Hz. Peygamberin çağdaşları, İslam ve Müslim kelimelerini duyduklarında onları ‘’İnsanın Allah’a
teslim olması’’ ve ‘’Kendini
Allah’a teslim eden kişi ‘’ olarak anladılar
ve bu terimleri
herhangi özel bir
topluluk veya zümre ile sınırlandırmadılar.
Mesela Al’i İmran Suresi 67. ayette Hz. İbrahim’den ‘’kendini
Allah’a teslim etmiş
oldu’’ şeklinde söz edilmesi yahut gene Al’i
İmran Suresi 52. Ayetle Hz. İsa’nın havarilerinin ‘’Şahit ol ki biz kendimizi Allah’a teslim ettik ‘’ demeleri gibi. Bu asıl anlamlar Arapçada bozulmadan
kalmış, hiçbir Arap âlimi
de bu terimlerin
geniş anlamından habersiz olmamıştır. Fakat günümüzde -ister
inansın, ister inanmasın-
Arap olmayanlar için
durum böyle değildir. Onlar için
İslam ve Müslim
terimleri, genellikle
sınırlı ve tarihsel olarak çerçevelenmiş bir anlam taşır ve özel olarak Peygamberimiz Hz. Muhammed’in izinden gidenleri
ifade eder.
Ben Hz. Muhammed’in izinden
gidilmesini Kur’an’ın yolunda
yürümek olarak görüyorum, çünkü Kur’an
Hz. Muhammed’e indirildi.
Namazımı Hz. Muhammed’in kıldığı
görünüşte kılıyorum. Namazımı Allah’ı
anmak için kılıyorum, O’nu yüceltiyorum, O’nu övüyorum, O’na şükrediyorum, O’na teşekkür
ediyorum, O’ndan yardım istiyorum. Namazımda sadece
Yüce Allah var. Allah
resullerini zaten en
yüce makamlara çıkarmış, Benim resullerimden
hiçbirini birbirinden ayırt
etmeyeceksiniz, demiş, ben nasıl
sadece iki peygamberimiz
için Allah’tan onlara
rahmetini, bereketini
artırmalarını isteyebilirim.
Ayrıca böyle bir şeye ihtiyaçları
mı var? Hz. Peygamberimiz Allah’ın
izin verdiklerine şefaat
edeceğini söylemiş. Yani nasıl
ki başarılı bir
öğrenciye okul müdürü
iftihar, teşekkür belgesi veriyor, belki peygamberimiz
de hak edenlere cennet müjdesini
bizzat verecek, benim için
şefaatin anlamı bu. O
zaman şefaat için peygambere yalvarmak, yardım istemekten
ziyade, cenneti hak etmek için
çabalamam gerek. Fatiha Suresinde kabul
edip, söz verdiğimiz gibi
yalnız Allah’tan yardım
dilersek ve Allah’ın
yapın dediklerini yapıp, yapmayın dediklerini
yapmazsak belki de
cennet müjdesini bize
peygamberimiz verecektir. Ve yalnız
benden yardım isteyeceksiniz diyen
Yüce Allah’ın bu
emrini göz ardı edip, peygamberlerden yardım
isteyerek, peygamberin bizi affedeceğini
umarak, ona selam yollamakla, onun için
namaz kılmakla dindar
olduklarını zannedenlere bence
Hz. Peygamberimiz beni niye rableştirdiniz diye
lanet edecektir. Bugün Yahudiler
de, Hıristiyanlar da sünnet
üzereler. Yüce Allah
son kitabını ve
son peygamberini İslam
dinine yollamış ama
biz de sünnet
üzerineyiz. Bizler son Kitabın
ve son peygamberin getirdiklerini kabul
edenlerdeniz . Bu bizim için
büyük bir şans
olmalıydı ama biz
sünnet üzerineyiz . Yalnız
gerçekten sünnet üzerine miyiz
emin değilim. Çünkü bugün
nedenini, niçinini bilmediğimiz her
şey sünnete bağlanıyor. Mesela namazın
kılınış şekli ve
adabı Hz. Peygamberimizin sünneti
ile sabitse niye
hem sünnet hem
de farz namazı
kılınıyor? Ve niye iki
farklı namaz kılınıyor? Ve
niye önce sünnet
namazı kılınıyor? Camide
farz namazı kılarken imama
uyuyorsun, kabul, bir düzen içinde
namaz kılınıyor. Ama
sünnet namazı kılarken, bir
düzene uymak zorunda
kalmıyorsun. Kimi rükûdayken kimi
secdede, kimi bitirmiş kimi
devam ediyor. Namaz kılınış
şekli ve adabı
Peygamberimizin sünneti ile
sabitse, yani, Allah beni anın
derken, Hz. Peygamberimiz bu anışı
yapılış şekli ve adabıyla sabitlediyse, sünnetin sünneti
olur mu? Ayrıca çok
insanın da namazın
sünnetini Hz. Peygamberimiz için
kıldığı bilinmiyor mu? İlmi
olan diyecek ki
ben sünnet namazı
Hz. Peygamberimiz kıldığı için
kılıyorum. Hz. Peygamberimiz
cemaatle birlikte sünnet
namazı kılmış mı
acaba ve Hz.
Peygamberimizin iki rekâtlı
namazında, birinci rekâtında Araf
Suresinin yarısını, ikinci rekâtında
diğer yarısını okurmuş
diye rivayet
ediliyor. Var mı öylesini
yapan. Devam ettiğim bir
caminin imamı Cuma
vaazında yakındı, diğer günlerdeki
vakit namazlarında cemaatin
çok az olduğu, hele
sabah namazlarının çok çok az
kişiyle kılındığı için. Abdest, Yüce
Allah eksik söylemiş
gibi zorlaştırılmış ve kutsallaştırılmış. Ezan kutsallaştırılmış,
duası yapılmış. Namaz çeşitlendirilip uzatılmış, tespih çekmek, salavat getirmek
eklenmiş. Bunlara gidiş gelişleri ve kısa da olsa sohbetleri de
ekle, sonuçta camilere
ağırlıklı olarak işi
gücü olmayan emekli
yaşlıların gitmesi normal
değil mi? Müzzemmil Suresinde
Yüce Allah peygamberimize ‘’ kuşkusuz, gündüz boyu senin için
uzun bir dolaşma, uzun
bir uğraş vardır’’
demiyor mu? Hz. Peygamberimiz gündüz
boyu niçin dolaşıyordu ve neyle
uğraşıyordu? Niçin dolaştığı
ve neyle uğraştığı
belli . Eğer sünnet Hz.
Peygamberimizin yaptıkları ,
söyledikleriyse niye biz
de onları yapmıyoruz . Kısa günlerde
öğlen namazıyla yatsı
namazı arası altı
saat. Altı saatte dört
vakit namazı kılınıyor. Camiden çıkmana
gerek yok. Hem de Hz.
Peygamberimize söylenildiği gibi
gündüz boyu uzun
bir dolaşmaya, uzun bir
uğraşa da zamanın
kalmaz çünkü mazeretin
var, vaktini ibadetle geçiriyorsun. Şimdi bunun
hangisi daha doğru; gününü
ibadetle geçirmen mi,
yoksa Allah için
iş yapıp değer
üretmen mi? Bir ayet daha: ‘’Ey Muhammed, gündüzün iki
tarafında ve gecenin
gündüze yakın vakitlerinde
namaz kıl. Çünkü iyilikler
kötülükleri giderir. Bu öğüt
alanlar için bir
öğüttür.’’ Hud Suresi 114. Ayet. Ben bunu
da şöyle anlıyorum; Sabah güneş
doğmadan önce namazımı
kılarım, güneş batmadan önce
de namaz kılarım
ve akşam yatmadan
önce de namaz kılarım.
Hem Yüce
Allah’ı anmış olurum, hem
de gündüz boyu
uğraşım içinde olurum. Bunu anlatmaktaki amacım
çok namaz kılanları
eleştirmek değil. Namaz
kılmaya herhangi bir
nedenle imkan bulamayanların secde
etmelerini sağlayabilmek . Yani , Yüce
Allah’la ilişkiyi kurun , işinizi , imkanlarınızı bahane
etmeyin demeye çalışıyorum . Bir insan
bütün vaktini de ibadetle
geçirebilir ama bunu bir
kural haline getiremeyiz
ve bu ibadetlere
de bir isim , şekil
vermemize de gerek yok
diye düşünüyorum . Allah bizi
sürekli olarak imtihan
ediyor, ama kopya çekmenin
serbest olduğu bir
imtihan. Her şeyin yolu, yordamı
anlatılmış. Yüce Allah bizi
ne yapıyorsak, nasıl yaşıyorsak
onlarla imtihan ediyor. Beled
Suresi 4. Ayette Yüce
Allah diyor ki: ‘’Gerçek şu ki,
Biz, insanı acı, sıkıntı ve
imtihan ile yüklü
bir hayata gönderdik’’. Demek ki hayatımızı nasıl
yaşadığımızla imtihan ediliyoruz. Yaptığımız işle, anne, baba ve yakın
akrabaya davranışlarımızla,
eş ve
çocuklarımızla, komşularımızla, acı ve sıkıntılarımızla, sabrımızla,
yaptıklarımızla ve yapmadıklarımızla. Yüce Allah’ı
anıp anmamamızla. ‘’Muhakkak
ki ölüm tehlikesiyle ve açlıkla, dünya malının, canın ve alın
teri ürünlerin kaybı
ile sizi sınayacağız. Ama zorluklara
karşı sabredenlere iyi
haberler müjdele ki, onların başına
bir musibet gelince ‘doğrusu
biz Allah’a aitiz
ve muhakkak O’na
döneceğiz .’ derler. İşte
Rablerinin nimetleri ve
lütfu onlar içindir
ve doğru yol
üzerinde olanlar işte onlardır!’’ Bakara Suresi
155.156.157.Ayetler. Yüce
Allah, yaratıcımız diyor ki: ‘’Elbette ki
doğruya ve güzele
kılavuzlamak, doğru yolu göstermek
sadece bize düşer/bizim
işimizdir. Ve elbette ki
hem öteki dünya, hem
de hayatınızın bu ilk bölümü
üzerindeki hâkimiyet bize
aittir.’’ Leyl Suresi 12.13. Ayetler. Yüce Allah’ımız
dinde zorlama yoktur
diyor. Hz. Peygambere de senin
görevin bu mesajları
iletmek demiş. Gerisi bizlere
kalıyor, kılavuzlanmak istiyorsak rehberimiz
Kur’an, istemiyorsak
elbet biliyoruz ki bir gün
öleceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder