
Suresi 78. Ayet.
Günah ; sürçmenin , yanlış yapmanın
din dilindeki adıdır . Kur’an , insan olmanın
kaçınılmazlarından birinin de
günah işlemek olduğunu
bildirir . Peygamber de olsa , hiç
bir insanın günahsızlık
gibi bir niteliği
olamaz . Bu nitelik ,
mükemmellik demektir ve o
da Allah’a mahsustur . Peygamberlerin masumluğu , günah işlemezlik
anlamında değildir . Onların peygamberliklerinin şaibe
ve eksikten arınmışlığı
anlamındadır . Dikkat
etmemiz gereken nokta , peygamberleri yücelteceğiz
diye , Allah’a özgü nitelikleri
insana vermemektir .
Peygamberler de günah
işleyebilir ama Allah , görevleri gereği
onların hatalarını vahiy
ile kendilerine hemen
ihtar eder . Kur’an’da bir
çok yerde peygamberlerin tövbe
etmeye , af dilemeye çağrılmaları
anlamsız değildir . ‘’ Ey
insanoğlu , bil ki
Allah’tan başka ilah
yoktur , ve hâlâ vakit
varken kendi günahlarının ve
öteki bütün mümin
erkek ve kadınların
günahlarının bağışlanmasını dile.’’ Muhammed Suresi 19.
Ayet . ‘’ Gerçek şu ki
ey Muhammed , Biz senin
için apaçık bir
zaferin önünü açtık . Böylece Allah , senin
hem geçmişte , hem de
gelecekteki bütün hatalarına
karşı bağışlayıcılığını gösterecek
ve böylece bütün
nimetlerini sana verecek
ve seni dosdoğru
bir yola sevk
edecektir . Ve Allah sana
güçlü yardım elini
uzatacaktır .‘’ Fetih Suresi 1.2.3. Ayetler. ‘’ Allah , hem geçmiş
hem de gelecek
bütün günahlarını affedebilsin . ‘’ Böylece hatadan
uzak olmanın yalnız
Allah’a mahsus olduğu
ve ne kadar
yüce olursa olsun
her insanın zaman
zaman hata yapabileceği
dolaylı şekilde anlatılmış
olmaktadır . Dikkat çekilen şudur
ki , son peygamber de dâhil
, bütün insanlar günah
işleyebilir . Bunun aksini söylemek
insanı ilahlaştırmak olur
ve bu da şirktir
, Allah’a ortak koşmaktır . Bu yanlış
anlayışı kökünden silmek
içindir ki , Yüce Allah, en
son peygamberine bile
günah izafe etmiş
ve insanlara adeta
‘’ artık gerisini siz
düşünün ‘’ demiştir . Mümin
Suresi 55. Ayette
Peygamberimize şu emir
verilmektedir : ‘’ Sabret ,
Allah’ın vaadi kuşkusuz
bir gerçektir . Günahların için
bağışlanma dile ve
Rabbinin şanını sabah
akşam yücelt . ‘’ Mümin Suresi
55. Ayet . Demek oluyor
ki , peygamber de günah
işleyebilir . Ancak Allah onlara
derhal tövbe nasip
ederek günahlarını siler . Onların korunmuş
olmalarının anlamı budur .
Geleneksel inanç , sahabeler’ in de
adaletli , masum , yalandan
uzak olduklarını kabul
eder. Böyle bir kabul , Kur’an’ın getirdiği
ve Hz. Muhammed’in
tebliğ ettiği dinden
onay alamaz . Bu tevilsiz
( Bir sözü veya
davranışı görünür anlamından
başka bir anlamda
kabul etme ) ve tartışmasız
şirktir . Allah’ın
peygamberlerine bile reva
görmediği bir sıfatı , sıradan insanlara
reva görmek ve
bunu dindarlık , sahabeye saygı
adı altında halkın
önüne çıkarmak korkunç
bir hatadır . Bunu yapanlardan
sadece Allah ve
Resulü değil , tüm sahabeler
de davacı olacaktır . Çünkü onlar
kendilerinin böyle Kur’an
dışı bir tutuma
malzeme yapılmalarını elbette
hoş karşılamayacaklardır . Bu iddia
bir başka günahı
gizlemek için bir hazırlık kılıfıdır . Önce sahabeler
masum , tenkit dışı ilan
ediliyor , sonra da hadis
adı altında bir
yığın uydurma söz
bunlara rivayet ettirilerek
bu sözlerin tenkidine
imkân verilmiyor . İşte bu
iki başlı günah , ümmetin beynine
ve ruhuna bir
bukağı gibi musallat
olmuş ve Allah’ın
dinine ters , yığınlarca hurafenin
dokunulmazlığına yol açmıştır . Konuya Kur’an
verileri , Peygamberimizin
tavrı ve tarihsel
gerçekler açısından baktığımızda
işin esası şudur ; Kur’an hiç
kimseye günah işlemez
payesi vermemektedir . O halde
, hiç kimse yalan
söylemez , hata etmez gibi
sıfatların da sahibi
değildir . Hz. Peygamber de , Allah’ın
koruması dışında hiçbir insanın masum
olamayacağını birçok kez
belirtmiştir . Kur’an , sahabelerin
masumiyetine dair bir
beyan taşımamaktadır .
Bizzat sahabeler , birbirlerinin yalan
söylediklerini açıkça ifade
edebilmişlerdir . Ve bu onları
asla küçültmez . Hepsi kuldur
ve kul hatasız
olmaz .
Mevlit yazarı
Süleyman Çelebi , Allah ile
Peygamber arasında geçtiğini
düşündüğü bir konuşmayı
şöyle veriyor : ‘’Ben sana âşık olacak
ey latif . Kabul olmaz
mı dü âlem
ey şerif !‘’ Bu ifadeler
eski Yunan ilahları için
kullanılan mitolojik ifadelerdir . Allah kullarını
sever , onlar da Allah’ı
sever . Allah müminlerin dostu , müminler de
O’nun dostudur . Ama Allah
hiç kimseyi ‘’sevgili ’’
edinmez , hiç kimseye âşık
olmaz . Sevgi faaliyeti varlığın
temel faaliyetlerinden biridir . Bunun içindir
ki Kur’an sevgi
faaliyetini Allah’a da , insana
da isnat eder . Din
hayatının ve imanın
esası da bir
sevgi faaliyetidir . ‘’ Hâlâ
Allah’a rakip gördükleri
varlıklara inanmayı tercih
eden ve onları
yalnızca Allah’a özgü
olması gereken bir
sevgi ile seven
insanlar var . Hâlbuki imana
ermiş olanlar , Allah’ı başka
her şeyden daha
çok severler . ‘’ Bakara Suresi
165. Ayet . Şunu gözden
uzak tutamayız ; bütün insanları
veya bütün varlıkları
sevmek başka şeydir , birini sevgili
edinmek başka şeydir . Bu
ikincisi mutlak özgürlüğe
aykırıdır , sevgili edinen varlığı
bağımlı kılar . Böyle olduğu
içindir ki sevgili
edinmek beşeri bir
zaaftır . Zaaf ifade eden
bir niteliğin Allah’a
isnadı tevhit nezaketiyle
bağdaşmaz .
Kur’an’da peygamberler
için ‘’Halil-dost’’ sıfatı , müminler için
de ‘’veli-dost’’ sıfatı
kullanılmıştır . Ama hiçbir peygamber
için ‘’Habib’’ ( sevgili ) sıfatı kullanılmamıştır . Herhangi bir
peygamberi ‘’ Allah’ın sevgilisi ‘’
diye anmak , bir tevhit
dışılıktır .
Kur’an bütün
peygamberleri olduğu gibi , Hz.
Muhammedi de ısrarla
ve defalarca ‘’beşer’’
olarak anmaktadır . Nurdan yaratılan
bir varlığın insana
örnek olması söz
konusu edilemez . Allah ,
resullerin melekler gibi
doğa üstü özellikler
taşımasını isteyenleri putperestlikle , zalimlikle suçlarken
tevhidin son elçisine
nurdan yaratılmışlık niteliği
vermek gibi bir
yola gitmez . Nurdan yaratılmışsa
‘’ uyulabilecek en güzel
örnek ‘’ nasıl
olacaktır ? Nur-i Muhammedi anlayışla
Hz. Muhammedi beşer
sıfatından soyup örnek
alınamaz duruma getiren
çevreler bununla da
yetinmemiş , tüm varlık ve
evrenin onun için
yaratıldığını iddia etmişlerdir .
Vahyin hiç bir
beyanı ‘’ varlık ve evren senin
için yaratıldı ‘’ diyerek
yüceltmemiştir . Kur’an , Hz.
Muhammed’in peygamberliğini ispat
ve yüceltme noktasında
dikkatleri hep kendine
çekmiş , vurguyu peygambere değil , vahye
yapmıştır . Resul’ün ne fiziği , ne
kişiliği , ne de başkaca
bedensel üstünlüğü üzerinde
durulmuştur . İslam dünyası ise
bu Kur’an’sal tavır
ve tarzın tam
aksi bir yol
tutmuş , Peygamberimizi
yüceltmede eskilerin yöntemini
öne çıkarıp vurguyu
Kur’an’dan Peygambere çevirmiştir . Bu yol , sonucu
şirkle bitecek bir
yoldur ki , Kur’an buna
Hz. İsa konusunu
anlatırken açıkça dikkat
çekmiştir . Bize kalan tek
mucize Kur’an’dır . Bu mucize
üzerinde derinleşmek yerine , Peygamberin hayatını
mitoloji ile zenginleştirip yedek
mucizeler yaratmaya kalkmak
İslam dünyasının Kur’an’dan
kopmasına yol açmıştır . Hz. Muhammed’in
sakal kıllarını kurtarıcı
olarak görmek ; Hz. İsa’yı
Allah’ın oğlu
ilan edip heykelini
tevhit mabedine sokmak
şirktir . Savunmada
kullanılan söylem hep
aynıdır : ‘’ Biz bunu ona
saygımızdan yapıyoruz , uğur sayarak , hoşuna gitsin
diye öpüyoruz . Şirk ve
ilahlaştırma niyetimiz yok ! ‘’ Bu
sözlerin hiçbiri , Hz. Peygamberi
şirk aracı yapmanın
mazereti olamaz . ‘’ Bilin
ki kulluk yalnızca
Allah’a mahsustur . O halde
Allah’ın yanı sıra
başka bir kimseye
yalvarıp yakarmayın ! ‘’ Cin Suresi
18. Ayet . Sakal-ı şerif
denen sarıp sarmalanmış
kılların çevresinde halka
olan insanlar dakikalarca
dönüp durmakta , ortaya bir
tavaf manzarası çıkmaktadır . Biz bu dönüşü
tavaf niyetiyle yapmıyoruz
bahaneleri hiçbir anlam
ifade etmez , yapılan doğrudan
doğruya tavaftır . Kâbe dışında
tavaf ise peygamberlere
bile yapılsa küfürdür .
Hz.
Muhammed bir beşer – peygamber olduğuna
göre , onun söz ve
fiillerinin iki kategoriye
ayrılması kaçınılmazdır : a )
Nebevi fiilleri , b ) Beşeri
fiilleri . Bu tevhit inceliği
hiç dikkate alınmadan
onun yaptığı , söylediği ,
susarak seyirci kaldığı
her şey dinleştirilmiş , beşer nebi , bir
melek – ilah nebiye dönüştürülmüştür . Ne yazıktır
ki , İslam’ın Kur’an kaynaklı
tespitlerini hiçbir problem
ve sıkıntıyla karşılaşmadan
her zaman ve
zeminde yaşamak mümkün
iken , ‘’sünnet’’ adıyla sahnelenen
yarı mitolojik kabulleri
yaşamakta akıl almaz
sıkıntılarla karşılaşmaktayız .
Sebep , nebinin beşer – nebi olmaktan
çıkarılıp melek – nur –
peygambere dönüştürülmesidir . Hz. Peygamberin
vahye ve nebi
yanına ilişkin Kur’an
beyanları onun beşeri
yanını da kapsayacak
biçimde algılanmakta ve
Kur’an vahyine ilişkin
üstünlükler beşeri tespitlere
mal edilmektedir . Örneğin , ‘’ O
kendi arzu ve
isteğinden konuşmaz ; onun size okuduğu indirilmiş
bir vahiyden başkası
değildir .’’ Necm Suresi
3.4. Ayetleri Peygamberimize isnat edilen
ve birçoğunun uydurma
olduğunda kuşku bulunmayan
sözleri kutsamak için
kanıt yapılmaktadır . Oysaki ,
burada sözü edilen
Kur’an’dır . Müşrikler Hz. Peygamberi
şairlik , kâhinlik , sihirbazlıkla
suçluyor , Kur’an’ı onun uydurduğunu
söylüyorlardı . Ayetler buna cevap
getiriyor . Kur’an’ın , Hz.
Peygamberin sözlerini vahiy
ilan etmek gibi
bir gayreti asla
yoktur . Kur’an ona beşer
diyor ve farkını , kendisine vahiy
gelmesi olarak gösteriyor . Gelen vahiy
ortadadır ; Kur’an.
‘’ Neyiniz var
sizin . Bu Kur’an’ın ona
indirilmiş olması size
yetmiyor mu ? ‘’
Sünnet diye
andığımız tavır ve
tarz birçok şeyi
yapar , söyler ; önemli olan bunların
Kur’an tarafından tescil
edilip edilmediğidir . Tescil edilenleri
dinleşir , zaman üstü olur , tescil
edilmeyenleri tarihsel yorum
olarak kalır . Sünnet adıyla
ortaya getirilen kabullerin
birçoğu , Peygamber’e ait söz
ve davranış değildir . ‘’ Hadis ‘’ adıyla
ortaya getirilen sözlerin
bir çoğunun Peygamberin
sözü olmadığı gibi . Sahabe
ve onu izleyen
kuşaktan bize aktarılan
söz , fiil ve kabullerin
hadis diye anıldığı
çokça rastlanan bir
olgudur . Gerçek şu ki , bırakın
güvenilmez rivayetleri ,
mütevâtır ( ağızdan ağıza
yayılan ) hadisleri bile Kur’an
ayetleriyle aynı kefeye
koyamayız , koyarsak din koyucu
ikileşir , şirk doğar . Hz. Muhammed , elçilikten ortaklığa doğru çekme
illetinin varlığını ve
tehlikelerini çok iyi
biliyordu . Ama ne yazık
ki ölümünden sonra
hükmetmek hiçbir faninin
elinde değildir . O da
bunu yapamamış ve
ölümünden sonra kendisini
elçilikten ortaklığa çeken
hastalıklı şuuraltının hortlamasına
engel olamamıştır . Hz. Peygamberin
yaşarken bu ortaklığa
çekişe karşı direnmesinin
bir örneğini görelim : Sahabelerinden biri
bir sabah kendisine
gelip rüyasını anlatır . Rüya şudur : Adam , Yahudi bir
topluluğa uğramış ve
onlara şunu demiştir : ’’ Keşke siz , ‘ Üzeyir Allah’ın
oğludur .’ dememiş olsaydınız .’’
Yahudiler de
ona şu cevabı
vermişler : ‘’ Keşke siz de ‘ Allah
ve Muhammed isterse ‘ dememiş olsaydınız . Adam sonra
Hıristiyan bir topluluğa
uğramış ve onlara
şöyle demiş : ‘’ Keşke siz ‘
Mesih İsa Allah’ın
oğludur ‘ dememiş olsaydınız ! ‘’ Hıristiyanlar da
adama şunu söylemişler : ‘’ Keşke siz
de ‘ Allah ve
Muhammed isterse ‘ dememiş olsaydınız . ‘’ Rüyayı
dinleyen Hz. Peygamber
o zata şu
cevabı vermiş : ‘’ Doğrusu ,
ben o
sözü sizden duydum
ve o söz
yüzünden çok sıkıntı
çektim . Bir daha ‘ Allah
ve Muhammed isterse ‘ demeyin , sadece ‘ Allah
isterse deyin ! ‘’ İşte
Hz. Muhammed’in Allah
ile kendisi arasındaki
ilişkiyi oturttuğu tevhit
zemini budur . ‘’ Beni ,
Hıristiyanların Hz. İsa’yı
aşırı bir şekilde
övdükleri gibi övmeyin . Bana sadece
Allah’ın kulu ve
resulü deyin . Benim mezarımı
tapınak haline getirmeyin . Peygamberlerin mezarlarını
tapınak haline getirenlere
Allah lanet etsin . ‘’
Peygamberlerde beş
ortak nitelik bulunur : Nadiren işledikleri
ve ‘’ Zelle ‘’ ( Yanılma , sürçme
) denen
hataları dışında günahtan
korunmuşlardır . Akıllı ve
zekidirler . Allah’tan
aldıkları vahyi kullara
olduğu gibi iletirler , her bakımdan
güvenilir kişilerdir , özü sözü
bir , dürüst insanlardır .
Her peygamberin mucizesi
olduğunu biliyoruz .
Yaratıcı kudret , gönderdiği peygamberlere
insanüstü , tabiatüstü bazı yetenek
ve başarılar vermiştir . Bunlar , o peygamberin hitap
ettiği kitle üzerinde
inandırıcılığını ve gücünü
artırır . Bunun içindir ki , mucizeler peygamberin
hitap ettiği kitlenin , zaman ve mekânın seviyesi
ve şartlarıyla uygunluk
arz eder . Bunun anlamı
şudur : Mucizelerin tipi ve
seviyesi , insanlığın
gelişimine paralel olarak
ilkel ve kaba
idrake hitap etmekten , gelişmiş idrak
ve gönül sahiplerine
hitaba doğru yükselmiştir . Bu bakımdandır
ki , son Peygamber Hz.
Muhammed döneminde Kur’an
en büyük mucize
olmuştur . Bu noktadan itibaren
Kur’an bize Peygamberler
ve Peygamberlik hakkında
neler söylüyor, surelerin iniş
sırasına sadık kalmaya
çalışarak bakalım .
EY MUHAMMED ; DE Kİ
:
BEN YALNIZCA , KUTLU KILDIĞI
BU ŞEHRİN VE
VAR OLAN HER
ŞEYİN RABBİNE KULLUK
ETMEKLE , O’NA YÜREKTEN BOYUN
EĞEN KİMSELERDEN OLMAKLA
EMROLUNDUM . BİR DE BU
KUR’AN’I İNSANLARA OKUYUP
ULAŞTIRMAKLA . BUNDAN SONRA ARTIK
KİM Kİ , DOĞRU YOLU
TUTARSA , O YOLU KENDİ
İYİLİĞİ İÇİN TUTMUŞ
OLACAKTIR . KİM DE YOLDAN
SAPARSA , BÖYLELERİNE DE Kİ : ‘’ BEN
YALNIZCA BİR UYARICIYIM ! ‘’ VE ŞÖYLE
YAKAR : ‘’ BÜTÜN ÖVGÜLER , BÜTÜN ŞÜKÜRLER
ALLAH’A ! ‘’
NEML SURESİ
91.92.93. AYETLER
KULLARIMA ACIYAN ,
ESİRGEYEN , GERÇEK
BAĞIŞLAYICININ BEN OLDUĞUMU
ANLAT ..
AMA !!!
EN
ACIKLI , CAN
YAKICI AZABIN TA
KENDİSİDİR AZABIM BENİM .
HİCR SURESİ 49.50.
AYETLER
YARATICINIZ O
OLDUĞU İÇİN YOLU
DOĞRULTUP DENGEYİ BULMAK
, YOLUN DOĞRUSUNU
GÖSTERMEK ALLAH’IN İŞİDİR .
ALLAH’A DÜŞER ,
ÇÜNKÜ O YOLDAN
SAPIP DA YOLUNU
KAYBEDEN ÇOK İNSAN
VAR .
NAHL
SURESİ 9. AYET
ALLAH’A VE PEYGAMBERLERİNE İNANAN
VE ONLAR ARASINDA
HİÇ BİR AYRIM
YAPMAYANLARA GELİNCE ,
ZAMANI GELDİĞİNDE ALLAH
, ONLARA MÜKÂFATLARINI TAM
OLARAK BAHŞEDECEKTİR .
NİSA SURESİ
152. AYET
BÜTÜN ÖVGÜLER YARATICIMIZ OLAN YÜCE ALLAH’A , SELAM ONUN ELÇİLERİ
PEYGAMBERLERİMİZİN ÜZERİNE OLSUN .
‘’ Ey insanlar
! Firavuna bir
elçi gönderdiğimiz gibi size de
karşınızda hakikate tanıklık
yapacak bir elçi gönderdik .’’ Müzzemmil
Suresi 15. Ayet .
Bu , önceki / geçmiş peygamberlere , insanoğlunun dini
tecrübesindeki tarihi devamlılığa
ve dolayısıyla Kur’an’ın
yeni bir inanç
getirmeyip yalnızca insanın
kendisi kadar eski
bir dini prensibin
en son ve
en kapsamlı ifadesini
temsil ettiğine dair
belki de ilk Kur’an’sal
atıftır . Yani , ‘’ Allah katında tek
hak din , insanın O’na
tam teslimiyetidir . ‘’ Al-i
İmran Suresi 19.
Ayet . Ve ‘’ Kim
Allah’a teslimiyetten başka
bir din ararsa , bu
ondan asla kabul
edilmeyecektir .’’ Al-i İmran
Suresi 85.
Ayet .
‘’ Sen ey
yalnızlığına bürünmüş olan ! Kalk
ve uyar ! Rabbinin büyüklüğünü
ve yüceliğini an ! Öz
benliğini temiz tut ! Ve
bütün pisliklerden kaçın ! İyilik yapmayı
kendine kazanç aracı
kılma , ama sabırla Rabbine
yönel . Ve insanları
uyar ki , yeniden diriliş
sûru üflendiği zaman , o
gün , bir ıstırap günü
olacaktır , rahatlama günü değil , şimdi
hakikati inkâr edenler
için .
Ve yalnız
Bana bırak yarattığım
o kişiyle uğraşmayı.‘’
Müddessir Suresi 1. ..11. Ayetler
Hakikati inkâr
edenler , yani ‘’kâfir ‘’ terimi , Kur’an’da ilk
bu surede geçmektedir
ve birçok Müslüman
âlimin yaptığı gibi , basitçe , Kur’an’da ortaya
konulan ve Hz.
Peygamberin öğretilerince geliştirilen
temel ilkeler ve
hukuk sistemini reddeden
şeklinde özel ve
sınırlı bir anlama
sahip olan ‘’ inançsız ‘’ veya
‘’inkârcı ‘’ terimleri ile
özdeşleştirilemez . Tersine , kâfir
terimi daha geniş
ve daha genel
bir anlam taşımalıdır . Kâfir isim-fiilinin , kök fiilinin
‘’kefera ‘’ (her hangi
bir şeyi) ‘’ örttü ‘’
olduğunu göz önüne
alırsak , kâfirin anlamını daha
kolay kavrarız . Hadid Suresi
20. Ayette toprağı
işleyen kimseden , olumsuz hiç
bir anlam yüklemeden
‘’ kâfir- örten kimse ‘’ , yani ,
ekilen tohumu toprak
ile örten kimse
olarak söz edilmiştir . Aynı şekilde
gecenin yeryüzünü karanlık
ile kaplamasından /
örtmesinden ( kefera ) bahsedilmiştir .
Soyut anlamıyla
hem bu fiil , hem
de ondan türetilen
isimler , mevcut olan bir
şeyi ‘’gizleme ‘’ veya
doğru olan bir
şeyi ‘’inkâr etme ‘’
anlamındadır . Bu nedenle ,
Kur’an’daki kullanımında ‘’toprağı
işleyen’’ anlamında kullanıldığı
bir yer dışında
kâfir , kelimenin en geniş
ve en içten
anlamıyla ‘’ hakikati inkâr
eden ‘’ veya ‘’ kabul
etmeye yanaşmayan ‘’ kimseyi
anlatır . Bu inkârın , yüce hakikatin
yani Allah’ın varlığının
bilinmesiyle yahut ilahi
kelamda telaffuz edilen
bir doktrin veya sistemle , yahut gerçekliği
aşikâr olan ahlaki
bir önermeyle , ya da
gördüğü yardımları itiraf
ve dolayısıyla teşekkür
etme ile ilgili
olup olmadığı önemli
değildir.
‘’ Yalnız bana
bırak yarattığım o
kişiyle uğraşmayı ‘’ yahut
‘’ bir tek Benim
yarattığım….’’ Bu cümle her
iki şekilde de
anlaşılabilir . Bu iki
anlam , ‘’Tek’’ ifadesinin Allah’a
ve böylece Yaratıcı
olarak O’nun eşsizliğinin
vurgulanmasına , yahut
yaratma eyleminin özel
nesnesi olan , hayatını tam
bir yalnızlık içinde
başlayıp bitiren insana
yönelik olmasına göre
değişir . ‘’ Ve Allah şöyle
diyecektir : ‘ İşte şimdi
Bize yapayalnız geldiniz , tıpkı sizi ilk yarattığımız
gibi ve hayatta
iken size bahşettiğimiz
her şeyi arkanızda
bıraktınız . ‘’ En’am Suresi
94. Ayet. ‘’Onların her
biri Kıyamet Gününde
O’nun huzuruna tek
başına çıkacaktır . ‘’ Meryem
Suresi 95. Ayet. Her
iki durumda da
insanın Allah’a kaçınılmaz
bağımlılığı gerçeğine dikkatimiz
çekilmektedir . Bunun dışında ,
üzerinde durduğumuz ifade
daha ileri bir
anlam taşımaktadır . ‘’Benim kendisinin
Yaratıcısı ve Rabbi
olduğumu unutan insana
ne yapılacağına karar
vermeyi yalnız Bana
bırak .‘’ Böylece ‘’
hakikati inkâr edenlere ‘’ karşı beşeri
cezalandırma yolu yasaklanmış
olmaktadır . Allah , ‘’ Kalk ‘’
emriyle seferber ettiği
resulünü , kullarıyla
arasına girmeye değil , kullarına gerçeği
anlatmaya memur etmiştir . Büyük emaneti
insanlığa tanıtacak ruh
bir despot değil , bir
aydınlık getirici , şuur uyandırıcıdır . Tebliğ adamı
Allah için iş
yapan olacaktır , Allah yerine
iş yapan değil . Allah
yerine iş yapmaya
kalkmak ortaya iyi
insan ve sadık
kul çıkarmaz , tam tersine , bilerek veya
bilmeyerek Allah’a ortak
olmaya kalkmış yedek
ilahlar çıkarır . Bunun sonu
ise Allah’ın kulları
ile Allah arasına
giren komisyoncu tezgâhlarının
ortalığı sarmasıdır . Ve Kur’an’ın
şirk dediği bela
budur . Yani , Allah’a kul olmak
için veya ‘’daha
iyi kul olmak ‘’
için birilerinin aracılığına
ve birilerine haraç
vermeye mecbur bırakılmışlık
yolu . Bu yol tevhidin ( Allah’ın
Bir olduğuna inanma )
ve tevhidi anlatan
Hz. Muhammed’in yolu
değildir.
‘’ Bakın , bu ilahi
kelam , gerçekten soylu bir
elçinin vahiy edilmiş
sözüdür , güç bahşedilmiş ,
kudret ve egemenlik
tahtının sahibi nezdinde
emin kılınmış , itaat edilen
ve güvene layık
birinin sözü ! Çünkü , bu arkadaşınız
bir deli değil .‘’ Tekvir Suresi
19. …22. Ayetler
Hz.
Muhammed’e indirilen ilahi
kelam , Allah’ın yaratılış alanındaki
soyut ya da somut
herhangi bir olgu
kadar tabiidir . Hz. Muhammed’in
‘’ bu arkadaşınız ‘’ şeklinde
tanımlanmasının amacı da , onun
beşeri tarafını vurgulamak , böylece kendisine
tabi olanların onu
ilahlaştırma ihtimallerini bertaraf
etmektir . ‘’ Peki, çocukluğundan
beri tanıdıkları bu
arkadaşlarında cinnetten eser
olmadığı hiç mi
akıllarına gelmiyor. Oysa ,
o sadece
açıktan açığa uyaran
biri. ‘’ Araf Suresi
184. Ayet . Mekkelilerin alışık
oldukları şeylerden kökten
değişik bir mesaj
getirdiği için , Hz. Peygamber
pek çok inanmayan
çağdaşı tarafından mecnun
olarak görüldü . Hz. Peygamberden
onların arkadaşı olarak
söz edilmesi , onun bir
insan , bir beşer olduğuna
dikkat çekmek ve
dolayısıyla kendisine insan
üstü nitelikler yakıştırılması yönünde
kendi yandaşları arasında
doğması mümkün yanlış
eğilimleri bertaraf etmek
içindir . ‘’ Sen bir
deli değilsin , Rabbinin nimeti
sayesinde !‘’ Kalem Suresi 2.
Ayet . Bu , Hz. Muhammed’in
çağdaşlarından büyük kısmının
onun tebligata başlamasına
tepki olarak kullandıkları
ve yıllarca onu
aşağılamak için kullanmaya
devam ettikleri ithama
bir imadır . Bu ayet , daha
geniş anlamda Kur’an’da
sıkça rastlandığı gibi
yalnızca Hz. Peygambere
değil , aynı zamanda onu
izleyen veya izleyecek
olanların tümüne ilişkindir . Bu örnekte
ise , manevi / ahlaki
değerlerini Allah’a ve
ölümden sonraki hayatın
varlığına inanma temeline
oturtan herkesi kapsamaktadır .
‘’ Düşün yücelerden
inen Allah’ın mesajının
gözler önüne serdiğini ! Sizin bu
arkadaşınız ne sapmış
ne de aldatılmıştır
ve ne de
kendi arzu ve
heveslerine göre konuşmaktadır . Bu size
ilettiği , kendisine
indirilen ilahi vahiyden
başka bir şey
değildir , son derece kudretli birinin ona
öğrettiği bir vahiy . O
fevkalade bir güçle
donatılmış bir melektir
ki o an
geldiğinde kendini gerçek
şekli ve hüviyeti
ile gösterdi , ufkun en
uç noktasında görünerek . Ve sonra
yaklaşarak yanına geldi , aralarında iki
yay mesafesi kalana
kadar , hatta daha da
yakınına . Böylece Allah ,
vahyolunmasını uygun gördüğü
her şeyi kuluna
vahiy etmiş oldu . Kulunun kalbi
gördüğünü yalanlamadı . ‘’ Necm
Suresi 1. ….11.
Ayetler .
‘’ Allah vahyolunmasını uygun
gördüğü her şeyi
kuluna vahiy etmiş
oldu .’’ Meleğin ‘’gerçek
şekli ve hüviyeti
içinde ‘’ ki istisnai
tezahürüne ve ayrıca
bu şekilde ilahi
vahyin içindeki unsurlara
atıf . Yukarıdaki ifade , en deruni
anlamıyla , Allah’ın , seçilmiş
peygamberlerine bile , varlığın ,
hayatın ve ölümün
gerçek anlamını , evreni yaratmasındaki maksadın
ve bizzat evrenin
kendisinin gerçek sırlarını
tamamen açmadığını gösterir . Ayrıca , Hz. Peygamberin
aldığı vahiyleri deli sözü , şiir , mitoloji , uydurma olarak
nitelendiren putperestlere ve
onlar gibi düşünenlere
cevaptır . Bunun anlamı ,
Hz. Peygamberin ağzından
çıkan her sözün
vahiy olduğu değil , olmadığıdır . Ayetleri böyle
bir anlamda düşünmek
peygamberimizi ilahlaştırmak olur . Hz.
Peygamber bu Kur’an
gerçeğine sadakat içindir
ki , kendi sözlerinin yazılıp
toplanmasını yasaklamıştır.
Bu yasağı sonradan
kaldırdığı yolundaki rivayetleri
kabul mümkün değildir . Hz. Peygamber , vahyin ilk
zamanlarında Müslümanların az , meselelerin zapt edilmesinin daha
kolay olduğu bir
dönemde , Kur’an ayetleriyle karışır
diye sözlerinin yazılmasını
yasaklayıp da sonraki
karmaşık zamanlarda buna
neden müsaade etsin ?
Bunun içindir ki , Hz.
Peygamber , hayatının hiçbir döneminde
kendi sözlerinin yazılıp
toplanmasına müsaade etmemiştir . Etseydi , o sözler
de tıpkı Kur’an
gibi onun vefatından
hemen sonra bir
araya getirilirdi .
Peygamberimizin vefatından yaklaşık
iki asır sonra
binlerce sözü bir
araya getirip ona
isnat edenler , Allah’ın kitabı
yanına onunla birçok konuda
çelişen yeni bir
din kaynağı ilave
etmiş ve bunu
bir meziyet olarak
insanlığın önüne çıkarmışlardır .
‘’ Vahyin sözlerini
tekrarlarken dilini hızla
oynatıp durma , çünkü onu
senin kalbine yerleştirmek
ve gerektiğinde okutturmak
Bizim işimizdir . Böylece , onu telaffuz
ettiğimiz zaman , kelimeleri bütün
zihnini vererek takip
et , sonra onun anlamını
açıklamak bize düşer.’’ Kıyamet Suresi
16. ..19. Ayetler .
‘’ Onu hızla
söylemek için dilini
oynatıp durma . ‘’ Burada
vahyin sözlerine işaret
edilmektedir . Bu ayetleri doğru
anlamak için Taha
Suresinin 114. Ayetiyle
birlikte okumak gerekmektedir : ‘’Öyleyse , bil ki Allah , var
olan her şeyin
ötesindeki yüceler yücesidir ; mutlak ve nihai
egemenlik sahibi , mutlak ve
nihai Gerçek’tir . Dolayısıyla ,
Kur’an’ın vahyi sana
bütünüyle ulaştırılmadan önce
onun hakkında görüş
bildirmekte tezlik gösterme . Fakat daima: ‘ Ey Rabbim , benim ilmimi
artır ! ‘ de. ‘’ Taha Suresi
114. Ayet . Bu ayet ,
her ne
kadar ilk ağızda
Hz. Muhammed’e hitap
ediyor olsa da , aslında , bütün çağlarda
Kur’an okuyan herkesi
ilgilendirmektedir . Kur’an
Allah’ın Kelâmı , Allah’ın Sözü
olduğuna göre , onu oluşturan
parçaların hepsi bir
arada birbiriyle tutarlı
ve bağlantılı tam
bir bütün meydana
getirmektedirler . ‘’ Hakkı inkâra şartlanmış
olan kimseler : ‘ Kur’an ona
bir bütün olarak
bir kerede indirilseydi
ya ! ‘ diyorlar . Oysa , Biz
onu sana böyle
tutarlı bir bütün
oluşturacak şekilde belli
bir düzen içinde
ağır ağır vahiy ediyoruz ki
onunla senin kalbini
pekiştirelim . ‘’ Furkan Suresi
32. Ayet . Burada, İslam muhaliflerinin ağzından , Kur’an’ın adım
adım vahiy edilmesinin , kişisel ve
siyasal ihtiyaçlarına uydurmak
üzere , onu Hz. Muhammedin
kendisinin tanzim ettiğini
ima eden bir
ifade vardır . Oysa , her türlü
iç tutarsızlıklardan ,
tezatlardan uzak , kendi içinde
tutarlı parçalarını , bütünü meydana
getirecek şekilde bir
araya getirip , onlara uygun
bir düzen vermek
ve bir de
bütüne iç tutarlılık
sağlamak gibi anlamlar
ihtiva etmektedir . Hz. Peygamberin
yaşadığı , hareket ve olaylarla
dolu 23 yıllık
bir hayata yayılan
mesajın her türlü
çelişkiden uzak ve
her bakımdan tutarlı
oluşu onun Allah
tarafından vahiy edilmiş
olduğunu açıkça ortaya
koyduğuna göre , bunu düşünen
her müminin imanını
güçlendiren bir keyfiyet
olması gerekir . Kur’an’ın kendisine
göre de onun
zaman içinde tedricen vahyolunmasının sebebi
bu keyfiyette aranmalıdır . Bunun içindir
ki , Kur’an mesajını tam
olarak anlamak isteyen
kimse , ‘’ aceleci yaklaşımlardan
‘’ yani
ayetleri ait oldukları
umumi anlam örgüsünden
soyutlayarak onlardan aceleci
sonuçlar çıkarmaktan sakınmalı , Kur’an’ı bir
bütün olarak ele
almalı , münferit meseleleri bu
bütün içinde değerlendirmelidir . Kur’an’ın tek
tek ayetlerinden veya
ifadelerinden aceleyle - ve
bu nedenle hatalı
olabilecek sonuçlar çıkarmamamız
emredilmiştir . Çünkü Kur’an mesajının
tümü ile incelenmesi
halinde onun hakkında
doğru bir anlayış
sahibi olabiliriz . Diğer taraftan
bu ayet , her kelimenin
ve ifadenin anlamını
en kapsayıcı şekilde
düşünebilmek ve mekanik
bir tekrarlamadan farkı
olmayan , daha da önemlisi ,
onu okuyan , anlatan veya
dinleyen kişiyi , Kur’an mesajını
anlamadan ve hatta
yeterince önem vermeden
sadece dilinin ses
güzelliği ile tatmin
olmaya sevk eden
bir tür aceleciliğe
mani olmak için
ilahi kelamın yavaşça
ve ağır ağır
hazmedilerek okunması ihtiyacını
vurgulamaktadır .
Şimdi bu
ayetlerden başka sonuçlar
da çıkarmaya çalışalım : 1 ) Allah , Kur’an’ın vücut
bulmasında , vahyolunmasında
Hz. Peygambere dilini
kıpırdatma şeklinde bile
bir müdahale hakkı
vermemiştir. 2 ) Kur’an’ın
toplanması ve okunuşunun
belirlenmesi de Allah’ın
denetiminde olmuştur . Hicr Suresi
9. Ayetteki Kur’an’ın
Allah tarafından indirilip
korunduğu beyanını buradaki
beyanla birlikte düşünürsek
Kur’an dışında herhangi
bir şeyin derlenip
toplanmasında ve korunmasında
Allah’ın iradesi ve
garantisi yoktur . O halde , Hz.
Peygamberden yaklaşık iki
yüzyıl sonra şunun
bunun ağzında dolaşan
rivayetlerin yazıya geçirilmesiyle oluşmuş
ve Hz. Peygambere
isnat edilmiş sözlerin
vahyin bir parçası
gibi ele alınarak
din kaynağı yapılması , Allah’a ve
Kur’an’a ortak koşmak , kafa
tutmaktır . ‘’ Resul
buyurdular ki : ‘ Benden Kur’an
dışında hiç bir
şey yazmayın . Kim benden
Kur’an dışında bir
şey yazmışsa imha
etsin ! ‘’ Sahabe , Allah resulünden , sözlerini yazmak
için izin istediler . Ancak onlara
bu izin verilmedi . Ebubekir , Resul’ün ölümünden
sonra Müslümanları toplayarak
şöyle dedi : ‘’ Sizler Resul’den
farklı farklı hadisler
naklediyorsunuz . Bu durumda sizden
sonrakiler daha büyük
anlaşmazlıklara düşeceklerdir .
Allah Resulünden hiçbir
hadis nakletmeyin ! Sizden
hadis rivayet etmenizi
isteyenlere deyiniz ki , işte
Allah’ın kitabı ortada , onun
helalini helal kılın , haramını haram
görün . ‘’
‘’ Biz , o yeniden dirilmeyi
inkâr edenlerin ne
söylediklerini iyi biliyoruz
ve sen onları
hiçbir şekilde inanmaya
zorlayamazsın . Ama sen yine
de Benim uyarılarımdan
korkabileceklere bu Kur’an
aracılığıyla hatırlatmada bulun . ‘’
Kaf Suresi 45.
Ayet .
Benim
tehdidimden korkanlara sadece
Kur’an’la öğüt ver .
‘’ De ki , ey
Muhammed : ‘ Ey insanlar ,
şüphesiz , ben Allah’ın hepinize
gönderdiği bir elçiyim . O
Allah ki , göklerin ve
yerin egemenliği O’na
aittir ! O’ndan başka Tanrı
yoktur , hayatı ve ölümü
bahşeden O’dur ! ‘ Öyleyse
artık inanın Allah’a
ve O’nun elçisine ! Okuması- yazması olmayan , Allah’a ve
O’nun sözlerine inanan
haberciye . O’na uyun ki
doğru yolu bulabilesiniz . ‘’ Araf
Suresi 158. Ayet .
Önceki Peygamberlerin her
biri sadece ve
sadece kendi toplumlarına
gönderilmiştir . Bu itibarla ,
Eski Ahit yalnızca
İsrail oğullarına hitap etmektedir . Hatta , mesajı daha
geniş bir yüklem
ve çerçeve ortaya
koyan Hz. İsa
bile , eldeki İncillere bakılacak
olursa , kendisinin ‘’
yalnızca İsrail evinin
yitik koyunlarına ‘’
gönderildiğinden söz etmektedir . ( Matta XV.
24. ) Buna karşılık Kur’an’ın
mesajı bütün bir
insanlığa hitap etmekte
ve ne zamanla
, ne de belirli
bir kültürel çevre
ve şartlarla kayıtlı
bulunmaktadır . Bunun
içindir ki , bu mesajın tebliği
için görevlendirilen bir
elçi olarak Hz.
Muhammed Kur’an’da ‘’
Bunun içindir ki
ey Peygamber , Biz seni
bütün âlemlere rahmetimizin
bir işareti olarak
gönderdik . ‘’ ( Enbiya
Suresi 107. Ayet . )
yani , Allah’ın bütün toplumlara , bütün bir
insanlığa bahşettiği rahmetin
bir delili , bir işareti
ve Peygamberlerin mührü
( Hatemi ) , başka bir deyişle
onların sonuncusu olarak
tanımlamaktadır . ‘’ Bilin ki , ey
müminler , Muhammed sizin erkeklerinizden hiçbirinin
babası değildir , fakat o , Allah’ın
elçisi ve bütün
Peygamberlerin sonuncusudur . Ve Allah
her şeyi hakkıyla
bilendir . ‘’ Ahzap Suresi
40. Ayet . Yani , mühür’ ün bir dökümanın sonunu
göstermesi gibi , o da
Peygamberlerin sonuncusudur . Hâtem terimi , bu
anlamın yanında , aynı zamanda
bir şeyin sonu
veya sonuncusu anlamındaki
hitam ile de
eş anlamlıdır . Bundan , Hz. Muhammed
aracılığıyla vahyolunan mesajın , bütün ilahi
vahiylerin sonu ve
özü olarak görülmesi
gerektiği anlamı çıkarılır .
‘’ Gerçek şu ki , insanı
uyarıp öğüt verdikten
sonra hikmetlerle dolu
bütün ilahi kitaplarda
yeryüzüne dürüst ve
erdemli kullarımın varis
olacağını kaydettik . Şüphesiz ,
bunda gerçekten Allah’a
kulluk eden kimseler
için bir mesaj
vardır . Ve bunun içindir
ki ey Peygamber , Biz seni
bütün âlemlere yalnızca
rahmetimizin bir işareti
olarak gönderdik . ‘’ Enbiya
Suresi 105.106.107. Ayetler .
‘’ Yeryüzüne dürüst
ve erdemli kullarım
varis olacak ‘’ ifadesi , açıktır ki , ‘’
eğer gerçekten inanıyorsanız
mutlaka insanların en
üstünü olacaksınız ‘’ Al-i
İmran Suresi 139.
Ayet vaadinin bir
yankısıdır . Allah’ın insan için
öngördüğü yüceliklere erişmenin
ancak inanıp dürüst
ve erdemli davranışlar
ortaya koymakla mümkün
olduğunu dile getiren
bir ifade .
Kur’an’i vahyin
evrenselliği onun üç özelliğinden ileri
gelmektedir . İlki , Kur’an
mesajı , soy-sop , ırk ya da kültürel
çevre gözetmeksizin bütün
insanlığa hitap etmektedir . İkincisi , özellikle insanın
akıl ve sağduyusuna
hitap etmekte ve
dolayısıyla ancak gözü
bağlı insanların inanabileceği
türden doğmalar önermemektedir . Ve nihayet , bilinen bütün
dini metinlerin tersine , Kur’an , on dört yüzyıl
önce vahiy edildiği
günden bugüne tek
kelimesi değiştirilmeden ulaşan
ve bundan böyle
de değiştirilmeden kalacak
olan tek kitaptır . Çünkü Kur’an
‘’ onu ( tüm tahriflere karşı ) muhakkak ki , Biz
koruyacağız . ‘’ vaadi doğrultusunda
eksiksiz kaydedilmiş ve
bugünlere eksiksiz ulaştırılmış
tek vahyi mesajdır . Bu
üç özelliği sayesindedir
ki Kur’an ilahi
vahyin son evresini
temsil etmektedir ve bu vahyi
insanlığa ulaştıran Hz.
Peygamber de peygamberlerin sonuncusudur .
‘’ Onlar ki , ellerindeki Tevrat’ta
ve İncil’de tanımlanmış
bulacakları Elçinin ,
okuması yazması olmayan
( ümmi ) habercinin izinden gidecekler . O elçi
ki onlara yapılması
doğru olanı buyurup , yapılması yasak
olanı yasaklayacak , onlara temiz
ve hoş şeyleri
helal , kötü ve çirkin
işleri haram kılacak . Onların sırtlarına
vurulmuş yükü indirip
boyunlarına geçirilmiş zincirleri
çözecek . Ve sonuç olarak , ona
inanan , onu destekleyen ve
yücelerden bahşedilen ışığın
ardına onunla birlikte
düşenler ; işte böyleleri ,
nihai kurtuluşa , esenliğe erişen
kimseler olacaklar . ‘’ Araf
Suresi 157. Ayet .
Burada Hz.
Peygamberin ‘’ okuma-yazma bilmeyen / ümmi ‘’ biri
olduğu konusundaki vurgu ,
onun ilk
Peygamberler ve onlardan
aktardığı öğretiler hakkındaki
bilgisini , Kitab-ı
Mukaddesle şu ya da
bu şekilde aşinalık
içinde olmasına değil , yalnızca ilahi
vahye borçlu olduğunu
belirtmeye yöneliktir . ‘’
onların sırtlarına vurulmuş
yükü indirip boyunlarına
geçirilmiş zincirleri çözecek.’’ Burada , hem Hz.
Musa şeriatının vazettiği
çok sayıdaki sıkı ayinle
ilgili ve yükümlülüklere , hem de
mana ve anlamı
değiştirilmiş İncillerde ortaya
konan öğretinin belirgin
bir biçimde öngördüğü
çileci- eziyetçi eğilimlere işaret ediliyor . Bununla Kur’an , belli topluluklar
için ve insanın
gelişim sürecinin belli
safhasında ruhsal disiplinin , ruhsal arınmanın
yolları ve araçları
olarak görülen bu yük ve
zincirlerin , son Peygamber Hz.
Muhammed’in tebliğiyle Allah’ın
mesajı son ve
evrensel çizgisine ulaştıktan
sonra artık gereksiz
olacaklarını ima ediyor .
‘’ Yetkinlik ve kusursuzluğa
dair nitelikler yalnızca
Allah’a aittir . Öyleyse ,
bu niteliklerle artık
yalnız Allah’ı çağırın . Ve
O’nun niteliklerinin anlamını
eğip büken kimselerden
uzak durun . Böyleleri yapıp
ettiklerinden dolayı ergeç
cezalandırılacaklardır. ‘’Araf
Suresi 180. Ayet
Yani , bu sıfat
ve nitelikleri başka
varlıklara ya da nesnelere
yakıştırarak ya da bunun
tam tersi bir
yönde giderek Allah’ı
‘’baba’’ yahut ‘’oğul’’
gibi insan biçimli
nitelikler ve beşeri
ilişkiler içinde tasarlayıp
öylece tanımlayarak . Bu ayet , Allah’ın kendilerine
eğriyi doğruyu ayırsınlar
diye akıl verdiği halde
bunu gereği gibi
kullanmayan ve O’na
karşı , yani , bütün yüce ve
yetkin sıfatları kendinde
toplayan ve dolayısıyla
mutlak ve nihai
hakikatin kendisi olan
Allah’a karşı ilgisiz
kalanlara uyarıdır .
İsim denince
ilk akla gelen , ele
alınan ya da işaret
edilen herhangi bir
nesnenin özünü , cevherini ,
kendi özünden , yapısından ileri
gelen özellik ve
niteliklerini göstermek üzere
seçilen bir kelime
oluyor . El-husnâ terimi , yani
, en
iyi , en güzel ve
yetkinliğe , kusursuzluğa
dair sıfatlar Kur’an’da
yalnız Allah için
kullanılmaktadır .
‘’ Ey Peygamber , sana son
saat’ tan soracaklar , ‘ ne zaman
gelip çatacak ? ‘ diye . De ki: ‘ Doğrusu , buna dair
gerçek bilgi ancak
Rabbimin katındadır. Onun vaktini
O’ndan başka açığa vuracak
kimse de yoktur .
O saat göklere
ve yere bütün
ağırlığıyla çökecek ve
sizi mutlaka umulmadık
bir anda yakalayacak . ‘ Sana , sanki bu
sırrın ısrarla peşine
düşmekle belli-belirsiz içsel bir bilgi
elde etmiş olman
mümkünmüş gibi soracaklar . De ki : ‘ Ona
dair gerçek bilgi
ancak Allah katındadır ; ne var ki
, insanların çoğu bundan
habersizdir . ‘ Ey Peygamber de ki
: ‘ Allah dilemedikçe
kendime bir yarar
sağlamak ya da kendimden
bir zararı uzaklaştırmak
benim elimde değil . Eğer
insan kavrayışının ötesinde olanı
bilseydim , muhakkak ki ,
bahtiyarlık adına ne
varsa ondan payıma
daha çoğu düşerdi
ve kötülük asla
yaklaşmazdı bana . Ama ben
sadece bir uyarıcıyım
ve inanan bir
topluma iyi haberler
getiren bir müjdeci . ‘’
Araf Suresi 187.188.
Ayetler .
İlk ayette , son
saatin hangi şartlarda
ve ne zaman
olacağı hakkında vukuundan
önce , peygamber de dâhil
kimseye herhangi bir
bilgi , bir ipucu verilmediğini , verilmeyeceğini dile
getiriyor . Hz. Peygamberin beşer
oluşu konusunda ortaya
konan sürekli vurgu , yaratılmış hiçbir
varlığın , az ya da çok
hiçbir şekilde Yaratıcının
sıfat ve gücüne
ortak olmadığı , olamayacağı konusundaki
temel ilkenin gereğidir , onun mantıki
sonucu durumundadır . Bu ilkenin
mantıki bir uzantısı
olmak üzere 189. …198.
Ayetlerde Allah’ın yaratıcı
kudretinin tekliği ve
Allah’a özgü oluşu
belirtilmektedir . En’am
Suresi 50. Ayet
de bu ilkeyle
ilgilidir . ‘’ Ey Peygamber , de ki : ‘’Ben
size Allah’ın hazineleri bendedir , demiyorum . Ne insan
idrakini aşan şeyleri
bildiğimi söylüyorum ve
ne de size
ben bir meleğim
diyorum. Ben sadece bana
vahiy edileni yerine
getiriyorum .’’ Peygamber
adına tabiatüstü güçlere
sahiplik iddiasının bu şekilde reddedilmesi , öncelikle , inanmayanların Hz.
Peygamberden kendisine mucizevi
bir işaretin verilmesini
sağlayarak peygamberlik görevini
ispat etmesini talep
etmelerine işaret etmektedir . Ancak bu
özel atfın ötesinde
Hz. Peygamberin herhangi
bir şekilde ilahlaştırılmasını önlemeyi
ve onun kendisinden
önceki bütün peygamberler
gibi , yalnızca bir insan , Allah’ın mesajını
insanlığa iletmek için
seçtiği bir kul
olduğunu açıklığa kavuşturmayı
amaçlar .
‘’
Sen ey
Peygamber , onlara bir mucize
getirmediğin zaman bazı
kimseler : ‘ Onu Allah’tan elde
etmeye çalışsan ya ! ‘ derler . De ki : ‘ Ben
sadece Rabbim tarafından
bana vahyolunan her
neyse , ona uyarım . Bu vahiy , inanmak isteyen
bir toplum için
Rabbinizin katından bahşedilmiş
bir kavrama yöntemi , bir
yol gösterici ve
bir rahmettir . ‘’ Araf
Suresi 203. Ayet .
‘’ Onu Allah’tan
elde etmeye çalışsan
ya ! / Eğer gerçekten O’nun
elçisi isen ! ‘’ O
sıralar süreklilik içinde
vahiy edilmekte olan Kur’an’ın kendisinin
buna cevaplarla dolu
olduğu düşünülürse , burada inanmayanların talebinin
Hz. Peygamberin ilahi
vahye dayalı misyonunun
özel bir biçimde
tezahürü ya da ispatıyla
ilgili olması , yani , ileri sürdüğü
hakikati gözle görülebilir , somut bir
mucize beklentisine çevirmesinin
istenmesidir . Bu ayet ,
peygamberliğin tek makul
ispatını mesajın kendisinde
değil , peygamberin sergileyebileceği mucizelerde
arayan dar kafalılığı , ilkel düşünce
tarzını işaret ediyor .
‘’ Kendilerine ilahi bir
mesaj gönderilen herkesi , hiç
şüphesiz , Yargı Günü’nde hesaba
çekeceğiz . Ve yine hiç şüphesiz
mesajla gönderilenlerin kendilerini
de hesaba çekeceğiz .
Ve sonra kendilerine
yapıp ettikleri hakkındaki
şaşmaz bilgimizi açacağız . Çünkü hiç
bir zaman onlardan
uzak değildik . ‘’ Araf
Suresi 6.7. Ayetler .
‘’ Allah’ın bütün
peygamberleri toplayıp onlara : ‘ Size ne
cevap verildi ? ‘ diye
soracağı gün onlar , ‘ Bizim bir
bilgimiz yok . Yalnız Sensin
yaratılmışların idrakini aşan
her şeyi tümüyle
bilen ! ‘ diyecekler . ‘’ Meryem
Suresi 109. Ayet .
Peygamberler , kendilerine emanet
edilen mesajı tebliğ
etmekten başka bir
şeyle yükümlü değildir , çünkü onlar
insanları ne doğru
yola gelmeleri için
zorlayabilir ne de
onların kalplerinden ne
geçtiğini bilebilir .
‘’ Allah’tan başka
çağırıp , sığındığınız
şeylerin hepsi , hiç şüphe
yok ki tıpkı
sizler gibi yaratılmış
varlıklardır . Eğer doğru sözlü
kimselerseniz , haydi onları çağırın
da dualarınıza icabet
etsinler ! ‘’ Araf Suresi
194. Ayet .
‘’ Yaratılmış varlıklar , yani ,
kullar . ‘’ Yani , Allah’ın iradesine
boyun eğenler . Bu tabir
hem yaşayan ya da
ölmüş azizlere , kutsallık yakıştırılan
kişilere ; hem de put , idol , fetiş gibi
kutsal bilinen varlık
ve kişileri temsilen
yapılmış her türlü
sembolik ve tasviri
şeylere işaret için kullanılmaktadır. Kur’an’da inançlar
ile bağlantılı olarak
kullanıldığı yerlerde her
zaman, ulûhiyete ortak oldukları
varsayılan gerçek veya
hayali varlıkları veya
güçleri gösterir . Sonuç olarak
bu kavram ve
onun İslam’da kesin
bir dille kınanması
yalnızca sahte ilahlara
tapınmayı değil , aynı zamanda
yaratılmışlara yarı-ilahi vasıfların
veya güçlerin izafesini , hem de
servet , sosyal statü , iktidar ,
milliyet vb. gibi , insanların çoğunlukla
insanlığın kaderi üzerinde
objektif bir belirleyicilik izafe
ettiği kavramları kapsar .
‘’ Sen , insan fıtratının kabule
yatkın olduğu yolu
tut . İyi olanı emret ; bilgisiz kalmayı
seçenleri kendi hallerine
bırak . ‘’ Araf Suresi
199. Ayet .
İnsanların eylem
ve tavırlarından sana
kolay geleni ya da
kendiliğinden sana uygun
olanı seç , insanların sırtına
gereksiz yükler yüklemeksizin
işleri onlar için
kolaylaştır ve onlar
için çok zor
olacak çabaları isteme
onlardan .
‘’ İnsan zayıf
yaratılmıştır .’’ Nisa Suresi
28. Ayet ve ‘’ Allah , hiç kimseye
gücünün üstünde yük
yüklemez . ‘’ Bakara Suresi
286. Ayet , şeklindeki Kur’an’i
öğretilerle de tam
bir uyum içinde
olan bu ayet , böylece , inanan kimselere
insan fıtratının kabule
yatkın olduğu yolu
tutmalarını , hata içinde olanlara
karşı fazla sert
ve zorlayıcı olmamalarını
öğütlüyor . Bu öğüdün özellikle , günahların en
affedilmez olanı durumundaki
şirk’ ten , yani , Allah’tan
başka herhangi bir
kimseye ya da nesneye
ilahi güçler ve
sıfatların yakıştırılmasının hemen
sonrasında zikredilmesi onu
daha da anlamlı
kılıyor .
‘’ Eğer Şeytan’dan
güç alan bir
kışkırtı seni gözü kara bir
öfkeye sürükleyecek olursa
hemen Allah’a sığın
ve bil ki
O her şeyi işiten
, her şeyi aslıyla
bilendir .’’ Araf Suresi 200. Ayet .
Hakikatin inatla
cahil kalmayı seçenler
tarafından reddedilmesi karşısında
duyulan öfkedir bu . Hz.
Peygamber , itidale çağıran bir
önceki ayetin nüzulünden
sonra yüksek sesle
‘’ Ey Rabbim ! ‘’
dedi , ‘’ Ya haklı öfkenin
durumu nedir ? ‘’ Bunun
üzerine kendisine yukarıdaki
ayet vahiy edilmiştir .
‘’ Ve
sen ey Peygamber , gönül alçaltarak , korku ve
duyarlık içinde , sesini yükseltmeden
sabah akşam Rabbini
an ve sakın
umursamaz kimselerden olma . Bil
ki , Rabbine yakın olanlar
O’na kulluk yapmaktan
asla kibre kapılmazlar . O’nun sınırsız
yüceliğini övgüyle anar
ve yalnızca O’nun
önünde yere kapanırlar . ‘’ Araf
Suresi 205.206. Ayetler .
Allah’a karşı son
derece derin bir
sorumluluk bilincini dile
getiren ifadeler .
‘’ Bilin
ki kulluk / ibadet
mahalleri / ibadet eylemi
yalnızca Allah’a mahsustur . O
halde Allah’ın yanı
sıra başka hiç
kimseye yalvarıp yakarmayın . ‘’ Cin
Suresi 18. Ayet .
Mabetlerde yalnız
Allah’a sığınılır . İbadetlere , dualara , yakarışlara Allah
dışında hiçbir varlığın
adı karıştırılamaz .
Mabetlerde konuşan vaizler , tebliğciler Allah
dışında hiç kimsenin davetçiliğini , propagandasını ,
reklamını yapmamalıdır .
‘’ De ki : ‘ Ben
yalnız Rabbime yalvarırım
ve O’ndan başka
hiç kimseye ilahlık
yakıştırmam . ‘ De ki : ‘ Size
zarar vermek yahut
doğruyu eğriden ayırt
etme bilinciyle sizi
donatmak benim elimde
değildir . ‘ De ki : ‘ Gerçek
şu ki hiç
kimse beni Allah’a
karşı koruyamazdı ve
O’ndan kaçıp saklanacak
hiç bir yer
bulamazdım , eğer Allah’ın mesajlarını
ve O’ndan bana
ulaşan aydınlığı dünyaya
duyurmamış olsaydım . ‘’ Cin
Suresi 20. ..23. Ayetler .
‘’ Yalnız O
bilir yaratılmışların kavrayış
sınırlarının ötesindekini ve hiç kimseye
açmaz kendi erişilmez
derinlikteki sırlarını .
Seçmekten hoşnutluk duyduğu
elçisi hariç . O zaman
Allah hem onun
gözü önüne serilmiş
olan her konuda , hem
de aklının ermeyeceği
her alanda onu
gözetlemek için semavi güçler
gönderir . Böylece bu elçinin
tebliğ ettikleri şeyin
yalnızca Rablerinin mesajları
olduğunu açıkça gösterir . Çünkü onların
söyleyebilecekleri her şeyi
bilgisi ile kuşatan
O’dur . Ve mevcut olan
her şeyi bir
bir hesaplayandır .’’ Cin
Suresi 26.27.28. Ayetler .
‘’ Allah , insan idrakini
aşan şeyleri kavrama
gücünü size verecek
değildir . Bunun için Allah , elçileri arasından
dilediğini seçer . Öyleyse Allah’a
ve elçilerine inanın . Zira
eğer O’na inanır
ve O’na karşı
sorumluluğunuzun bilincinde olursanız
o zaman bilin
ki , sizi muhteşem bir
karşılık beklemektedir . ‘’ Al-i
İmran Suresi 179.
Ayet .
Yani , Allah , insana sadece
kendisinin tüm bilgisine
sahip olduğu hakikat
hakkında kısmi bir
görüş sahibi olmayı
bu elçiler aracılığıyla
sağlar . İlahi vahiyle onurlandırılmanın , her peygamberi , hayatındaki bilebildiği
yahut bilgisi dışındaki
bütün endişelerden ruhsal
olarak koruduğu gerçeğine
de işaret edilmektedir . ‘’ O , insanların
gözlerinin önünde olanı
da , onlardan gizli tutulanı
da bilir . Oysa O
dilemedikçe insanlar O’nun
ilminden hiç bir
şey edinemez , hiç bir
şey kavrayamazlar . ‘’ Bakara
Suresi 255. Ayet .
‘’ Sen ey insanoğlu ! Düşün bu
hikmetle dolu Kur’an’ı . Gerçek şu ki
, sen Allah’ın elçilerinden
birisin , dosdoğru yol üzeresin . Kudret Sahibi
ve Rahmet Kaynağından
indirilmiş olanın sayesinde . ‘’ Yasin
Suresi 1. …5. Ayetler .
Yâ-sin kelimelerinin , surenin devamında
açıkça muhatap alınan
Allah’ın elçisi Hz.
Muhammed’i kastettiği ve
Kur’an’ın sıkça yaptığı
gibi , onun ve yakın
arkadaşlarının beşer olma
özelliklerini vurgulamayı amaçladığı
söylenebilir . Hikmetlerle
dolu Kur’an’ın düşünülmesi , Kur’an’daki bariz hikmetin
, Hz. Muhammed’in Allah’ın
bir elçisi olduğu
gerçeğinin kanıtı olduğunun
anlaşılması içindir. ‘’ De
ki : Eğer sapkınlığa düşmüş
olsaydım kendi yüzümden
ve kendi aleyhime
sapmış olurdum . Ama eğer
doğru yoldaysam , yalnızca Rabbimin
bana vahyi sayesindedir . Kuşkusuz O , en
yakın olan , her şeyi
işitendir . ‘’ Sebe Suresi 50.
Ayet . ‘’ Biz her elçiyi , mutlaka kendi
halkının diliyle vahiy edilmiş bir
mesajla gönderdik ki , hakkı
onlara açık ve
dolaysız bir biçimde
ulaştırabilsin . Artık
bundan sonra Allah
sapmayı dileyeni sapıklık
içinde bırakır , doğru yolu
tutmayı dileyeni de
doğru yola yöneltir . Çünkü doğru
hüküm ve hikmetle
edip-eyleyen en yüce
iktidar sahibi O’dur . ‘’
İbrahim Suresi 4.
Ayet . Allah’ın saptırması , ya
da , sapıklık içinde bırakmasına
ilişkin tüm Kur’an’i
atıflar ancak Bakara
Suresi 26. 27. Ayetlerde
ortaya konan , ‘’ Allah ,
kendisine karşı taahhütlerini
bozan fasıklardan başkasını
saptırmaz . ‘’ ilkesiyle birlikte
düşünülmeli , bu temel üzerinde
değerlendirilmelidir . Bu şu demektir ; insanın sapıp
da yoldan çıkması , kelimenin avami
anlamıyla ‘’kader’’ in ya da
‘’ alın yazısı’’ nın keyfi
bir sonucu değil , kesinlikle insanın
kendi tutum ve
eğilimlerinin sonucudur . Allah tutum
ve davranışlarının gidişi
itibariyle asla imana
ermeyeceğini bildiği insanların
dışında hiç kimseyi
saptırmaz , sapıklık içinde bırakmaz . Ve
yine Allah , imana olan
eğilimini bildiği insanların
dışında kimseyi doğru
yola yöneltmez , doğru yola
sokmaz .
‘’ Sen ancak
ilahi uyarıyı can
kulağıyla dinleyen ve
insan kavrayışının ötesinde
bulunmasına rağmen Rahman’dan
korkan kişiyi uyarabilirsin . İşte böylelerine
Allah’ın bağışlayıcılığını ve en güzel
ödülü müjdele . ‘’ Yasin
Suresi 11. Ayet .
‘’ Rabbinin birliğini
unutan kimselere gelince , o
gün Rabbin onları
ve onların Allah
yerine kul-köle oldukları
varlıkları bir araya
toplayacak ve kendilerine
tanrısal nitelikler yakıştırılan
bu varlıklara : ‘ Bu kullarımı
siz mi yoldan
çıkardınız , yoksa onların kendileri
mi doğru yoldan
ayrıldılar ? ‘ diye soracak .
Onlar : ‘ Sınırsız kudret ve
yüceliğinle Seni tenzih
ederiz ! ( Bütün kusurlardan uzak
olduğuna inanırız .)’ diye
cevap verecekler , ‘ Senden
başka dostlar , efendiler edinmek
bize yakışmazdı ! Fakat ,
bunlara gelince , Sen bunlara
ve babalarına dünya
hayatının tadını çıkarmaları
için fırsat verdin , öyle
ki , onlar da seni
anmayı büsbütün unuttular . Çünkü bunlar
her türlü iyilikten
yoksun kimselerdi . ‘ Bunun
üzerine Allah da
müşriklere : ‘ İşte sizin tanrı
yerine koyduğunuz kimseler , geçmişte ileri
sürdüğünüz iddiaların yalan
olduğunu ortaya koydular . ‘
diyecek , ‘ Artık ne hak ettiğiniz azabı
savuşturabilirsiniz , ne de kendinize
bir destek bulabilirsiniz ! Çünkü içinizden
her kim böyle
bir kötülük işlemişse , ona büyük
bir azap tattıracağız ! ‘’ Furkan
Suresi 17.18.19. Ayetler .
Soru , ‘’ Yargı
Gününde konuşturulacak olan
cansız putlara ‘’ değil , tanrılaştırılan akıl
sahibi varlıklara , yani ,
peygamberlere , azizlere , velilere
hitap etmektedir . Onların cevapları
‘’başkalarından bize kulluk
etmelerini istememiz manen
ve ahlaken imkânsızdı. ‘’ olmuştur . İbni Kesir
‘’ bizim için / bize ‘’ ifadesinin
sadece bu sözü
söyleyen kimselere değil , topluca bütün
insanlara işaret ettiğini
ve dolayısıyla cümlenin
‘’ …… biz insanlara yakışmaz .’’
anlamına geldiğini söylemiştir . Her iki
durumda da Kur’an’ın
hemen her yerinde
değişik biçimlerde tekrarlanan
belâgat ( Bir şeyde
gizli olan derin
anlam ) gereği soru
ve cevap , Allah’tan başka
varlıklara tanrısal nitelikler
yakıştırmanın manevi ve
ahlaki çarpıklığını ve
zihnen saçmalığını dramatik
bir tarzda ortaya
koymak amacını taşımaktadır .
‘’ Ey Muhammed ,
Biz senden önce
de yiyip içen , çarşıda pazarda
dolaşan ölümlü insanların
dışında kimseyi elçi
olarak göndermedik . Böyle yaparak , ey
insanlar , kiminizi kiminiz için
bir imtihan vesilesi
kıldık ki , sabredecek misiniz , bunu kendiniz
de göresiniz . Yoksa Allah
zaten her şeyi
olduğu gibi görmektedir ! ‘’ Furkan
Suresi 20. Ayet .
Bu
ayet , şüpheye yer bırakmayacak
şekilde , her yeni peygamberin
kural olarak başlıca
iki amaçla gönderildiğine işaret
etmektedir . Birincisi , vahiy
yoluyla insanoğluna ahlaki
bir mesaj ulaştırmak
ve böylece doğruyla
eğriyi ya da hakla
batılı birbirinden ayırmaya
yarayan bir ölçü , bir
kıstas ortaya koymak
ve ikincisi de , bu
Risalet olgusunu ,
insanların özüne , onların peygamberin
getirdiği mesaja karşı
tepkilerinde kendini açığa
vuracak olan manevi
ve ahlaki tercih
ve kavrayışlarını , yani ,
bu mesajın doğru
ve ilahi menşeli
olduğunu ayırt etmek
için ‘’tabiat üstü’’
belirtilere , birtakım
mucizelere ihtiyaç duymadan
mesajı kendi muhtevası
içinde akli kıstaslarla
değerlendirmeye istekli olup
olmadıklarını sınamak için
bir vesile olarak
çıkarmak. Dolaylı olarak ,en
derin anlamı içinde
bu ayet , sadece peygamberin
değil , fakat her insanın , toplumsal varlığıyla , toplumun öteki
üyeleri için , onların ahlaki
tercih ve kavrayışlarının ortaya
çıkmasını sağlayan bir
imtihan vasıtası olduğunu
ima etmektedir . Bunun içindir
ki bazı müfessirler
yukarıdaki cümleye şu
anlamı vermektedirler : ‘’
Birbirinize imtihan vesilesi
olmanız için sizi
beşeri varlıklar kıldık .’’
Siz ey insanlar , yahut , daha özel
bir topluluk olarak , ‘’ Siz , ey Kur’an
mesajının ulaştığı kimseler . ‘’
‘’ O gün ki , vaktiyle
haksızlığı kendisine yol
edinmiş olan kişi
ellerini kemirip , ‘ Ah ne
olurdu Resul’ün gösterdiği
yolu tutsaydım ! ‘ diyecek , ‘ Vah bana , ne
olurdu , falancayı kendime dost
edinmemiş olsaydım !
Gerçekte bana uyarıcı , hatırlatıcı mesaj
geldikten sonra , beni Allah’ı
hatırlamaktan o uzaklaştırdı ! ‘ Zaten , şeytan işte
böyle yalnız ve
çaresiz bırakır insanı . Ve
o gün Resul : ‘ Ey
Rabbim ! ‘ diyecek , ‘
Kavmimden bazıları bu
Kur’an’ı gözden çıkarılacak
bir şey olarak
gördü ! ‘ İşte bu (
senin çağında olduğu )
gibi , Biz her nebiye
günaha gömülüp gitmiş
kimseler içinden düşmanlar
çıkardık . Bununla birlikte ,
sana yol
gösterici ve yardımcı
olarak Rabbin yeter . ‘’
Furkan Suresi 27. ….31.
Ayetler .
‘’ Kavmimden bazıları
bu Kur’an’ı gözden
çıkarılabilecek bir şey olarak
gördü . ‘’ Yani , dünyevi istek
ve tutkularına aykırı
buldukları için ya da
zamanın değişen şartları
karşısında ‘’geçerliliğini yitirmiş ‘’
bir öğreti olarak
gördükleri için . Kur’an mesajının
ulaştığı toplumların çoğu
onu ilahi bir
mesaj olarak gördükleri
ve dolayısıyla onun
‘’ her bakımdan tutarlı
ve her çağda
geçerli ‘’ olduğuna inandıklarına
göre , ‘‘ benim kavmim ‘‘ ya da
‘‘ benim gönderildiğim toplum ‘‘
ifadesi Kur’an’i mesaja
olan inancını kaybetmiş
kimseleri işaret etmektedir .
Hz.
Peygamber’in Yüce Allah
huzurunda , ümmetinden şikâyeti bu
ayetle dile getirilmiştir . Ayette şikâyet
için kullanılan kelimeler
ayrı bir mucize
sergilemektedir . Kullanılan
kabullenme , elle sarılıp tutma , görünüşte benimsemedir . Ancak bu
tutmanın mehcûr bir
tutma olduğu söyleniyor . Mehcûr , uzaklaştırılan ,
devre dışına çıkarılan , ayrı tutulan
demektir . Anlaşılıyor ki , Resul
, ümmetinin Kur’an’ı benimseyip
kucaklar bir manzara
arz etmelerine rağmen
, onu yaşanan hayattan
uzaklaştırıp devre dışı
tuttuklarından şikâyetçidir .
Kısacası , zahirde Kur’an’a sarılma , hakikatte ise Kur’an’ı
itme ve ondan
uzaklaşma sergilenmiştir .
İslam dünyasının yüzyıllardan
beri sergilediği manzara
gerçekten budur . Din ,
Kur’an’ın dinidir ama , kitlelere yön
ve hareket veren , Kur’an değil , Kur’an’a fatura
edilen bir yığın
uydurma kitaplar , mezhep ,
tarikat , fetva , icma , hazret , seyyid
vs. dir . Tevhit dini adına
adeta bir şirketler
topluluğu dini haline
getirilmiş ve Kur’an’ın
şu ayetteki mucizesi
de tecelli etmiştir : ‘’ Yoksa onların şürekâsı , hükümde ortakları
mı var da
kendilerine din konusunda
Allah’ın izin vermediği
şeyleri kurallaştırıyorlar .
‘’ Şura
Suresi 21. Ayet .
Hz.
Peygamber’in en büyük
mücadelelerinden biri de
Allah’ın Kitabı dışında
bir din kaynağının
ortaya çıkmasını engellemek
için olmuştur . O , işte bunun
ilk adımı olarak , kendi sözlerinin
yazılmasına müsaade etmemiş , ondan habersiz
bir şeyler yazanlara , yazdıklarını imha
ettirmiştir . Onun ardından yönetime
geçen Ebu Bekir
‘’ Allah’ın Kitabı size
yeter . ‘’ demiştir . Büyük sahabelerin
hepsinin tavrı ve
görüşü budur . Onlar ‘’ Peygamber
dedi ki …..’’ sözünü bile
kullanmaya çekiniyorlardı . Sahabeler’
den Zeyd
b. Erkam’a , bize
Hak elçisinden bir
şeyler naklet
dediklerinde cevabı ‘’ Artık
yaşlandık , unuttuk , Resul’den
bir şeyler nakletmek
kolay değildir .’’ olmuştur . Resul bilmiyor
muydu ki , sonradan gelenler
onun sözlerini ikinci
bir ilahi kitap
haline getirerek tebliğcisi
olduğu Kur’an’a ortaklar
yaratıp tevhidi parçalayacaklardır ?
‘’ Sen hiç kendi
hoşlandıklarını , heveslerini , iğreti
arzularını tanrılaştıran birini
gördün mü / düşündün mü ? Şimdi
böyle birinden sen
mi sorumlu olacaksın . Yoksa sen
onlardan çoğunun senin
ulaştırdığın mesajı dinlediklerini ve
akıllarını kullanacaklarını mı
sanıyorsun ? Hayır, , hayır
koyun sürüsü gibidir
onlar ; doğru yoldan hiç
mi hiç haberleri
yok . ‘’ Furkan Suresi
43.44. Ayetler .
‘’ Gerçek şu ki
, Biz , cehennem için , kalpleri olup
da kavrayamayan , gözleri olup
da göremeyen , kulakları olup
da işitemeyen insanlardan
ve görünmez varlıklardan
çok canlar ayırmışızdır . Hayvan
sürüsü gibidir bunlar . Hayır , hayır , doğru
yolu kavramakta onlardan
da aşağı . Körcesine dalıp
gitmiş olanlar işte
böyleleridir . ‘’ Araf Suresi
179. Ayet . Lafzen
‘’ daha da sapıklar . ‘’
Çünkü hayvanlar sadece
içgüdülerine ve tabii
ihtiyaçlarının sevkine bağlı
olup , ahlaki bir tercihte
bulunmalarını hem mümkün , hem
de zorunlu kılacak
bir bilinçten de
yoksundurlar . Allah’ın
kendilerine eğriyi – doğruyu ayırsınlar
diye akıl verdiği
halde bunu gereği
gibi kullanmayan ve
O’na karşı , yani , bütün yüce
ve yetkin sıfatları
kendinde toplayan ve
dolayısıyla mutlak ve
nihai hakikatin kendisi
olan Allah’a karşı , ilgisiz ve
duyarsız kalanlardan bahsedilmektedir .
‘’ Bazı insanlar , Allah’ı bırakıp , kendilerine ne yarar
ne de zarar
ulaştırmaya gücü olmayan
şeylere tapınıp duruyorlar . Zaten gerçek
kâfir de , Rabbine sırtını
dönen kişidir ! Bununla birlikte , ey
Peygamber , Biz seni yalnızca
bir müjdeci ve
uyarıcı olarak gönderdik . De ki : ‘ Bunun
için sizden , dileyen kimsenin
Rabbine giden yolu
bulmasından başka bir
karşılık istemiyorum ! ‘ Öyleyse , ebediyen ölmeyecek
olan O mutlak
diri varlığa güven
ve O’nun sınırsız
kudret ve yüceliğini
övgülerle an , ki kimse
kullarının günahlarından O’nun
kadar haberli değildir . ‘’
Furkan Suresi 55.
….58. Ayetler .
‘’ Kimse kimsenin
yükünü taşıyacak değildir . Kendi yükü
ağır gelen kimse
onu taşımak için
başkasını yardıma çağırırsa , yakını da
olsa, bu kimse o
yükün hiç bir
parçasını taşıyamaz. O halde
sen , ancak kavrayışlarının ötesinde
olduğu halde , Rablerinden korku
duyanları ve namazlarında
dikkatli ve devamlı
olanları uyarabilirsin . Ve şunu
bil ki , kim arınırsa
yalnız kendisi için
arınmış olur ve
bütün yollar yalnız
Allah’a varır . Nitekim , ne gören
ile görmeyen bir
olur , ne aydınlık ile
zifiri karanlık , ne serinletici
gölge ile yakıcı
sıcak ve ne
de yaşayan ile
kalben ölmüş bulunan . Şüphen olmasın
ki ey Muhammed , Allah dilediğine
işittirir , hâlbuki sen mezarlarındaki ölüler
gibi kalben ölmüşlere
işittiremezsin .
Sen sadece
bir uyarıcısın !
Biz seni
hakikat ehli bir
müjdeci ve uyarıcı
olarak gönderdik , çünkü hiç
bir topluluk yoktur
ki , içlerinden bir uyarıcı
gelip geçmemiş olsun . Ve
eğer seni yalanladıklarını görürsen
aldırma , onlardan önce yaşamış
olanların çoğu da , elçileri
kendilerine hakikatin bütün
kanıtlarıyla ve ilahi
hikmet yüklü kitaplarla
ve aydınlatıcı vahiyle
geldiklerinde hakikati yalanlamışlardı . ‘’ Fatır
Suresi 18. ….25.
Ayetler .
‘’ İnsanların işlediği
kötü fiiller yalnızca
kendilerini ilgilendirir ve
sorumluluk taşıyan hiç
kimseye başkasının sorumluluğu
yüklenmez . ‘’ En’am Suresi
164. Ayet . ‘’ Hiç kimse , kimsenin yükünü
taşıyacak değildir . ‘’ Necm
Suresi 38. Ayet . Çünkü , insanların işledikleri
kötü fiiller yalnız
kendilerini ilgilendirir .
Bu temel
ahlaki kural Kur’an’da
beş kez geçmektedir . Bu kuralın
anlam ve sonucu
üç aşamalıdır . İlkin ,
insanoğlunun doğumundan itibaren
yüklendiği ilk günah
şeklindeki Hıristiyan doktrini
kesinlikle reddedilmektedir .
İkincisi , kişinin günahlarının bir
azizin veya peygamberin
kendini feda etmesi
sayesinde bağışlanabileceği fikri
reddedilmektedir . (Mesela , Hz. İsa’nın
insanların günahkârlığı için vekâleten kendini
feda etmesi şeklindeki
Hıristiyan doktrini ) Ve üçüncü
olarak da , günahkâr ile
Allah arasındaki herhangi
bir aracılık ihtimali
reddedilmektedir .
‘’ Kavrayışlarının ötesinde
olduğu halde Rablerinden
korku duyanları uyarabilirsin . ‘’ Bu
ifadenin anlamı şudur ; yalnızca insan
idrakinin ötesindeki şeylerin
varlığına inananlar önceki
ifadede gizli bulunan
uyarıdan ders alabilirler . ‘’ Onlar ki , insan idrakini
aşan olguların varlığına
inanırlar . ‘’ Bakara Suresi
3. Ayet . Gayb , genellikle ve
hatalı olarak görünmeyen
şeklinde çevrilmektedir .
Kur’an’da insanın kavrayış
alanının ötesinde bulunan , onu
aşan hakikatin tüm
safhalarını ifade etmek
için kullanılır . Bu nedenle , bilimsel gözlemlerle
ispatı veya reddi
söz konusu olamaz
veya , hatta genel kabul
görmüş kurgusal düşünce
kategorileri içinde bile
yeterli biçimde kapsanamaz . Örneğin , Allah’ın varlığı , evrenin yaratılış
amacı , ölümden sonraki hayat , zamanın gerçek
mahiyeti , ruhsal güçlerin varlığı
ve birbirleriyle ilişkileri
gibi . Ancak asıl hakikatin
gözlemlenebilen çevreden çok
daha fazlasını kapsadığına
ikna olan bir
kişi , Allah’a imana ve
böylece hayatın bir
anlamı ve gayesi
olduğu inancına ulaşabilir . Kendisinin ancak insan
idrakini aşan olguların
varlığına inananlar için
bir rehber olduğuna
işaret etmek suretiyle Kur’an , aslında , zihinleri bu
temel öncülü kabullenemeyenler için
kapısının zorunlu olarak
kapalı olacağını söylemektedir . ‘’ Gerçek
şu ki , sen ölülere
de işittiremezsin , sırt çevirip
uzaklaşan sağırlara da
işittiremezsin bu çağrıyı . Ve
yine sen kalben
kör olanları saptıkları
yoldan çevirip doğru
yola yöneltemezsin . Sen sesini
ancak mesajlarımıza inanmaya
istekli olanlara işittirebilirsin , ki onlar
da zaten bize
yürekten boyun eğecek
olan kimselerdir .‘’ Neml
Suresi 80.81. Ayetler . ‘’ Elbette sen
ölülere asla duyuramazsın
ve sırtlarını sana
dönüp uzaklaşan kalbi
sağırlara da ! Ve yine , kalpleri kör
olanları sapıklıklarından döndürüp
doğru yola iletemezsin . Sen davetini
ancak mesajlarımıza inanmak
isteyenlere ve böylece
kendilerini Bize teslim
edenlere duyurabilirsin . ‘’ Rum
suresi 52.53. Ayetler .
‘’ Onlar orada (cehennemde); ‘ Rabbimiz ! Bizi bu
azaptan kurtar ! Bundan sonra artık eskiden
yaptıklarımızdan farklı iyi şeyler yapacağız !’ diye feryat
ederler . O zaman onlara
şöyle cevap vereceğiz : ‘ Size orada , düşünmek isteyen
herkesin düşünebileceği kadar
uzun bir ömür
vermedik mi ? Ve üstelik
size bir uyarıcı
da gelmişti . Öyleyse
,yaptığınız kötülüklerin meyvelerini
şimdi tadın bakalım.
Zalimler için hiçbir
yardımcı yok artık.‘’ Fatır Suresi
37. Ayet
‘’ Bir oğul
edinmek Allah’a asla
yakıştırılamaz , sınırsız yüceliğiyle O
böyle bir şeyin
üstünde , ötesindedir ! O
bir şeyin olmasına
hükmettiği zaman , ona yalnızca
‘ Ol ’ der ve
o şey hemen
oluverir . Ve İsa’nın her
zaman söylediği gerçek
şudur : ‘ Şüphesiz , benim
Rabbim de , sizin Rabbiniz
de Allah’tır . Öyleyse yalnızca
O’na kulluk edin , dosdoğru yol
yalnızca budur . ‘’ Meryem
Suresi 35.36. Ayetler .
‘’ Kuşkusuz Allah , benim
de Rabbim , sizin de
Rabbinizdir . Öyleyse yalnız O’na
kulluk edin . Bu dosdoğru
bir yoldur . ‘’ Zuhruf
Suresi 64. Ayet – Al-i
İmran Suresi 51.
Ayet .
‘’ Sizden ve
sizin Allah’tan başka
yalvarıp yakardığınız şeylerden
uzak duracak ve
yalnızca Rabbime yalvaracağım . Böylece umulur
ki , yakarışım Rabbim tarafından
cevapsız bırakılmayacaktır .
‘’ Meryem Suresi
48. Ayet .
‘’ Bu Kitap’ta
Musa’yı da an ! Doğrusu , o da
seçilmiş biriydi , içtenlik ve
dürüstlüğe erdirilmişti ve
o Allah’ın bir
resulü , bir peygamberdi . ‘’ Meryem
Suresi 51. Ayet .
Hz.
Musa ve öteki
peygamberlerden bahsedilmesi ,
bütün bu peygamberlerin , Hz. İsa
gibi Allah’ın ölümlü kulları
olduğu ve tek
ayırıcı niteliklerinin ,
kendilerine , insanlara ulaştırmaları için
vahiy indirilmiş olduğu
hususunu belirmek içindir .
‘’ İşte bunlar Allah’ın
kutlu , onurlandırıcı
bağışlarda bulunduğu nebilerden
bazıları . Âdem’in soyundan ,
Nuh’la birlikte o
gemide taşıdığımız kimselerin
soyundan , İbrahim’in ve İsmail’in
soyundan gelen ve
hepsi de doğru
yolu gösterdiğimiz ve
seçtiğimiz kimselerden bazıları . Ne
zaman kendilerine O
sınırsız Rahmet Sahibinin
mesajları okunsa O’nun
huzurunda yere kapanan
kimseler . ‘’ Meryem Suresi
58. Ayet .
Yani , peygamberlerin hepsi
de beşer olduklarının
bilincinde olan , Allah’ın alçak
gönüllü kullarıydı .
‘’ Hal böyleyken , yine de
bazıları ‘ O sınırsız
güç sahibi kendine
bir oğul edinmiştir ! ‘ diyorlar . Bunu söylemekle
siz gerçekten çok
çirkin bir iddia
ortaya atmış oldunuz . Öyle ki
bu iddianın dehşetinden
neredeyse gök paramparça
olacak , yer yarılacak ve
dağlar yıkılıp gidecekti ! Demek , O sınırsız
Rahmet Sahibine bir
oğul yakıştırıyorlar öyle
mi ? Hem de , sınırsız Rahmet
Sahibinin bir oğul
edinmesi akıl almaz
bir şey olduğu
halde ! Oysa , göklerde ve
yerde var olan
her şey sınırsız
Rahmet Sahibinin huzuruna
ancak ve ancak
birer kul olarak
çıkmaktadırlar . ‘’ Meryem Suresi
88. …93. Ayetler .
Hz. İsa’nın ‘’ Allah’ın
oğlu olduğu ‘’ yolundaki
Hıristiyan inancına ve
genel olarak , Allah’ın yaratıkların
bedeninde tecessüm ettiği
fikrine indirgenebilecek her
türlü inanca ilişkin
bu atıf 81.
Ayette ortaya konan
temayla , yani , Allah’tan
başka güçlerin ya da
varlıkların , onlara
teveccüh edenler için
‘’ güç ve statü
kaynağı oldukları inancıyla
‘’ tanrılaştırılmaları
olgusuyla bağlantılıdır . Fakat 81.
Ayet özellikle , maddi varlık
ve iktidar olgusuna
yarı tanrısal bir
nitelik yakıştıran ve
kendilerini bütünüyle dünyevi
başarı tutkusuna kaptıran
tanrı – tanımaz insanlara işaret
ederken , bu ayet , Allah’ın varlığına
inanmakla birlikte ,
kendileriyle Allah arasında
aracılık rolü oynayabilirler ümidiyle , peygamberleri , aziz ya da
veli olarak bilinen
kimseleri de tanrılaştıranlara işaret
etmektedir . Bu tanrılaştırma ,
Allah’ın yüce birliği , eşsiz ve
ortaksız olduğu ilkesiyle
bağdaşmayacağı içindir ki , insanın
Allah’la olan bağının , bağlantısının koparılması
anlamına gelmektedir . Ve eğer
bu yolda inat
ve ısrar gösterilirse , affedilmez bir
günah halini almaktadır . ‘’ Şüphesiz Allah ,
dilediği kimselerin daha
hafif günahlarını bağışladığı
halde , kendisine ortak koşulmasını
asla bağışlamaz . Zira ,
Allah’a ortak koşanlar , gerçekten korkunç
bir günah işlemiş
olurlar . ‘’ Nisa Suresi
48. Ayet . Kur’an’da Allah’ın
aşkın birliğinin ve
benzersizliğinin sürekli vurgulanması , insanın öteki
etkilere ve güçlere
bağımlılık duygusundan kurtarılmasını ve
böylece onun ruhen
yüceltilmesini , ‘’ arınmaya ‘’ imkân verilmesini
amaçlar . Bu amaç şirk (
Allah’tan başkasına ilahi
vasıflar izafe etme )
günahı ile etkisiz
kılındığından Kur’an , onda inat
edildiği sürece , yani , günahkâr tövbe
edinceye kadar ve
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder