M.Ö. 597’de , Kenan’ın dağlık
bölgesindeki Yahuda adlı
küçük ülke , güçlü Babil İmparatorluğunun hükümdarı
Nebukadnezar ile vasallık
anlaşmasını bozunca Babil
orduları Kudüs’ü kuşattı . Yahuda kralı , rahipler , ordu liderleri , zanaatkârlar , maden işçileri
gibi ülkeyi yaşamını
sürdürülebilir kılan yaklaşık
on bin yurttaşıyla birlikte
Babil’e sürüldü . Sürgünler Babil’de
kötü muameleye maruz
kalmadılar , ama , politik
bağımsızlıklarını ve dinlerini
kaybetmişlerdi . Tanrıları Yehova’nın , eğer
sadece O’na ibadet
ederlerse , sonsuza dek kendi
topraklarında yaşayacaklarına dair
söz verdiğine inanıyorlardı . Yehova’nın insanların
arasında oturduğu Kudüs
tapınağı bu cemaat
için esastı . Oysaki burada , yabancı bir
diyarda Yehova’nın varlığından
çok uzakta bırakılmışlardı . Bu ilahi
bir ceza olmalıydı . Durumu düzeltmek
istiyorlardı ama mabetleri
olmadan Yehova’ ya nasıl
hizmet edebilirlerdi .
Ezerkel adlı genç
bir rahip , sürgünün beşinci
yılında gördüğü rüyada
‘’ Ağıtlar , iniltiler ve sızlanmalar ‘’ yazılı
bir rulo tutan
el gördü ve ‘’
bu ruloyu ye ‘’
diye buyuran ilahi
bir ses işitti . Kehanetsel bir
andı bu . Sürgünler, yitirdikleri mabetlerinin
özlemini çekmeye devam
edeceklerdi , çünkü o dönemlerde
Ortadoğu’da mabetsiz bir
din hayal etmek imkânsızdı
. Fakat İsraillilerin Tanrılarıyla
bir tapınak yerine , kutsal yazılarla
iletişim kuracağı zaman
geliyordu.
Kudüs’ten ayrılana
kadar İsrailliler dünya
üzerindeki birçok halk
gibi gelenek ve
anlatılarını sözle aktarırlardı . Bu nedenle
Yehovacılık bir kitap
dini haline gelinceye
kadar daha uzun
yıllar geçecekti . Sürgünler Babil’e
yanlarında Kudüs’teki kraliyet
arşivinden birçok doküman
getirmişlerdi ; bu dokümanlar üzerinde
çalıştılar ve düzenlemeler
yaptılar . Geri dönmelerine izin
verilirse , insanlarının
tarihi ve ibadeti
üzerine bu belgeler , ulusal yaşamın
yeniden yapılandırılmasında önemli
bir rol oynayabilirdi . Buna karşın
kâtipler , bu yazıları kutsal
olarak değerlendirmediler ve
içinde bulundukları değişmiş
koşullara uyum sağlamaları
için bunlara yeni
bölümler eklemekte kendilerini
özgür hissettiler . Çünkü henüz
bir kutsal metin kavrayışına sahip
değillerdi .
İsrailliler uluslarının
ilk dönemlerinde , yaklaşık M.Ö.
1200’lerde , Kenan
dağlığında on iki kabile
halinde yaşar ama
atalarının biriyle ya
da önemli bir
olayla ilişkilendirilmiş mabetlerinde
kutladıkları ortak bir
soy ve tarihe
inanırlardı ; kendilerine
özgü bir dini
görüşe sahiptiler. Bölgedeki birçok
halk , ilkel zamandaki tanrıların
dünyasına merkezlenen bir
mitoloji ve ayin
biçimi geliştirmişti , fakat İsrailliler , Yehovayla birlikte
oldukları bu dünyadaki
yaşamlarına odaklanmışlardı.
İlk baştan itibaren
tarihsel bir açıyla , sebep ve
sonuç üzerinden düşünmüşlerdi. Bununla birlikte
henüz bir esas
anlatı yoktu ; her kabilenin
Mısır’daki yaşamları ve
sonrasıyla ilgili kendine
özgü yorumları , her bölgenin
kendi yerel kahramanı , kutlamaları , gelenekleri vardı. Ancak , M.Ö. 1000
civarında , kabile sistemi yeterliliğini
yitirdi . Böylece
İsrailliler Kenan dağlığında
iki monarşi oluşturdular . Bunlar , güneyde Yahuda
Krallığı , kuzeyde ise daha
geniş , daha müreffeh İsrail
Krallığıydı . Kutlamalar
ulusal mabetlerde krala
odaklanan kraliyet ayinlerine
dönüştü . Kral , taç giyme töreninde
Yehova tarafından evlat
edinilir , ‘’ Tanrının oğlu’’ olurdu . Kuzey Krallığının
ibadet geleneği hakkında
hiçbir şey bilinmemektedir , çünkü İncil
tarihçilerinin Yahuda’ ya eğilimi
söz konusuydu ve
Yahuda kendisine benzer
bir kraliyet mitolojisine
sahip Suriye’deki Baal
ibadeti geleneğinden de etkileniyordu .
Eski
hikâyeler artık ibadet
geleneğinden kurtulduğu için
bağımsız , yazınsal bir yaşam
elde ettiler . M.Ö. 8. yy.
içinde Ortadoğu ve
Doğu Akdeniz’de bir
yazınsal devrim yaşandı . Yunanistan’da Homeros
epiklerinin yazılışı bu
dönemde başladı ve
İsrail ile Yahuda’ da
tarihçiler İncil’in ilk beş
kitabını yazmak için
eski hikâyeleri bir
araya getirdiler . İlk başlarda
kuzeyde ve güneyde
çok farklı tanrı
algılamaları ifade edilmiştir . Yehova cennet
bahçesinde bir Ortadoğu
hükümdarı gibi gezinen , Nuh’un gemisinin
kapısını kapayan ,
sinirlenen ve fikrini
değiştiren bir algılayışla
sunulduğu gibi neredeyse
hiç konuşmayan ve
habercisi olarak bir
melek göndermeyi tercih
eden bir algılayışla
da sunulmuştur . Daha sonra
Yehova’nın Tek Tanrı
olduğuna kanaat getiren
İsrail dini tutkulu
bir tektanrıcılığa yönelecekti .
8. yy. da küçük
bir peygamber grubu
insanların sadece Yehova’ ya
tapınmasını istedi . Fakat bu
pek ilgi görmedi
çünkü savaşçılık konusunda
Yehova’yı aşan yoktu
ama tarım alanında
Yehova uzman değildi . Bu
nedenle İsrail ve Yahuda’nın insanları , iyi mahsul
istediklerinde yerel bereket
tanrısı Baal ile
eşi Anat tapımına
başvuruyorlardı . 8. yy. başlarında
Kuzey Krallığından bir
peygamber , Hoşea bu uygulamaya
şiddetle karşı çıktı. İsrailliler tüm
ihtiyaçlarını karşılayabilecek Yehova’ ya
dönmeliydiler . O’nu mabet ayiniyle
tatmin etmeyi dilemenin
bir anlamı yoktu : Yehova hayvan
kurban edilmesini değil , ibadet sadakati
istiyordu . Yehova’ ya
karşı sadakatsizliğe devam
ederlerse , İsrail krallığı ,
güçlü Asur İmparatorluğu
tarafından yakılacak ,
kasabaları yerle bir
edilecek , çocukları
öldürülecekti .
8. yy. ortalarında
İsrail’de vaaz veren
peygamber Amos , Yehova’nın ,
sistemli adaletsizliği
cezalandırmak adına İsrail’e
karşı kutsal bir
savaş yürüttüğünü öne
sürdü . Hosea’nın yaygın saygı
gören Baal ibadetini
lanetlemesi gibi , Amos da
geleneksel savaşçı Yehova
inancını ters yüz
etti . Yehova artık İsrail’in
tarafını tutmuyordu . Amos , aynı zamanda , Kuzey Krallığının
mabet ayinlerine de
tepeden baktı . Yehova ,
gürültülü ilahilerden ve
arp’ların dindar tıngırtısından bıkmıştı . Adaletin ‘’ su
gibi çağlamasını ve
dürüstlüğün , yolundan
şaşmayan bir ırmak
gibi olmasını ‘’ istiyordu . Bu erken
tarihten itibaren , İncil’e ilişkin
yazılar , geçerli
gelenekselliğe meydan okuyarak , yıkıcı ve
tabu deviren bir
hal aldı .
Kudüs’ün İşaya’sı
daha gelenekseldi ; kâhinleri Davut’un
Evi’nin kraliyet ideolojisine
tamamen riayet ettiler . İşaya peygamberlik
görevini yaklaşık 740
yılında almıştı . Yehova’nın İşaya’ya
mesajı kırsal bölgenin
yerle bir edilmesi , yerlilerin sürülmesiydi . İşaya Asurlulardan
korkmuyordu , çünkü ilahi savaşçı
Yehova , bir kez daha
yürüyüşe geçmiş , insanları için
dövüşüyordu . Ama Kuzey Krallığı
böyle bir dokunulmazlıktan yoksundu . Asur orduları
on yıl içinde
Kuzey Krallığının başkenti
Samiriye’yi yok etti
ve egemen sınıfı sürdü . Asur
vasalı haline gelen
Yahuda Krallığı güvende
kaldı ve mülteciler
kuzeyden yanlarında kendi
anlatılarını ve trajediyi
önceden gören Hoşea
ve Amos’un kayıtlı
kehanetlerini de getirerek
Kudüs’e aktı .
İşaya , bu karanlık
yıllarda Tanrı’nın hâlâ
Davut soyunun yanında
olduğunu gösteren bir
işaretle teselli buldu . Genç
bir hamile kadın
yakında İm-manu-El ( Tanrı
bizimle birlikte ) adını vereceği
bir oğlan doğuracaktı . Bebek doğduğunda
ona Hezekiah adı
verildi . Çocuk taç giyme
töreninde ‘’ Mucize Danışman , Muazzam Tanrı , Ezeli
Baba , Barış Prensi ) olarak adlandırılacaktı .
İncil tarihçileri , yabancı tanrılara
tapınmayı yasaklamaya çalışan
sadık bir kral
olarak ona saygı
göstermekle beraber ,
Hezekiah’ın güttüğü dış
politika bir felaketti . Asur’a
karşı 701’de gerçekleştirilen düşüncesizce
bir ayaklanmadan sonra
Kudüs neredeyse yıkıldı , kırsal kesim
vahşice yerle bir
edildi ve Yahuda , küçücük yıkıntı
bir devlete dönüştü . Ama
Yahuda’nın kaderi, Asur’un vasalı
haline gelen Kral
Manassek ( M.Ö. 687-642 )
yönetimi altında düzeldi . Kral Manassek , İmparatorlukla bütünleşme
yolunda Baal’e sunaklar
kurarak , Asheah’ın bir büstünü
ve Kudüs tapınağında
güneşin ilahi atlarının
heykellerini dikerek , şehir dışında
çocuk kurban edilmesini
başlatarak , babasının dini hükmünü
ters yüz etti . 622 ‘ de Yoşiya
Yahuda’nın altın çağını
simgeleyen Süleyman Tapınağı’nı
onartmaya başladı . İnşaat sırasında
yüksek rahip Hilkiah
mühim bir keşifte
bulundu . Yehova’nın Sina dağında
Musa’ya verdiği ‘’ yasa
rulosu ‘’ ( Sefer Torah )
bulunmuştu . Hilkiah , bu
rulonun kayıp olduğunu , öğretilerinin hiç
uygulanmadığını ancak Tanrı’nın
inayetiyle bulunuşunun ,
Yahuda’nın yeni bir
başlangıç yapabileceği anlamına
geldiğini öne sürdü . Bu
doküman , büyük ihtimalle Hz.
Musa’nın ölümünden kısa
bir süre önce
bir ‘’ikinci yasa ‘’
iletmesini tasarlayan Tesniye
kitabının eski bir
sürümünü kapsıyordu . Buna karşılık
Tesniye , eski bir eser
değil , tamamen yeni bir
kutsal metindi . Tesniyeciler , Hz. Musa
için konuştuklarına inanamıyorlardı . Başka bir
deyişle , bu , bugün bir ikinci
yasa iletiliyor olsaydı
Hz. Musa’nın Yoşiya’ya
söyleyeceği şeylerdi . İlk kez
bir İsrail metni , basitçe mevcut
durumu kaydetmek yerine
radikal değişiklik talep
ediyordu . Hemen Yehova’nın yeni
Torah’sını harfi harfine
takip edecek bir
program başlatıldı .
Mabetlerdeki ucube nesneler
yakılıp yıkıldı , kırsal ibadethanelerdeki rahipler
öldürüldü ve mihrapları
yıkıldı .
Kutsal metne
yönelik tutuculuk fikrinin
öncüsü Tesniyeciler ,
ibadetin saflığını garantilemek
için ibadet geleneğini
merkezileştirmeye çabaladılar .
Mabet’ten bağımsız , laik bir
yargılama yarattılar ve
kralı kutsal güçlerinden
ederek herkes gibi
Torah’ın kulu yaptılar . Eski yasa
yazılarını , menkıbeleri ve ayinsel
metinlerin ifade biçimini
kendi önermelerini desteklemek
için değiştirdiler . Artık Tanrı’yı
göremiyordunuz ve O , insan
eliyle inşa edilmiş
bir binada yaşamıyordu . İsrailliler , Yehova
Sion’da yaşadığı için
değil , insanlar O’nun emirlerini
yerine getirdiği için
topraklarının sahibiydiler .
Reformcular , kutsal metinlerini
geleneği muhafaza etmek
için değil , radikal değişimi
ortaya çıkarmak için
kullandılar . Aynı zamanda İsrail’in
tarihini ve Yahudileri
Mısır’dan kurtaran Hz.
Musa’ya ayrı bir
dikkat göstererek yeniden
yazdılar . Çıkış öyküsünün doruk
noktası artık Sina’daki
tecelli değil , Sefer Torah
ve Yehova’nın Hz.
Musa’ya verdiği tabletlerde
On Emir’in yazılı
oluşuydu . Tesniyeciler , Çıkış
öyküsünü , Yeşua’nın kuzeyin dağlık
arazilerini fethini içine
alacak şekilde genişlettiler . Aynı zamanda , İsrail ve
Yahuda Krallıklarının tarihini , Davut monarşilerinin İsrail’de
tek geçerli egemenlik
olduğunu öne sürdükleri
Samuel ve Krallar
kitaplarını da yazdılar .
Yeni Torah’tan
büyülenmeyenler de vardı . Aşağı
yukarı bu dönemde
vaizliğe başlayan Yeremya , Yoşiya’yı takdir
ediyor , reformcuların
çoğunun amaçlarını da
onaylıyordu fakat yazılı
bir kutsal metin
konusunda kuşkuları vardı . ‘’ Yazmanların yalan
söyleyen kalemi ‘’ bir
kalem aldatmacasıyla geleneği
alt üst edebilir
ve yazılı metin , bilgelik yerine
bilgilendirmeye odaklanan yüzeysel
bir fikir tarzını
teşvik edebilirdi .
Tesniyeci din , kesinlikle katıydı . Reformcular Hz.
Musa’nın yerli Kenanlıların
şiddetle bastırılmasını içeren
bir politikayı vaaz
edişini betimlemişlerdi . ‘’ Malına
el koyduğunuz ulusların
tanrılarına hizmet ettiği
her yeri tamamen
yıkmalısınız . Sunaklarını
alaşağı etmeli , sütunlarını kırmalı , kutsal direklerini
kesmeli , tanrılarının oyulmuş resimlerini
yakmalı ve o
topraktan onların isimlerini
silip yok etmelisiniz . ‘’
Tesniyeciler
neredeyse 2 yy.
boyunca Asur vahşetine
maruz kalmış bir
bölgenin şiddetli düşünce
sistemini özümsemişti . Bu kutsal
metnin , dinsel arayışın yüksek
noktaları kadar ,
başarısızlıklarını da yansıttığının
ilk göstergelerinden biriydi . Bu
metinlere büyük saygı
gösterildiyse de henüz
‘’ kutsal metin ‘’ haline
gelmemişlerdi . Metinler
giderek toplumun en
yüksek arzularını ifade
etmeye başladılar .
Yoşiya’nın reformunu kutlayan
Tesniyeciler , İsrail’in
ihtişamlı , yeni bir çağın
eşiğinde olduğuna ikna
olmuşlardı ancak Yoşiya , 622
yılında Mısır ordusuyla
girilen bir çatışmada
öldürüldü . Birkaç yıl içinde
de Babilliler Asur’un
başkenti Ninova’yı fethettiler
ve bölgedeki ana
güç haline geldiler . Yahuda’nın kısa
bağımsızlığı bitmişti . İzleyen onlarca
yıl boyunca krallar
mensubiyet konusunda Mısır
ile Babil arasında
fikir değiştirdiler . Sonunda Kudüs
ve tapınağı Nebukadnezar
tarafından 586 yılında
yıkıldı .
Sürgündeki yazmanlar
arşivlerdeki parşömen rulolarını
incelediler . Tapınaklarını
kaybedince tüm dünyalarını
kaybeden bazı rahipler
geçmişe baktılar ve
umut etmek için
bir sebep buldular . Eski metinler
gözden geçirildi , Sayılar ve
Levililer kitapları eklendi . Çıkış hikâyesi
çok farklı algılayarak , doruk noktasının
Sefer Torah ( Sina’da
Hz. Musa’ya verilen
yasa rulosu ) değil , Tanrı’nın ,
çöl yıllarında sürekli
var olacağını vaat
etmesiydi . Tanrı İsrail’i aralarında
yaşamak için Mısır’dan
çıkarmıştı . Aralarında yaşama ,
‘’ Göçebe bir çadır
sakininin yaşamını sürmek ‘’
anlamını ifade ediyordu . Yani Tanrı
sabit bir yapıda
yaşamak yerine , yürüyen insanlarıyla
birlikte ‘’Çadırı ‘’ tercih
etmişti , tek bir yere
bağlı değildi , insanlar nereye
giderlerse gitsinler eşlik
edebilirdi . Tanrı’nın hala insanlarıyla
beraber olduğu ima
ediliyordu . İsrail , belirli
bir ülkede yaşadığı için
değil , Tanrı’sının huzurunda yaşadığı
için bir halktı . Sürgün bir
dizi göçün sonuncusuydu ; Adem ile
Havva Cennetten kovulmuş , Kabil , Habil’i öldürdükten
sonra evsiz bir
avare yaşamına mahkûm
edilmiş , insanoğlu Babil kulesinde
bölünmüş , İbrahim Ur’u terk etmişti ; kabileler Mısır’a
göç etmiş ve
çölde göçebe hayatı
yaşanmıştı . Sürgünlerin son dağılımlarında , varlığın geri
dönebileceği bir topluluk
oluşturmaları gerekiyordu .
Tüm insanlar , mabet çalışanlarının saflık
kurallarını izlemeliydi , herkes
, sanki ilahi varlığa
hizmet ediyormuş gibi
yaşamalıydı . İsrail , Yehova
gibi ‘’kutsal ‘’ ve ‘’
ayrı ‘’ olmalıydı . Böylece ,
ayrılık ilkesine dayalı
bir yaşam biçimi ortaya
çıkarıldı . Sürgünler , perhiz
ve temizlik gibi
kendine özgü kuralları
izleyerek Babil’li komşularından
ayrı yaşamalılardı . İşte o
zaman Yehova onların
arasında yaşayacaktı . ‘’
Çadırımı ortanıza yerleştireceğim .’’ demişti
Tanrı onlara ‘’ ve
sizinle birlikte yürüyeceğim .’’
Kutsallığın güçlü
bir ahlaki unsuru
da vardı. Yahudiler, her bir
yaratığın kutsal ‘ötekiliğine’ saygı
göstermek zorundaydı . Bu nedenle
hiçbir şey , toprak bile
esarete mahkûm edilemez
ya da sahiplenemezdi . Yahudiler yabancıyı
hor görmemeliydiler . ‘’
Eğer bir
yabancı , sizinle birlikte toprağınızda
yaşıyorsa , ona rahatsızlık vermeyin . Onu vatandaşlarınızdan saymalı
ve kendiniz gibi
sevmelisiniz , çünkü bir zamanlar
siz de Mısır’da
bir yabancıydınız . ‘’ (
Levililer 19- 33…34) Bu görüş
Tesniyecilerin aksine ,
dahil ediciydi . Yabancılaşma ve
sürgün anlatısı eski
düşmanlarla uzlaşmanın önemini
sürekli vurguluyordu . Yehova ,
dünyayı yaratışı her
yeni yılda görkemli
törenlerle kutlanan Babil
tanrısı Marduk’un aksine , emredilmiş bir
kozmos yaratmak için
öteki tanrılarla mücadele
etmek zorunda değildi . Okyanus , Marduk’la kavgaya
girip öldürülen Tiamat
gibi korkutucu bir
deniz tanrısı değil , basitçe kâinatın
ham malzemesiydi . Güneş , ay ,
yıldızlar tanrı değil , sadece yaratıklar
ve görevlilerdi . Tanrı sadece
bir emir dillendirmiş
ve dünyamızı oluşturan
unsurlar teker teker
yaşam bulmuştu . Her günün
sonunda , Tanrı yaptığı her şeyin
iyi olduğunu görmüştü . Son günde
Yehova , her şeyin çok
iyi olduğunu onaylamış
ve muhtemelen Babilliler
de dahil , tüm yaratımını
kutsamıştı .
Ama
6. yy. da Babil’de vaaz
veren bir başka
peygamber , daha saldırgan bir
teolojiyi – tanrı bilimini benimsemişti . 539’da Pers
Kralı Keyhüsrev ,
Babillileri mağlup etti
ve dünyanın o
zamana kadar gördüğü
en büyük İmparatorluğun başına
geçti . Sürgünleri
yurtlarına geri yollamaya
söz veren Keyhüsrevi , Yehova , kendisi aracı
olarak getirmişti ve bölgede bir
güç devrimine sebep
olmuştu . Başka herhangi bir
tanrı onunla boy
ölçüşebilir miydi ? Hayır ,
diye goyim’in tanrılarına
tepeden bakarak konuştu
Yehova : ‘’ Siz bir hiçsiniz
ve eserleriniz hiçlik.’’ Tek
Tanrı olmuştu . ‘’ Ben Yehova , eşsiz olan
‘’ diye gururla
açıkladı . ‘’ Benden başka Tanrı
yok’’ ( İşaya 41-45 ) Bu ,
Yahudi İnciline dönüşen
metin içindeki ilk
su götürmez tektanrıcı
ifadedir .
Keyhüsrev sözünü
tuttu . 539’da küçük bir
sürgün grubu Kudüs’e
doğru yola çıktı . İsraillilerin büyük
bir kısmı İbrani
kutsal metinlerine önemli
bir katkıda bulunacakları
Babil’de kalmayı tercih
etti . Geri dönen sürgünler
topluluğu , düzenlenmiş
dinlerinin Yehovacılığın tek
hakiki türü olduğuna
inanmışlardı . Ama Babil’e gönderilmemiş , eski Kuzey
Krallığının topraklarında yaşayan
İsrailliler bu görüşü
paylaşmayacaklardı . En
sonunda M.Ö. 520’de
tamamlanan yeni tapınak
Yehovacılığı yeniden bir
tapınak inancı yaptı . Bununla birlikte , çok yavaş
bir şekilde Golah , Babil’de kalmış
İsraillilerin yardımıyla ,
tomarlardan oluşan karmaşıklığı
bir kutsal metne
çevirmek üzereydi .
M.Ö. 398
yılında Pers Kralı , Yahudi ilişkilerinden sorumlu
vekili Ezra’yı , Musa’nın Torah’sını
toprağın yasası olarak
uygulatmak üzere bir
fermanla Kudüs’e gönderdi . Ezra , bu karışık
öğreti parçalarının tek
Tevrat’a dönüşmesi için
mutlak değer görmesini
sağlayacaktı . Ezra kutsal
metine dayalı bir
ruhani disiplin geliştirmeye
başlamıştı . Tevrat , artık
diğer yazılardan üstün
tutuluyordu ve ilk
kez ‘’ Musa’nın Yasası’’
olarak adlandırılıyordu .
Bununla birlikte Tevrat , basitçe okunduğunda
talepkâr ve endişelendirici görünebiliyordu . Tevrat , kendisini sıradan
yaşamdan ayıran ritüeller
bağlamında ele alınmalıydı
ve insanları farklı
bir mantık çerçevesine
sokmalıydı . Tevrat , insanlar
ona farklı davranmaya
başladığı için ‘’ kutsal
metin ‘’ haline geliyordu . Bu Tevrat
ruhaniliğinin belki de
en önemli unsuru
Ezra’nın kendisiydi . O bir
rahipti , geleneğin koruyucusuydu
, kendini Yehova’nın Tevrat’ını
incelemeye adamış ,
İsrail’de yasayı ve
düzeni öğretip uygulayan , kutsal metinleri
yorumlayabilen bir bilgindi . Ama , Ezra’nın okuması
sınır dışı edilme
ve mülke el
konulması tehdidiyle başlıyordu . Yabancı eşlerin
gönderilmesi isteniyordu .
İsrail’e aidiyet , artık kendini
Golah’a ve Yahuda’nın
resmi yasa ilkesi
Tevrat’a adamışlarla sınırlıydı . Kutsal metne
duyulan coşkunun ayrımcı , bölücü ve
potansiyel anlamda gaddar
bir gelenek geliştirmesi
daima bir tehlike
arz ediyordu .
Ezra’nın okuması , sadece vahyi
algılamak ve korumakla
değil , onun sürekli yeniden
yorumlanmasıyla ilgilenen bir
dinin , klasik Museviliğin başlangıcını
simgeler . Ezra’nın yasasının ,
ilk kez
duyduklarında gözyaşı döken
insanlar tarafından bilinmediği
açıktır . Metni izah ettiğinde
Musa’ya uzak geçmişte
bildirilmiş olan özgün
Torah’yı yeniden üretmemiş , yeni ve
beklenmedik bir şey
yaratmıştı . Vahiy , tek
sefere mahsus meydana
gelen bir şey
değil , daima keşfedilecek taze
öğretilerden meydana geldiği
için , asla sona ermeyecek
devamlı bir süreçti .
O
zamana kadar belirlenmiş
iki adet kutsal
metin kategorisi mevcuttu :
Tevrat ve Peygamberler. Sonra rahip
yazarların yazdığı tarihsel
bir anlatı , özünde Samuel
ve Kralların Tesniyeci
tarihi üzerine bir
yorum olan Tarihler
ortaya çıktı . Yazarlar eski kayıtlarda
yeterli bulmadıkları şeyleri
daha iyi hale
getirmek için satır
aralarını yazıyorlardı . Yazıların önemli
bir kısmı Yasa’dan
da Peygamberlerden de
uzak bir ekole
aitti . Eski Yakındoğu’da saraya
öğretmen veya danışman
sıfatıyla bağlı bilgeler ,
gerçekliğin tümünü , ilahi kökenin
uçsuz bucaksız ,temel ilkesi
tarafından şekillendirilmiş olarak
görme eğilimindeydi . Yahudi bilginleri , bu kök
ilkeye ‘’ Bilgelik ‘’ ( Erdem
) derlerdi . Her şey (
doğa kanunları , toplum ve
bireylerin yaşamındaki ayrıntılar )
insanların asla kavrayamayacağı bu
semavi tasarıya uyum
gösterirdi . Ama kendilerini Bilgelik
üzerine düşünmeye adamış
alimler , arada bir anlığına
gördüklerine inanırlardı . Bilgelik
geleneğinin Musa ve
Sina’yla pek az
bağı vardı ve
bu tip sezgiyle
ün salmış Kral
Süleyman’la ona atfedilen
Meseller , Derlemeci ve Neşideler
Neşidesi ile anılırdı . Meseller sağduyu
aforizmalarından oluşan bir
toplamaydı . Derlemeci
açıkça sinik bir
meditasyondu ; her şeyi beyhude
görürdü ve bütün
Tevrat geleneğini zayıflatma
amacında gibiydi . Neşideler Neşidesi
ise göze görünür
bir ruhani içerik
taşımayan , erotik bir şiirdi .
Diğer Bilgelik
metinleri , adil bir Tanrı’nın
hükümdarlığı altındaki dünyada
yaşayan masum insanların
acı çekmeleri gibi
çözümsüz bir sorunu
araştırdı . Eyüp’ün Kitabı eski
bir halk hikâyesine dayanıyordu . Tanrı , İlahi Toplantının
Meşru savcısı Şeytan’a , Eyüp’ün başına
hak etmediği felaketler
salarak sınama yetkisi
vermişti . Eyüp , dokunaklı
bir şekilde cezasından
yakınmış ve kendisini
avutmak isteyen arkadaşlarının beylik
açıklamalarını kabul etmemişti . Sonunda Yehova , Çıkış’taki hadiselere
gönderme yaparak değil , temelde yaratımı
yöneten ana plan
üstüne düşünmesi için
onu zorlayarak Eyüp’e
cevap vermişti . Eyüp ilahi
bilgeliği algılayamayacağını itirafa
zorlanmıştı : ‘’ Anlayamayacağım
olaylar , benim ve bilgimin
ötesindeki mucizeler üstüne
uzun uzadıya konuşmuşum . ‘’ ( Eyüp
42-3. ) Bilge , erdeme
Tevrat üzerinde çalışarak
değil , fiziksel dünyanın mucizeleri
üzerine derinlemesine düşünerek
ulaşmıştı . Ama 2. yy. da
bazı Bilgelik yazarları Tevrat’a
yakınlaşmaya başladı .
Kudüs’te yaşayan dindar
bir bilge olan
Ben Sirah , Bilgeliği soyut
bir ilke olarak
görmemeye ve İlahi
Birliğin üyesi olarak
hayal etmeye başladı . O , Tanrı’nın tüm
şeyleri üzerinden var
ettiği Sözdü . Tanrı
ona , çadırını İsrail halkıyla
kurmasını buyurmuş , o da
tüm tarihleri boyunca
ona eşlik etmişti . Bilgelik , sefer Torah’la , ‘’ Musa’nın emrettiği
yasayla ‘’ özdeşti . Tevrat artık
basit bir yasa
ilkesi değildi ; en yüksek
bilgeliğin bir ifadesi
ve en aşkın
iyilik haline gelmişti . ‘’Beni yiyenler , daha fazlasına
iştah duyacak , beni içenler
daha fazla susuzluk
hissedecek . ‘’
M.Ö. 333’de Pers
İmparatorluğu büyük İskender
tarafından işgal edilince
Yahuda , Yunan
İmparatorluklarının bir eyaleti konumuna gelmişti . Mezopotamya ve
Filistin Selevkos İmparatorluğunun hükümdarı
Epiphones Kudüs tapınağını
bozup buraya Helenistik
bir kült getirince
ve buna karşı
çıkan Yahudilere zulmedince
Helenizm karşıtlığı muhafazakâr
Yahudiler arasına iyice
yerleşti . Yahuda Makabi ve
ailesi , Yahudi direnişine
liderlik etti ; 164’de Yunanlıları
tapınaktan çıkarmayı başarabildiler ancak
savaş 143 ‘e dek , Makabiler Selevkos
hükümdarlığından kurtulup M.Ö.
63 yılına kadar
Hasmon hanedanı tarafından
yönetilen Yahuda’yı bağımsız
bir devlet ilan
ettikleri tarihe dek
sürdü .
Danyal’ın Kitabı , Makabi savaşı
sırasında düzenlendi .
Sürgün sırasında Babil’de
geçen bir tarihi
roman biçimini aldı . Gerçek
hayatta Danyal (Daniel ) erdemli sürgünlerden
biriydi , ancak bu kurgusal
çalışmada Nebukadnezar ve
Keyhüsrev’in saraylarında resmi
bir peygamberdi . Daniel her
türlü tasavvuru ve
rüyayı yorumlama yeteneğine
sahipti . Birçok kehanette bulunan
Daniel anlayamadığı bir
sürü başka imgelem
( hayal gücü ) de görüyordu . Aydınlanmayı kutsal
metinde aradı ve
özellikle Yeremya’nın Kudüs’ün
art arda yıkılışlarının sonu
gelmeden önce yetmiş
yıl geçmesi gerektiğine
dair tahminiyle ilgilendi . Daniel savaşın
sonucunu tedirginlikle bekleyen
Yahudilere rahatlama getirecek
eski kehanetin içinde
tamamen yeni bir
anlam bulmak istedi . Bu
tavır Yahudi tefsirinin
tipik bir özelliği
halini alacaktı . Yorumcu ,
tarihi anlamını açığa
çıkarmak için geçmişe
bakmak yerine , metnin şimdiye
ve geleceğe hitap
etmesini sağlayacaktı .
Tevrat çalışmaları , kehanetle ilgili
bir disipline dönüşüyordu . Daniel kutsal
metnin kelimelerini
içselleştirerek sürekli zihninde
yaşattı ve kendisini
başkalaşmış , temizlenmiş , arınmış
ve bembeyaz buldu . En
sonunda Daniel , Yeremya’nın kelimelerinde
tamamen yeni bir
mesaj bularak , Makabi Savaşı’nın
başarılı sonucunu tahmin
ederken tasarladı . Cebrail karmaşık , esrarengiz bir
ayetle Makabilerin yeneceğini
bildiriyordu .
Ne
yazık ki makabillerce
kurulmuş Hasmon hanedanın
kralları zalim
ve yozlaşmıştı . Davud’un neslinden
değillerdi ve dindar
Yahudileri dehşete düşürerek
tapınağın kutsallığını çiğniyorlardı . Bu saygısızlıktan öfkeye
kapılan Yahudilerin tarihsel
imgelemi geleceğe yöneldi . 2.
yy. sonunda , bir sofuluk
patlaması söz konusuydu . Çözüm bulma
arayışı içindeki Yahuda
halkı , her biri kendisinin
gerçek İsrail olduğunu
söyleyen pek çok
mezhebe bölündü . Ancak bu
sıra dışı biçimde
yaratıcı bir dönemdi . Halen yetkin
bir kutsal metin
ve bir gelenek
mevcut değildi . Mezheplerin pek
azı kendilerini , Yasa ve
Peygamberlerin geleneksel okumalarına
bağımlı hissediyordu . Hatta bazıları
kendilerini tamamen yeni
kutsal metinler yazmak
konusunda bile özgür
görüyordu . Bu mezheplerden biri
olan Kumran üyeleri
manastır inzivasına çekilerek
Yasa ve Peygamberlere
hürmet etmekle beraber , sadece kendilerinin
onları anladıklarına inandılar . Tanrı yakında
yeni bir dünya
düzeni sunacak ve
Musa’ya ait anlaşma
yeniden yazılacaktı . Bu süre
zarfında Kumran cemaati
Kudüs’te mahvedilmiş mabedin
yerini alan saf , sembolik bir
tapınaktı . Üyeleri rahip kurallarını
takip ediyor , giysilerini temiz
tutuyor , yemek salonuna tapınağın
ibadet bölümüne giriyormuş
gibi yürüyordu . Saflık kuralları
takip ediliyor , özel mülkiyet
reddediliyor , her şey ortak görülüyor , boşanma yasaklanıyordu .
Nüfusun yaklaşık
yüzde bir-ikisini oluşturan
bir başka mezhep
Ferisiler , yüksek saygı görüyordu . Yasa ve
Peygamberlere yaklaşımları daha
geleneksel olsa da , imanlı
ölülerin Tanrı’nın son
zaferini paylaşmak için
mezarlarından kalktığı gibi
yeni fikirlere açıklardı . Çoğu , kendilerini rahipler
gibi yaşamaya adamış , arınmışlık kurallarını
evlerinde , sanki tapınakta yaşıyormuşçasına gözeten
sıradan kimselerdi .
Milat öncesi
bir Mesih’in dünyayı
doğru yola sokmak
için geleceği beklentisi
yaygın değildi . İkinci Tapınak
Döneminin sonundaki kıyamet
senaryoları genellikle Tanrı’yı , yeni düzeni
insan yardımı olmadan
kurarken göstermişti . ‘’
Tanrı’nın Krallığı’nı ‘’ başlatan
ve ‘’ yargıda sonsuza
dek goyim’in üstünde
oturacak ‘’Davut benzeri
bir kralın bahsi
geçiyordu . Bir başka metin ‘’ Tanrı’nın oğlu
ve en ulunun
oğlu olarak çağrılacak
ve dünyaya barış
getirecek ‘’ bir hükümdardan
söz ediyordu . Bu açıkça
İşaya’nın İm-manu-El kehanetine
özlemli bir göndermeydi .
Bu
durum , Filistin M.Ö. 63
yılında Roma generali
Pompey tarafından fethedilip
Roma İmparatorluğuna bağlandıktan
sonra değişti . Kimi açılardan
Roma yönetimi yararlıydı . M.Ö.34 ile
4 yılları arasında
Kudüs’te hükümdarlığını sürdüren
ve Roma vesayeti
altındaki Kral Herod , tapınağı muhteşem
bir ölçek ile
yeniden inşa etti . Yine
de Romalılar pek
tutulmuyordu . Bir grup peygamber , halkı isyan
için seferber etmeye
uğraştı . Fakat Romalılar ayaklanmaları
gaddarca bastırdı . Esene ( Kumran )
hareketine dahil olduğu
tahmin edilen çileci
bir aziz , Vaftizci Yahya , M.S.
20’lerde büyük kalabalıkları
‘’ Cennet Krallığı’na ‘’ ramak
kaldığını açıkladığı Yahuda
çölüne çekti . Yahudilerin günahlarını
itiraf ederek , Ürdün nehrinde
kendilerini yıkayıp , suçsuz ,
dürüst bir yaşam
sürecekleri üzerine yemin
ederek hazırlanmaları gereken
büyük bir yargılanma
günü olacaktı . Yahya , Roma yönetimi
karşıtı bir vaaz
vermemiş görünmekle birlikte
idam edildi .
Yahya ,aşağı yukarı
aynı zamanda Tanrı’nın
Krallığının yakında geleceğini
açıklayan şifacı ve
kötü ruh kovucu
Nasıralı İsa’yla ilişkilendirilmiş görünüyordu . Roma karşıtı
duygular devam ediyordu
ve İsa , Fısıh bayramını
kutlamak için Kudüs’e
gittiğinde , M.S. 30 yılında
Pontius Pilate tarafından
idam edildi . ( Kur’an böyle
olmadığını söylüyor . ) Ancak
bu idam İsa
hareketini sonlandırmadı .
Müritleri , İsa’nın mezarından kalktığına
inanıyordu . Onu imgelerinde gördüklerini
ve dirilişinin , erdemli ölülerin
mezarlarından kalktığı son
günleri müjdelediğini öne
sürdüler . İsa, yakında
krallığı başlatmak için
görkemli bir dönüş
yapacaktı . Bu grubun lideri
‘’ Erdemli olan’’ adıyla
bilinen ve hem
Ferisilerle , hem de Esenelerle
iyi ilişkilere sahip , İsa’nın kardeşi
James’ti. Hareket
diasporadaki Yunanca konuşan
Yahudileri ve şaşırtıcı
bir şekilde , sinagogların onursal
gayri Yahudi üyeleri
‘’ Tanrı’dan Korkanlar ‘’ ı da
kendine çekti . İsa hareketi , mezheplerin büyük
bölümünün gayri Yahudilere
karşı düşmanca bir
tutum sergilediği Filistin’de
nadiren yankı buldu
fakat diasporada Yahudi
ruhaniliği , daha az dışlayıcı
ve Helenistik fikirlere
daha açık olmaya
eğilimliydi . Büyük
İskender’in Yukarı Mısır’da
kurduğu ve ana
bir öğretim merkezine
dönüşmüş İskenderiye’de büyük
bir Yahudi topluluğu
mevcuttu . İskenderiyeli
Yahudiler yunanca konuşuyorlardı
; ileride ilginç bir
Yunan ve Yahudi
kültürü sentezine erişeceklerdi . Ama çok
azı klasik İbranice
okuyabildikleri için Tevrat’ı
anlayamıyorlardı . Gerçekte
Filistin’de bile çoğu
Yahudi İbranice yerine
Aramice konuşuyor , Yasa ve
Peygamberler , sinagogda
yüksek sesle okunduğunda
tercümeye ihtiyaç duyuyorlardı .
M.S. 60
yıllarında İskenderiye’deki Yahudi
topluluğuna karşı katliamlar söz konusuydu
. Roma İmparatorluğunda olası
bir Yahudi ayaklanması
korkusu vardı . M.S. 66’da
bir grup Yahudi
partizan , Romalı askerleri inanılmaz
bir şekilde dört
yıl boyunca koyda
tutmayı başarabilen bir
isyana ön ayak
oldu . İsyanın diasporadaki Yahudi
toplulukları arasında da
yayılacağından korkan yetkililer
70 yılında Kudüs’ü
işgal etti . Romalı askerler
tapınağa girdiklerinde karşılarında
onlarla ölümüne savaşmaya
hazır altı bin
Yahudi partizan buldu . Tapınak ateşe
verilince korkunç bir haykırış
yükseldi . Kimileri
kendilerini Romalıların kılıçlarına , kimileri de
ateşe doğru attı . Tapınak elden
gidince Yahudiler pes
etti . Tapınak yüzyıllarca Yahudi
dünyasının kalbinde dikili
kalmıştı ve dinleri
için merkeziydi . Şimdi bir
kez daha yok
edilmişti . İkinci Tapınak Döneminin
sonunda çoğalan Yahudi
mezheplerinden yalnızca ikisi
yaşamını sürdürebildi . Bunu başarabilenlerin birincisi , felaketten tamamen
yeni bir dizi
kutsal metin yazacak
şekilde esinlenen İsa
hareketiydi .
İsa
hareketi İkinci Tapınak
Döneminin son zamanlarında
şiddet içinde birbiriyle
yarışan yığınla mezhepten sadece
biriydi . Hareketin bazı alışılmadık
nitelikleri vardı ama
ilk Hıristiyanlar diğer
birçok grup gibi
kendilerini gerçek İsrail
olarak görüyor ve
Musevilikten kopma gibi
bir niyet gütmüyorlardı . Bir grup
insanın , ebedi krallık kurmak
için Davut soyundan
erdemli bir kral
beklediğine dair ipuçları
vardı . Hz. İsa’nın bahsi
geçen Mesih olduğunu
iddia edip etmediğini
bilmiyoruz ; İncil bu konuda
muğlaktır : ‘’ Ve İsa
kendi şakirtleri ile
Filipus Kayseriyesinin köylerine
çıktı ; yolda şakirtlerine sorup
onlara dedi : Halkın dediğine
göre ben kimim ?
Onlar da cevap
verip dediler : Vaftizci Yahya ; başkaları İlya , Başkaları da : Peygamberlerden biridir , diyorlar . O da
onlara sordu : Ya siz , ben
kimim dersiniz ? Petrus ona
cevap verip : Sen Mesih’sin , dedi . O da
kendi hakkında kimseye
söylemesinler diye onlara
sıkıca tembih etti .’’ Markos 8- 27.
..33. Bununla birlikte ,
ölümünden sonra bazı
takipçileri İsa’yı imgelerinde
gördüler ve onun
mezarından kalktığına ikna
oldular . Bu , Tanrı dünyada kendi
hükümdarlığını başlattığında tüm
erdemlilerin dirileceğini müjdeleyen
bir olaydı .
Hz.
İsa ve öğrencileri
Kuzey Filistin’deki Galile’dendi . Hz. İsa’nın
ölümünden sonra tüm
kehanetler , tapınağın yeni bir
dünya düzeninin mihveri
olacağını söylediği için , krallık geldiğinde
hazır bulunmak amacıyla
Kudüs’e geçmişlerdi .
Hareketlerinin liderleri ‘’Onikiler ‘’
diye biliniyordu. Krallıkta ,
yeniden kurulacak İsrail’in
on iki kabilesini
yöneteceklerdi . ‘’ Doğrusu
size derim : İnsanoğlu her
şeyin yenilenmesinde ,
izzetinin tahtına oturacağı
zaman , siz ki benim
ardımca gelenlersiniz , siz de
İsrail’in on iki sıptına
hükmederek on iki taht
üzerinde oturacaksınız.’’
Matta 19-28. İsa
hareketinin üyeleri tapınakta
her gün birlikte ibadet
ederlerdi . Aynı zamanda da , krallığın yakın
zamanda gelişine inançlarını
doğruladıkları toplu yemekler
için bir araya
gelirlerdi . Dindar , geleneksel
Yahudiler olarak yaşamayı
sürdürdüler . Eseneler gibi onlar
da özel mülk
sahibi değillerdi ;
mallarını eşit olarak
paylaşıyor , yaşamlarını son günlere
adıyorlardı . İsa , gönüllü
fakirlik önermiş , yoksullara özel
itina gösterilmesini , gruba
sadakatin aile bağlarından
daha çok önemsenmesini , kötünün , şiddet içermeyen
bir tavırla ve
sevgiyle karşılanmasını tavsiye
etmiş görünmektedir .
Hıristiyanlar vergilerini ödemeli , Roma otoritelerine
saygı göstermeli , silahlı çatışmayı
akıllarından bile geçirmemeliydiler . Hz. İsa’nın
takipçileri Tevrat’a hürmet
etmeye , Sebt gününe uymaya
devam etti ; perhiz kurallarının
takibine büyük önem
veriliyordu .
Ancak Hıristiyanlık
diğer açılardan fazlasıyla
ayrıksı ve tartışmalıydı . Hz. İsa’nın
ölüm şekli bir
utanç kaynağıydı . Sıradan bir
suçlu gibi ölmüş
bir adam nasıl
Tanrı’nın ‘Mesh Edilmişi’
olabilirdi ? Birçok kişi Hz.
İsa’yla ilgili Mesih
iddialarını bir rezillik
olarak niteliyordu : ‘’ Yahudiler
alamet isterler ve
Yunanlılar hikmet ararlar ; fakat biz
Yahudilere tökez ve
milletlere akılsızlık olan
haça gerilmiş Mesih’i
vaaz ederiz . ‘’
1.Korintoslular 1-23 . Hareket ,
aynı zamanda diğer
mezheplerden bazılarında var
olan ahlaki titizlikten
de yoksundu . Günahkârlar ,
fahişeler ve Roma
vergilerini toplayanların ,
papazlarla birlikte krallığa
gireceğini öne sürüyordu . Hıristiyan misyonerler , Samiriye ve
Gazze gibi , Filistin’in uçta
ve dini açıdan
belirsiz bölgelerinde İncil’i , yani Hz.
İsa’nın yakın dönüşünün
müjdesini vaaz ediyordu . Aynı zamanda
büyük aşama kaydettikleri
diasporada ( Şam , Fenike ,Kilikya ve
Antakya’da ) cemaatler yapılandırdılar .
Misyonerler özellikle
Yahudi kardeşlerine vaaz
verseler de , aynı zamanda
gayri Yahudilerin , özellikle de ‘’
Tanrı’dan korkanların ‘’ arasından
bazılarının dikkatini çektiklerini
gördüler . Diasporadaki
Yahudiler bu pagan sempatizanlarını hoş
karşılamıştı ve Herod’un
yeni tapınağının dış
avlusu , Yahudi
festivallerine katılmak isteyeceklere
hizmet etmesi düşünülerek
tasarlanmıştı . Pagan
ibadetçiler tek tanrıcı
değillerdi . Diğer tanrılara ibadet
etmeyi , yerel ayinlere katılmayı
sürdürdüler . Birçok Yahudi ,
Tanrı sadece İsrail’den
özel ibadet talep
ettiği için ( ! ? ! ) buna
karşı gelmiyordu . Buna karşı
bir gayri Yahudi
Museviliğe geçerse sünnet
olmalı Tevrat’ı izlemeli ve
putperestlikten vazgeçmeliydi .
Böylece , cemaatlerine önemli sayıda
gayri Yahudi’nin gelmesi , İsa
mezhebinin liderlerini tereddütte
bıraktı . Hiç kimse gayri
Yahudilerin dışlanmasını düşünmemiş
gibi görünüyordu fakat
bu insanların cemaate
dahil edilmesinin şartları
konusunda kayda değer
sayıda karşıt görüş
mevcuttu . Kimileri , gayri
Yahudi Hıristiyanların Museviliğe
geçmesi , Tevrat’ı
kabullenmesi ve sünnet
gibi sıkı bir
imtihandan geçmesi gerektiğini
düşünüyordu . Kimileriyse , mevcut
dünya düzeninin geçiciliğine
dayanarak , din
değiştirmenin
gereksizliğine inanıyordu .
Bu tartışma gittikçe
alevlendi fakat sonunda , İsa’yı Mesih
kabul eden gayri
Yahudilerin Museviliğe geçmesine
gerek bulunmadığı konusunda
fikir birliğine vardılar . Sadece putperestliği
bırakmaları ve kendilerine
uygun hale getirilmiş
perhiz kurallarını takip
etmeleri gerekiyordu .
Ama
bazı gayretli kişiler , din
değiştiren bu gayri
Yahudileri sorun görmek
yerine , onları arayıp buluyor
ve gayri Yahudi
dünya içinde hırslı
görevler üstleniyorlardı .
Onikilerden Peter , Kayseri isimli
Roma garnizon şehrinde
birçok kişinin din
değiştirmesini sağlamıştı .
Yunanca konuşan Kıbrıslı
Yahudi Barnabas , Antakya’da pek
çok gayri Yahudi’yi
Hıristiyan yapmıştı .
Roma’da bile kilise
kurulmuştu . Kudüs’teki
Hıristiyan cemaatinden bazı
kişiler , özellikle Hz. İsa’nın
kardeşi Yakup bunu
kaygı verici buldu . Bu
gayri Yahudiler gerçekten
etkileyici bir sadakat
gösteriyorlardı . Birçok Yahudi ,
çoktanrıcıları ahlaki açıdan
bozuk alışkanlıklara bağımlı görürdü . Pek çoğunun
mensubu oldukları Yahudi
mezhebinin yüksek ahlaki
standartlarına uyum sağlaması , Tanrı’nın , aralarında ve
iş başında olduğunu
işaret ediyordu . Tanrı bunu
neden yapıyordu ? Din değiştiren
gayri Yahudiler kendilerini
tatsız bir belirsizlik
içinde bulmuşlardı . Yanlış tanrılara
kurban edilmiş etten
yiyemiyorlardı ; bu yüzden komşu
ve akrabalarla sosyalleşmek
neredeyse imkânsızlaşmıştı .
Eski dünyalarını kaybetmişlerdi , yenisinde de
tam anlamıyla hoş
karşılandıklarını
hissetmiyorlardı .Yine de, din değiştiren
gayri Yahudiler çoğalmaya devam ediyordu . Bu
ne anlama geliyordu .
Yahudi – Hıristiyanlar yanıt
için kutsal metinleri
araştırdı . Kumran toplumu gibi , zamanın bitişi
içinde Hz. İsa
ve gayri Yahudilere
yönelik Kehanetsel atıflar
bulmak üzere Tevrat
ve Peygamberleri tarayarak
kendi deşifre tefsirlerini
geliştirdiler . Bazı
peygamberlerin , gayri
Yahudilerin , İsrail’in Tanrısına iradeleri
dışında tapmaya zorlanacağını
önceden söylediğini ,
bazılarınınsa bu insanların
İsrail’in zaferini paylaşacaklarına ve
putları gönüllü olarak
bir kenara atacaklarına
inandığını gördüler . ‘’ Ve son
günlerde vaki olacak
ki , dağların başında Rab
evinin dağı pekiştirilecek ve tepelerden yukarı
yükselecek ve bütün
milletler ona akacaklar . ‘’ İşaya
2- 2.3. ‘’ Orduların Rabbi şöyle
diyor : O günlerde milletlerin
her çeşit dillerinden
on kişi bir
Yahudi kişinin eteğine
yapışacaklar ve : Sizinle gidelim , çünkü Allah’ın
sizinle beraber olduğunu
işittik , diyecekler .
Zekerya 8 – 23. Böylece
kimi Hıristiyanlar , gayri Yahudi
varlığının , yaşanan vaktin gerçekten
de son günler
olduğunu kanıtladığı fikrinde
karar kıldılar .
Peygamberlere önceden söylenen
süreç başlamıştı . İsa ,
gerçekten Mesih’ti ve
krallığın gelişi eli
kulağındaydı . Bu yeni eskatolojinin
( Son günler ve
zamanın sonu üzerine
yapılan incelemeler ) önde gelen
isimlerinden biri ,
Hıristiyan hareketine Hz.
İsa’nın ölümünden üç
yıl sonra katılan
Tarsus’tan gelme , Yunanca konuşan
Yahudi Paul’dü . ( Pavlus )
Hz. İsa’yı tanımamıştı
ve ilk başta , mezhebe karşı
düşmanca bir tutum
içindeydi . Daha sonra İsa
Mesih’in kendisini gayri Yahudilerin havarisi
olarak atadığına ikna
olduğu bir vahiy
alarak din değiştirmişti . İncil’i , Hz. İsa’nın
dönüşünden önce dünyanın
her tarafına yaymaya
kararlı Paul , diasporada geniş
kapsamlı yolculuklar yaptı , Suriye , Anadolu ve
Yunanistan’da cemaatler kurdu . Din
değiştirmesine destek verdiği
insanlara , sorularına yanıt veren , öğütlerde bulunan
ve inancı anlatan
mektuplar yazdı . Paul ‘’ kutsal
metin ‘’ yazdığını bir
an olsun bile
düşünmemişti ; çünkü Hz. İsa’nın
kendi ömrünün süresi
içinde döneceğinden emindi . Gelecek nesillerin
mektuplarını
inceleyeceklerini asla hayal
etmemişti .
Paul , din değiştirttiği
kişilerin çoktanrılı dinden
vazgeçtiğini ve yalnızca
İsrail’in tanrısına ibadet
ettiklerinin altını çizdi . Ama
Museviliğe geçmeleri gerektiğine
inanmıyordu . Çünkü Hz. İsa , hâlihazırda onları
sünnet ve Tevrat
olmaksızın ‘’ Tanrı’nın çocukları ‘’
yapmıştı . Krallık çoktan gelmiş
gibi yaşamalıydılar .
Fakirlere yardımcı olmalı , merhametli , ağırbaşlı ,
erdemli ve alçakgönüllü
bir şekilde hareket
etmelilerdi . Bunun yanında Paul , asla , Yahudilerin Tevrat’ı
izlemeyi bırakması gerektiğini
söylemedi . Çünkü bu ,
anlaşmanın dışında kalmalarına
yol açardı . İsrail , Sina Dağı’ndaki
vahiy gibi değerli
bir hediye , tapınak kültü
ve ‘’ Tanrı’nın Oğulları ‘’ olmak gibi
bir ayrıcalık kazanmış Tanrı’yla özel
bir yakınlıktan kaynaklanan
keyfi sürüyordu ve
Paul , bunların hepsine değer
veriyordu . Yahudileri
şiddetle eleştirdiğinde aslında
Yahudiliği yada Museviliği
değil , Yahudilerin sünnet olmalarını
ve Tevrat’ın tamamına
riayet etmelerini isteyen
Yahudi-Hıristiyanları suçluyordu
. İkinci Tapınak Döneminin
sonlarındaki diğer mezhep
üyeleri gibi , Paul de
gerçeğe sadece kendisinin
hakim olduğuna inanıyordu . Paul , anlamlarının Hz.
İsa’dan sonra değiştiğine
inandığı kutsal metinleri
de araştırdı . ‘’ Gerçekte ,
kutsal metinlerde çok
uzun zaman önce
yazılmış olan her
şey, bize bir şey öğretmek
amacındaydı .‘’Romalılar 15-4 Yasa
ve Peygamberlerin önemi
henüz ışığa çıkmıştı ; işte bu
yüzden Hz. İsa’yı
Mesih kabul etmeyi
reddeden Yahudiler , artık onları
anlamıyordu .
Paul din
değiştirmelerini sağladığı kişileri
eğitmek için Kutsal
Kitap hikâyelerinden alıntı
yaptığında , bunları tamamen yeni
bir şekilde yorumladı . Hz. Adem
artık Hz. İsa’ya
delalet ediyordu fakat
Hz. Adem dünyaya
günah getirirken , Hz. İsa
Tanrı’yla doğru bir
ilişki içinde konumlandırılıyordu . Hz. İbrahim , artık sadece
Yahudi halkının babası
değil , tüm , inançlarına
güvenenlerin atasıydı .
Müjdeli haberi çok
önce Hz. İbrahim’e
‘’ Sende tüm paganlar- Çoktanrılılar kutsanacak ‘’
denildiğinde duyurmuştur .
Tanrı’nın Hz. İbrahim’e
odalığı Hacer ve
oğulları İsmail’i ( Ishmael )
yabanda bırakmasını emretmesi
bir allegoria’ydı . ( Bir şeyi
bir başka şey
kisvesinde tasvir eden
anlatı – benzetme – müteşabih ) Hacer , Yahudileri Yasa’ya
esir eden Sina
anlaşmasını temsil ederken
Hz. İbrahim’in hür
doğmuş eşi Sarah
ise gayri Yahudileri
Tevrat’ın yükümlülüklerinden bağımsızlaştıran yeni
anlaşmaya tekabül ediyordu . Galatyalılar 4-22. ….31. : ‘’ Ey şeriat
altında olmak isteyenler , bana söyleyin , şeriatı işitmiyor
musunuz ? Çünkü, İbrahim’in
biri cariyeden ve
biri de hür
kadından iki oğlu
vardı , diye yazılmıştır .
Fakat cariyeden olan
bedene göre ve
hür kadından olan
vade göre doğmuştur . Bu şeylerde
remiz – akıllılık vardır ;
çünkü bu
kadınlar iki ahittirler ; kulluk için
doğuran biri , Sina dağındandır , o Hacer’dir . Ve Hacer
Arabistan’da olan Sina
dağıdır ve şimdiki
Yeruşalim’e muadildir ,
çünkü çocukları ile
beraber kulluk ediyor . Fakat yukarıdaki
Yeruşalim hürdür , bizim anamız
odur . Çünkü yazılmıştır : ‘’
Ey doğurmayan kısır
sevin ; Ey doğurma ağrısı
bilmeyen , sevinç ile nida
et . Çünkü bırakılmış kadının
oğulları , kocası olanın oğullarından
çoktur . ‘’ İşaya 54 – 1. Ve biz
, ey kardeşler , İshak gibi
vaadin çocuklarıyız . Fakat o
zaman bedene göre
doğmuş olan , ruha göre
doğmuş olana nasıl
eza etti ise , şimdi
de böyledir . Fakat kitap
ne diyor ? ‘’ Cariyeyi ve
onun oğlunu dışarı
at ; çünkü cariyenin oğlu
hür kadının oğlu
ile beraber miras
almayacaktır . Tekvin 21 – 10.
..12. ‘’ Bunun için , ey kardeşler , cariyenin değil , fakat
hür kadının çocuklarıyız . ‘’
İbranilere hitap
eden mektup ise
daha da radikaldi . Hz. İsa’nın
Tevrat’ın yerine geçtiğini , Musa’dan daha
çok yüceltildiğini ve
kurban etme kültünün , Hz. İsa’nın
insanlık için yaşamını
verişini içeren rahipçe
eylemini önceden gösterdiğini
şiddetle savunarak ,
umutlarını yitirmiş bir
grup Yahudi – Hıristiyan’ı avutmaya
çalışıyordu .
Tefsire dair
bu hüner gösterisinde , tüm İsrail tarihi
yeniden tanımlanıyordu . Tevrat ,
tapınak ve ibadet , basitçe bir
gelenek gerçekliğine işaret
ediyordu , çünkü Tanrı’nın aklında
her zaman daha
iyisi bulunurdu . İncil’deki İbranilerin
yazarları gelecek nesillere
İbrani İncilinin nasıl
yorumlanıp kendilerinin kılacaklarını
göstermişlerdi . Diğer Yeni Ahit
yazarları bu tefsir
biçimini geliştirecekler ve
Hıristiyanların , Yahudi kutsal metnini
Hıristiyanlığa bir girişten
öte görmelerini zorlaştıracaktı .
İsa hareketi 70
felaketinden önce bile
tartışmalı bir hale
dönüşmekteydi . Diğer tüm Yahudi
grupları gibi Hıristiyanlar
da Herod’un görkemli
mabedini küle dönmüş
bir avuç taş
olarak görmekten sarsılmıştı . Belki Herod’un
tapınağını bir başkasıyla
değiştirmeyi hayal etmişlerdi
fakat hiçbiri bir
tapınak olmaksızın yaşamayı
öngörmemişti . Ama Hıristiyanlar
, bu yıkımı aynı
zamanda bir vahiy , perdenin kalkması , ya
da hep orada
olmuş fakat daha önce net
bir şekilde görülememiş
bir gerçeğin , yani Museviliğin
bitişinin ‘açığa çıkışı’
olarak da görmüştü.
Tapınaktan arta kalanlar
inancın trajik ölümünü
simgeliyor , sonun
yaklaşmasına işaret ediyordu. Şimdi Tanrı , geçersiz dünya
düzeninden geriye kalanları
yıkacak ve krallığını
kuracaktı .
Birinci tapınağın
M.Ö. 586 yılında yerle
bir edilişi Babil’deki
sürgünler arasında baş
döndürücü bir yaratıcılık
patlamasına esin vermişti . İkinci tapınağın
yıkılışı , Hıristiyanlar arasında benzer
bir edebi çabayı
teşvik etti . 2. yy. ortasına
gelindiğinde Yeni Ahit’in
27 kitabının hemen
hepsi tamamlanmıştı .
Cemaatler Paul’ün mektuplarından sanki
kutsal metinlermiş gibi
alıntı yapmaya çoktan
girişmişlerdi . Dolaşımdaki
Hz. İsa biyografilerinden birinin
okunması , Pazar
ibadetlerinde geleneksel nitelik
kazanmıştı . Matta , Markos , Luka
ve Yuhanna’ya atfedilen
İnciller sonunda kutsal
kitap için seçilecekti
ama daha pek
çok başkası mevcuttu . Thomas İncili
İsa’nın kurtarıcı bir ‘’ bilgi ‘’ bildiren
gizli söylemlerinin derlemesiydi . Artık kayıp
olan Ebionist’ler ( Fakir Olanlar – 1.
Ve 4. yy. da Filistin
ve Yahuda’ da yaşadılar . Yahudilik ve
Hıristiyanlık öğretilerinin sentezine
sahiplerdi . Hz. İsa’nın ilahlığını
onaylamadılar ; onun ölümlü
bir insan ve bir elçi
olduğuna inandılar . ) ,
Nasranilere ve İbranilere
ait İncil-i Şerifler
mevcuttu . Ama diğer metinler
yaşamlarını sürdüremedi .
Ancak 2. yy.
da belirlenmiş bir kurallar
metni henüz mevcut
değildi , çünkü henüz standart
bir Hıristiyanlık biçimi
yoktu . Hıristiyan kutsal metinleri
farklı zamanlarda , farklı bölgelerde , çok farklı
okuyucular için yazılmıştı
fakat ortak bir
dil ve simgeler bütününü
paylaşıyor , köklerini
İkinci Tapınak Döneminin
sonuna ait metinlerden , Yasa ve
Peygamberlerden de alıyordu . Tanrı’nın oğlu , İnsanoğlu , Mesih ve
Krallık gibi aslen
birbirleriyle bağlantısız fikirleri
yeni bir sentez
içinde bir araya
getiriyorlardı . Yazarlar , mantıklı
bir tartışma yapmaksızın
bu imgeleri öyle
çok yan yana
koydular ki hepsi
okuyucunun zihninde birbirinin
içine geçti . Standart bir
İsa görüşü mevcut
değildi . Paul ona ‘’ Tanrını
Oğlu ‘’ demiş , fakat bu ismi
geleneksel Yahudi mantığında
kullanmıştı . Hz. İsa ,
İsrail’in eski kralları
gibi , Tanrı’yla özel bir
ilişkiye sahip bir
insandı ve O’nun
tarafından eşsiz şekilde
yüksek bir mertebeye
çıkarılmıştı. Filipeliler 2- 6.
…11. Paul , Hz. İsa’nın Tanrı’nın
kendisi olduğunu asla iddia etmedi . Hemen hemen
aynı İsa ideolojisini
ve görüşü paylaşmış
olan Markos , Matta ve
Luka da ‘’ Tanrının
Oğlu ‘’ ismini bu
şekilde kullandılar ama
aynı zamanda Hz.
İsa’nın son günler
ve zamanın sonu
üzerine bir boyut
kazandıracak şekilde Danyal’ın
bahsettiği ‘’ İnsanoğlu ‘’
olduğunu ima ettiler .
(Daniel 7-13. , Matta 24–30. , 26–65. , Markos 13–26. , 14–62. , Luka 17–22. , 21–25. , 22– 69. ) Farklı bir
Hıristiyan geleneğini temsil
eden Yuhanna , Hz. İsa’yı , dünyanın yaratılışından önce
var olmuş söz
ile Tanrı’nın Bilgeliğinin
enkarnasyonu olarak gördü . Yuhanna 1- 1. …14. Yeni Ahit’in
son düzeltmenleri bu
metinleri bir araya
koyduklarında bu uyumsuzluktan
rahatsızlık duymadılar . Hz. İsa , Hıristiyanların zihninde , tek bir
tarife indirgenemeyecek kadar
yoğun bir olguya
dönüşmüştü .
‘’ Mesih ‘’ unvanı
ölümcül bir önem
arz ediyordu . Hıristiyan yazarlar
İbrani kutsal metinlerini
Yunanca okudular ve
ne zaman bir
Mesih’ten bahsedildiğini görseler , ( bu bir
kral , peygamber ya da rahip
olabilirdi ) bunu hemen
Hz. İsa’ya dair
şifreli bir kod olarak
yorumladılar . Aynı zamanda , II.
İşaya’daki , acıları dünyayı kurtaran
esrarengiz kul figürüne
de ilgi duydular . Kul , o zamana
dek mesihvari bir
figür olarak yorumlanmamıştı fakat
onu sürekli İsa
Mesih’le karşılaştırarak ilk
defa acı çeken
Mesih fikrini yarattılar. Böylece üç
ayrı figür ;kul, Mesih ve
Hz. İsa , Hıristiyan
hayal gücünde birbirinden
ayrılamaz hale geldi . Matta
12 – 14. .21. ‘’ Ve
Ferisiler dışarı çıkıp
İsa’yı nasıl helak
etsinler diye , ona karşı
öğütleştiler . İsa bunu bilerek
oradan çekildi ve
çokları onun ardınca
gittiler . İsa onların hepsini
iyi etti . Ve kendisini
belli etmesinler diye , onlara
tembih etti . Ta ki
İşaya peygamber vasıtası
ile söylenen söz
yerine gelsin : İşte benim
seçtiğim kulum ; Canımın kendisinden
razı olduğu sevdiğim ; Ruhumu onun
üzerine koyacağım ; Ve milletlere
hükmü ilan edecektir . O
uğraşmayacaktır ve bağırmayacaktır ; Ve kimse
meydanlarda onun sesini
işitmeyecektir . Hükmü
zafere eriştirinceye değin , ezilmiş kamışı
kırmayacak , ve tüten fitili
söndürmeyecek . Ve milletler onun
ismine ümit edeceklerdir .’’
Tefsirlerde eski
kutsal metinlere çokça
atıfta bulunulması ,
yazarların birbirlerini kaynak
olarak kullanmaları sonucunda
gerçeği tefsirden ayırmak
güçleşmiştir . Cellatları , gerçekten
Hz. İsa’ya içmesi
için sirke vermiş , kıyafetleri için
kura çekmişler miydi ? Yoksa
bu olay , ilahilerdeki belirli
ayetlerde söylenen şeyler
miydi ? Bazı alimler , Yahudi metinlerinden , Hz. İsa’nın
kendisinden tek bir
kelime alıntılamadan bütün
bir İncil’i yapılandırmanın mümkün
olduğunu söyleyecek kadar
ileri gitmişlerdi .
İncilleri kimin
yazdığı bilinmiyor . İlk kez
ortaya çıktıklarında anonim
olarak dolanmışlar ve
eski kilisenin önemli
figürlerine daha sonra
atfedilmişlerdi . Yazarlar , Yunanca
yazmış ve Roma
imparatorluğunun Helenistik şehirlerinde
yaşamış
Yahudi-Hıristiyanlardı ve yalnızca
her biri kendi
eğilimine sahip yaratıcı
yazarlar değil , eski malzemeyi
tekrar tekrar gözden
geçiren yetkin düzeltmenlerdi . Markos yaklaşık
70 yılında , Matta ve
Luka 80’lerin , Yuhanna ise
90’ların sonunda yazdı . Dört
İncil’in tümü bu
travmatik dönemin korku
ve tedirginliğini yansıtır . Yahudiler kargaşa
içindeydi , Roma’yla savaş aile
ve toplulukları bölmüştü . Bütün farklı mezhepler
tapınak geleneğiyle aralarındaki
ilişkiyi yeniden düşünmek
durumundaydı . Bununla
birlikte yerle bir
edilmiş olan mabedin
açımlaması Hıristiyanlar için o kadar
zorlayıcıydı ki , kutsal görevinin
tapınakla bağlandığına inandıkları
Hz. İsa’nın Mesihliğini
duyurmak için ilham
aldıklarını hissettiler .
Hemen savaştan
sonra yazan Markos
bu temayla özellikle
ilgiliydi . Halkı büyük bir
belanın içindeydi .
Hıristiyanlar tapınağın yıkılışından
keyif almakla suçlanmıştı . Markos , cemaatinin sinagoglarda
hırpalandığını , Yahudi yaşlıların
önünde sürüklenip aşağılandığını gösterir . Birçoğu inancını
yitirmişti . ( Markos 13-9. ..19.
) Hz. İsa’nın öğretileri
engebeli bir yola
girmiş gibiydi . Ana akım
Musevilik içinde acı
dolu bir çatlamanın amansız
duygusu mevcuttu . Eski bir
giysiye , yeni kumaşla yama
yapamazdınız , Hz. İsa bu
şekilde uyarmıştı . ‘’ Yama giysiye
uymaz , yeni eskiye uymaz
ve yırtık daha
beter olur . Ve hiç
kimse yeni şarabı
eski tulumlara doldurmaz . Yoksa tulumlar
patlar ; hem şaraplar dökülür , hem
de tulumlar mahvolur . ‘’ Markos 2- 21. Müritlik acı
çekmek ve kötücül
güçlerle sonu gelmeyen
bir şekilde boğuşmak
demekti . Hıristiyanlar
uyanık kalmalı , sürekli tetikte
olmalılardı . Markos 13-33.
Markos’un öyküsü , Hıristiyanların o
zaman diliminde yaşadığı
korkulu kuşku hissini
örnekleyerek son buluyordu . Hz. İsa’nın
ölümü bir skandal
değildi . Kendi
takipçilerinden biri tarafından
ihanete uğrayacağı önceden
öngörülmüştü . Kadınlar , bedeni
mesh etmeye gittiklerinde
mezarın boş olduğunu
gördüler . Bir melek onlara
Hz. İsa’nın dirildiğini
söylese de ‘’ kadınlar
mezardan çıkıp kaçtılar , çünkü fazlasıyla
ürkmüşlerdi . Hiç kimseye bir şey
söylemediler , çünkü korkmuşlardı
. ‘’ Markos 16- 8. Gene de
Markos’un kısa , gaddar öyküsü
‘’ Müjdeli Haber’ di ‘’ , çünkü
krallık çoktan gelmişti . Markos 1 – 15.
Matta 80’lerin
sonuna doğru yazdığı
sıralarda , bu umutlar kaybolmaya
yüz tutmuştu . Hiç bir
şey değişmemişti ; krallık nasıl
gelmiş olabilirdi ? Matta ,
krallığın gizliden gizliye
geldiğini ve fırın
dolusu hamurda bulunan
maya gibi , sessizce işlev
gördüğü yanıtını verdi . Matta
13- 31…50 Matta Hıristiyanlığın sadece
Yahudi geleneğiyle uyumlu
değil , aynı zamanda onun
zirvesi olduğunu göstermek
konusunda istekliydi . Hz. İsa’nın
yaşamındaki her olay
‘’ kutsal metni tamama
erdirmek için ‘’ meydana
gelmişti . İsmail , Samson , İshak
gibi onun doğumu
da bir melek
tarafından duyurulmuştu .
Çölde baştan çıkarılmaya
çalışıldığı kırk gün , İsraillilerin yabandaki
40 yılına koşuttu . İşaya onun
mucizelerini önceden söylemişti . Matta 8- 17. , İşaya 53- 4. En
önemlisi Hz. İsa
büyük bir Tevrat
öğretmeniydi . Mesih çağının yeni
yasasını , Hz. Musa gibi , bir
dağın tepesinde bildirmiş , (Matta 5-1. ) ,Yasa
ve Peygamberleri yok
etmeye değil , tamamlamaya geldiğinin
altını çizmişti . Matta 5- 19.
Yahudiler artık Tevrat’ı
eskisinden daha kararlı
bir şekilde izlemeliydi . Onlar için
cinayet işlemekten sakınmak
artık yeterli değildi , öfke bile
duymamalılardı . Zina
yasaklanmakla kalmıyordu ;
bir adam
bir kadına şehvetle
bile bakmamalıydı . Eski kısasa
kısas kuralı yerini
başka bir talebe
bırakmıştı ; Yahudiler artık diğer
yanaklarını çevirmeli ve
düşmanlarını sevmeliydi .
İki kişi
bir arada oturursa
ve Tevrat kelimeleri
onların arasındaysa , Tanrı da
onların ortasında yer
alırdı . Hıristiyanlar
Tanrı’yla artık tapınak
ve Tevrat’ın yerine
geçmiş olan Hz. İsa
üzerinden karşılaşacaktı .
Luka , İncil’in yanında , Elçilerinin İşleri’nin
bazı kısımlarını da
yazmıştı . Hz. İsa ve
takipçilerinin dindar Yahudiler
olduğunu gösterme konusunda
o da istekliydi . Aynı zamanda
da İncil’in herkese
yönelik , herkes için ,
Yahudiler ve gayri
Yahudiler , erkekler kadar kadınlar , fakirler , vergi toplayanlar , iyi Samiriyeli
ve müsrif oğul
için olduğunu vurguladı .
Anadolu’daki bazı
kiliseler İncil’i ,
Yuhanna’ya atfedilen üç
mektup ve eskatolojik
Vahiy kitabının temsil
ettiği , farklı bir Hz.
İsa anlayışı geliştiriyordu . Tüm bu
Yuhannacı metinler Hz.
İsa’yı , Tanrı’nın nihai vahyi
olarak dünyaya inmiş
‘’ enkarne logos ‘’ olarak
gördü . ( Ruhani bir gerçekliğin
dünyevi bir biçimde
‘’ beden bulması .‘’
Hıristiyanlıkta , özel olarak Hz.
İsa’nın insan bedeninde
‘’ ete kemiğe bürünen , akıl ‘’ olarak
inişi ) Hz. İsa Tanrı’nın
Kuzusu , Fısıh’ ta tapınağın içinde
kurban edilen kuzular
gibi , dünyanın günahlarını alıp
götüren kurbandı . Topluluğu oluşturanlar , en önemli
görevlerinin birbirlerini sevmek
olduğuna inanmakla birlikte , yabancıya el
uzatmadılar. Bu cemaat kendini , dünyaya karşı
kuşatılmış ve birbirine
bağlanmış hissediyordu.
Varoluşun tümü , çatışan karşıtlara
kutuplaşmış görünüyordu :
Karanlığa karşı ışık , ruha
karşı dünya , ölüme karşı
yaşam ve kötüye
karşı iyi . Bu Hıristiyan
mezhebinin üyeleri sadece
kendilerinin doğru ve
tüm dünyanın kendilerine
karşı olduğuna inanmıştı . Özellikle Yuhanna’nın
İncili , yabancılara algılanamaz gelen
özel bir sembolizme
sahip bir ‘’ iç
grup ‘’ a hitap ediyordu . Hz. İsa , Yahudilere sürekli
kendisini arayacaklarını fakat
bulmakta başarısız olacaklarını
söylemek durumundaydı : ‘’
Bulunduğum yere gelemezsiniz . ‘’ Dinleyenleri
sürekli şaşkınlığa kapılıyordu
ama Hz. İsa , Tanrı’nın dünyaya
nihai açılımı olduğundan , bu kabullenme
eksikliği bir
yargıydı . Onu reddedenler şeytanın
çocuklarıydı ve karanlıkta
kalacaklardı .
Yuhanna’ya göre
Musevilik kesinlikle sona
ermişti . Logos ( Akıl ) Hz. İsa , yerle
bir edilmiş tapınağın
işlevini üstlenecek ve
Yahudilerin ilahi varlıkla
karşılaştığı yer olacaktı . ‘’ İsa cevap
verip onlara dedi : Bu
mabedi yıkın , üç günde
ben onu ayağa
kaldırırım . İmdi Yahudiler dediler: Bu
mabet kırk altı yılda
yapıldı ; sen onu üç
günde mi ayağa
kaldıracaksın ? Halbuki İsa beden
mabedi için söylüyordu . ‘’ Yuhanna
2- 19…21. Suyun törensel olarak
mihrabın üstüne döküldüğü
ve tapınağın kocaman
meşalelerinin yakıldığı Çardak
festivali kutlandığında, Hz. İsa
( Bilgelik gibi ) yaşayan su ve dünyanın
ışığının kendisi olduğunu
haykırmıştı . Yuhanna 7- 37..39. Fısıh
bayramında ‘’ yaşam ekmeğinin ‘’ kendisi
olduğunu öne sürmüştü . Sadece Musa
ve İbrahim’den büyük
değil , aynı zamanda ilahi
varlığın beden bulmuş
haliydi .
Yeni Ahit’in
büyük kısmı , tapınağın yıkımının
hemen sonrasını kapsayan , Yahudilerin keskin
bir şekilde bölündüğü
zaman diliminin kaygı , endişe ve
sarsıntısını yansıtmıştır .
İncil yazarları , gayri Yahudi
dünyaya ulaşma kaygısıyla , Romalıları Hz.
İsa’nın ölümle cezalandırılışı konusundaki
sorumluluklarından kurtararak ,
gitgide artan bir
vurguyla , Yahudilerin suçu üzerlerine
almaları gerektiğini öne
sürdü . Matta , Yahudi halkını , Hz. İsa’nın
ölümü için yüksek
sesle bağırırken betimledi : ‘’ Onun kanı
bizim ve çocuklarımızın üzerinde
olsun . ‘’ Matta 27-25.
Anti-semitizmi Avrupa’da yy. ’lardır
şifası bulunmaz bir
hastalık haline getiren
Yahudi katliamlarına ilham
veren kelimeler bunlardır .
Özellikle Matta , Ferisilere karşı
öfkeliydi : Onlar yasaya ruhunu
tamamen reddedecek kadar
takıntılı , kendilerini
önemseyen riyakarlar , Hıristiyan kiliselerini
yıkmaya niyetli ‘’ kör
rehberler ‘’, ‘’kuluçkaya
yatmış yılanlar ‘’ dı .
Matta 23- 1..33. Yuhanna da Ferisileri kötü
niyetli , baskıcı ve doğaları
gereği kötüye bağımlı
betimledi . Hz. İsa’ya karşı
bilgi toplayan ve
onun ölümünü planlayanlar
Ferisilerdi . Yuhanna 11- 47…53.
Ferisilere karşı bu
nefretin sebebi neydi ? Tapınağın yıkımından
sonra Hıristiyanlar , gerçek Yahudi
sesi olma konusunda
düzenli bir çaba
gösteren ilk gruptu
ve önemli bir
rakipleri yoktu . Ama Hıristiyanlar
80’li , 90’lı yıllarda rahatsız
edecek derecede Ferisilerin
hayret verici bir
uyanış başlattığının farkına
varmışlardı .
Kudüs
kuşatmasının son günlerinde , Roma’ya karşı
ayaklanmanın sadece boşuna
değil , aynı zamanda yıkıcı
ve dini korumanın , politik bağımsızlıktan daha
önemli olduğunu savunan
haham Yohanan , Romalılardan Kudüs’ün
güney batısındaki kıyı
şehri Yavneh’i Yahudi
alimleri için güvenli
bir bölge olarak
ayırmalarını istemişti .
Kudüs ve
tapınağın yıkılışından sonra
Ferisiler , yazmanlar ve rahipler , altmış yıldan
fazla bir süre
Yavneh’te toplandılar . Ferisiler 70
trajedisinden çok önce
halkı , her kalp bir
mabet , her ev reisi
bir rahip olabilsin
diye sanki tapınakta
ibadet ediyormuş gibi
yaşamaya teşvik etmişti .
Bir gün tapınak
olmadan da idare
etmeleri gerekeceğini asla
hayal etmemelerine rağmen
70 sonrasında gündelik
yaşamlarını maneviyatlarının odak
noktası haline gelmiş
sanal bir tapınağın
etrafında kurmuşlardı .
Yavneh’teki hahamların
ilk görevi , tapınak yeniden
inşa edildiğinde ibadet
sürdürülebilsin diye geleneksel
dinin ulaşılabilir tüm
anı , uygulama ve ayinsel
törenlerini toparlayıp korumaktı . Yazman ve
rahiplerle beraber , kayıp mabedin
her detayını zihinlerde
tutmak için kahramanca
bir çaba gösterecek
ve aynı zamanda
Tevrat’ı , kayda değer biçimde
değişmiş dünyalarının ihtiyaçlarını
karşılamak üzere gözden
geçireceklerdi . Gerçekte
Ferisi girişimi erken
dönem Hıristiyan kiliseleriyle
pek çok ortak
noktaya sahipti . Ferisiler de kutsal metinleri
araştıracak , başka bir türlü
tefsir bulacak ve
yeni kutsal yazılar
bir araya getireceklerdi .
İki
yada üç Ferisi
birlikte Tevrat çalışması
yaparken , Hıristiyanlar
gibi dünya üzerindeki
ilahi varlığın ortalarında
olduğunu gördüler . Ferisiler ,
Yavneh’te Tevrat çalışmasının
ilahi varlıkla karşılaşmak
için temel araç
sıfatıyla tapınağın yerini
aldığı bir ruhaniliğin
öncüsü oldular . Kutsal metnin
tek bir yetkin
okuması bulunduğuna inanmıyorlardı . Hahamlar tefsirlerine
araştırmak , aramak fiilinden gelen
‘’ Midraş ‘’ ismini verdiler . Bir metnin
anlamı apaçık olamazdı . Tefsirci onu
aramaya çıkmalıydı , çünkü bir
Yahudi ne zaman
kutsal metinde Tanrı’nın
Sözüyle yüzleşse başka bir
şeyi simgelediğini görürdü . Kutsal metin
bitmek , tükenmek bilmezdi .
Hahamlar , Kral Süleyman’ın Tevrat’ın
her bir ayetini
tefsir etmek için
üç bin adet
mesel kullandığının ve
her meselin bin beş
adet yorumunu verebildiğinin altını
çizmekten hoşlanırlardı . ( Bu ,
kutsal metnin her
birimi için üçmilyononbeşbin olası
ifade anlamına geliyordu . ) Kutsal metnin
yazılı sözcükleri süreklilik
gösteren tefsirle yeniden
yaşam bulmalıydı . Ancak o
zaman Tanrı’nın Tevrat’ında
gizli ilahi varlığı
ortaya çıkarabilirlerdi .
Hahamlar kutsal metne
migra ( Yahudileri harekete çağıran
bir ‘’ çağrı ‘’ ) ismini verdiler .
1.yy.’ın ilk
yıllarında , büyük Ferisi bilgini
Hillel , Babil’den , Ferisilik
anlayışı daha sert
olan rakibi Şamay’ın
yanında ders verdiği
Kudüs’e gelmişti . Bir gün
bir Pagan’ın Hillel’e
yaklaşarak ona , eğer tek
ayak üstünde dururken
Tevrat’ın tümünü özetleyebilirse Museviliğe
geçeceğine söz verdiği
söylenirdi . Hillel tek ayak
üstünde durarak yanıt
vermişti : ‘’ Sana
yapılmasını istemediğin şeyi
başkasına yapma . Bu Tevrat’ın
tüm anlamıdır ve
geri kalan her
şey yorumdan ibarettir . Git , çalış. ‘’ Bu
hayret verici ve
kasten tartışmaya açık
bırakılmış bir midraştı . Tevrat’ın özü , başka
bir insana acı
vermeyi disiplinli reddedişti . Hillel’in tefsirinin
sonunda bir migra , bir
eylem çağrısı dillendirilmişti : ‘’ Git , çalış ! ‘’
Yohanan , Hillel’in öğrencilerinden eğitim
almıştı ve 70
felaketinden hemen sonra
bu görüşü tapınak
sonrası dünyanın sert
gerçekliğine uyguladı . Bir gün , R.
Joshua ile birlikte
tapınağın kül olmuş
yıkıntılarının önünden geçerken
R. Joshua ıstırapla
haykırmıştı : Yahudiler
kurban ayinlerini burada
gerçekleştiremeyeceklerse , günahlarını
nasıl telafi edeceklerdi ? Yohanan , onu Tanrı’nın
Hosea’ya söylediği sözlerle
teselli etti : Yas tutma , tapınakla eşit
kefarete sahibiz , şefkatli işler
yapmak gibi ; söylendiği üzere : ‘’ Arzuladığım şey
sevgidir , kurban değil ‘’ Hosea
6- 6. Ama aslında
‘’ hesed’’ daha doğru
biçimde ‘’ sevgi ‘’ yerine
‘’ sadakat ‘’ olarak tercüme
edilmeliydi . Tanrı , insanların
birbirlerine göstermesi gerektiği
şefkatle değil , İsrail’in ,
kendisine borçlu olduğu
inançla bağlılıkla ilgileniyordu .
Hahamlar , kutsal metin
Tanrı’nın sözü olduğundan , onun sonsuz
olduğuna inandılar . Bir metinde
keşfettikleri herhangi bir
anlam , taze bir anlayış
sunuyor ve topluma
yarar getiriyorsa Tanrı’nın
niyeti dahilindeydi . Hahamlar ,
Tevrat’ı açıklarken düzenli
olarak kelimeleri düzeltir , öğrencilere ‘’ bunu
değil , şunu okuyun ‘’ derlerdi .
Metni bu
şekilde değiştirerek kutsal
metne zaman zaman
aslında olmayan bir
şefkat unsuru verdiler . Bu
R. Akiba’nın en
yetenekli öğrencilerinden R. Meir
, Tesniye’deki bir kural
üzerinde tartışırken meydana
geldi : ‘’ Bir adam , ölümle cezalandırılacak bir
suç işlediyse ve
onu ağaca astıysan , bedeni gece
boyunca orada kalmamalıdır ; aynı gün
içinde gömmelisin . Çünkü asılmış
kişi , Tanrı tarafından lanetlenmiştir . Ve sen , Tanrı’n
Yehova’nın sana miras
verdiği toprağı kirletmemelisin . ‘’ Tesniye 21- 23.
R. Meir sözcük oyununa dayalı
bir okuma önerdi : ‘’ gilelat Elohim
olarak değil , gallat Elohim – Tanrı’nın acısı
olarak okuyun dedi . ( Tanrı’nın laneti
yerine Tanrı’nın acısı ) Tevrat’ın en
beklenmedik kısımlarında sevgi
ve Altın Kural’ı
bulmak mümkündür . R. Judah’ın , Tanrı’nın Zekeriya’ya
söylediği kelimelerini açıklayış
biçimi de şöyleydi : ‘’ Kim seni
yaralarsa ( yani İsrail’i ) kendi
(eyno) gözünü yaralar . ‘’ Eyno
kendi olarak değil , ‘’eyni’’ – benim olarak
okuyun ‘’ şeklindeydi . Metin
şimdi şefkatli bir
Tanrı’nın insanlarının acısını
paylaştığını söylüyordu : ‘’
Kim İsrail’i yaralarsa , Benim gözümü
Yaralar . ‘’ Zekeriya 2- 12.
Kutsal metinin
kesin bir yorumu
olamazdı . Bu görüş , R.
Eliezer’in , meslektaşlarıyla birlikte
Tevrat’taki yasal bir
hüküm üzerine yaptığı
zorlu bir tartışma
sırasında , Yavneh’teki ilk günlerde
ileri sürülmüştü .
Meslektaşları görüşünü reddedince
R. Eliezer , Tanrı’ya kendisini
mucizelerle desteklemesi için
yalvardı . Anlatması
muhteşem bir keçiboynuzu
ağacı , bulunduğu yerden iki yüz
metre öteye hareket
etti , bir kanaldaki su
yokuş yukarı aktı
ve çalışma evinin
duvarları öyle şiddetli
bir biçimde sallandı
ki , bina neredeyse yıkılıyormuş
gibi oldu . Diğer hahamlar
yine de bu
güç gösterisinden etkilenmediler . R. Eliezer , ümitsizlikle , hakemlik etmek
üzere ‘’Cennetten bir ses‘’ için yalvardı. İlahi ses nezaketle şöyle söyledi: ‘’ R. Eliezer’e
karşı neden böylesiniz , hüküm onun
söylediği gibidir . ‘’ Haham Joshua , yine
de Tesniye’den bir
ayet alıntıladı : ‘’ Cennette değildir.’’ Tesniye 30- 12. (O
göklerde değildir ki , diyesin : Kim bizim
için göklere çıkacak
ve bizim için onu
alıp getirecek ve
bize işittirecek ki , onu
yapalım ? ) Tevrat , artık
semavi dünyayla sınırlı
değildi . Bir kez Sina
dağında duyurulduğunda ,
artık Tanrı’ya aitlikten
çıkmış , her bir Yahudi’nin
devrolunmaz mülkiyeti halini
almıştı . O halde , diye yorumladı
sonraki bir haham : ‘’ Cennetsel bir
sese kulak veremeyiz . ‘’ Üstüne üstlük
Sina’da şöyle açıklanmıştı : ‘’ Çoğunluk karar verir.’’
Dolayısıyla , R. Eliezer , tek başına
bir azınlık olarak , çoğunluğun oyuna
baskın çıkamazdı .
( Yahudilerin niçin
defalarca Tanrı’nın lanetine
uğradıklarını anlıyoruz değil
mi ! ??)
Bu
evrede hahamlar , iç görülerini henüz
yazıya dökmemişlerdi .
Ezbere derledikleri anlatıları
öğrenmiş ve bunları
sözlü nakletmişlerdi. Bu kıymetli
ilmi yazmak onlara
riskli gelmişti. Kitap ,
tapınak gibi yakılabilir
yada Hıristiyanların eline
düşebilirdi . İlim , bilgelerin
zihinlerinde ve kalplerinde
daha güvendeydi . Bu sözlü
metinleri ezberleyerek öğrenmeyi
başarmış Yavneh mezunları , ‘’ tekrarcılar ‘’ adıyla bilinirdi . Ama 135
yılına gelindiğinde hahamlar , daha kalıcı
bir yazılı kayıta
ihtiyaç duydu . İmparator Hadrian , Yahudileri modern
Greko – Romen dünyaya sürüklemeye
yönelik bir girişim
kapsamında , Kudüs’ün
kalıntılarını temizletip kutsal
bölgede modern bir
şehir kurmaya niyetlendiğini duyurdu . Sünnet , hahamların eğitimi
ve Tevrat’ın öğretilmesi , kanun ile
yasaklandı . Yahudi asker Simeon
bar koseba , Roma’ya karşı
bir isyan başlattı
ve Onuncu Lejyonu
Kudüs’ten çıkarmayı başardığında
R. Akiba onu
Mesih olarak selamladı . Bar Koseba
isyanı 135 yılında
kanlı bir biçimde
bastırıldı . Binlerce Yahudi öldü , tapınağın yıkıntıları
olduğu gibi kaldı
fakat yeni şehir
inşa edildi . Yahudilerin Yahuda’ da
yaşaması yasaklandı ve Filistin’in kuzeyine
yerleştirildiler . Yavneh’teki
akademi kapatıldı ve
haham kadrosu dağıtıldı . Bu durum
İmparator Antoninus Pius (
158-161 ) döneminde yumuşadı ve
hahamlar , Usha’da yeniden bir araya geldiler .
Bar
Koseba isyanının feci
sonucu hahamları dehşete
düşürmüştü . Hahamlar
politikadan elini ayağını
çektiler , artık Mesihliğe karşı
ihtiyatlıydılar . Mistik pratikliklerden uzak , disiplinli bir
hayat seçerek İkinci
Tapınak Döneminin yazılarından
son bir seçim
yaparak İbrani İncilinin
kanonunu ( Resmen kabul
edilmiş kitaplar listesini
Oluşturdular . Daha ciddi tarihsel
çalışmaları seçtiler ; Tarihler ,
Esther , Ezra ve Nehemya’yı
seçerek , apokaliptik
fantezileri reddettiler .
Bilgelik türünden de
Meseller , Derlemeci , Neşideler
Neşidesi, ve Eyüp’ü
seçip , Ben Sirah’ı dahil
etmediler . Bundan böyle Torah , Neviim ( Peygamberler ) ve Kethuvim’den
oluşan İncil , Ta Na Kh adıyla
bilinecekti .
135
ile 160 yılları
arasında hahamlar , Mişna ismini
verdikleri , tamamen yeni bir
kutsal metin yaratmaya
başladılar . Hahamlar , sonunda
kendilerine tapınağın asla yeniden inşa
edilemeyeceğini itiraf ettiler . Böylece metne , çoğu
kült ve festivallerle
ilgili olan bir
yığın yeni malzemeler
eklediler . Mişna , tekrarlayarak
öğrenmek anlamına geliyordu . Mişna , yaklaşık 200
yılında tamamlandı ve
hahamların Yeni Ahit’i
haline geldi . Yeni Ahit , Hıristiyan kutsal
metinleri gibi Ta Na Kh’ı
tapınak sonrası Museviliği
yasallaştırmak açısından kullanılabilir görüyordu . Ama benzerlik
sona eriyordu . Tarih ,
hikaye yada teoloji
yoktu . Mişna , basitçe , yasal
kuralların zorlu bir
toplamasıydı ve altı
buyruk halinde düzenlenmişti . Zeraim ( Tohumlar : Dualar , kutsamalar ve
zirai hükümlerle ilgili ) , Moed ( Festival : Sebt ve
bayram günleriyle ilgili
hükümler ) ,Neshim ( Kadınlar :
Kadınlar ve boşanmayla
ilgili hükümler ) , Nizigin ( Zararlar : Ceza ve
medeni kanunla ilgili
hükümler ) , Qodeshim (
Kutsal şeyler : Kurban törenleri , tapınak ve perhiz
kuralları ile ilgili
hükümler ) ve Tohoroth
( Temizlikler : Ölülerinki dahil kirlilik
ve temizlik , rahiplerin ayinsel
temizliği ve aile
temizliği ile ilgili
hükümler ) Bunlar daha sonra altmış
üç risaleye bölünüyordu .
Mişna , İbrani kutsal
metinlerini alıntılamak için
tek bir olanağı
kaçırmamış Yeni Ahit’in
aksine , Tanakh’tan gururlu bir
biçimde uzak kaldı . İncil’den çok
nadir alıntı yaptı
ve öğretisine çok
nadir başvurdu . Mişna ,
yetkesinin Hz. Musa’dan
geldiğini öne sürmedi , kökenlerini yada
gerçekliğini hiç tartışmadı ; gururlu bir
biçimde , yetkisinin
sorgulamanın ötesinde olduğunu
varsaydı . Tevrat’ın soluk alıp
veren , canlı , somut
örnekleri sıfatıyla hahamlar , Tanrı’nın iradesini
yorumlamada üst seviyede
yetkindi ve İncil’den
destek almaya ihtiyaçları
yoktu . (!!!) Mişna , Yahudilerin
neye inandıklarıyla değil , nasıl
davrandıklarıyla ilgiliydi .
Tapınak gitmişti ama
Tanrı halen İsrail’in
ortasındaydı . Hahamların görevi
, tapınak hala ayaktaymışçasına , Yahudilerin kutsallık
içinde yaşamalarına yardım
etmekti .
Altı buyruk , bir
tapınak gibi yapılandırılmıştı . İlk ve
son buyruklar , yani Zeraim
ve Tohorot , sırasıyla toprağın
kutsallığı ve insanların
kutsallığı üzerineydi .
Nashim ve Nizigin , Yahudilerin özel , aile
içi yaşamları ve
iş ilişkilerini düzenlerdi . İkinci ve
beşinci buyruklar Moed
ve Qodeshim’in konusu
tapınaktı ; tüm binanın dayandığı , paralel , yük taşıyan
iki sütun gibiydi . Kaybedilmiş tapınaktaki
tanıdık ayrıntıları sevgiyle
hatırlıyorlardı . Her odanın ne
için kullanıldığı , yüksek rahibin
şarabını nerede tuttuğunu , gece bekçileri
nasıl hareket ederlerdi , bir rahip
görevi başında uykuya
dalarsa ne olurdu ? Bu
şekilde tapınak Yahudilerin
zihinlerinde yaşamaya devam
edecek ve Yahudi
yaşamının merkezi kalacaktı . Mişnanın öne
çıkardığı eski tapınağın
kurallarını incelemek , ayin yapmakla
eşitti . Binlerce yeni kural , tapınağın sanal
varlığının imalarını ortaya
serdi .
Mişna tamamlandıktan yaklaşık
elli yıl sonra , yeni
bir metin , bu sözlü
geleneğe , Sina Dağı’na uzanan
ruhani bir soy
sağladı . Pirke Avoth ( Ataların
Özdeyişleri ) yazarı , hahamların
önce geçmişe uzanan
çizgilerini takip etti ,
sonra , öğretinin , İkinci Tapınak Dönemine
ait seçkin bilgelerinin
oluşturduğu nesiller boyunca
nasıl geçtiğini gösterdi
ve Tevrat’ı peygamberlerden almış
‘’ Büyük Birliğin ‘’ üyeleriyle
tamamladı . Peygamberler , vaat
edilmiş toprakları elde
etmiş ‘’ yaşlılar ‘’ tarafından
eğitilmişti ; Yaşlılar Yeşu’dan ,
Yeşu Musa’dan , Musa ise
Tevrat’ı Tanrı’nın kendisinden
almıştı . Yahudiler , Tevrat’ı
Mişna’ya göre incelediklerinde , kendilerini , sanki geçmişin
tüm büyük bilgeleri
ve Tanrı’nın kendisiyle
süregiden bir konuşmaya
katılıyor gibi hissediyorlardı . Bir değil , iki
adet Tevrat mevcuttu ; yazılı ve
sözlü . İkisi de Sina
dağında Musa’ya verilmişti . Tevrat bir
metinle sınırlandırılamazdı .
Her nesilden bilgelerin
sesleriyle yeniden canlandırılmalıydı . Hahamlar , Tevrat üzerinde
çalışırken kendilerini sina
üstünde , Musa’nın arkasında duruyormuş
gibi hissettiler . Vahiy açığa çıkmayı
sürdürüyordu ; geçmiş , şimdi
ve gelecekteki tüm
Yahudilerin algılarının Tanrı’dan
gelmiş olduğu , yazılı Tevrat’ın
Musa’ya verildiği kadar
kesindi .
Roma İmparatorluğundaki Yahudilerin
durumu , İmparator Konstantin’in 312’de
Hıristiyanlığa geçmesiyle kötüleşti . Hahamlar , müritlerini korumak
için Yaşayan Tevrat’ı
miras alarak , sadık yorumla
kuşatan daha fazla
kutsal metinler ürettiler . Mişna’ya bir
ek olan Tosefta 250
ile 350 yılları
arasında Filistin’de derlendi . Bu , Mişna hakkında , açıklama üstüne
açıklama yapan bir
yorumdu . Aynı zamanlarda yazılan
Sifra , Yahudileri
Tanakh’tan ayırıyor gibi
görünen akımı tersine
çevirmeye çalıştı ve
sözlü Tevrat’ı yazılı
Tevrat’a göre ikincil
konuma getirmeye girişti . Ama
bu iki Talmud , Yahudilerin kendilerini
bu yolu seçmeye eğilimli
hissetmediğini netleştirdi . Hahamlar
, kimi zaman karşı
karşıya gelerek , Mişna’nın kanununu
ters yüz edip
iddia ve delillerindeki ciddi
boşlukların altını çizdiler . Aynı şeyi
İncil’de de yaptılar ; metinlerdeki eksikliğe
dikkat çekip esin
almış yazarların ne
söylemiş olması gerektiği
üzerine öneriler getirdiler . Hatta , İncil’e ait
bir yasayı , kendilerine daha
uygun gelen kurallarla
değiştirdiler . Hahamlar
artık yeni peygamberlerdi : ‘’ Tapınağın yok
edildiği gün , kehanet peygamberlerden alınmış
ve bilgelere verilmişti . ‘’ Tevrat bu
usulde , iki dünyevi biçimde
beden bulmuş bir
gerçeklikti : Yazılı bir
kutsal metin ve
sözlü bir gelenek . İkisi de
Tanrı’dan gelmişti ; ikisi de
gerekliydi . Buna karşın hahamlar
sözlü Tevrat’a ayrıcalık
tanıdılar , çünkü yazılı bir
metin , katılığı ve geriye
dönük bir bakışı
teşvik ederken , konuşulan söz
ve sonsuza dek
değişim halini koruyacak
düşünce akımları , sözü değişen
şartlara karşı daha
duyarlı kılacaktı .
Konstantin’in 312’de
din değiştirmesinden önce
Hıristiyanlık Roma tarafından
nadir ancak içerik
bakımından yoğun zulme
maruz kaldıkça , yaşamını sürdürebilir
gibi görünmüyordu .
Romalılar kiliseyi , ana inançtan
saparak , dinsizlik gibi bir
günahı işleyenler gibi
görüyordu . Hıristiyanlar, Roma’nın egemen
tanrılarını onurlandırmayı reddettikleri
ve böylece imparatorluğu tehlikeye attıkları
için , tanrıtanımazlıkla
suçlandılar . 303’de
Hıristiyanlara karşı bir
imha savaşına girişildi . Bu korku
ve endişe zamanı , ardında izini
bıraktı . Hz. İsa’yı ölümüne
kadar takip etmeye hazır
şehit figürü eşsiz
bir Hıristiyan kahramanı
haline geldi . Kimi Hıristiyanlar , pagan komşularını
Hıristiyanlığın , geçmişteki
dindarlıkla yıkıcı bir kopuş olmadığına
ikna etmek üzere
akılcı açıklamalarını yazdılar . Başta gelen
tezlerden biri , Hz. İsa’nın
yaşamının ve ölümünün
İbrani peygamberler tarafından
öngörüldüğüydü . Bu , müneccimlere
ve kahinlere saygı
duyan Romalıların çok
ciddiye aldıkları bir
iddiaydı . Akılcı açıklamacılar –
savunmacıların en eskilerinden
biri olan Justin
( 100-160 ) , Hz. İsa’nın ,
Yunanlılara ve İbranilere
ilham veren , tarih boyu
aktif Logos’un ( Akıl , söz . Tanrı’nın Logos’u , Bilgelikle ve
her şeyi var
eden , tarih boyunca insanlarla
iletişim kurmuş Tanrı’nın
Sözü ile özdeşleştirildi . ) beden bulmuş
hali olduğunu öne
sürdü . Logos , Mesih’in gelişini
önceden söyleyebilen peygamberler
üzerinden konuşmuş , Hz. İsa’da
belirleyici bir biçimde
açığa çıkmadan önce
birçok biçime girmişti . Platon ve
Sokrat’ın ağzından konuşmuştu . Logos , kimi zamanlar
geleceği önceden söylemişti ; kimi zamanlarsa
Tanrı’nın adına konuşmuştu . Tanrı , Yahudi kutsal
metinlerinde insanlığa sadece
Hıristiyanların çözmeyi başardığı
şifreli bir mesaj
göndermişti . İbrani kutsal metinleri , Hz. İsa’dan
doğrudan bahsetmiyordu fakat
onun yaşamı ve
ölümü İncil’in şifreli
alt metnini oluşturuyordu
ve aynı zamanda
evrenin sırrını açığa çıkarıyordu . Maddesel nesneler , görünmez gerçeklikler , tarihsel olaylar
ve doğa kanunları , yani var
olan her şey , İrenaeus’un ‘’ ekonomi ‘’
adını verdiği ilahi
bir biçimde organize
edilmiş sistemin bir bölümünü oluşturuyordu . Hz. İsa
bu ilahi ekonominin
beden bulmuş haliydi . Hz.
İsa , Tanrının büyük tasarımının
nedeni , amacı ve zirvesiydi . Tefsircilerin görevi
bunu göstermek, tüm sırları , büyük bir
yapbozun birbirinin içine
geçen parçaları gibi
yerleştirmekti . Logos İsa ,
neslin atası Adem’de , şehit Habil’de , iradesiyle kurban
olmayı seçmiş İshak’ta
ve kederli Eyüp’te
mevcuttu . Bir kısım tefsirciler
ise kutsal metnin
literal anlamına göre
yorumlanmasına odaklanmıştı . Amaçları edinilmiş
bilgi ve deneyimin
avantajıyla peygamberlerin kelimelerinden ne
çıkarılabileceği değil ,
öğretmeye niyetlendikleri şeyi
bulup çıkarmaktı . Peygamberler ,
sık sık
mecaz ve teşbih
kullanmıştı , fakat bu biçimsel
dil , peygamberlerin ve ilahicilerin
ne kastettikleri konusunda
elzem literal anlamın
bir unsuruydu . Bu görüştekiler
alegori’ye ( Bir şeyi
bir başka şey
kisvesinde tasvir eden
anlatı ,göz önünde canlandırıp
dile getirme ) gerek
görmedi . Ama , örneğin
Neşideler Neşidesi özellikle
İskenderiye’de popülerdi ,
çünkü alegori için
epey zengin olanaklar
sunuyordu . Bunlar , hahamlar
gibi , İncil’i bitmek tükenmek
bilmez , sonsuza dek yeni
anlamlar üretmek için
yetkin bir metin
olarak görmüşlerdi . Kutsal metinde
bulunmayan şeyleri ona
yüklediklerini düşünmediler ama ‘’
her şeyin onun
içinde olduğu ‘’ konusunda hahamlarla
fikir birliğine varacaklardı . En parlak
İskenderiyeli tefsircilerden olan
Origen’e göre Hz.
İsa her tefsirin
başlangıcı ve sonuydu . İncil , alegori olmadan
anlam ifade etmiyordu . Hz. İsa’nın
‘’ sağ gözünüz günah
işlemenize sebep olursa , onu
yerinden sökün ve
atın ‘’ ( Matta 5- 29. ) emrini literal
anlamda nasıl açıklayabilirdiniz ? Bir Hıristiyan , sünnetsiz çocukların
öldürülmesine dair emri
nasıl kabul edebilirdi ? Çadırın kurulmasına
dair uzun uzadıya
talimatların Hıristiyanlıkla nasıl bir ilişkisi mevcuttu ? İncil yazarı , gerçekten de , Tanrı’nın , Cennet Bahçesi’nde
‘yürüdüğünü ’ mü söylemek
istemişti ? Hz. İsa ,
havarilerinin ayakkabı giymemesinde
ısrar etmiş miydi ? Kelime anlamına
göre yorumladığınızda ,
İncil’e kutsal bir
kitap sıfatıyla inanmak , imkansız değilse
bile zordu . Kutsal metin okumak güç
bir eylemdi . Origen’e göre
Roma Katolik inancını
eleştirenler sık sık
metni kendi amaçlarına
göre çarpıtmış ya
da çok karmaşık
bir pasaja , yüzeysel ,
kolaycı yorumlar getirmişlerdi . Daha sorunsal
ya da eğitici
olmayan kimi İncil
hikayelerinde ilham ve
sağlam bir öğreti
bulmak güçtü ancak
Logos kutsal metinde
konuştuğu için , ‘’ Fayda görülmese
de , bunun mümkünlüğüne inanmalıydı . ‘’ Böylece Origen , Hz.
İbrahim’in , karısını kız kardeşiymiş
gibi gösterip Firavuna
satması gibi kuşku
götürecek davranışı üzerinde
tartışmasında (Tekvin 20) Sara’nın
bir erdem simgesi
olduğunu ve İbrahim’in
bunu kendine saklamaktansa
paylaşmayı tercih ettiğini
ileri sürdü . Haham midraş’ı
gibi , Origen’in tefsiri de
sınırları zorlayan , yazarın asıl
niyetini feda etmek
uğruna çıkılan bir
arayış gibi görünmektedir . Origen , Yahudi midraşıyla
karşılaştığında yöntemlerin benzer
olduğunu gördü . Örneğin ,
Çıkış üzerine bir
yorumunda , genel
algılamadan tatmin duymuyordu , ancak önemsiz
görünen ayrıntılarda Hz.
İsa’ya bir atıf
bulmakta kararlıydı . Tüm Hıristiyanlar
Mısır’ın karanlığını arkalarında
bırakmalı , Hz. İsa’yı takip
etmek için dünyevi
yollarından vazgeçmeliydi .
İsraillilerin Mısır’dan çıkış
yolculuklarının ilk ayağında
Ramses’ten ayrılışlarını araştırırken
Ramses sözcüğünün ‘’ bir
güvenin telaşı ‘’ anlamına geldiğini
keşfetti . Sonra da bu
mantıksız kelime topluluğuna
tamamen farklı bir
anlam katacak , kutsal metin alıntılarından
oluşan zinciri buldu . ‘’ Güve ‘’ kelimesi
ona , Hz. İsa’nın güvelere
ve tahtakurduna dayanıksız
dünyevi mallara bağlanmaya
karşı uyarısını anımsattı . Dolayısıyla : ‘’Güvenin yok
ettiği ve hırsızların
kazıp çaldığı yere‘’ ( Matta 6- 20. ) hazinenizi saklamamalıydınız. Eğer mükemmel
olmak istiyorsanız , tüm mülkünüzü
satın ve fakire
verin ; cennette hazine bulacaksınız . ( Matta 19- 21. ) Bu , o halde , Ramses’ten ayrılıp
İsa’yı takip etmektir . Böylece İsraillilerin
Ramses’teki geçici ikameti , yüzünü Hz.
İsa’nın tam sadakat
talebine döndü . Origen tefsirinin
keyfi olduğuna inanmıyordu
çünkü Tanrı ipuçlarını
yerlerine yerleştirmişti ; görevi bunları
çözmekti . Bir kokteyldeki cin
ile tonik birbirinden
koparılamaz . Birini tatmak için , diğerini de
tatmanız gerekir . Hıristiyan ayininin
temeli de buydu . Hıristiyanlar ayinde
şarap içip ekmek
yediklerinde , bu nesnelerin temsil
ettiği Hz. İsa
ile karşılaşmışlardı . Aynı şekilde , kutsal metnin
kelimeleriyle uğraştıklarında ,
tüm insan dilinin
ilk örneği olan
Logos’la karşılaştılar . Origen:
‘ Kutsal metnin içerdikleri , ilahi şeylerin
gizemleri ve imgelerin
açığa çıkmış biçimleridir.’ diye açıkladı . Yeni Ahit’i
dikkatle incelediğinde ,
sürekli ‘’ oradaki söylenemez
gizemlerin derin belirsizliğinden ötürü
hayrete düşüyordu .’’
Origen’e göre
kutsal metin , bir bedene
ve ruha sahipti . Bedenlerimiz , zihinlerimizi ve
düşüncelerimizi biçimlendirir ,
bize acı
verir ve sürekli
ölümlülüğümüzü hatırlatır .
Dolayısıyla , fiziksel yaşamlarımız bize , doğru
yanıt verirsek ruhani , ölümsüz doğamızı
işlememizi sağlayacak bir
sofuluk sağlardı . Aynı şekilde , kutsal metnin
bedenindeki keskin sınırlar ( kelimeye dayalı
anlam ) bizi onun ruhunu
aramaya iterdi ve
Tanrı , bu aykırılıkları bilerek
oraya yerleştirmişti : ‘’İlahi
bilgelik , anlatının okuyucuya adeta
bir bariyer sunabilmesi
ve onu sıradan
anlamın yolunda ilerlemeyi
reddetmeye teşvik etmesi
adına , ortaya belirli sayıda
imkansızlıklar ve tutarsızlıklar koymak
suretiyle tarihsel mantığa
ait , tökezleten belirli engeller
ve kesintiler düzenlemiştir . ‘’ Bu
zorlu pasajlar ‘’ bizi , özellikle yüzeysel
anlamlarını kabul etmekten
uzak tutarak ve
engelleyerek sanki geniş
bir patikanın girişine , daha yüksek
ve ulvi bir
yola getirmektedir . ‘’ Tanrı ,
bizi ‘’ kelimeye dayalı
mantığın imkansızlığı ‘’ üzerinden
‘’ daha içteki anlamı
incelemeye ‘’ teşvik etmektedir .
Ruhani tefsir
zorlu bir çalışmaydı . İncil yorumu
en yüksek derecede
saflık ve ağırbaşlılık
ve gecelerce gözlem
gerektirirdi ; ibadet ve erdemle
dolu bir yaşam
olmadan imkansızdı . Bir matematik
problemi çözmeye benzemezdi
çünkü daha sezgisel
bir düşünce durumu
içerirdi . Eğer alim azimle
devam eder , kutsal metinleri
‘’hak ettikleri tüm
dikkat ve saygıyla‘’
araştırırsa, ‘’ onları okuma ve
özenle inceleme eyleminde , zihni ve
duygularına ilahi bir
nefes dokunacak ve
okuduğu kelimelerin bir
insanın ifadeleri değil , Tanrı’nın dili
olduğunu fark edecektir . Tefsir her
zaman eyleme götürmelidir . Bu , Origen için
derin düşünce anlamına
geliyordu . Okuyucular ‘’
gerçeğin prensiplerini alma
yetisini edininceye dek ‘’ ayet
üzerinde düşünmeliydi .
Böylelikle , Tanrı’ya doğru yeni
bir yönelim kazanacaklardı . Origen’in yorumları
genellikle sağlam bir
sonuçtan yoksun görünür , çünkü okuyucuları
son adımı tek
başına atmak durumundadır. Origen onlara
sadece doğru ruhani
tavrı sunabilirdi ;
tefekkürü onlar için
yapamazdı .
Origen gençliğinde
şehitliği arzulamıştı .
Konstantin’in din değiştirmesinden sonra, Hıristiyanlık Roma
İmparatorluğunda yasal bir
din haline geldiğinde , çok fazla şehitlik olanağı
kalmadı . Böylece keşişlik ,
birincil Hıristiyan örneği
haline geldi . 4. Yy. başında
sofular , münzevi ibadetle geçen
bir yaşam için
Mısır ve Suriye’nin
çöllerine çekildiler . Bu keşişlerden
biri olan Antony
( 250-356 ) bir gün
kilisede , Hz. İsa’nın davetini
geri çeviren zengin
ve genç adamın
öyküsünün okunduğunu işitti . Hz.
İsa şöyle diyordu : ‘’ Git ve
sahip olduklarını sat , parayı
fakire ver…..Sonra gel , beni
izle . ‘’ ( Matta 19-21.) Antony bu
metni çağrı olarak
kabul etti . O öğleden sonra
tüm mülkünü sattı
ve çölün yolunu
tuttu . Keşişler , Sözü
gerçekleştirenler sıfatıyla hürmet
görürdü . Keşişler çöl mağaralarında
kutsal metinleri okudular , ezbere öğrendiler
ve üzerlerinde derinlemesine
düşündüler . Keşişler Hz. İsa’nın
İncil’i nasıl okuyacaklarını gösterdiğine
inanmıştı . Hz. İsa dağdaki
vaazda İncil’in kimi
kısımları üzerinde diğerlerinden
daha fazla durarak , kutsal metne
yeni bir anlam
vermişti . Aynı zamanda merhametin
önemini de vurgulamıştı . Keşişler , İncil’in farklı
okunmasını gerektiren yeni
bir Hıristiyan yaşam
biçiminin öncüleriydi . Origen ,
Neşide üzerine yaptığı
yorumda Tanrı sevgisine
odaklanmıştı ; keşişler
komşu sevgisine odaklandılar . Cemaat içinde
bir arada yaşarken , kendilerini yaşamlarının
merkezinden çekmek ve
oraya başkalarını koymak
durumundaydılar . Keşişler , dünyaya
sırtlarını dönmediler .
Binlerce Hıristiyan , onlara danışmak
için civar köy ve kasabalardan
gelip aralarına girdi . Sessizlik içinde
yaşamak , keşişlere nasıl dinlemek
gerektiğini göstermişti .
Antony’nin en
coşkulu hayranlarından biri , Hz.
İsa’nın ilahlığı konusundaki
çalkantılı 4. yy. tartışmasında
merkezi bir karakter
olan İskenderiyeli Athanasius’tu . ( 296-373 ) .
Hıristiyanlık artık gayrı
Yahudi bir inanç
olduğu için , insanlar ‘’ Tanrı’nın
Oğlu ‘’ yada ‘’ Ruh ‘’
gibi Musevi kavramlarını
anlamakta güçlük çekiyordu . Hz. İsa , Baba’sının olduğu
biçimde mi ilahiydi ? Kutsal ruh , başka
bir Tanrı mıydı ? Tartışma , Meseller’deki Bilgelik
şarkısına odaklanmıştı .
Şarkı şöyle başlıyordu :’’ Yehova , beni amacı
ilk kez ortaya
çıktığında , eserlerinin en eskisinden
önce yarattı. ‘’ Bu , Hz. İsa’nın
yalnızca bir yaratık
olduğu anlamına mı
geliyordu ve eğer
öyleyse , nasıl ilahi olabilirdi ? İskenderiyeli Arius , Athanasius’a bir
mektubunda Hz. İsa’nın , Tanrı tarafından
ilahi konuma çıkarılmış
bir insanoğlu olduğu
konusunda ısrar etti . Görüşünü desteklemek
için , bir dolu kutsal
metin üretme yetisine
sahipti . Arius , Hz. İsa’nın Tanrı’ya
‘’Baba’’ olarak hitap
etmesi gerçeğinin ,
aralarındaki bir ayrıma
işaret ettiğini çünkü
Baba olmanın öncelikli
bir varoluş içerdiğini
öne sürdü . Aynı zamanda , Hz.
İsa’nın insanlığı ve
kırılganlığı üzerinde duran
İncil pasajlarından alıntılar
yaptı . ( Matta 26-39. , 24-36. ,
17-5. ) Athanasius , karşıt görüşü
benimsedi . Hz. İsa , Baba Tanrı’nın
olduğu şekilde ilahiydi ; bu , Athanasius’un kendi
kanıt metinleriyle desteklendiği , eşit şekilde
tartışmalı bir görüştü . Anlaşmazlığın başında , Hz.
İsa’nın doğası üzerine
herhangi bir Ortodoks
öğreti mevcut değildi
ve hangisinin haklı
olduğunu kimse bilmiyordu . Tartışma iki yy.
’lı aşkın bir
süre devam etti . Athanisius , İznik Konseyinden
sonra biçimlendirdiği öğretide , Hz. İsa’nın
Tanrı’yla ilişkisini betimlemek
amacıyla , tamamen kutsal metin
dışı bir kavram
kullandı : Hz. İsa , Baba ile
aynı töz’ dendi . ( Cevher , kök
, asıl ) Diğer pederler ,
teolojilerini ( Tanrı Bilimi ) tüm insan kelimeleri
ve kavramlarını aşan
bir Tanrı hakkında
her şeyi söylemekten
yoksun detaylı bir
İncil okuması yerine , dini
tecrübe üzerine temellendirmişlerdi .
Kapadokya’daki Basil
( 329-379 ) her biri
Hz. İsa’dan çıkan
iki tür dinsel
öğreti bulunduğunu ileri
sürdü . Kerygma , İncil’e
dayalı ve kilisenin
halk öğretisiyken , dogma ,
söylenemeyen her şeyi
ifade ederdi . Basil , Philo gibi , algımızın ötesinde
olan Tanrı’nın aslı – cevheri ile
onun kutsal metinde tasvir
edilen dünya üzerindeki
eylemleri arasında bir
ayrım yaptı . İncil’de Tanrı’nın
tözünün bahsi bile
geçmiyordu . Bu Basil’in kardeşi
Gregory ( 335-395 ) ve arkadaşları
ile birlikte ürettiği
Teslis ( Üçlü ) doktrini için
merkeziydi . Tanrı , bize
her zaman algılanamaz
gelecek tek bir
töze sahipti . Bununla birlikte
kutsal metinde , Tanrı ,
tarifsiz gizemini bizim
sınırlı zekamıza uyumlu
hale getiren ilahi
enerjiler ( Tanrı’nın dünya
üzerindeki anlık bir
tasavvurunu yakalamamıza izin
veren işleri ) , ‘’ tezahür
‘’ ( Baba , Logos-Akıl-söz , Ruh ) içinde
bilinir kılmıştı .
Kapadokyalı rahipler
derin düşüncelere dalarlardı ; bunlardan biri
olan Denys sessizliğin
apopatik teolojisini kurmuştu . ( Söylememenin dili , konuşmama . Bu yaklaşıma
göre , Tanrı’yı bilmeye çabalasak
da onun hakkında
asla bilemeyeceğimiz şeyler
vardır . Kimi ilahi gizemler
insan aklı ve
dilini aşar niteliğe
sahiptir . Bilmeye çabalamakla asla
bilememek bir paradoks
oluşturur . ) Tanrı bize O’nun
‘’iyi’’ , ‘’şefkatli’’ ve ‘’adil’’
olduğunu söyleyen bazı
isimlerini kutsal metinde
açığa çıkarmıştı fakat
bu özellikler bu
tip kelimelerin ötesinde
yatan ilahi gizemi
saklayan ‘’ kutsal perdelerdi .’’Hıristiyanlar , kutsal metni
dinlediklerinde , bu insan terimlerinin
Tanrı’ya uygulanmak için
çok sınırlayıcı olduğunu
kendilerine sürekli hatırlatmalıydı . Dolayısıyla Tanrı
‘’iyi’’ idi ve ‘’iyi
değil’’ idi ; ‘’adil’’ idi
ve ‘’adil değil’’ idi . Bu paradoksal
okuma onları ‘’idrakin ötesindeki o
karanlığa’’ ve tarif
edilemez Tanrı’nın varlığına
götürecekti . Denys , Sina
Dağı’na inen bulut
hikayesini seviyordu : Hz. Musa , zirvede , bilememenin kalın
bulutuyla sarılmıştı . Hiç bir şey
göremiyordu fakat aslında
Tanrı’nın olduğu yerdeydi .
Kutsal metin , Hz. İsa’nın
ilahlığı meselesini çözememişti
fakat Bizanslı teolog
Maximus (580-662) Logos’un Adem’in
günahını onarmak için
insana dönüştüğüne inanmıyordu ; Adem günah
işlemeseydi bile ,
Enkarnasyon meydana gelirdi . ( Ruhani bir
gerçekliğin dünyevi biçimde
beden bulması . Hıristiyanlıkta ,
özel olarak , Hz. İsa’nın
insan bedeninde ‘’ ete
kemiğe bürünen’’ Logos’un
inişi anlamına gelir . ) Hz.
İsa , tam anlamıyla tanrılaşan
ilk insandı ve
hepimiz onun gibi
olabilirdik ; bu yaşamda bile. ‘’ Söz , tüm insanlık
Tanrı’ya dönüşsün ,
Tanrı’nın zarafetiyle tanrılaşıp
insan olsun , doğa ile
ruh ve beden , tamamen insan
olsun ; zarafet ile ruh
ve beden , tamamen Tanrı
olsun ‘’ diye ete
kemiğe büründürülmüştü .
Kuzey Afrika’daki Hippo piskoposu Augustine , İncil konusunda önceden yaşadığı zorlukların gururdan kaynaklandığını fark etti . Kutsal metin , sadece benliklerini kibir ve kendini üstün tutma hislerinden arındırmışlar için erişilebilirdi . Logos , bizim insani zayıflığımızı paylaşmak için cennetten inmişti . Aynı şekilde , Tanrı , kutsal metinde Söz’ ünü açığa çıkardığında bizim seviyemize inmiş ve anlayabileceğimiz , zamanla sınırlı simgeler kullanmıştı . Tüm gerçeği bu yaşamda asla bilemezdik ; Hz. Musa bile ilahi öze doğrudan bakamamıştı . Dil doğası gereği noksanlıydı . Düşüncelerimizi diğer insanlara nadiren iletebilirdik ve bu , bizim diğerleriyle ilişkimizi sorunlu kılardı . Öyleyse , kutsal metinle boğuşmamız , bize ilahi gizemi insan diliyle ifade etmenin imkansızlığını anımsatmalıydı . Hiç kimse son söze sahip olamazdı . Hz. Musa , yazdığı şeyi açıklamak için bizzat gelseydi bile , kimi insanlar onun Tevrat’ın ilk beş kitabı üzerine yorumunu kabul edemeyecekti , çünkü her birimiz zihnimizde tüm vahyin sadece küçük bir kısmına sahip olabilirdik . Herkesin sadece kendini haklı gördüğü sert karşıtlıklara girmek yerine sezgi yoksunluğumuzun alçakgönüllü bir kabulü bizi bir araya getirmeliydi . İncil, sevgiyle ilgiliydi. Hz. Musa’nın yazdığı her şey ‘’sevginin hatırı içindi . ‘’ Kutsal metindeki kelimelerden çıkarılacak çok fazla anlam mevcuttu ; o halde , Hz. Musa’nın gerçekte hangisini söylemek istediğini tartışmak için acele etmek ve sevginin ruhunu yıkıcı tartışmalarla gücendirmek ne kadar budalacadır . Hele , Hz. Musa bizim açıklığa kavuşturmaya çalıştığımız her şeyi sevgi adına söylemişken . Augistine , Hillel ve hahamlarınkiyle aynı sonuca ulaşmıştı . Merhamet , Tevrat’ın merkezi prensibiydi ; geri kalan her şey yorumdu .Musa başka ne yazdıysa yazsın , temel amacı şu çifte emirdi : Tanrı sevgisi ve komşu sevgisi . Bu aynı zamanda Hz. İsa’nın da temel mesajıydı . Dolayısıyla , İncil adına diğer insanlar aşağılanamazdı . Kutsal metin üstüne kavga eden insanlar kibirle doluydu . Kendi fikirlerini seviyorlardı ; doğru olduğu için değil , kendilerinin olduğu için . O halde ‘’ kimsenin yazılmış şey üstüne kardeşine kibirle dolmasına izin vermeyin.’’ diye yalvardı Augistine . Augistine tatsız bir hikayenin değişmeceli bir yorumunu vermek için acele etmek yerine , ahlaksal standartların kültürel anlamda koşullandığını göstermeye daha çok eğilimliydi . Örneğin çokeşlilik , ilkel insanlar arasında yaygındı ve hoş görülürdü . En iyilerimiz bile günah işlerdi ; o halde , İncil’de hepimiz için bir uyarıcı olarak yer alan Davut’un zinası hikayesini alegoriyle anlatmaya gerek yoktu . Doğrusu suçlama sadece insafsızlık değildi ; aynı zamanda kutsal metni anlayışımızda önemli bir engel teşkil eden kişisel tatmin ile böbürlenmeye de işaret ediyordu . Augistine ‘’ Merhametin saltanatını kurmaya eğilimli bir yorum bulana dek okuduğumuz şey üzerine derinlemesine düşünmeliyiz .’’ diyordu . ‘’ Kutsal metin , merhamet dışında bir şey öğretmez ya da açgözlülük dışında hiç bir şeyi suçlamaz ; böylelikle insanların zihinlerine biçim verir. İlahi metinleri yada onların herhangi bir parçasını Tanrı sevgisi ile komşu sevgisini kurmadığını sanarak anladığını düşünen herhangi biri , kutsal metni hiçbir şekilde anlamamıştır . Orada , yazarın söylediği şey farklı olsa da merhametin kurulmasına yararlı bir ders bulan herhangi biri , aldanmamıştır . Augustine diğer Hıristiyan tefsirciler gibi , Hz. İsa’nın İncil için temel olduğuna inanıyordu. Bir vaazında şöyle dedi: ‘’İlahileri Peygamberler ve Yasayı duyduğumuzda , tüm amacımız orada Hz. İsa’yı görmek , orada Hz. İsa’yı anlamaktır . ‘’ Bununla birlikte kutsal metinde bulduğu Hz. İsa asla tarihsel Hz. İsa değil , Aziz Paul’ün insanlıktan ayrılamaz olarak öğrettiği Mesih’in tümüydü . Hıristiyan , Hz. İsa’yı kutsal metinde bulduktan sonra dünyaya dönmeli ve onu topluma sevgi dolu bir şekilde sunma eyleminde bulmayı öğrenmeliydi .
Kuzey Afrika’daki Hippo piskoposu Augustine , İncil konusunda önceden yaşadığı zorlukların gururdan kaynaklandığını fark etti . Kutsal metin , sadece benliklerini kibir ve kendini üstün tutma hislerinden arındırmışlar için erişilebilirdi . Logos , bizim insani zayıflığımızı paylaşmak için cennetten inmişti . Aynı şekilde , Tanrı , kutsal metinde Söz’ ünü açığa çıkardığında bizim seviyemize inmiş ve anlayabileceğimiz , zamanla sınırlı simgeler kullanmıştı . Tüm gerçeği bu yaşamda asla bilemezdik ; Hz. Musa bile ilahi öze doğrudan bakamamıştı . Dil doğası gereği noksanlıydı . Düşüncelerimizi diğer insanlara nadiren iletebilirdik ve bu , bizim diğerleriyle ilişkimizi sorunlu kılardı . Öyleyse , kutsal metinle boğuşmamız , bize ilahi gizemi insan diliyle ifade etmenin imkansızlığını anımsatmalıydı . Hiç kimse son söze sahip olamazdı . Hz. Musa , yazdığı şeyi açıklamak için bizzat gelseydi bile , kimi insanlar onun Tevrat’ın ilk beş kitabı üzerine yorumunu kabul edemeyecekti , çünkü her birimiz zihnimizde tüm vahyin sadece küçük bir kısmına sahip olabilirdik . Herkesin sadece kendini haklı gördüğü sert karşıtlıklara girmek yerine sezgi yoksunluğumuzun alçakgönüllü bir kabulü bizi bir araya getirmeliydi . İncil, sevgiyle ilgiliydi. Hz. Musa’nın yazdığı her şey ‘’sevginin hatırı içindi . ‘’ Kutsal metindeki kelimelerden çıkarılacak çok fazla anlam mevcuttu ; o halde , Hz. Musa’nın gerçekte hangisini söylemek istediğini tartışmak için acele etmek ve sevginin ruhunu yıkıcı tartışmalarla gücendirmek ne kadar budalacadır . Hele , Hz. Musa bizim açıklığa kavuşturmaya çalıştığımız her şeyi sevgi adına söylemişken . Augistine , Hillel ve hahamlarınkiyle aynı sonuca ulaşmıştı . Merhamet , Tevrat’ın merkezi prensibiydi ; geri kalan her şey yorumdu .Musa başka ne yazdıysa yazsın , temel amacı şu çifte emirdi : Tanrı sevgisi ve komşu sevgisi . Bu aynı zamanda Hz. İsa’nın da temel mesajıydı . Dolayısıyla , İncil adına diğer insanlar aşağılanamazdı . Kutsal metin üstüne kavga eden insanlar kibirle doluydu . Kendi fikirlerini seviyorlardı ; doğru olduğu için değil , kendilerinin olduğu için . O halde ‘’ kimsenin yazılmış şey üstüne kardeşine kibirle dolmasına izin vermeyin.’’ diye yalvardı Augistine . Augistine tatsız bir hikayenin değişmeceli bir yorumunu vermek için acele etmek yerine , ahlaksal standartların kültürel anlamda koşullandığını göstermeye daha çok eğilimliydi . Örneğin çokeşlilik , ilkel insanlar arasında yaygındı ve hoş görülürdü . En iyilerimiz bile günah işlerdi ; o halde , İncil’de hepimiz için bir uyarıcı olarak yer alan Davut’un zinası hikayesini alegoriyle anlatmaya gerek yoktu . Doğrusu suçlama sadece insafsızlık değildi ; aynı zamanda kutsal metni anlayışımızda önemli bir engel teşkil eden kişisel tatmin ile böbürlenmeye de işaret ediyordu . Augistine ‘’ Merhametin saltanatını kurmaya eğilimli bir yorum bulana dek okuduğumuz şey üzerine derinlemesine düşünmeliyiz .’’ diyordu . ‘’ Kutsal metin , merhamet dışında bir şey öğretmez ya da açgözlülük dışında hiç bir şeyi suçlamaz ; böylelikle insanların zihinlerine biçim verir. İlahi metinleri yada onların herhangi bir parçasını Tanrı sevgisi ile komşu sevgisini kurmadığını sanarak anladığını düşünen herhangi biri , kutsal metni hiçbir şekilde anlamamıştır . Orada , yazarın söylediği şey farklı olsa da merhametin kurulmasına yararlı bir ders bulan herhangi biri , aldanmamıştır . Augustine diğer Hıristiyan tefsirciler gibi , Hz. İsa’nın İncil için temel olduğuna inanıyordu. Bir vaazında şöyle dedi: ‘’İlahileri Peygamberler ve Yasayı duyduğumuzda , tüm amacımız orada Hz. İsa’yı görmek , orada Hz. İsa’yı anlamaktır . ‘’ Bununla birlikte kutsal metinde bulduğu Hz. İsa asla tarihsel Hz. İsa değil , Aziz Paul’ün insanlıktan ayrılamaz olarak öğrettiği Mesih’in tümüydü . Hıristiyan , Hz. İsa’yı kutsal metinde bulduktan sonra dünyaya dönmeli ve onu topluma sevgi dolu bir şekilde sunma eyleminde bulmayı öğrenmeliydi .
Augistine dilbilimci
değildi . İbranice
bilmiyordu ve Yahudi
midraşıyla karşılaşmamıştı, fakat
Hillel ve Akiba’yla
aynı sonuca vardı . Kutsal metnin
nefret ve çekişme
yayan herhangi bir
yorumu meşru değildi . Her
tefsir , merhamet prensibiyle yönlendirilmeliydi .
430’da Roma’nın
düşüşünün trajedisi ,
ömrünün son yıllarındaki
Augustine’yi ilk günahın
tüm insan ırkını
sonsuz lanete mahkum
ettiğine ikna etmişti . Hz.
İsa’nın bizi kurtarışından
sonra bile insanlığımız, şehvetle , yaratılanlardan haz
almaya yönelik akıldışı
arzuyla bozulmuştu . Akılcı güçlerimiz , tutku tarafından
alt edilince Tanrı
unutuluyordu . Daha eğitimli Hıristiyanlar , erkek ve
kadınların gerçekten de
Adem’in günahıyla kalıcı
olarak damgalandıklarına inanıyorlardı . Artık Tanrı’nın
onlara ne söylediğini
duyamıyorlardı ; bu da kutsal
metinleri anlamalarını neredeyse
imkansız kılıyordu .
Hıristiyan geleneği , 5.yy’dan 9.yy’a
dek , İncil üzerinde çalışmak
için gerekli istikrar
ve sessizliği sağlayabilen
tek alanlarla ,
manastırlarla sınırlanmıştı .
Keşişlere kutsal metin
çalışmasının yaşam boyu
süren bir görev
olduğu öğretiliyordu . Keşişlerin pek
çoğu , İncil’i tek bir
cilt olarak görmemişti , ayrı el
yazmalarında okuyorlardı . İncil
, yemekler sırasında yüksek
sesle okunurdu ve
ilahi odada gün
boyu düzenli aralıklarla
İlahiler Kitabından şarkılar
söylenirdi . İncil’in ritimleri ,
imgeleri ve öğretisi , günden güne, yıldan
yıla sessiz ve
düzenli meditasyonla oluşan
maneviyatlarının temeline dönüştü . İlahi okumada resmi
yada sistematik bir şey yoktu . İlahi
okuma , keşişin zihninde Sözü
duymasına yardım edecek
sessiz bir yer
bulmayı öğrendiği , metnin barışçıl , sakin bir
şekilde okumasıydı . Keşişler ,
kendilerini Sina Dağının
üstündeki Musa’nın ardında , İsa’nın Tepedeki
vaazı sırasında izleyiciler
arasında yada çarmıhın
dibinde tahayyül ederek , eyleme hayali
bir biçimde girmeye
teşvik ediliyorlardı .
Papa seçilen
papaz Büyük Gregory
( 540-604 ) , ilk günah doktrinini
tamamen özümsemiş , insan zihnini
onarılmaz biçimde bozulmuş
ve çarpıklaşmış görmüştü . Tanrı’ya ulaşmak
artık zordu . Tanrı İncil’de
günahkarlığımıza tenezzül etmiş , küçük
zihinlerimizin seviyesine inmişti
fakat insan dili
ilahi etki altında
paramparçaydı . İlk okumada kimi
İncil hikayelerinde herhangi
bir dinsel değer
bulmak da aynı
nedenle zordu . Gregory literal
yorum üzerinde zaman
harcamadı . Kutsal metnin düz
mantığını incelemek ,
birinin yüzüne kalbinin
içinde ne olduğunu
bilmeden bakmak gibiydi .
Avrupa , II.yy’dan itibaren
Karanlık çağlardan çıkmaya
başlamıştı . Eğitimsiz halk İncil’i
okuyamıyordu . Ama ayinleri simgesel
olarak Hz. İsa’nın
yaşamını yeniden sahneleyen
karmaşık bir tasvir
olarak yapmak üzere
eğitiliyorlardı . Ayinin ilk bölümünde
kutsal metinden yapılan
okumalar , onun vaizliğini yeniden
anımsatıyordu ; ekmek ve şarap
ikramı sırasında , kendini kurban
edişi üzerine derinlemesine
düşünüyorlardı ve cemaat
onun inançlarının yaşamı
içinde yeniden dirilişini
temsil ediyordu . Halkın Latinceyi
takip edememesi gizeme
eklendi . Ayinin büyük kısmı
rahip tarafından alçak
sesle okunuyordu ; sessizlik ve
kutsal dil ayini
ayrı bir alana
çekiyordu ve cemaati
İncil’le güç dolu
bir eylem olarak
tanıştırıyordu .
Ama
Avrupa tehlikeli , ıssız ,
insanların toprağı zar
zor işlediği , soyluların köyleri
harap ederek durmadan
birbirleriyle savaştığı ,
kıtlık ve sürekli
savaş halinin olduğu
bir haldeydi . Şövalyeler de saldırgan
bir din istiyorlardı . Karanlık Çağlardan
çıkarken yeni Avrupa’nın
ilk toplu işbirliği
içindeki hareketi Birinci
Haçlı Seferi oldu . ( 1095-99 ) Haçlıların bir
kısmı , kutsal topraklara yolculuklarına , Ren vadisindeki
Yahudi topluluklarına saldırarak
başladı . Saldırılar sonunda Haçlılar
Kudüs’te yaklaşık otuz bin
Yahudi ve Müslümanı
katletmişti . Haçlıların değerler sistemi , Hz.
İsa’nın İncil’deki bir
uyarısının literal yorumuna
dayanıyordu . Bu uyarı şuydu : ‘’Haçını taşıyıp
arkamdan gelmeyen hiç
kimse müridim olamaz . ‘’ ( Luka 14- 27. ) Haçlılar giysilerinin
üzerine haç şekilleri
diktiler ve Hz.
İsa’nın ayak izlerini , yaşadığı ve
öldüğü topraklara doğru izlediler . Trajik bir
ironiyle , haçlı seferi ,
bir sevgi hareketi
olarak vaaz edilmişti . Hz. İsa , haçlıların feodal
efendisiydi , onlar da sadık
kullar gibi , bu mirası
kurtarma görevine bağlılardı . Hıristiyanlık ; Haçlı Seferlerinde
Avrupa’nın feodal şiddetini
özümsedi ve kutsadı .
Bazı Avrupalılar, Yakın Doğu’da Müslümanlarla
çarpışırken, diğerleri de kendilerine
Karanlık Çağlarda kaybettikleri
kültürün büyük kısmını
kurtarmalarına yardım eden
Müslüman bilginlerle İspanya’da
çalışmalar yürütüyordu.
Müslüman Krallığı Endülüs’te
batılı bilginler İslam
dünyasında korunmuş ve geliştirilmiş
tıp , matematik ve klasik
Yunan bilimini keşfettiler . Aristoteles’in çalışmalarını
Arapçadan Latinceye tercüme
ettiler . Onun akılcı felsefesi , pek çok
batılı bilgini heyecanla
doldurdu ve onları
kendi akılcı güçlerini
kullanmaya teşvik etti . Bu , İncil çalışmalarını
kaçınılmaz biçimde etkiledi . Avrupa daha
düzenli hale geldikçe
ve akılcı yaklaşım hakim
oldukça, bilginler ve keşişler
standart bir yorum
oluşturdular . Ama
öğrenciler Aristocu mantık
ve diyalektikle deney
yapmaya başladıkça yoğun
tartışmalar da başladı . Manastırlar ile
katedral okulları arasında
yavaş yavaş bir
çatlak ortaya çıktı . Manastırdaki üstatlar
ilahi okumaya odaklanıyor , öğrencilerinin İncil’i
tefekkür içinde okumalarını
ve maneviyatlarını geliştirmelerini istiyorlardı . Bununla birlikte , katedral okullarındaki
üstatlar yeni öğretiyle ve
nesnel İncil eleştirileriyle daha
çok ilgiliydi .
Haçlılara karşın , Fransa’daki Yahudiler
ve Hıristiyanların arasındaki
ilişkiler iyiydi . Manastır bilginleri , yerel hahamlara
danışmaya ve İbranice
öğrenmeye girişmişlerdi .
Aziz Andrew ( 1110 – 1175 ) İbrani İncilinin
tamamen literal bir
yorumuna kalkışan ilk
Hıristiyan bilgindi . Andrew ve
Yahudi arkadaşları ,
İncil’in modern tarihsel
eleştirisine doğru ilk
adımı atmışlardı.
Başrahiplerden Bernard’ın (1090-1153) tefsiri ve
maneviyatı Tanrı sevgisine
dayanıyordu . Beni
yönlendiren şey arzudur, akıl
değil diye ısrar
etmişti. İncil’i basit bir
yaratılış ve kurtarılış
öyküsü olarak okumaya
başlamıştık fakat sonra , bize
davranışlarımızı
değiştirmeyi öğreten ahlaksal
algılanışa ilerlemeliydik . Ruh ,
merhamet pratiğiyle yenilenmeli , başkalarına karşı
‘’ hoş ve ılımlı ‘’
hale gelmeli , ‘’ sevgi işleri
için azimli bir
içtenlik ‘’ bizleri ‘’ benliği unutuşa
ve benliğin çıkarlarına
karşı kayıtsızlığa götürmeliydi . Gösterişçi dindarlıktan
kaçınmak ve kişinin
kendi odasının sessizliğinde
ibadet etmesi daha
doğruydu çünkü ‘’ başkaları
etraftayken ibadet edersek , onların takdiri , duamızın etkisini
azaltabilirdi . ‘’ Ani bir aydınlanma
meydana gelemezdi ; keşişler düzenli
ilahi okumayla sağlam , alçak gönüllü
ve gittikçe artan
bir ilerleme kaydedebilirlerdi . Bernard İncil’i
nesnel bir akademik
güçlük olarak düşünmek
yerine , kişisel , ruhani
bir disiplin olarak
gördü . ‘’ Bugün
incelediğimiz metin ,
tecrübemizin kitabıdır ‘’ diye söylemişti
keşişlerine ,‘’öyleyse duygularınızı
içinize yöneltmelisiniz ;
herkes şeyler hakkında
kendi özel uyanıklığını
dikkate almalı’’
Bu
sırada , İslam dünyasında yaşayan
Yahudiler de klasik
Yunan Kültürünün akılcılığını
İncil’e uyarlamaya çalışmışlardı . Yürüyen ve konuşan , bir tahtta
oturan , kıskançlık duyan ,
öfkelenen ve fikrini
değiştiren bir Tanrı’yı
kabul edemezlerdi .
Özellikle Tanrı’nın dünyayı
‘’ hiçbir şeyden ‘’ yarattığı
konusundaki görüş yüzünden
endişe duyuyorlardı . Saadia İbn
Joseph ( 882 – 942 ), Tanrı tüm
dil ve kavramların
ötesinde kaldığı için , sadece
onun var olduğunu
söyleyebileceğimiz konusunda ısrar
etti . Saadia , yaratılışı
kabul etmek durumundaydı
ama İlahi Yaratıcıyı
kabul ediyorsak , hakkında mantıksal
başka ifadelerde bulunabilirdik . Yarattığı dünya
zekice planlandığı , yaşam ve
enerji barındırdığı için
Yaratıcı , Bilgelik , Yaşam
ve Güç niteliklerine
sahip olmalıydı . Diğer Yahudi
filozoflar , maddi dünyanın tamamen
ruhani bir Tanrı’dan
nasıl çıktığını akılcı
biçimde açıklama yolunda , yaratılışı
, gittikçe daha maddi
hale gelen , Tanrı’dan çıkan
on yayılımın evrimsel
süreci olarak düşündüler . Her yayılım , Ptolemy evrenindeki
kürelerden birini üretmişti : Sabit yıldızlar , sonra Satürn , Jüpiter , Mars , Güneş , Venüs , Merkür ve
nihayetinde Ay . Buna karşın , dünyevi yaşamımız
zıt bir yönde
ilerlemişti : Cansız madde olarak
başlamış , bitki ve hayvanlardan , ruhları ilahi
akılda yer etmiş
fakat bedenleri dünyadan
çıkmış insanlara doğru
gelişmişti .
Maimonides ( 1135 – 1204 ) hakikat
tek olduğuna göre , kutsal
metnin akılla uyum
göstermesi gerektiğini öne
sürdü . Maimonides akıldışı İncil
yasaları için akılcı
sebepler bulmaya çalıştı .
Ama dinsel deneyimin
aklı aştığını biliyordu . Peygamberlerin sezgisel
bilgileri akılcı güçlerimizle
elde ettiğimiz bilgiden
daha yüksek bir
düzeydeydi .
Nahmanides ( 1194 – 1270 ) Maimonides’in akılcı
tefsirinin Tevrat’a haksızlık
ettiğine inanıyordu . Tevrat’ın ilk
beş kitabı üzerine , yalın anlamını
özenle açıklayan , etkili bir
yorum yazdı fakat
çalışmasını yazdığı süreçte , literal mantığı
aşan esrarlı bir
değerle yüz yüze
geldi . On üçüncü yy. sonunda
Castille’deki bir grup
gizemci , bunu daha ileri
götürdü . Kutsal metin çalışmaları , onları sadece
metnin daha derin
bir seviyesiyle tanıştırmakla
kalmamış , Tanrı’nın içsel yaşamını
da göstermişti . Gizemci disiplinlerine ‘’Kaballah ‘’ ( miras alınan
gelenek ) adını verdiler
çünkü bu disiplin
öğretmenden öğrenciye geçiyordu . Gizemci midraşları , meyve bahçesine
giren dört bilgeyi
anlatan Talmud hikayesine
dayanıyordu . R. Akiba bu
tehlikeli ruhani deneyimden
tek başına sağ
çıktığı için kabalistler , pardes adını
verdikleri tefsirlerinin Akiba’dan
geldiğini ve mistisizmin
( gizemciliğin ) tek güvenli türü
olduğunu öne sürdüler . Tevrat üzerine
çalışma metotlarının ,
kendilerini gündelik olarak
‘’ cennete’’ taşıdığını gördüler . Pardes , kutsal metnin
dört farklı algılamasının
anogramıydı : Peshat , edebi
algılama ; remez , alegorik ;
darash , ahlaksal / vaiz algılaması ve sod
, Tevrat çalışmasının mistik
zirvesi . Midraş’ın ilk üç
biçimi hahamlar ve
filozoflar tarafından kullanılmıştı . Dolayısıyla Kabalacılar
yeni ruhaniliklerinin gelenekle
aynı hizada durduğunu
ima ederken , bir yandan
da kendi uzmanlıklarının ( Sod ) geleneğin gerçekleştirilmesi olduğu
önermesinde bulundular .
Kabalacılar güçlü bir
sentez yarattılar .
Hahamların ve filozofların
hafife aldığı yada
kökünü kazımaya çalıştığı
eski İsrail geleneğindeki
mitsel unsuru dirilttiler . Aynı zamanda , muhtemelen aşina
oldukları Müslüman dünyada
ortaya çıkan çeşitli
gizemci hareketlerden de
etkilendiler . sonunda
Kabalacılar , filozofların
tasavvur ettiği ve
varlık zincirindeki her
unsurun birbirine bağlandığı
on yayılımdan ilham
aldılar . Vahiy , artık
ontolojik ( Varlık bilimi ) uçurumda köprü
görevi görmek durumunda
değildi ; her bireyin içinde
sürekli meydana gelen
bir süreçti . Yaratılış ,
uzak geçmişte bir
kez meydana gelmiş
bir şey değil , hepimizin katılabileceği , zamansız bir
oluşumdu .
Kabalacılar , Tanrı’nın en içteki
özüne En Sof (
Sonu olmayan ) adını
verdiler . En Sof kavranamazdı
ve İncil’de yada Talmud’
da bile
sözü geçmiyordu . Bir kişilik
değildi , dolayısıyla , En
Sof’a kişileştirmeden ‘’ O ‘’
demek daha doğruydu . Ama kavranamaz
En Sof , kendini insanlığa
dünyayı yarattığı zamanda
açmıştı . Delinmez
örtüsünden bir gövde, dallar
ve yapraklar tomurcuklandıran kocaman
bir ağaç gibi
çıkmıştı . İlahi yaşam , En Sof’un
kendisi saklı kalırken , geniş kürelere
her şeyi doldurana
dek yayılmıştı . O , ağacın kökü , dengesinin ve
diriliğinin kaynağıydı fakat
ebediyen görünmezdi. Filozofların Tanrı’nın
nitelikleri diye andıkları , yani Gücü , Bilgeliği , Güzelliği ve
Zekası böylelikle aşinalık
kazanıyordu ama Kabalacılar
bu soyut nitelikleri
dinamik güçlere dönüştürdü . Kabala küçük , gizemli bir
hareket olarak başlamıştı
fakat Musevilikte büyük
bir hareket haline
gelecek , mitolojisi mistik yetileri
bulunmayanları bile etkisi
altında bırakacaktı.
Yahudiler giderek mistiklerin
dinamik Tanrı’sını,
filozofların sessiz Tanrı’sından daha ilgi çekici
buldu ve kutsal
metnin yalın anlamının
git gide daha
az tatmin edici
olduğunu , miras alınan bir
gelenek ( kaballah) olmadan hiçbir
şeye ışık tutamayacağını düşündü .
Bununla birlikte
Avrupa’da Hıristiyanlar tam
karşıt bir sonuca
varıyordu . Nicholas ( 1270 –
1340 ) daha eski yorum
yöntemleriyle skolastiklerin yeni
fikirlerini birleştirdi . İncil’in üç ‘’
ruhani anlamının’’ kullanımını
savundu fakat tarihsel
tefsirin yalın anlamını
seçti . Pastillae isimli ,
İncil’in tümünün literal
bir tefsiri olan
çalışması , standart ders kitabı
haline geldi . Diğer gelişmeler
geleneksel yorum konusunda
büyüyen bir tatminsizliği
açığa çıkardı . İngiliz Roger
Bacon ( 1214–1292 ) İncil’i
orijinal dillerde incelemeye
teşvik etti . Marsilio ( 1275 – 1342 ) yerleşik kilisenin büyüyen
gücünden dolayı öfkelendi
ve papalığın , İncil’in en
yüce koruyucusu olma
iddialarına meydan okudu . John
Wyeliffe ( 1329 – 1384 )
kilisenin bozulmasından öfke duydu ve
İncil’in , halk papazlığa bağlı
kalmayıp Tanrı’nın Sözü’ nü
kendilerine okuyabilsin diye , gündelik dile
dönüştürülmesi gerektiğini öne
sürdü . ‘’ İsa , İncil-i
Şerif’in tüm dünyada
okunmasını gerektiğini söyledi .’’ diye ısrar
etti . İncil’i İngilizceye tercüme
eden William Tyndale
(1494-1536) ‘’ Kilisenin
yetkesi İncil’in yetkesinden
daha mı büyük
olmalı , yoksa İncil kiliseden
üstün mü tutulmalı ‘’
diye çıkış yaptı . 16. Yy.’a gelindiğinde
bu tatminsizlik inançlıları
yalnızca kutsal metne
bağlı kalmaya iten
bir İncil devriminde
patlak verecekti .
16. yy.’a gelindiğinde
Avrupa’da karmaşık bir
süreç baş gösteriyordu . Bir yandan
ilk anda önemleri
anlaşılmayan icatlar ve
yenilikler ; İspanyol
kaşiflerin yeni dünya
keşfi , astronomların
göklere açılması vs. ;
ve bir yandan
vebanın Avrupa nüfusunun
üçte birini öldürmesi , Osmanlıların 1453’de
Bizans’ı fethetmesi.
Ortaçağda çok az
batılı insan Yunancayla
haşır neşirdi. Osmanlı savaşlarından
kurtulan Bizanslı mülteciler
15. yy’ da Avrupa’ya kaçtılar
ve öğretmenlik yapmaya
başladılar . 1519’da Hollandalı hümanist
Erasmus ( 1466 – 1536 ) Yeni Ahit’in
Yunanca metnini bastırdı . Matbaanın keşfi , Erasmus ’un tercümesini
bastırmasını sağlamasında derin
bir öneme sahipti . Artık Yunanca
bilen herkes , İncil’i okuyabilir , her zamankinden daha
hızlı bir biçimde
gözden geçirebilir ve
öneriler sunabilirdi .
Erasmus bu önerilerden
yararlandı ve ölümünden
önce Yeni Ahit’inden
pek çok baskı
daha çıkardı .
Artık İncil’i
orijinal dillerde okumak
zorunlu olacaktı . O zamana
dek , tefsirciler İncil’i ayrı
kitapların bir toplaması
yerine , tek bir eser
olarak görmüşlerdi . Kutsal metinleri
fiziksel anlamda tek
bir cilt olarak
hiç görmemişlerdi , ama apayrı
metinleri bir araya
getirme alışkanlığı , görüş ve
dönem farklılıklarını önemsetmemişti . Artık hümanistler , İncil yazarlarını , özel yeteneklerini
ve kişisel yapılarını
göz önünde bulunduracak
bireyler sıfatıyla incelemeye başlamışlardı . Özellikle Paul’ün
çalışmalarına vuruldular .
Paul’ün kurtuluşu tutkuyla
arayışı skolastik akılcılık
için gerekli panzehir
gibi görünüyordu . En çok
Paul’ün keskin günah
anlayışını paylaşıyorlardı .
16. yy.’ın büyüleyici
başarılarının yanında ,
yaygın bir gerginlik
söz konusuydu . Protestan reformcular
Zwingli (1484-1531) ve John
Calvin (1509-1564) yeni
bir dinsel çözüme
ulaşmalarından önce , keskin bir
başarısızlık ve zayıflık
hissetmişti . İsa
Topluluğu’nun ( Cizvit Tarikatı )
kurucusu Katolik reformcu
İngnatius Loyola ( 1491- 1556 ) ayinler sırasında
gözyaşlarını tutamıyordu . Almanya’daki genç
bir rahip hepsinin
hislerine tercüman oldu : ‘’ Bir
rahip olarak günahsız
bir yaşam sürmüş
olsam da , Tanrı’nın karşısında , rahatsız bir
vicdanla duran bir
günahkar olduğumu hissettim. O’nu yaptıklarımla
memnun etmiş olduğuma
inanamıyorum. Günahkarları
cezalandıran erdemli Tanrı’yı
sevmekten çok uzak
bir halde , aslında O’ndan
nefret ettim . Vicdanım bana
kesinlik veremezdi ; bunun yerine
her zaman şüphe
duydum ve ‘ şunu doğru yapmadın ,
yeterince tövbekar olmadın , günah çıkarırken
bunu söylemedin ‘ , dedim . ‘’
Martin Luther
( 1483-1546) Hıristiyanları
iyi işlerle Tanrı’nın
zarafetine layık olmaya
çalışmak için teşvik
eden Ockhamlı William’ın
( 1287-1347) skolastik
felsefesi ile eğitilmişti . Ama Luther
acı verici bir
depresyona girdi ve geleneksel
dindarlıklardan hiçbiri onun
aşırı derecedeki ölüm
korkusunu hafifletemedi .
Korkularından kurtulmak için
bir reform çılgınlığına
daldı . Luther varoluşsal geriliminden
tefsir ile kurtuldu . İncil’in toplu
halde ilk kopyasını
gördüğünde , düşündüğünden çok daha
fazla yazı içermesi
karşısında hayrete düşmüştü . Witterberg Üniversitesinde Felsefe
profesörüyken İlahiler , Paul’ün mektupları , Romalılar ve
Galatyalılar üzerine verdiği
derslere gelenekçi bir
biçimde başlamıştı . Luther ,
metni satır satır
dört algıya göre
izah ediyordu . Bununla birlikte
iki önemli değişiklik
vardı . Birincisi Luther ,
Üniversitenin matbaacısı Gutenberg’den
açıklamaları için geniş kenar
boşluklu özel yapım
bir ilahi kitabı
üretmesini istemişti . Sanki kutsal
sayfayı temizlemiş , yeniden başlamak
için geleneksel yorumu
silmişti . İkincisiyse ‘’
Kutsal metnin tamamında , gerek yalın
kelimelerde , gerekse
anlaması güç olanlarda , İsa’dan başka
bir şey yoktur ‘’ diyordu . Bir başka
gün şöyle sordu : ‘’ İsa’yı kutsal
metinlerden çekin , orada başka
ne bulacaksınız . ‘’ Bu soruya
hızlı yanıt , orada başka
pek çok şey
bulacağınızdır . Luther , İncil’in
tümünü daha iyi
tanıdıkça , kitabın İsa’yla çok az ilgisinin
olduğunun farkına vardı. Yeni
Ahit’te bile , diğerlerinden daha
fazla İsa odaklı
kitaplar mevcuttu. Bu , onu geçen
yıllar süresince yeni
bir açıklamacılık keşfetmeye
zorladı . Luther’in çözümü ,
bir ‘’ kanon içinde
kanon ‘’ yaratmak oldu . Çağının adamı
sıfatıyla özellikle Paul’a
ilgi duydu . Yuhanna’nın gospelini
ve Petrus’un ilk
mektubunu ayrıcalıklı tutarken , İbraniler , James ve Yahuda’nın Mektupları
ve Vahiy’i dışarıda
bıraktı. Aynı ölçütü , Eski Ahitte
de uyguladı: Apokrifayı attı ; tarihsel kitaplar
ile Tevrat’ın ilk
beş kitabının yasa
kısımlarına çok az
yer ayırdı . Bununla birlikte
Tekvini kişisel kanonuna
aldı , çünkü , Paul ondan ,
İsa’nın gelişini gören
peygamberlerle birlikte alıntı
yapmıştı . İlahiler de ,
Luther’in Paul’u anlamasına
yardım ettiği için
kanona girdi .
Luther , İlahiler Kitabı
üzerine ilk derslerinde
‘’ Erdem ‘’ kelimesinin anlamı
üzerine düşünmeye başladı . Hıristiyanlar , Davut’un kraliyet
soyu ilahilerini ,
geleneksel açıdan , İsa’nın doğrudan
kehanetleri görerek okumuşlardı . Bu sebeple
örneğin : Tanrım , adaletini
krala , kendi erdemini de
kraliyet oğluna ver ‘’ ayeti , İsa’dan bahsediyordu . Bununla birlikte
Luther’in vurgusu farklıydı . ‘’Erdeminde beni
yarat ‘’ yakarısı , İsa’nın
babasına ettiği bir
duaydı . Bununla birlikte ,
ahlaksal mantığa göre
bu kelimeler , İsa’nın kendi
erdemini ihsan ettiği
bireyin yaratılışına denk
geliyordu . Luther yavaş yavaş
erdemin Tanrı zarafeti
için bir önkoşul
değil , metni doğrudan kendi
ruhani ikilemine bağlayan
ilahi bir hediye
olduğu fikrine ilerledi : Tanrı , insanlara kendi
adaletini ve erdemini
vermişti .
Luther’in öğretmenleri
‘’ Tanrı’nın Erdemini’’ ona , günahkarı mahkum
eden ilahi adalet
olarak anlamayı öğretmişlerdi . Bu nasıl
müjde olabilirdi . Ayrıca ,
Tanrı’nın adaletinin inançla
ne ilgisi vardı ? Luther metin
üzerine geceli gündüzlü bir
tefekküre daldı ve
sonunda ışığı gördü : İncil-i Şerif’teki
‘’ Tanrı’nın Erdemi ‘’ ,
günahkarın üstünü Tanrı’nın
kendi iyiliğinde örten
ilahi merhametti .
Günahkarın tek ihtiyacı
inançtı . Luther’in tedirginliği artık
dağılmıştı . Bundan sonra kutsal
metnin tamamı yeni
bir anlam edindi . Korkuya gerek
yoktu . Günahkar inanç sahibi
olduğu sürece ‘’ İsa
benim için yeterince
şey yaptı . O , adaletlidir . O ,
benim savunmamdır . O , benim
için öldü . O , erdemini benim
erdemim kıldı ‘’ diyebilirdi .
Luther , ‘’inanç’’ derken , ‘’iman’’
dan bahsetmiyor , bir güven
davranışını ve benlikten
vazgeçmeyi kastediyordu : ‘’
İnanç ‘’, bilgi , ilim ve kesinlik
değil , özgür iradeyle teslimiyet
ve ( Tanrı’nın ) hissedilmemiş ,
denenmemiş ve bilinmeyen
iyiliği üzerine coşkuyla
bahse girmeyi gerektirir .
31
Ekim 1517’de Luther , Wittenberg’de kilisenin
kapısına 95 maddelik
tezini asarak endoljans
satışlarını ve Papa’nın
günahları bağışlama iddiasını
protesto etti . İlk tez , İncil’in yetkesini
dinsel geleneklerin karşısına
çıkarıyordu : ‘’ Efendimiz
ve büyük İsa
Mesih ‘ Tövbe et ‘
dediğinde , inananların tüm yaşamının
tövbekar olmasını istedi .’’ Luther , Erasmus’tan öğrendiği ‘kefaret öde ‘
sözünün , Hıristiyan kişinin tüm
benliği için bir
dönüşüm anlamına geldiğini
öğrenmişti . Bu günah çıkartmaya
gitmek anlamına gelmiyordu . Kilisenin herhangi
bir pratiği ya da
geleneği İncil’in desteğini
almadığı sürece ilahi
yaptırım iddiasında bulunamazdı . Luther teoloji
profesörü Johann Eck’le
birlikte 1519’da tartışmalı
yeni kuramı ‘’ sadece
ve yalnızca kutsal
kitap ‘’ tezini ilk
kez öne sürdü . Eck , Luther’e İncil’i
papalar , konseyler ve üniversiteler
olmadan nasıl anlayabileceğini sordu . Luther’in yanıtı şöyleydi : ‘’ Kutsal metinle
donanmış basit bir adama , kutsal metne
sahip olmayan bir
papa yada bir
konseyden daha çok
inanılır .’’ Bu , daha
önce görülmemiş bir
iddiaydı . Yahudiler ve Hıristiyanlar
her zaman miras
alınan geleneğin kutsal
önemini savunmuştu .
Yahudiler için sözel
Tevrat , yazılı Tevrat’ın anlaşılmasında elzemdi . Yeni Ahit
yazılmadan önce İncil-i
Şerif söz üzerinden
anlatılmıştı ve Hıristiyanların kutsal
metni Yasa ve
Peygamberler olmuştu . 4.yy.’da yeni
ahit bitirildiğinde kiliseler
kutsal metne olduğu
kadar kendi ilkelerine , ayinlerine ve
kilise konseyinin bildirilerine
yaslanmışlardı . Ama inancın köklerine
dönme yolunda bilinçli
bir çaba olan
Protestan reformu sadece
ve yalnızca kutsal
kitap fikrini en önemli ilkelerinden
biri yaptı. Aslında Luther
bizzat geleneği reddetmemişti . Ayin ve ilkeleri
kutsal metinle çelişmedikleri sürece
kullanmaya hazırdı ve
İncil’in esasen sözel
olarak vaaz edildiğinin
farkındaydı . Ona göre İncil’in
yazıya dökülmesinin sebebi
sapkınlık tehlikesiydi ve
bu ideal’ den kopmayı
temsil ediyordu . İncil-i Şerif
sözlü bir çağrı
olarak kalmalıydı .
Tanrı’nın Sözü yazılı
bir metinle sınırlanamazdı , vaazla , derslerle ,
ağıt ve
ilahilerle , insan sesiyle yaşamın
içine dahil edilmeliydi . Ama ağızdan
çıkan Söze bağlılığına
rağmen , Luther’in
muhtemelen en büyük
başarısı Almanca İncil
tercümesidir . Luther öldüğünde,
yetmiş Alman’dan biri
anadilindeki Yeni Ahit’e
sahipti ve Luther’in
Almanca İncil’i Alman
namusunun bir simgesi
haline geldi . Avrupa’da 16.
ve 17. Yy.larda
krallar ve prensler
papalıktan bağımsızlıklarını ilan
etmeye ve mutlak
monarşiler kurmaya başladılar . Anadildeki İncil , gelişme sürecindeki
ulus iradesinin simgesine
dönmüştü .
Zwingli ve Calvin de reformlarını sola
scriptura (sadece ve yalnızca
kutsal kitap) ilkesine
temellendirdiler fakat Luther ile
birçok önemli açıdan farklılık
sergilediler . Teolojiyle
daha az , Hıristiyan yaşamının
sosyal ve politik
dönüşümüyle daha çok
ilgiliydiler . İncil’i
orijinal dillerde okumanın
önemini ısrarla vurguladılar
fakat Luther’in ‘kanon içinde
kanon fikrini onaylamadılar. İkisi de
cemaatlerinin İncil’in tümünden
haberdar olmalarını istiyordu . Calvin , İncil’in basit , eğitimsiz insanlar
için yazıldığına ve
bilginler tarafından bu
insanlardan çalındığına inanıyordu . Ama bilginlerin
rehberliğine ihtiyacı olduğunun
farkındaydı . Vaizler , rabbinik
ve patristik yorumlar
konusunda eğitim almalı
ve çağdaş ilimle
ilgilenmeliydi . Bir İncil pasajını
daima orijinal bağlamında
görmeli fakat aynı
zamanda da İncil’i
cemaatlerinin gündelik
ihtiyaçlarıyla ilişkili kılmalıydılar . Calvin’in klasik
kültüre ayıracak zamanı
yoktu . Hz. İsa’nın kutsal
metnin odak noktası
ve Tanrı’nın nihai
görüntüsü olduğu konusunda
Luther’le hemfikirdi. Ama İbrani
İncil’ine daha çok saygı
duyuyordu . Tanrı’nın açımlanışı
,yavaş , evrimsel bir süreçti ; Tanrı, tarihlerinin her evresinde
, kendi gerçeğini insanların
sınırlı kapasitelerine uyarlamıştı . Tanrı’nın İsrail’e
verdiği öğreti ve
rehberlik zaman içinde
değişmiş ve gelişmişti . Hz. İbrahim’e
verilen din, Torah’ın Hz. Musa
yada Hz. Davud’a
ihsan ettiğinden daha
basit bir toplumun
ihtiyaçlarına göre biçimlendirilmişti . Vahiy git
gide daha net , Hz.
İsa’ya daha odaklı
hale gelmiş ve
Hz. İsa’nın gözlerine
doğrudan bakmış Vaftizci
Yahya’nın zamanına ulaşmıştı . Bununla birlikte
Eski Ahit , Luther’in öne
sürdüğü gibi , sadece Hz.
İsa hakkında değildi . İsrail’le yapılan
anlaşma kendi bütünlüğüne
sahipti ; aynı Tanrı’dan gelmişti
ve Tevrat incelemesi , Hıristiyanlara İncil’i
anlamak için yardım
edecekti. Calvin en etkin Protestan reformcularından biri
haline gelecek ve
özellikle Anglosakson
dünyasında Musevi kutsal
metinlerini Hıristiyanlar için
daha önce hiç
olmadığı kadar önemli
kılacaktı .
Calvin , İncil’de Tanrı’nın
bizim sınırlarımıza indiğine
işaret etmekten hiç
bıkmadı . Söz söylendiğinde içinde
bulunduğu koşullarca benimsenirdi . Dolayısıyla İncil’in
daha zor anlaşılan
hikayeleri , süre giden zaman
içerisinde bir aşama
olarak , bir bağlantı içinde
görülmeliydi . Bu hikayeleri alegorik
açıdan açıklamaya gerek
yoktu . Calvin modern bilime
de saygı duyuyordu . Bilim , basit bir
biçimde sırf ‘’ kimi
çılgınlar kendilerine bilinmez
gelen her şeyi
reddettiği için ‘’ suçlanamazdı .
‘’ Çünkü astronomi , sadece zevkli
değil , ayrıca bilinme anlamında
yararlıdır . Bu sanatın ,
Tanrı’nın takdire değer
bilgeliğini açığa çıkardığı
inkar edilemezdi .’’ Kutsal metnin
bilimsel bir gerçeği
öğretmesini beklemek saçmaydı . Astronomi hakkında
bir şeyler öğrenmek
isteyen biri , başka bir
yere bakmalıydı . Doğal dünya
Tanrı’nın ilk açığa
çıkışıydı ve Hıristiyanlar , yeni coğrafi , biyolojik ve
fiziksel bilimlere dini
faaliyetler olarak bakmalıydı .
1492 ‘de Avrupa’daki
son Müslüman kalesi
Granada Krallığı fethedildi . Yahudi ve
Müslümanlara Hıristiyanlığa geçme
yada sürgün seçenekleri
verilmişti . Sürgünü seçen pek
çok Yahudi Osmanlı İmparatorluğuna sığınmış
ve Filistin’e yerleşmişti . İspanyol Yahudiler
için vatanlarını kaybetmek , tapınağın yıkılışından
beri insanlarının başına
gelen en
büyük felaketti . Her şeyin
ters gittiğini düşündüler
ve bütün dünyaları
çöktü . İsaac Luria (1534-72 ) Tekvin’in ilk
bölümü ile hiçbir
benzerlik taşımayan kabalacı
bir mit geliştirdi . Tanrı , yaratım sürecine
gönüllü sürgüne gitmekle
başlıyordu . Lurianın kabalasında
, İncil’in literal , yüzey anlamı , ilksel felaketin
bir belirtisiydi . Hz. Adem
yaratıldığında ruhani bir
varlıktı , ancak günah işlediğinde
‘büyük ruhu’ sarsılmış
ve doğası daha
maddi hale gelmişti . Bu
felaketten sonra , insanlık daha
farklı bir Tevrat’a
ihtiyaç duymuştu . Emirler ,
kirli maddeyi kutsal
maddeden ayırmak için
fiziksel eylemler talep
ederken , ilahi harfler , şimdi insanlarla
ve dünyevi meselelerle
bağ kuran kelimeler
meydana getiriyorlardı . ‘’
Dindar insanlar , şimdi emirlerin
maddi edimi içinde
hareket ediyorsa , eskiden ruhun Cennetsel giysisinde
hareket ediyorlardı . Öyleyse ,
Tanrı’nın insanı yarattığı
gün niyetlendiği gibi
hareket et ‘’
diye açıklıyordu Luria . Luria’nın yaratılış
öyküsünü mitsel olarak
yeniden yazışı , Yahudilere ,
öfke ve
ümitsizliğe yenilebilecekleri bir
dönemde bir coşku
ve iyilik ruhu
geliştirmelerinde yardımcı olmuştu .
Yeni disiplin
sola scriptura Avrupalı
Hıristiyanlar için bunu
yapamayacaktı . Luther , büyük
başarısından sonra bile
ölümden korkmaya devam
etti . Papa , Türkler , Yahudiler , kadınlar , isyankar köylüler , skolastik filozoflar
ve teololoji karşıtlarının
her birine karşı
sürekli bir öfke içindeydi
. Zwiingli’yle , Hz. İsa’nın son
yemekte Aşai Rabbani
Ayinini başlatırken , ‘’ Bu benim
bedenim ‘’ derken
ne demek istediği üzerine
şiddetli bir tartışmaya girdi . Calvin , bu iki
reformcunun zihinlerini bulandıran
ve kaçınılması gereken
bir anlaşmazlığa yol
açan öfkeden dehşete
düştü : ‘’ İki taraf da , tutku
olmaksızın hakikati nerede
bulabilecekse oraya doğru
takip etmek için
birbirini dinleme konusunda
sabır göstermekte başarısız
olmuştur . Zihinleri
karşıtlıklarının aşırı şiddetiyle
çileden çıkmasaydı,
anlaşmazlığın aslında o
kadar büyük olmadığı,
uzlaşmanın basitçe sağlanabileceği görülürdü . Yorumcuların , İncil’in her
bir pasajı hakkında
fikir birliğine varmaları
imkansızdı ; anlaşmazlıklar
alçak gönüllülükle ve
açık görüşle yürütülmeliydi . Bununla birlikte , Calvin’in kendisi
de her zaman
bu yüksek standartlara
uyum sağlamadı ; kendi kilisesinde
muhalifleri idama hazırdı .
Protestan reformu
Batıda ortaya çıkmaya
başlayan yeni kültürün
pek çok idealini
ifade etmiştir . Ekonomisi ,
daha önceki uygarlıklardaki gibi
artan tarım üretimi
miktarı yerine kaynakların
bilimsel ve teknolojik
karşılanmasına ve sermayeye
sürekli yatırıma dayanacaktı . Bu toplum
üretken olmak zorundaydı
ve Calvin’in teolojisi , iş ahlakını
desteklemekte kullanılacaktı .
Bireyler , matbaacılar , fabrika
çalışanları , ofis katipleri gibi
konumlarda alçakgönüllü bir
düzeyde de olsa
katılım göstermeliydi . Böylece ,
eğitim ve ilim
payı kazanacaklardı . Bu da
devletin karar verme
sürecinde daha büyük
bir pay talep
etmelerine varacaktı .
İnsanlar kutsal metni
artık modern bir
biçimde okuyorlardı . Protestanlar tek
başlarına Tanrı’nın önünde duruyor , sadece İncil’e
dayanıyorlardı . Ama bu ,
tüm Hıristiyanların bireysel
kopyaları edinmesini sağlayan
matbaanın keşfi ve
kitabı okumaları için
yeterli ilmi yetiyi
kazanmalarından önce imkansızdı . Bir zamanlar
ilahi Logos’un kopyaları
gözüken kutsal metin
kelimeleri esrarlı boyutlarını
kaybetti . Ama
Hıristiyanları dinsel uzmanların
gözetiminden kurtaran sessiz , bireysel okuma , modern ruhun
vazgeçilmezi haline gelecek
bağımsızlığı ifade ediyordu .
Sola scriptura , tartışmalı olmakla
birlikte , soylu bir idealdi . Buna karşın
uygulamada , herkesin bu aşırı
karmaşık belgeleri diledikleri
gibi yorumlayabileceğine dair
Tanrı vergisi bir
hakkı olduğu anlamına
geliyordu . Her biri sadece
kendisinin İncil’i anladığını
iddia eden Protestan
mezhepleri hızla çoğaldı . 1534 yılında
Munster’deki radikal bir
grup , çokeşliliğe izin veren , her
türlü şiddeti ve
özel mülkiyeti yasaklayan , bağımsız bir
teokratik ulus kurdu . Bu
kısa ömürlü deney
sadece bir yıl
sürdü fakat reformcuları
alarma geçirdi . İncil okumalarını
kontrol altında tutacak
yetke sahibi bir
bünye olmazsa , kimin doğru
olduğunu nereden bileceklerdi ? Luther şöyle
sordu : ‘’ Kim vicdanımıza hangi
tarafın Tanrı’nın sözünü
öğrettiği konusunda kesin
bilgi verecek ? Biz mi , karşıtlarımız mı? Her
fanatik istediğini öğrenme
hakkına sahip mi ? Calvin
bu görüşe katıldı : ‘’ Herkes bu
mesele üzerinde karar
verme ve son
sözü söyleme hakkına
sahipse , hiçbir şey kesin
belirlenemeyecek ve dinimiz
tutarsızlıkla dolacaktır .
17. yy. da Avrupa
politik oluşuma duyulan
ihtiyaç nedeniyle çıkmış
savaşlarla sarsıldı . Eski
feodal krallıklar , başlangıçta , güç kullanarak
birlik kabul ettirebilen
etkin , merkezi devletlere dönüştürülmeliydi . Modernizasyon geliştikçe , İngiltere gibi
ülkelerdeki Protestan hükümdarlar
devlet düşmanı diye
nitelendirilen Katolik yurttaşlarına
karşı zalimleşti . Militan Kalvinizm
ile yeniden canlanmış , reforme edilmiş
Katolikliğin yüzleşmesi ile
karmaşıklaşmışsa da , sözde Din
Savaşları ( 1618-48) aslında Fransa
Kralları ile Alman
Prensleri arasında , Kutsal Roma
İmparatorluğu ve papalıktan
politik anlamda
bağımsızlaşmak adına meydana
gelmiş otuz yıllık
bir çatışmaydı . Modernleşme ,
aşamalı ve yetki
verici unsurlar içeriyordu
ama bir hoşgörüsüzlüğe de
sahipti . Bu yeni Batılı
toplumu zalim ve
istilacı yönüyle tadacak
insanların bazıları için
özgürlük , bazıları için kölelik
demekti . 1620’de
kendilerini Anglikan düzeni
tarafından zulme uğramış
hisseden bir grup
radikal Kalvinist Yeni
Dünya’ya göç ettiler . Calvin’in Eski
Ahit’e duyduğu ilgiyi
miras almışlardı ve
özellikle , kendi
projelerinin literal bir
tatmini gibi görünen
Çıkış hikayesiyle ilgiliydiler . İngiltere onların
Mısır’ı , okyanusu aşmaları ise
yabanda dolanmalarıydı ;
artık Yeni Kenan
olarak isimlendirdikleri Vaat
Edilmiş Topraklara ulaşmışlardı .
Göçmenler kolonilerine
İncil’den isimler verdiler . Önderleri konumuna
yükselen John Winthrop
1630’da gemiye bindiğinde , birlikte yolculuk
edeceği insanlara Amerika’nın , İsrail olduğunu
duyurdu . Eski İsrailliler gibi , toprağı sahipleneceklerdi . O , Musa’nın Tesniye’deki
kelimelerinden alıntılar yaptı ; Göçmenler , Tanrı’nın emirlerini
izlerlerse başarıya ulaşacak , boyun eğmezlerse
yok olacaklardı . Toprağı sahiplenmeleri onları
yerlilerle karşı karşıya
getirdi . Bu durum için
de kutsal metinde
bir emir buldular . Sonraki koloniciler
gibi , bazıları yerlilerin kaderlerini
hak ettiğine inanıyordu . Ne çalışkandılar , ne de
toprağa yada ürünlerine
şifa olacak sanata , bilime , yetiye yada
beceriye sahiplerdi . Eski patriklerin
dar yerlerden daha
geniş , toprağın bomboş ve
harap halde olduğu
ve kimsenin onu
kullanmadığı yerlere geldikleri
gibi . Öyleyse , artık
kimsenin onu kullanmaya
çalışmadığı bir toprağı
almak meşruydu . Koloniciler direnen
yerlileri ‘’ İsrail’e karşı
ittifak eden ‘’ ve
dolayısıyla ‘’ yok edilmeleri
gereken ‘’ Amalekitler ve
Filistinlilerle karşılaştırdı .
Ama yerleşimcilerden bazıları , yerlilerin , Asurlular tarafından
M.Ö. 722’de sürülen
İsrail’in on kayıp
kabilesinden biri olduğu
görüşündeydi . Paul , Yahudilerin
son gelmeden önce Hıristiyanlığı kabul
edeceklerini öngördüğü için , yerlilerin din
değiştirmesi , Hz. İsa’nın İkinci
Gelişini hızlandıracaktı .
Kolonicilerin çoğu , Amerika’ya göçlerinin
son günlere bir
giriş olduğunu düşünüyordu . Kolonileri , İşaya tarafından
önceden görülmüş ‘’ tepedeki
şehir ‘’ ( İşaya 2-1. ..6.) , yeni
bir barış ve
mutluluk çağının başlangıcıydı . 1654’de Edward
Johnson bir New
England tarihi yayınladı : ‘’Bilin ki
burası , Tanrı’nın yeni bir
cennet ve bir
dünya ve beraberce bir
ortak refah yaratacağı
yerdir . Bunlar , Mesih’in
görkemli yenilenişinin ve
kiliselerin hiç olmadığı
denli haşmetle kuruluşunun
başlangıcından başka şeyler
değildir . Bu nedenle o , varlığını
göz kamaştıran parlaklığının
akdine halkının coşkusunun
alevli kadehine yol
açmıştır ki bu
andan itibaren parlaklık
dünyanın pek çok
yerinde hissedilmiştir .’’
Britanya’ya karşı
yürütülen bağımsızlık savaşının
liderlerinden Benjamin Franklin
ulusun simgesinin Kızıldeniz’in
ikiye ayrılışını resmetmesini
istedi fakat Amerikan
simgesi haline gelen
kartal sadece eski
bir imparatorluk amblemi
değil , aynı zamanda da
Çıkış’la bağlantılıydı . ‘’Mısırlılara ne yaptım ve
sizi nasıl kartal
kanatları üzerinde taşıdım
ve sizi kendime
getirdim , gördünüz .’’ (Çıkış
19- 4.) Diğer ülkelerden de
göçmenler , Mormonlar , zulümden
kaçan Yahudiler aynı şekilde
Çıkış hikayesinden esinlendiler . Tanrı , onları zulümden
kurtarmış ve kimi
zaman başkalarının canı
pahasına onlara yeni
bir toprak vermişti . Bugün pek
çok Amerikalı hala
kendilerini belirli bir
kadere sahip seçilmiş
insanlar olarak nitelendirmekte ve
uluslarını dünyanın geri
kalanı için bir
yol gösterici görmektedir . Önemli bir
sayıda Amerikalı Protestan
ise İsrail’le güçlü
bir kimlik bağı
hissetti . Amerikalılar
bağımsızlık ve özgürlüğe
adanmışsalar da , iki yüz
yıl boyunca ortalarında
köle edilmiş bir
İsrail bulundu .
1619’da bir
Hollanda gemisi , Batı Afrika’da
tutsak edilen ve
zorla Amerika’ya nakledilen
20 zenciyle Virginia
sahiline demir atmıştı . 1660’a gelindiğinde
bu tür Afrikalıların
durumu tanımlandı . Onlar alınıp
satılabilecek , kırbaçlanıp
zincirlenebilecek ve kabilelerinden , eşleri ve
çocuklarından ayrılabilecek kölelerdi . Hıristiyanlıkla köle
olarak tanıştırıldılar ve
Çıkış ; onların da öyküsü
haline geldi . İlk başta
muhtemelen geleneksel dinlerini
korumuşlardı . Efendileri , onların
din değiştirmeleri konusunda
ihtiyatlıydı çünkü özgürlük
ve temel insan
haklarını talep etmek
için İncil’i kullanabilirlerdi . Ama Hıristiyanlık , vaizler kutsal
metinden köleliği gerekçelendirmek için
alıntı yaptığı için , kölelere iğrenç
derecede ikiyüzlü gelecekti . Vaizler , Nuh’un torununa , Ham’ın oğlu
Kenan’a , yani Afrikalıların atasına
okuduğu lanetten alıntı
yapıyorlardı : ‘’ O , kardeşinin
aşağılık kölesi olacak .’’ ( Tekvin 9- 25. ) Paul’ün , kölelerin efendilerine
itaat etmeleri yönündeki
buyruklarına atıfta bulunuyorlardı . ( Efesliler 6- 5.) Ama
1780’lerde , Afrika kökenli
Amerikalı köleler , İncil’i kendi
terimleriyle yeniden tanımlayacaklardı .
‘’Ruhani’’ yani , Afrika
ibadetini tanımlayan ayak
vurmalar , el çırpmalar ,
ağlamalar ve feryatlar
eşliğinde okunan İncil
temalı şarkı ,
Hıristiyanlıklarında merkeziydi .
Kölelerin sadece yüzde beş kadarı
okuma-yazma biliyordu ; bu sebeple
‘’ ruhaniler ‘’ kelimelerin literal
algısı yerine İncil
öyküsünün özüne odaklandı . Luther gibi
onlar da doğrudan , Yakup’un melekle
güreşmesi , Yeşua’nın
vadedilmiş topraklara girmesi , Aslan’ın inindeki
Danyal ve Hz.
İsa’nın acı çekişi
ve yeniden dirilişi
gibi kendi durumlarına
seslenen hikayelere odaklanarak
kendi ‘’ kanon içinde
kanonlarını ‘’ yarattılar . Ama
en önemli anlatı , Çıkış’tı . Amerika kölelerin
Mısır’ıydı fakat bir
gün Tanrı , onları özgür
kılacaktı :
İsrail Mısır
toprağındayken
Ey , bırak
gitsin halkım ! Öyle zulüm
gördüler ki ayakta
duramıyorlardı
Ey , bırak
gitsin halkım !
Ey Musa aşağı
in , Mısır toprağına
Ve söyle Kral
Firavuna
Bıraksın , gitsin
halkım !
Köleler , Çıkış öyküsünü , bilinçlerini yükseltmek , içinde yaşadıkları
insanlık dışı şartlara
dayanabilmek ve adalet
talep etmek adına yardım etmesi
için kullandılar . Ruhaniler ,
Abraham Lincoln’ın köleliği
kaldırmasından çok sonraya
kadar yaşadı . Çıkış öyküsü
1960’lardaki sivil haklar
hareketi sırasında Martin
Luther King Jr’a
ilham verdi. King ve
Malcolm X suikastlarından sonra , siyah
özgürleşme ilahiyatçısı James
Hal Cone ; Hıristiyan teolojinin , zulüm görenlerin
durumuyla tamamen özdeşleşen
ve bu insanların
özgürlük savaşının ilahi
niteliğini doğrulayan siyah
teoloji haline gelmesi
gerektiğini ileri sürdü .
Bir
metin , tamamen karşıt çıkarlara
hizmet etmek üzere
yorumlanabilirdi . İnsanlar , İncil’i
maneviyatlarının odağı yapma
konusunda teşvik edildikçe , temel bir
mesaj bulmak da
o kadar zor
hale geldi . Afrika asıllı
Amerikalılar özgürlük teolojilerini
İncil üzerine kurarken , aynı zamanda
Ku Klux Klan , İncil’i siyahları
linç etmeyi gerekçelendirmek için
kullanıyordu . Çıkış
hikayesi herkes için
özgürlük demek değildi . Musa’ya yabanda
isyan eden İsrailliler
yok edilmişti ; yerli Kenanlılar
Yeşua’nın orduları tarafından
katledilmişti . Siyah teologlar ,
İsraillilerin köle sahibi
olduklarına ; Tanrı’nın , kızlarını
köle olmaları için
satmalarına izin verdiğine
ve Tanrı’nın , İbrahim’e de Mısır’
lı köle
kız Hacer’i yabanda
terk etmesini buyurduğuna
işaret ettiler . ( Çıkış 21- 7…11 , Tekvin 16- 21. , 8- 21. ) Sola scriptura , insanları İncil’in
yoluna yönlendirebilirdi fakat
asla mutlak bir
emir veremezdi . İnsanlar her
zaman karşıt bir
bakış açısını destekleyecek
alternatif metinler bulabilirdi . 17. Yy.’ a
gelindiğinde , dindar
insanlar keskin bir
şekilde İncil’in epey
akıl karıştırıcı bir
kitap olduğunu fark
etmeye başlamışlardı ve bu
, netlik ve akılcılığın
daha önce hiç
olmadığı kadar övüldüğü
bir zamandı .
17. yy. sonlarına
gelindiğinde Avrupalılar akıl
çağına girmişti . Alimler başarılmışı
muhafaza etmek yerine , öncülere ve uzmanlara
dönüşüyordu . Aydınlanma
adıyla bilinen felsefi
hareketin akılcılığı
analitik bir düşünce
biçimini teşvik etti . İnsanlar , şeyleri bütün
halinde görmeye çalışmak
yerine , karmaşık bir gerçekliği
parçalara ayırıp onu
oluşturan kısımları incelemeyi
öğreniyordu . Tüm bunlar insanların İncil’i
okuma biçimleri üzerinde
derin bir etki
yaratacaktı .
Bacon (1561-1626 ) en kutsal
kuramların bile deneye
dayalı bilimin sıkı
yöntemlerine tabi tutulmasının
gerektiğini öne süren ilk
kişiydi . Bunun anlamı ,
inançlar algılarımızın kanıtıyla
çelişiyorsa , onlardan
vazgeçmekti . Bilimden büyülenen Bacon , bilimin dünyayı
kurtaracağını ve peygamberlerce önceden
söylenmiş bin yıllık
krallığı başlatacağını düşünüyordu. O halde , bilimin gelişimi yüreksiz , basit ruhban
sınıfı tarafından engellenemezdi .
Yeni hümanizm
dine karşı gittikçe
daha muhalifleşiyordu .
Fransız filozof Descartes (1596-1650) vahiyle verilmiş
kutsal metne gereksinilmediğini , çünkü aklın
bize Tanrı’yla ilgili
bolca bilgi sunduğunu
ileri sürdü . İngiliz matematikçi
İsaac Newton (1642-1727)
İncil’den çok az bahsetti , çünkü , Tanrı bilgisini , evren üzerine
yaptığı yoğun çalışmadan
alıyordu . Aydınlanmanın
kurucularından John Locke’un
(1632-1704) benimsediği yeni
Deizm inancı sadece
akla dayanıyordu . İmmanuel Kant
(1724-1804) ilahi bir
biçimde kendini gösteren
İncil’in , insanoğlunun özerkliğini ve
özgürlüğünü ihlal ettiğini
düşünüyordu . İskoç David Hume
(1711-1776) , algılayabildiğimizin
dışında bir şeylerin
varlığına inanmak için
bir sebep bulunmadığını
ileri sürdü . Filozof ve
eleştirmen , romancı Denis Diderot
(1713-1789) Tanrı’nın var
olup olmadığını umursamazken , Paul Heinrich (1723-1789)
ise doğaüstü bir
Tanrı’ya inanmanın bir
korkaklık ve ümitsizlik
eylemi olduğunu iddia
edecekti .
Almanya’daki fakir bir Tevrat eğitimcisinin zeki oğlu Moses Mendelssohn (1729-1786) kendisine bir sağduyu meselesi gibi görünen yardımsever Tanrı fikrini kabul ediyordu. Museviliği moderniteye uygun, akılcı bir inanç halinde sunan bir Yahudi aydınlanmasını, Haskalah’ı yarattı. Sina dağında Tanrı kendini bir dizi doktrinle değil , yasayla açımlamıştı , dolayısıyla sadece ahlak kurallarıyla ilgiliydi ve aklı tümüyle serbest bırakmıştı . Yahudiler , yetkesini kabul etmeden önce, kendilerini İncil’in iddialarına akılcı bir biçimde ikna etmelilerdi . Bunu Musevilik olarak görmek zordur . Mendelssohn bunu ruhaniliğe uzak , akılcı bir kalıba sokmaya çalıştı . Bununla birlikte , maskilim ( aydınlanmış olanlar ) adıyla bilinen pek çok Yahudi onu izlemeye hazırdı . Getto’nun entelektüel sınırlamalarından kurtulmak , gentile ( Gayri Yahudi ) topluma girmek , yeni bilimler çalışmak ve inançlarını kendilerine özel tutmak için şevk duyuyorlardı .
Almanya’daki fakir bir Tevrat eğitimcisinin zeki oğlu Moses Mendelssohn (1729-1786) kendisine bir sağduyu meselesi gibi görünen yardımsever Tanrı fikrini kabul ediyordu. Museviliği moderniteye uygun, akılcı bir inanç halinde sunan bir Yahudi aydınlanmasını, Haskalah’ı yarattı. Sina dağında Tanrı kendini bir dizi doktrinle değil , yasayla açımlamıştı , dolayısıyla sadece ahlak kurallarıyla ilgiliydi ve aklı tümüyle serbest bırakmıştı . Yahudiler , yetkesini kabul etmeden önce, kendilerini İncil’in iddialarına akılcı bir biçimde ikna etmelilerdi . Bunu Musevilik olarak görmek zordur . Mendelssohn bunu ruhaniliğe uzak , akılcı bir kalıba sokmaya çalıştı . Bununla birlikte , maskilim ( aydınlanmış olanlar ) adıyla bilinen pek çok Yahudi onu izlemeye hazırdı . Getto’nun entelektüel sınırlamalarından kurtulmak , gentile ( Gayri Yahudi ) topluma girmek , yeni bilimler çalışmak ve inançlarını kendilerine özel tutmak için şevk duyuyorlardı .
Ama
bu akılcılık , Polonya , Galiçya
, Belarus ve Litvanya
Yahudileri arasında , moderniteye karşı
bir isyan doğuran , gizemci bir
hareket ile karşı
karşıya geldi . 1735 yılında
Polonya’nın güneydoğusundan fakir
bir hancı , İsrael ben
Eliezer (1698-1760) ‘’İyi
ismin ustası’’ , yani , Doğu Avrupa’nın
kırsal bölgelerinde dolaşıp
Tanrı adına vaaz
veren ve imanla
tedavi eden biri
olduğunu açıkladı . Polonya Yahudileri
için karanlık bir
zamandı . Yahudiler
soylulara karşı bir
köylü ayaklanması sırasında
(1648-1667) toplu katliama
uğramışlardı ve hala
kırılgan ve ekonomik
açıdan kötü durumdaydılar . Eliezer bir
reform hareketi başlattı
ve Besht ; sıra dışı durum
ustası adıyla tanındı . Besht , Talmud üzerine
çalıştığı için değil , geleneksel duaları
coşku ve konsantrasyonla söyleyip
Tanrı’yla vecd halinde
birliğe eriştiği için
Tanrı tarafından ayrıcalıklı
kılındığını ileri sürdü . Besht , Tevrat çalışmasının
ibadetten öncelikli olduğuna
inanan Talmud çağı
rahiplerinin aksine tefekkürün
üstünlüğünde ısrarcı oldu . Bir
haham kendisini kitaplarının
içine gömüp fakiri
ihmal etmemeliydi . Hasidik ruhanilik , İsaac Luria’nın
maddi dünyada kapalı
kalmış ilahi kıvılcımlar
mitine dayanıyordu fakat
Besht , bu trajik bakışı
Tanrı’nın her terdeki
varlığına yönelik olumlu
şükretmeye dönüştürdü .
İlahi olanın bir
kıvılcımı herhangi bir
maddi cisimde cismin
değersizliğine bakılmaksızın bulunabilirdi
ve hiçbir eylem
( yemek , içmek , sevişmek yada bir
iş yürütmek ) dine
saygısızlık değildi . Bir hasid , ebedi
Tanrı varlığına dair
bilincini sürekli ‘’ bağlılık ‘’ uygulamasıyla
geliştirirdi . Hasidikler bu gelişkin
bilinci , coşkun , gürültülü
patırtılı ibadetin yanında , tüm
benliklerini ibadetlerine adamalarına
yardım eden abartılı
hareketlerle ifade ettiler .
Hasidikler , en sıradan
nesnede saklı ilahi
kıvılcımı görmek için
maddenin perdesinden öteye
baktıkları anda , İncil’in sözlerini
çözmeyi ve yüzeyin
altında saklı ilahiliği
görmeyi de öğrendiler . Tevrat’ın kelimeleri
ve harfleri En
Sof’un ışığını barındıran
damarlardı . Öyleyse bir hasid
metnin safiyane literal
anlamına değil , açığa çıkardığı
ruhaniliğe odaklanmalıydı .
Açık görüşlü bir
tavır geliştirmeli , İncil’i zihinsel
güçlerinde dizginleri ele
alarak kendisiyle konuşmasına
izin vermeliydi . Besht bir
gün Hasidik harekette
kendisinden sonra lider
konumuna erişecek bilgili
bir kabalacı , Dov Ber
(1716-1772) tarafından ziyaret
edildi . İki adam birlikte
Tevrat üzerine çalıştı
ve melekler hakkında
bir metin üzerine düşüncelere
daldı . Dov Ber bu
bölüme daha çok
soyut bir biçimde
yaklaştı ve Besht , ona
üzerinde tartıştıkları meleklere
saygı göstermesi için
ayağa kalkmasını söyledi . Dov
Ber ayağa kalkar
kalkmaz ‘’bütün ev
ışıkla kaplandı , her yanı
bir ateş sardı
ve ikisi de
meleklerin varlığını duyumsadı . Besht Dov
Ber’e ‘’ Yalın okuma
tıpkı söylediğin gibidir
fakat inceleme üslubun
ruhtan yoksundu ‘’ dedi .
Aklı selim bir
okuma , ibadet tavırları ve
hareketleri olmaksızın görünmeze
dönük görüşü getirmeyecekti . Bu tip
bir ibadet olmaksızın
Tevrat çalışması beyhudeydi .
Dov
Ber Hasidik hareketin
önderliğine gelince , ilmi saygınlığı
pek çok haham
ve alimi harekete
geçirdi . Ama tefsiri artık
kuru ve akademik
değildi . Tilmizlerinden biri ,
‘’ Hakikatin sözlerini konuşmak
için ağzını açtığında , kesinlikle bu
dünyadan değilmiş gibi
göründüğünü ve İlahi
Varlığın onun gırtlağından
konuştuğunu ‘’ söylemişti . ‘’ Tevrat’ın
en iyi nasıl
öğretileceğini size göstereceğim ‘’ derdi
Dov Ber ‘’ kişinin
kendi bilincinde olmamasıyla
değil , sesin dünyasını konuştuğunu
dinleyen ama kendi
konuşmayan bir kulak
gibi olmasıyla ‘’ Tefsirci
kendini ilahi varlık
için vasıta kılmalıydı .
Tevrat tefsirciyi aracıymış
gibi kullanmalıydı .
18. yy. sonuna
gelindiğinde Alman alimler
İncil çalışmalarında başı
çekiyorlardı . Hz. Musa’nın her
biri kendine özgü
üslupla yazan farklı
yazara sahip görünen
Tevrat’ı yazmış olamayacağında hemfikirdiler . Tekvin’ de iki
ana doküman bulunduğu ileri
sürüldü . 19. yy. dan itibaren Yüksek
Eleştiriyi benimsemiş alimler
Tevrat’ın ilk beş
kitabının aslında birbirinden
bağımsız dört kaynağın
bir birleşimi olduğuna
dair genel fikir
birliğine varmıştı . Julius Wellhausen
(1844-1918) uzun zamandır
kendisini meşgul eden
problemi çözmüştü .
Peygamberler neden asla
Musa kanununa atıfta
bulunmamışlardı ? Yahveci ve Elohist’in
çalışmalarına aşina Tesniyeci , neden rahip
belgesine karşı umursamazdı ? Çalışması , çağdaşları tarafından
eleştirel yöntemin zirvesi
olarak nitelendirildi ,
fakat Wellhausen’in kendisi , araştırmanın henüz
yeni başladığının farkındaydı
ve söz konusu
çalışma bugün de
devam etmektedir .
Bu
keşifler Yahudi ve
Hıristiyanların dini yaşamlarını
nasıl etkileyecekti . Kutsal metin , Hz.
İsa’ya erişmek için
tek olanak olduğu
için Hıristiyan yaşamının
esasıydı . Buna karşın ,
yazarları içinde bulundukları
tarihsel şartlar tarafından
güdülendiklerinden ,
ifadelerini eleştirel araştırmaya
tutmak meşruydu . Hz. İsa’nın
yaşamı ilahi bir
açımlamaydı fakat onu kaydeden
yazarlar günah ve
yanlışlara kapılmaya meyilli , sıradan insanlardı . Yanlış yapmaları
fazlasıyla muhtemeldi . Ama kutsal
Ruh , kanon kitapları
seçimlerinde Kiliseyi yönlendirmişti ; dolayısıyla Hıristiyanlar
Yeni Ahit’e güvenebilirlerdi . Yasa ve
Peygamberler Yeni Ahit
yazarlarının kutsal metni
olagelmişti . Ama
Schleirmacher Eski Ahit’in
Hıristiyanlar için Yeni
Ahit kadar yetkin
olmadığına inanıyordu .
Farklı Tanrı , günah , erdem görüşleri
vardı ve ruhtan
ziyade yasaya dayanıyordu . Zamanla Eski
Ahit bir ilave
konumuna bile düşürülebilirdi . Bu İncil
teorisi evrensel dini
mesajı İncillerde arayan , önemsiz görünen
şeyleri terk eden , bu
esas gerçekleri modern
bir kitleyi çekecek
bir üslupla ifade
etmeye çalışan ve
liberalizm adıyla bilinen
yeni bir Hıristiyan
hareketi doğurdu .
1859 yılında
Charles Darwin (1809-1882)
bilim tarihinde yepyeni
bir dönemi belirleyen
Türlerin Kökeni isimli
çalışmasını yayınladı . Darwin ,
Bacon’cu üslupla sadece olguları
bir araya getirmek
yerine bir hipotez
öne sürmüştü : Hayvanlar ,
bitkiler ve insanlar
tamamen biçim verilmiş
bir halde yaratılmamış , çevrelerine evrimsel
uyum sağladıkları uzun
bir dönem içinde
yavaşça gelişmişlerdi .
Sonraki bir çalışmasında
İnsanın Türeyişinde , Homo sapiens’in
goril ve şempanze
ile aynı proto-maymundan evrildiğini
ileri sürdü . Türlerin Kökeni
bilimsel bir teorinin
makul , dikkatli bir açıklamasıydı . Darwin dine
saldırmak niyetinde değildi
ve ilk başta , dini
bir tepki de
yoktu . Yedi Anglikan rahip 1861’de
‘’ Yüksek Eleştiri’ yi ‘’
genel okuyucuya erişilir
kılan çalışmayı yayınlayınca
büyük bir yaygara
çıktı . Halk , Musa’nın Tevrat’ın ilk
beş kitabını , Davut’un da
İlahileri yazmadığından artık
haberdardı . İncil’deki
mucizeler sadece edebi
mecazlardı ve gerçek
gibi algılanmamalıydılar .
İncil’de anlatılan olayların
pek çoğu açıkça
tarihsel değildi .
19.
yy. sonunda , liberal ve
muhafazakar Hıristiyanlar arasında
çekişmenin ana noktası , Darvincilik yerine
Yüksek Eleştiriydi . Modern dünyanın
akılcı eğilimi gitgide
artan sayıda Batılı
Hıristiyan’ın mitolojinin rolü
ve değerine saygı
duymasını , olanaksız
kılmadıysa da , zorlaştırdı .
Bu sebeple , din gerçeklerin
olgusal olması gerektiğine
dair artan bir
inanış ve Edebi
Tarihi Eleştirinin tehlikeli
bir boşluk bırakacağına
dair derin bir
korku ortaya çıktı .
Bir
mucizeyi dikkate almadığınız
an , tutarlılık hepsini reddetmenizi
talep ederdi . Luther’ci bir
papaz şöyle sordu : ‘’ Yunus , balinanın karnında
üç gün kalmadıysa , İsa mezarından
gerçekten kalkmış mıdır ? ‘’ Rahip sınıfı
yaygın sarhoşluk , gittikçe artan
suç ve boşanma
oranı için Yüksek
Eleştiriyi suçladı .
Mezhepler içinde
liberallere karşı sayıca
çok azaldıklarını hisseden
muhafazakarlar bir araya
gelmeye başladılar .
Muhafazakarların zihinlerini Yüksek
Eleştiriden arındırdıkları İncil
Konferansı , 19. yy.’ın son yıllarında
ABD’de gittikçe popüler
hale geldi . İnsanlar İncil’den
artık tamamen yeni , o
zamana dek sunmuş
gibi yapmadığı bir
şey bekliyorlardı .
Amerikalı Protestan Pierson
İncil’in gerçekten tarafsız
ve bilimsel bir
ruhla tartışılmasını istedi : ‘’ Bir hipotezle
başlayıp , sonradan
olgularla felsefeyi doğmamızın
kancasına uyacak şekilde
bükmeyen , bunun yerine öncelikle
Tanrı’nın sözünün öğretilerini
alan ve olguların düzenlenebileceği bir
genel hukuk ortaya
çıkarmanın yollarını arayan, Baconcu sisteme
sahip bir İncil
teolojisini seviyorum.’’ Pek çok
geleneksel inancın yıpratıldığı
bir dönemde bu
anlaşılabilir bir arzuydu
fakat İncil’in mitleri ; Pierson’un beklediği
bilimsel kesinliği hiçbir
şekilde sağlayamazdı .
1881’de Hodge
ve meslektaşı Warfield
İncil’in literal doğruluğuna
dair bir savunma
yayınladı . ‘’Kutsal
metinler sadece Tanrı’nın
Sözünü içermez , aynı zamanda
Tanrı’nın Sözünün kendisidirler . Dolayısıyla tüm
unsurları ve tüm
doğrulamaları mutlaka yanlışsız
ve insan inancı
ile itaatine bağlıdır.’’ İncil’e ait
her ifade yada
her konu , mutlak biçimde
‘’ gerçeklere sadıktı’’.
İnancın doğası değişiyordu . Artık ‘’güven’’
değil , bir dizi inanca
entelektüel teslimiyet vardı . Ama
Hodge ve Warfield
için bu , inançsızlığın askıya
alınışını gerektirmiyordu çünkü
Hıristiyanlık tamamen akılcıydı . Warfield sonraları
şöyle demişti : ‘’ Bu kadar
yolu akılla geldi
ve düşmanlarını da
sadece akılla ayağının
altına alacak .’’ Bu tamamen
yeni bir başlangıçtı . Geçmişte kimi
yorumcular İncil’in literal
anlamı üzerine yapılan çalışmayı
övmüştü fakat kutsal
metnin her bir
sözcüğünün olgusal anlamda
doğru olduğuna asla inanmamışlardı
. Pek çoğu , dikkat alanımızı
harflerle sınırlandırırsak İncil’in
imkansız bir metin
olduğunu itiraf etmişti . Ancak Warfield
ve Hodge’un önderlik
ettiği İncil’in yanılmazlığına dair
inanç , Hıristiyan
köktenciliği için can
alıcı konuma gelecek
ve hatırı sayılır
bir reddediş içerecekti .
Aynı şey , muhafazakar Amerikan
Protestanlara 19. yy.
sonunda hakim olan
yeni apokaliptik görüş için
de geçerliydi .İngiliz Nelson
Darby (1800-1882) Vahiy’ in
literal okunması temelinde Tanrı’nın
tarihin bu dönemini
kısa süre sonra
görülmemiş , korkunç bir felaketle
sona erdireceğine inanmıştı . Sondan önceki
gelişi Aziz Paul
tarafından söylenmiş sahte
kurtarıcı Deccal , ilk başta
hoş karşılanacak ve
dikkatsizleri yanıltacaktı .
Sonra insanlığın üzerine
yedi yıl sürecek
çile , savaş ve katliam
salacak ama sonunda
Hz. İsa dünyaya
inecek , onu Kudüs’ün dışındaki
Mahşer ovasında yenecekti . Ardından Hz.
İsa , Son Yargı tarihi
sona erdirene dek
bin yıl boyunca
dünyada hüküm sürecekti . Bu teorinin
çekiciliği , gerçek
inançlıların esirgeneceği söylemindeydi . Darby , İkinci Geliş’te
Hıristiyanların Hz. İsa ile tanışmak
üzere ‘’ bulutlara çıkarılacağını ‘’ söyleyen
Aziz Paul’ün ifadesini
temel alarak , Çile’den hemen
önce yeniden doğmuş
Hıristiyanların bir ‘’vecd ‘’
bir ‘’kapış ‘’ yaşayarak
cennete alınacaklarını ve böylece
bitiş zamanının acılarından
kurtulacaklarını ileri sürdü .
Yahudi dünyası
da moderniteyi benimsemek
isteyenlerle onunla mücadele
vermeye kararlılar arasında
bölünmüştü . Almanya’da
Aydınlanmayı benimsemiş Maksilim , getto ile
modern dünya arasında
bir köprü olabileceklerine inanıyordu . 19. Yy.’ın
ilk yıllarında bazıları
dini yeniden biçimlendirmek istedi . Ayinleri , koro şarkıları
ve kadın-erkek karma korolarla
Almanca icra edilen
Reform Yahudiliği ,
Yahudilikten çok Protestanlık
gibi gözüküyordu . Hamburg ve
Berlin’de Ortodoks hahamları
tiksindiren sinagoglar kurulmuştu . Reformcular modern
dünyaya aitti . Akıldışı ,
gizemci yada gizemli
için vakitleri yoktu . 1840’lara gelindiğinde , Yahudi tarihinin
eleştirel bir çalışmasına
girişen kimi Reform
alimleri , Musevilik Bilimi adıyla
bilinen bir ekol
kurdular . Tanrı’nın sadece dünyaya
inerse insan zihninde
tamamen fark edileceğini
ve tam potansiyeline
erişebileceğini ileri süren
Friedrich Hegel’in (1770-1831)
felsefelerinden etkilenmişlerdi .
Hem Hegel , hem Kant , Museviliği kötü
dinin somut örneği
olarak görmüştü . Hegel ,
Yahudi Tanrı’nın , katlanılmaz yasalarına
sorgusuz sualsiz teslimiyet
bekleyen bir acımasız
olduğunu ileri sürmüştü .
Hz. İsa
insanları bu durumdan
kurtarmaya çalışmıştı fakat
Hıristiyanlar eski tiranlığa
geri dönmüştü . Musevilik Bilimi
alimlerinin tümü , bu önyargıyı
düzeltmek için tüm
İncil hikayesini Hegelci
terimlerle yeniden yazdı . Çalışmalarına göre
İncil , Yahudiliğin kendi öz
bilincine erişmesini sağlayan
tinselleşme sürecini kayda
geçirmişti . Solomon Stecher (1808-1889)
Yahudilerin Hegelci Tanrı
kavrayışına erişen ilk
kişiler olduklarını ileri
sürdü . İbrani peygamberleri ,
başta ilhamlarının kaynağının
dışsal bir güçten
geldiğini düşünmüş fakat
sonunda buna yol
açan şeyin Tin-doğaları
olduğunu anlamışlardı . Sürgün ,
Tanrı’ya özgürce yaklaşabilsinler diye
Yahudileri dışsal destek
ve kontrollerden uzaklaştırmıştı. Samuel Hirsch (1815-1889) İbrahim’in
pagan kaderciliğini ve
bağımlılığını , kendini tam anlamıyla
kontrol altında tutarak
Tanrı’nın önünde tek
başına durabilmek adına
terk eden ilk
insanken , Hıristiyanlığın
putperestliğin batıllığı ve akıldışılığına dönmüş
olduğunu ileri sürdü.
Ama
bazı tarihçiler ,
Reformculuğun yok etmek istediği
muska takmak , perhiz kuralları , ayin , sessizlik , oruç , ilahi söylemek
ve törenlere özgü
hareketlerin , geleneğin
hepten yok edilmesinde
büyük tehlike olduğuna
inanıyorlardı . Bu
uygulamalar Yahudi yaşamının
elzem unsurları haline
gelmişti ve onlarsız
Musevilik soyut , cansız bir
kurallar sistemine doğru
yozlaşabilirdi . Tek başına akıl
Museviliğin en iyi
halini tanımlayan haz ve keyfi
üretemezdi . Reform
Museviliği bu eleştirilerin
doğruluğunu fark edecek
ve zamanında vazgeçtiği
adetlerinden bazılarına yeniden
dönecekti . Geleneğin
kaybedilmesi konusunda derin
endişeleri olan sofu
Yahudiler 19. yy.
sırasında Yeşivalar ( Talmud
eğitimi veren eğitim
kurumları) kurmaya başladılar.
Geçmişte Yeşiva, basitçe sinagogun
arkasında Tevrat ve Talmud çalışması
için yapılmış birkaç
odadan oluşurdu . Yüzlerce yetenekli
öğrencinin bir araya
toplandığı , Avrupa’nın dört bir
yanından uzmanların geldiği
Yeşivalar kuruldu . Öğrenciler Tevrat
hakkında bilgi öğrenmek
için buralarda değillerdi ; tekrarla öğrenme , hazırlık , canlı ve
ateşli tartışma süreçleri
ibadet gibi görülüyordu . Bu öğrenciler
aldıkları eğitim ve
ideolojiyle yerel cemaatleri
içinde birer kadroya
dönüşmeye eğilimliydiler .
19.yy. sonunda
dünya gerçekten de
Tanrısız bir yer
gibi görünebilirdi .
Ateistler sakıngan bir
azınlık değillerdi .
Hegel’in öğrencileri Tanrı
fikrinin insanlığımızı zayıflattığını ve
değerini düşürdüğünü ileri
sürüyorlardı . Karl Marx’a (1818-1883) göre din
hasta bir toplumun
belirtisi , hastalanmış
sosyal sistemi tahammül
edilebilir kılan bir
afyondu ve bir
şifa bulma istemini
yok ediyordu . Kutsal metin
ile bilim arasında
günümüzde hala süren
savaş için tetiği ilk
çekenler radikal Darwinciler
oldu . Din ile bilimin
tam anlamıyla bağdaşmazlığını kanıtlamak
için evrim teorisini
basitleştirerek halkın anlayacağı
şekle soktular .
20.yy’ın dönümünde
Yahudiler , Avrupa
insanlarının temel biyolojik
ve genetik niteliklerini
fazlasıyla dar bir
alana sığdırarak tanımlayan , böylece Yahudi’nin
‘’öteki ‘’ haline
getirildiği yeni bir
bilimsel ırkçılık yüzünden
tehlike içindeydi . Dindar
olmayan bazı Yahudiler
anavatan Filistin’de bir
Yahudi devleti kurmaya yönelik
politik bir harekete , Siyonizm’i yaratmaya
yöneldiler . İncil’e ait İsrail
Toprakları simgesini kullansalar
da , Siyonistler itkilerini dinde
değil , seküler modern düşüncede , yani , ulusçuluk ,
sömürgecilik ve sosyalistlikte bulmuşlardı .
Seküler modernite
pek çok açıdan
iyi niyetliydi fakat
aynı zamanda şiddetliydi
ve silahlı mücadeleyi
romantikleştirmeye eğilimliydi .
1914 - 1945 arasında Avrupa
ve Sovyetler Birliğinde
70 milyon insan
savaş ve çatışma
sonucu öldü . İki Dünya
Savaşında zalimce etkili
bir etnik temizlik
ile soykırım eylemleri
yaşandı . En korkunç gaddarlıkların bazıları , Avrupa’daki en
gelişkin ve eğitimli toplumlarından
birini yaratmış olan
Almanlar tarafından yapıldı . Artık akılcı
eğitimin barbarlığı yok
edeceğini varsaymak mümkün
değildi . II. Dünya
Savaşının dehşeti , Japon şehirleri
Hiroşima ile Nagazaki
üstündeki ilk atom bombalarının
patlamasıyla sona erdi . Yy’lar
boyunca erkekler ve
kadınlar Tanrı’nın getireceği
son bir kıyametin
hayalini kurmuştu . Şimdiyse bunu
yapmanın yolunu müthiş
bilgilerini kullanarak kendi
kendilerine bulmuşlardı .
Ölüm kampı , mantar bulutu
ve günümüzde çevrenin
nedensizce yok edilişi , modern kültürün
kalbindeki nihilst ( Her
türlü gerçek varlığı
inkar eden aşırı
bireycilik , hiççilik , yokçuluk ) merhametsizliği açığa
çıkarmaktadır . İncil’in
yorumlanması her zaman
tarihi koşulların etkisinde
kalmıştı ve 20
yy. boyunca Yahudiler , Hıristiyanlar ve
Müslümanlar modernitenin şiddetini
benimsemiş , kutsal metne dayalı
ideolojilerini geliştirmeye başlamışlardı .
Birinci Dünya
Savaşı sırasında ABD’deki
muhafazakar Protestan’cılığa bir
terör unsuru
girdi : Eşine rastlanmamış katliam
öylesine büyük bir ölçekteydi
ki insanlar bunların Vahiy’ de
öngörülmüş savaşlar olduğu
sonucuna vardılar . Muhafazakarlar
artık İncil’in her
sözünün literal anlamda
gerçekliğine inandıkları için , yaşanan olayları
belirli İncil öngörülerinin
gerçekleşmesi olarak görmeye
başladılar . İbrani
Peygamberleri Yahudilerin sondan
önce topraklarına döneceklerini
ilan etmişlerdi ,
dolayısıyla İngiltere hükümeti
Filistin’de bir Yahudi
yurdu için destek
teminatı vererek Balfour
Deklarasyonu’nu (1917) çıkardığında , Hıristiyan köktenciler
şaşkınlık ve sevinç
karışımı bir duygu
hissettiler . Cyrus Scofield ,
Rusya’nın kıyametten önce
İsrail’e saldıracak ‘’ Kuzey’den
gelen güç ‘’ ( Danyal 11- 15. , Yeremya 1- 14.) olduğunu ileri
sürdü. Savaştan sonra Milletler
Cemiyetinin yaratılışının Vahiy
16-14.’ün içerdiği kehaneti
gerçekleştirdiği açıktı . ‘’
Bunlar doğaüstü belirtiler
gerçekleştiren cinlerin ruhlarıdır . Her şeye
gücü yeten Tanrı’nın
büyük gününde olacak
savaş için bütün
dünyanın krallarını toplamaya
gidiyorlar .’’ Milletler Cemiyeti
, yeniden canlanmış ve
sahte Mesih’in kısa
süreliğine yöneteceği Roma
İmparatorluğuydu . Hıristiyan
köktendinciler İncil’i okuduklarında
kendilerini kısa zaman
içinde dünyayı yok
edecek şeytani güçlerle
yüz yüze gördüler .
Hıristiyan köktencilere
göre Milletler Cemiyeti
( Birlemiş Milletler ) gibi barışı
koruyacağını söyleyen kurumlar
yanlış yoldaydı. Sahte Mesih,
muhtemelen bir barış kurucusu çıkacaktı . Hz. İsa
artık , şefkatli bir
kurtarıcı değil , Vahiy’ in önde gelen coşkun
ideologlarından İsaac Holderman’ın
söylediği gibi ‘’ Ne
dostluk , ne de sevgi
arayan biri gibi
gelen ……….,Giysileri kana ,
başkalarının kanına bulanmış. İnsanların kanını
dökebilsin diye inen ‘’
savaşçı Mesih’ti .
Hıristiyan tefsirciler
Hz. İsa’yı İncil’in
kalbi olarak görmeyi
sürdürdüler . İsviçreli Cizvit Balthasar
(1905-1988) teolojisinde Enkarnasyon ( Hz.
İsa’nın insan bedeninde
‘’ete kemiğe bürünen’’
Logos’un inişi ) fikri üzerine
eğildi . Ona göre Hz.
İsa , kutsal metin gibi , Tanrı’nın Söz’ ünün
insan biçimi almış
haliydi . Tanrı bilinebilirdi ve
kendini bizim anlayabileceğimiz şekilde
ifade edebilirdi . Ama bu
zor fakat elzem
metinlerle sürekli boğuşmak
durumundaydık . İncil , okuyuculara
ilahi olan kendi
yaşamlarının ideal boyutu
olarak görmelerine yardımcı , Tanrı ile
insan arasındaki karşılaşmalarının örnek
hikayelerini sunuyordu .
Buna karşın , Tanrı’nın İncil’deki
vahyinin belirleyici ‘’esas’’
yada köklerini çıkarmak
imkansızdı . Teoloji , ‘’ kelimeler
ve kavramlardaki yansımadan
fazlası olamaz, asla sona erdirilemezdi
, asla tamamen anlaşılamazdı. ’’
Harvard’da karşılaştırmalı din
profesörlüğü yapmış Wilfred
Cantwell Smith (1916-2000)
yakın geçmişte İncil’i
tarihsel biçimde anlamanın
önemini vurgulamıştı .
Fikrine göre , ayetlerinden herhangi
biri pek çok
farklı yolla yorumlanabilecekken , İncil’in gerçekten
ne söylemek istediğini
bilmek olanaksızdı . Dindar kişiler , belirli bir
yer ve zamanın
sınırları içinde kendi
kurtuluşlarının yolunu bulmuştu . İncil , tarihlerinin farklı
evrelerinde Yahudi ve
Hıristiyanlara farklı şeyler
söylemişti ; tefsirleri kaçınılmaz biçimde
kendi özel koşullarıyla
renklenmişti . Bir yorum sadece
İncil yazarının ne
söylediği üzerine odaklanıyor , kuşaklar boyu
Yahudi ve Hıristiyan’ın
onu nasıl anladığını
görmezden geliyorsa ,
İncil’in önemine zarar
verirdi .
Politikaları ve
yargıları meşrulaştırmak adına
kanıt metinlerden alıntı
yapmaya dayanan modern
alışkanlık , yorumcu gelenekle örtüşmemektedir . Kutsal metin
gerçekte bir metin
değil , binlerce insanı aşkınlıkla
tanıştıran ruhani bir
süreç , bir eylemdir . İncil kuram
ve inançlara arka
çıkmak için kullanılmış
olabilir fakat işlevi
bu değildir . Literal algılama
üzerindeki köktenci vurgu
modern ruhu yansıtır , fakat gelenekten , genellikle değişmeceli
yada yenilikçi yorumu
tercih eden bir
kopuşa işaret eder . Örneğin , İncil’de tek
bir yaratılış kuramı
yoktur ve Tekvin’ in
ilk bölümü , nadir olarak
kozmosun kökenlerinin olgusal
bir tanımlaması olarak
okunmuştur . Günümüzde Darvinciliğe karşı
çıkan Hıristiyanların pek
çoğu Calvincidir , ama Calvin , İncil’in bilimsel
bir belge olmadığını, astronomi yada
kozmoloji hakkında bir şeyler
öğrenmek isteyenlerin başka
bir yere bakmaları
gerektiği üzerinde ısrarla
durmuştur .
Farklı metinlerin
tamamen karşıt görüşleri
desteklemek üzere kullanıldığını görmüştük . Hz. İsa’nın
ilahlığı hakkında karar
vermek için belirli
bir gerekçe bulunamadığından , İncil’le çok
az bağ gösteren
teolojik çözümler getirilmiştir . Köle sahipleri
İncil’i başka bir
yolla , köleler ise bambaşka
bir yolla yorumlamışlardı .
Tarih boyunca
insanların gaddarca hareketlerini
gerekçelendirmek amacıyla İncil’i
kullandığı sorgu götürmez
bir gerçektir . Dünya her
zaman şiddetli bir
yer olmuş ve
kutsal metin ile
tefsiri genellikle çağdışı
saldırganlığa yenik düşmüştür . Yeşua , Tesniyeciler tarafından
bir Asurlu general
zalimliğiyle dövüşürken sunulmuştur . Haçlılar , Hz. İsa’nın
pasifist öğretilerini umursamamış
ve Kutsal Topraklara
yapılacak seferlere kaydolmuşlardı , çünkü onlar
askerdi , militan bir din
istiyorlardı ve özellikle
feodal değer sistemlerini
İncil’e uyguladılar .
Zamanımız için de
aynısı geçerlidir . Modern dönem
daha önce hiç
olmadığı kadar büyük
ölçekte şiddet ve
katliam görmüştür ve
bunun kimi insanların
İncil’i okuma biçimlerini
etkilemesi şaşırtıcı değildir.
Ama
kutsal metin bu
yolla böylesi kötü
suiistimal edildiği için , tefsir
geleneklerinin iyicil yönlerini
vurgulayan karşı anlatı
kurmak , Yahudi , Hıristiyan
ve Müslümanların görevidir . Dinler arası anlayış
ve işbirliği artık
hayatta kalabilmemiz için
elzemdir . Belki de Tek Tanrılı üç
dinin üyeleri ortak
bir yorumlama yöntembilimi
oluşturmak için bir
arada çalışmalıdır . Bu tür
bir çalışma , sorunlu metinlerin
kalıcı eleştirel , ahlaki ve
ruhani incelemelerinden ,
tarih boyunca yorumlanma
biçimlerinden ve onları
şimdi sömüren insanların
tefsirlerinin derinlemesine araştırılmasından oluşmalıdır .
Konuşkan , fikir sahibi
bir toplumuz ve
dinlemek konusunda her
zaman iyi sayılmayız . Politika , medya ve
akademik dünya söylemleri
özünde rakiptir . Bu bir
demokraside kuşkusuz önemliyken , insanların gerçekte
karşıt bir görüşe
açık olmadıkları anlamına
da gelebilir . Parlamento tartışmalarında yada
televizyondaki tartışmalarda katılımcıların , kendilerine karşıt
kişiler konuşurken , bir sonraki
sefer kendilerinin söyleyeceği
zekice yanıtı düşündükleri
genellikle ortadadır . Aynı zamanda
karmaşık sorulara hemen
yanıt almak isteriz . İncil , yazılı metin
haline gelmeden önce
kimi insanlar yazılı
kutsal metinlerin kaypak , yüzeysel bir
‘’bilme’’ durumunu teşvik
etmesinden korkuyorlardı . Bu ,
insanların doğruyu bilgisayarlarda bir
tıklamayla bulmaya alıştıkları
elektronik çağda daha da
büyük bir tehlikedir .
Mantıkçı N.L.
Wilson , yabancı bir grup metinle
karşılaşan bir eleştirmenin
‘’ merhamet ilkesini ‘’
uygulaması gerektiğini öne
sürdü . Eleştirmen , ‘’olgular
hakkında ne bildiğinin
ışığında , bedenin cümleleri arasından
gerçeği büyütecek ‘’ bir yorum
aramalıydı . Dilbilimci
Donald Davidson , ‘’
Başkalarının söyledikleri yada
yaptıklarından anlam çıkarmak , en
sapkın davranışlar söz
konusuyken bile , içlerinde büyük bir
gerçek ve mantık
bulmanızı gerektirir ‘’ diyordu .
İnançları sizinkilerden çok
farklı olsa da , ‘’yabancının size
fazlasıyla benzediğini var
saymalıydınız ‘’ yoksa onların
insaniyetini reddetme tehlikesi
içine düşerdiniz . Davidson şöyle
devam etmişti : ‘’ Merhamet bize
dayatılmıştır . Bundan hoşlanalım
, hoşlanmayalım ; başkalarını
anlamak istiyorsak , onları pek
çok konuda haklı
bulmalıyız . ‘’
‘’ Merhamet ilkesi ‘’ , dini şefkat
idealiyle , ötekiyle ‘’
birlikte hissetme ‘’ ödeviyle
uyumludur . Geçmişin bazı büyük
tefsircileri merhamet ve
şefkatin İncil yorumu
için elzemliği üzerinde
ısrarla durmuştur .
Tehlikeli bir biçimde
kutuplaşan dünyamızda ,
dinler arasında kurulacak
ortak bir yorumlama
yöntem bilimi bu
geleneğin altını mutlaka
çizmelidir . Yahudiler , Hıristiyanlar
ve Müslümanlar , öncelikle kendi
kutsal metinlerinin tefsirlerinin
kusurlarını incelemeli ,
sonra da
diğerlerinin tefsirini alçakgönüllülükle ve
merhametle dinlemelidir .
Augustine , kutsal metnin
merhametten başka bir
şey öğretmediğini ileri
sürmüştü . O halde Yeşua’nın
katliamlarını , Ferisilerin
İncil’i istismar etmelerini
ve vahiy savaşlarını
nasıl yorumlarız ?
Augustine’nin nasihat ettiği
gibi , bu konular öncelikle
tarihsel bağlamlarına yerleştirilmeli ve
geçmişte nasıl yorumlanmış
olabileceği , daha önce üstünde
düşünüldüğü yolla incelenmelidir . Bir tefsirci , bir metnin
daima en merhametli
yorumunu aramalıdır .
‘’ Aramaya çıkmak .’’ Tefsir yeni
bir şey arayışıdır .
Ana
dinlerin hepsi merhametin
bizi Tanrı’ya , Nirvana’ya ve
Tao’ya götüreceği üzerinde
ısrarla durur . Merhamet ilkesine
dayalı bir tefsir , bölünüp parçalara
ayrılmış dünyamızda derinden
duyulan ruhani bir
disiplin haline gelebilir .
Bu
noktada belki de tefsir’
in ne
demek olduğunu kısaca
hatırlatmak gerekebilir.
Tefsir yorumlamadır ; Kutsal Kitapların
surelerini , ayetlerini
açıklayarak görüşler ileri sürme , bunları yazma , yorumlama bilimidir . Bir ayetin
nasıl merhamet ilkesiyle
yorumlanabileceğine örnek vermek
istiyorum . Maide Suresi 38.
Ayet der ki : ‘’
Hırsızlık eden erkeğe
ve hırsızlık eden
kadına gelince , işlemiş oldukları
fiillere karşılık , Allah’tan gelen
bir caydırıcı müeyyide
olarak her ikisinin
ellerini kesin . Zira Allah
kudretlidir , hikmet sahibidir . ‘’
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder