20 Ocak 2013 Pazar

Allah'ın sevgisini ve hoşnutluğunu kazanmak...



Allah’ın  sevgisini, hoşnutluğunu  kazanmak  yolunda  bazı  mesleklerin  çok  avantajlı  olduğunu  düşünmüşümdür  hep. Mesela  öğretmenlik, polislik, hâkimlik, savcılık, doktorluk, belediyecilik  vb. Bu ve benzeri işlerle uğraşanların hem işlerini iyi yaptıklarını, hem de Allah’ın rızasını  gözettiklerini düşünün. Yüce Allah Bakara Suresi 286. Ayette diyor ki: ‘’Allah hiç kimseye taşıyabileceğinden daha fazlasını yüklemez. Kişinin  yaptığı  her  iyilik  kendi  lehinedir, her  kötülük  de  kendi  aleyhine!’’ Demek  ki  hepimizin taşıması gereken bir yük, yapmamız gereken  vazifelerimiz  var. Ne yapıyorsak iyi yapmalıyız, doğrusunu yapmalıyız ve Allah’ın  rızasını, hoşnutluğunu  aramalıyız. Hz. Peygamberimize  sormuşlar; Allah’ın sevdiği kulu nasıl anlarız? Kendisini hayırla andığınız, sevdiğiniz, hiç bir kötülük yakıştıramadığınız insandır, demiş.

’Gerçek erdemlilik, yüzünüzü doğuya veya batıya çevirmeniz ile ilgili değildir. Ama gerçek  erdem sahibi, Allah’a, Ahiret Gününe, Meleklere, Vahye ve  Peygamberlere inanan, servetini  akrabasına, yetimlere, ihtiyaç sahiplerine, yolculara, yardım isteyenlere ve insanları kölelikten  kurtarmaya harcayan, Allah’ı anmakta devamlı ve dikkatli olan ve arındırıcı mali  yükümlülüğünü ifa eden kişidir. Ve gerçek erdem sahipleri  söz  verdiklerinde  sözlerini  tutan, felaket, zorluk  ve  sıkıntı  anlarında  sabredenlerdir. İşte  onlardır  sadakatlerini  gösterenler  ve  işte  onlardır  Allah’a  karşı  sorumluluk  bilinci  içinde  olanlar.’’ Bakara  Suresi  177. Ayet. ’’Onlar  ki, hem  bolluk, hem  de  darlık  zamanında  Allah  yolunda  harcarlar. Öfkelerini  kontrol  altında  tutarlar  ve  insanları  affederler. Çünkü  Allah  iyilik  yapanları  sever.’’ Al’i  İmran  Suresi  134. Ayet.

Kur’an’da  sık  sık  tekrarlanır  bu  cümle; ‘’İnanıp  iyi  işler  yapanlar’’. Cennete  girmenin  de  ölçüsü  budur, Müslüman  olmanın  da. Çünkü  inanan  insanın  inanmışlığının  ölçütü  iyilik  yapmaktır. Yoksa  öyle  ‘’ben  inanan  bir  kişiyim’’ diye  gerine  gerine  dolaşanlar, bir  üretimleri, kayda  geçmiş  bir  iyi  işleri  yoksa bu  gururları  boşa  olur. Yolda  kalmışa, fakire, yetime, muhtaç  olana  yardım  etmek  bu  bakımdan  önemlidir, insana  bencilliğini  aşma  imkânı  verir. Güçlüye, zengine, itibar  ve  iktidar  sahibine  yardım  ettiğinizde, onun  size  bu  iyiliğin  karşılığını  fazlasıyla  geri  vereceğini  bilirsiniz. Asıl  değerli  olan, bu  iyiliğinize  karşılık  veremeyecek  olan  birine  yaptığınız  yardımdır. Aslında  iyilik, bir  insanın  kendisini  gerçekleştirme biçimidir. Bir  ağaç  nasıl  meyve  veriyorsa, insan  da  iyilik  yapmalı. İnanç, inanmak  ne  oluyor  bu  noktada? Kur’an  bunu  açıkça  belirlemiş ;’’ Allah’ın  varlığına  ve  birliğine  ve  öldükten  sonra  dirileceğimize  inanmak. Ve  iyiliğin  ve  kötülüğün  dönücü  olduğuna  inanmak.’’ Kuantum  ve  Kur’an  kitabında  böyle  diyor  Şanal. Allah’ın  birliğine  inanmak  sadece  bir, tek  olduğuna  inanmak  değil, bir olan  Allah’ın  çevresinde  birlik  içinde  olmamız  gerektiği  bilincine  sahip  olmaktır. Yoksa  ‘’La  ilahe  illallah’’  cümlesini  hiç  düşünmeden  öylesine  tekrar  etmek  değil. Biz  bile  şu  insan  halimizle, bir  insanı  değerlendirirken, o kişinin  söylediğinden  çok  yaptığına  bakıyorsak, Allah, kişinin  ağzından  çıkan  sözlerden  çok  içinden  geçenlere, yaptıklarına  bakma  kudretine  sahip  değil  mi? Anlamını  düşünmeden  Allah’ı  andığımız  kelimeleri  öylesine  boş  boş  tekrar  eden, Allah’ın  her  şeyi  hakkıyla  işittiğini  ve  bildiğini  inkâr  etmiş  olmuyor  mu? Allah  sürekli  olarak  biz  insanların  inançlarını  sınıyor. Darda  kalınca, zorda  kalınca, sıkıntı  ve  afet  zamanlarında. Dinin  yüzeysel  anlamlarından  yola  çıkarak, emir  ve  yasaklarını  uygulayanlar, dinin  özünü  yaşayanları  pek  anlayamıyorlar. Allah  emaneti  insanlara  verdi  ama  insanların  çoğunun  bu  emanetten  ödü  kopuyor. Ama  bu  emanetten  uzak  durdukça  insan  aslında  kendisine  zulmetmiş  oluyor. Bu  yüzden  başı  dertten  kurtulmuyor, hayatı  acı  ve sorunlarla  doluyor.

Bir sınavdayız.. Ve dikkat, kitap tümüyle açık..



Hz. Peygamberin çağdaşları, İslam ve Müslim kelimelerini duyduklarında onları ‘’İnsanın Allah’a  teslim olması’’ ve ‘’Kendini  Allah’a teslim  eden  kişi ‘’ olarak  anladılar  ve  bu  terimleri  herhangi  özel  bir  topluluk veya zümre ile sınırlandırmadılar. Mesela Al’i İmran Suresi 67. ayette Hz. İbrahim’den ‘’kendini  Allah’a  teslim   etmiş  oldu’’ şeklinde söz edilmesi yahut gene Al’i  İmran Suresi  52. Ayetle  Hz. İsa’nın  havarilerinin ‘’Şahit ol  ki biz kendimizi Allah’a teslim ettik ‘’ demeleri gibi. Bu asıl anlamlar Arapçada bozulmadan  kalmış, hiçbir  Arap  âlimi  de bu  terimlerin  geniş anlamından habersiz olmamıştır. Fakat  günümüzde  -ister  inansın, ister  inanmasın- Arap  olmayanlar  için  durum  böyle  değildir. Onlar  için  İslam  ve  Müslim  terimleri, genellikle  sınırlı  ve  tarihsel olarak çerçevelenmiş bir anlam taşır ve özel olarak Peygamberimiz Hz. Muhammed’in  izinden  gidenleri  ifade  eder.
Ben  Hz. Muhammed’in  izinden  gidilmesini  Kur’an’ın  yolunda  yürümek  olarak  görüyorum, çünkü  Kur’an  Hz. Muhammed’e  indirildi. Namazımı  Hz. Muhammed’in  kıldığı  görünüşte  kılıyorum. Namazımı  Allah’ı  anmak  için  kılıyorum, O’nu  yüceltiyorum, O’nu  övüyorum, O’na  şükrediyorum, O’na  teşekkür  ediyorum, O’ndan  yardım  istiyorum. Namazımda  sadece  Yüce  Allah  var. Allah  resullerini  zaten  en  yüce  makamlara  çıkarmış, Benim  resullerimden  hiçbirini  birbirinden  ayırt  etmeyeceksiniz,  demiş, ben  nasıl  sadece  iki  peygamberimiz  için  Allah’tan  onlara  rahmetini, bereketini  artırmalarını  isteyebilirim. Ayrıca  böyle  bir  şeye  ihtiyaçları    var? Hz. Peygamberimiz  Allah’ın  izin  verdiklerine  şefaat  edeceğini  söylemiş. Yani  nasıl  ki  başarılı  bir  öğrenciye  okul  müdürü  iftihar, teşekkür  belgesi  veriyor, belki  peygamberimiz  de hak edenlere  cennet  müjdesini  bizzat  verecek, benim  için  şefaatin  anlamı  bu. O  zaman  şefaat  için  peygambere  yalvarmak, yardım   istemekten  ziyade, cenneti  hak etmek  için  çabalamam  gerek. Fatiha  Suresinde  kabul  edip, söz  verdiğimiz  gibi  yalnız  Allah’tan  yardım  dilersek  ve  Allah’ın  yapın  dediklerini  yapıp, yapmayın  dediklerini  yapmazsak  belki  de  cennet  müjdesini  bize  peygamberimiz  verecektir. Ve  yalnız  benden   yardım  isteyeceksiniz  diyen  Yüce  Allah’ın  bu  emrini  göz ardı  edip, peygamberlerden  yardım  isteyerek, peygamberin  bizi  affedeceğini  umarak, ona  selam  yollamakla, onun  için  namaz  kılmakla  dindar  olduklarını  zannedenlere  bence  Hz. Peygamberimiz  beni  niye  rableştirdiniz  diye  lanet  edecektir. Bugün  Yahudiler  de, Hıristiyanlar  da  sünnet  üzereler.  Yüce  Allah  son  kitabını  ve  son  peygamberini  İslam  dinine  yollamış  ama  biz  de  sünnet  üzerineyiz. Bizler  son  Kitabın  ve  son peygamberin  getirdiklerini  kabul  edenlerdeniz . Bu  bizim  için  büyük  bir  şans  olmalıydı  ama  biz  sünnet  üzerineyiz .  Yalnız  gerçekten  sünnet  üzerine   miyiz  emin  değilim. Çünkü  bugün  nedenini, niçinini  bilmediğimiz her  şey  sünnete  bağlanıyor. Mesela  namazın  kılınış  şekli  ve  adabı  Hz. Peygamberimizin  sünneti  ile  sabitse  niye  hem  sünnet  hem  de  farz  namazı  kılınıyor? Ve  niye  iki  farklı  namaz  kılınıyor? Ve  niye  önce  sünnet  namazı   kılınıyor? Camide farz  namazı  kılarken  imama  uyuyorsun, kabul, bir  düzen  içinde  namaz  kılınıyor.  Ama  sünnet  namazı  kılarken, bir  düzene  uymak  zorunda  kalmıyorsun. Kimi  rükûdayken  kimi  secdede, kimi  bitirmiş  kimi  devam  ediyor. Namaz  kılınış  şekli  ve  adabı  Peygamberimizin  sünneti  ile  sabitse, yani, Allah  beni  anın  derken, Hz. Peygamberimiz  bu  anışı  yapılış  şekli  ve  adabıyla  sabitlediyse, sünnetin  sünneti  olur  mu? Ayrıca  çok  insanın  da  namazın  sünnetini  Hz. Peygamberimiz  için  kıldığı  bilinmiyor  mu? İlmi  olan  diyecek  ki  ben  sünnet  namazı  Hz. Peygamberimiz  kıldığı  için  kılıyorum. Hz. Peygamberimiz  cemaatle  birlikte  sünnet  namazı  kılmış    acaba  ve  Hz.  Peygamberimizin  iki  rekâtlı  namazında, birinci  rekâtında  Araf  Suresinin  yarısını, ikinci  rekâtında  diğer  yarısını  okurmuş   diye  rivayet  ediliyor. Var    öylesini  yapan. Devam  ettiğim  bir  caminin  imamı  Cuma  vaazında  yakındı, diğer  günlerdeki  vakit  namazlarında  cemaatin  çok  az  olduğu, hele  sabah  namazlarının   çok çok az  kişiyle  kılındığı  için. Abdest, Yüce  Allah  eksik  söylemiş  gibi  zorlaştırılmış  ve kutsallaştırılmış.  Ezan  kutsallaştırılmış, duası  yapılmış. Namaz  çeşitlendirilip  uzatılmış, tespih  çekmek, salavat  getirmek  eklenmiş. Bunlara gidiş gelişleri ve kısa da olsa sohbetleri  de  ekle, sonuçta  camilere ağırlıklı  olarak  işi  gücü  olmayan  emekli  yaşlıların  gitmesi  normal  değil  mi? Müzzemmil  Suresinde  Yüce  Allah  peygamberimize ‘’ kuşkusuz, gündüz  boyu  senin  için  uzun  bir  dolaşma, uzun  bir  uğraş  vardır’’  demiyor  mu? Hz. Peygamberimiz  gündüz  boyu  niçin  dolaşıyordu ve  neyle  uğraşıyordu?  Niçin  dolaştığı  ve  neyle  uğraştığı  belli . Eğer  sünnet  Hz.  Peygamberimizin  yaptıkları , söyledikleriyse  niye  biz  de  onları  yapmıyoruz . Kısa  günlerde   öğlen  namazıyla  yatsı  namazı  arası  altı  saat. Altı  saatte  dört  vakit  namazı  kılınıyor. Camiden  çıkmana  gerek  yok. Hem  de  Hz. Peygamberimize  söylenildiği  gibi  gündüz  boyu  uzun  bir  dolaşmaya, uzun  bir  uğraşa  da  zamanın  kalmaz  çünkü  mazeretin  var, vaktini  ibadetle  geçiriyorsun. Şimdi  bunun  hangisi  daha  doğru; gününü  ibadetle  geçirmen  mi,  yoksa  Allah  için    yapıp  değer  üretmen mi? Bir  ayet  daha: ‘’Ey  Muhammed, gündüzün  iki  tarafında  ve  gecenin  gündüze  yakın  vakitlerinde  namaz  kıl. Çünkü  iyilikler  kötülükleri  giderir. Bu  öğüt  alanlar  için  bir  öğüttür.’’ Hud  Suresi  114. Ayet. Ben  bunu  da  şöyle  anlıyorum; Sabah  güneş  doğmadan  önce  namazımı  kılarım, güneş  batmadan  önce  de  namaz  kılarım  ve  akşam  yatmadan  önce  de  namaz  kılarım. Hem  Yüce  Allah’ı  anmış  olurum, hem  de  gündüz  boyu  uğraşım  içinde  olurum. Bunu anlatmaktaki  amacım  çok  namaz  kılanları  eleştirmek  değil.  Namaz  kılmaya  herhangi  bir  nedenle imkan  bulamayanların  secde  etmelerini  sağlayabilmek .  Yani , Yüce  Allah’la  ilişkiyi  kurun , işinizi , imkanlarınızı  bahane  etmeyin  demeye  çalışıyorum . Bir  insan  bütün  vaktini de  ibadetle  geçirebilir ama  bunu  bir  kural  haline  getiremeyiz  ve  bu  ibadetlere  de  bir  isim , şekil  vermemize  de gerek  yok  diye  düşünüyorum . Allah  bizi  sürekli  olarak  imtihan  ediyor, ama  kopya  çekmenin  serbest  olduğu  bir  imtihan. Her  şeyin  yolu, yordamı  anlatılmış. Yüce  Allah  bizi  ne  yapıyorsak, nasıl  yaşıyorsak  onlarla  imtihan  ediyor. Beled  Suresi  4. Ayette  Yüce  Allah  diyor  ki: ‘’Gerçek  şu  ki, Biz, insanı  acı, sıkıntı  ve  imtihan  ile  yüklü  bir  hayata  gönderdik’’. Demek  ki  hayatımızı  nasıl  yaşadığımızla  imtihan  ediliyoruz. Yaptığımız  işle, anne, baba  ve yakın  akrabaya  davranışlarımızla, eş  ve  çocuklarımızla, komşularımızla, acı ve sıkıntılarımızla, sabrımızla, yaptıklarımızla  ve  yapmadıklarımızla. Yüce  Allah’ı  anıp  anmamamızla. ‘’Muhakkak  ki  ölüm  tehlikesiyle ve açlıkla, dünya  malının, canın  ve  alın teri  ürünlerin  kaybı  ile  sizi  sınayacağız. Ama  zorluklara  karşı  sabredenlere  iyi  haberler  müjdele ki, onların  başına  bir  musibet  gelince  ‘doğrusu  biz  Allah’a  aitiz  ve  muhakkak  O’na  döneceğiz .’ derler. İşte  Rablerinin  nimetleri  ve  lütfu  onlar  içindir  ve  doğru  yol  üzerinde  olanlar  işte onlardır!’’ Bakara  Suresi  155.156.157.Ayetler. Yüce  Allah, yaratıcımız  diyor  ki: ‘’Elbette  ki  doğruya  ve  güzele  kılavuzlamak, doğru  yolu  göstermek  sadece  bize  düşer/bizim  işimizdir. Ve  elbette  ki  hem  öteki  dünya, hem  de  hayatınızın  bu  ilk  bölümü  üzerindeki  hâkimiyet  bize  aittir.’’ Leyl  Suresi  12.13. Ayetler. Yüce  Allah’ımız  dinde  zorlama  yoktur  diyor. Hz. Peygambere  de  senin  görevin  bu   mesajları  iletmek  demiş. Gerisi  bizlere  kalıyor, kılavuzlanmak  istiyorsak  rehberimiz  Kur’an, istemiyorsak  elbet biliyoruz  ki  bir gün  öleceğiz.